Devletin meşruiyeti
1121 Okunma, 7 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Mahir KAYNAK

Aydın Menderes

28 Aralık 2011 Çarşamba

 

Aydın Bey Büyük Değişim Partisi’nin genel başkanı, ben de yardımcısıydım. Süreç şöyle gelişti: Ankara’da Tunalı Hilmi caddesindeki bir otelin lokantasında bir ayı geçmeyen aralıklarla bir araya gelir ve saatlerce ülkenin durumunu tartışırdık. Başlangıçta siyasete girmek istemediğini söylerdi. Çektiği bunca eziyete rağmen askerlere düşman değildi. Onların daha güçlü bir yapının yönlendirmesiyle eylemler yaptığını düşünürdük. Bu düşmanlıktan çok acımaya dönüşür ve onların ülkenin zararını istemedikleri halde büyük kötülüklere sebep olmalarını bilgisizlik ve talihsizliğe yorardık. Bir gün siyasi bir parti kurmak istediğini ve ilk teklifi bana yaptığını söyledi. Üniversitede zorluklarla eriştiğim yeri terk edip onunla birlikte olmaya karar verdim. Çünkü dürüst bir insandı ve çıkarları için değil ülke için siyaset yapmayı düşünüyordu. Ayrıca ülkenin siyasi yapısı hakkında görüşlerimiz uyuyordu.

- Aydın Menderes’le Değişim Partisi’ni kurmuştuk. Orduya karşı değildi.

- Demokrat Parti’nin başına gelenlerin kendi hatalarından kaynaklandığını tespit eden ve o kesiklikleri gideren partiye gerek vardır. Adil Düzen tartışılmalı idi.

 

Görünenlerin dışında bir siyasi yapı ülkeye yön veriyordu. Bu gücün stratejisini tahterevalliye benzetiyorduk. Sivillerden bıkınca darbeyi teşvik ediyorlar, darbeden hemen sonra demokrasi savunucusu olup istedikleri bir grubu iktidara taşıyorlardı. Ülkedeki egemen sermaye gücü bu değişimlerden zarar görmüyor hatta güçlenmiş olarak çıkıyordu. Medya büyük ölçüde onların kontrolündeydi. Parti kapanıncaya kadar birlikte çalıştık ve hiçbir konuda anlaşmazlığımız olmadı. Ancak parti içinde ve dışında bu birlikteliği bozmak isteyenler vardı ama bizi çatışmaya sürükleyemediler.

***

- Partileri iktidara getiriyor, istediğini yaptırıyor. Sonra indiriyor. Bir daha yeniden başlıyor.

- Teşhis çok doğru. Tedavi Adil Düzen’dir. Adnan Menderes bizi kalkındırmıştı.

 

Bir gün Turgut Özal’ın bizimle birlikte olmak istediği haberi geldi ve görüşmek için ben görevlendirildim. Hüsnü Doğan’ın da bulunduğu bir grupla konuyu müzakere ettik. Genel olarak anlaşıyorduk sadece liderlik konusunda belirsizlik vardı.

- Özal ile Aydın arasında liderlik konusu tartışıldı.

- Özal kendine göre bir programa sahipti. Kısmi başarısı ondandır.

 

Bir süre sonra Aydın Bey partiyi kapatmaya karar verdi. Aramızda hiçbir ihtilaf olmamasına rağmen bundan sonra yollarımızın ayrıldığına o da ben de karar verdik. Dostluğumuz ölünceye kadar sürdü ama yollarımızın neden ayrıldığını hiç konuşmadık. Ama karşılaştığım bazı olaylar ipuçları veriyordu. Aydın bey Refah Partisi’nden istifa ettiğinin ertesi günü bazı gazeteler benim bir gün önce onunla buluştuğumu ve onu ayrılmaya teşvik ettiğimi yazdı. Daha sonra Refah Partisi’nde rahmetli Bedri İncetahtacı beni partilerinde görmek istediklerini söyledi. Olumlu cevap verdim ama aday listesinde yoktum. Gazeteci bir arkadaşım devletin bana karşı çıktığını ve partinin zarar görmemesi için dışlandığımı söyledi. O günden sonra siyasetle arama aşılmaz bir duvar ördüm ve hiçbir teşebbüste bulunmadım.

- Erbakan’ın en büyük hatası tarikat ehline kulak vermesi, onları da CIA’nın yönetmesi idi. Ben de aynı mantıkla dışlandım. Ben sonuna kadar Erbakan’ı destekledim.

 

Aydın Bey tanıdığım en vasıflı dindardı. İslamiyet’e bağlılığı ne günahlarının karşılığında ceza görmekten korkması ne de sevaplarının sebep olacağı mükâfatlardı. İslamiyet onun varlığının bir parçası gibiydi ve onsuz kendini yok gibi hisseder diye düşünüyordum.

- Aydın bey dindardı.

- Dindar aileden gelmediği halde dindar olması onun derecesini çok yükseltir.

 

Son günlerine kadar ülkemizde ya da dünyada önemli bir olay gerçekleşirse telefonda uzun bir konuşma yapardık. Bana karşı dostça davranır ve sevgisini ifade ederdi. Türkiye’deki çoğunluğun dışında oluşmuş siyasi yapıyı değiştirip onun yerine halkın yönlendirilerek değil öğrenerek katıldığı, aydınların her şeyin arka planını da merak edip gerçeği öğrenmek peşinde olacakları bir ülke oluşturmak istedik ve bunun değişimle gerçekleşeceğini düşünüp siyasi bir hareket başlattık. Ben yenilgiyi kabul edip çekildim. O girdi ama amacına ulaşamadı.

- Ben yenilgiyi kabul etim. Çekildim. O devam etti, başaramadı.

- Başardı. Bugün Ak Parti iktidarı varsa, demokrasi benimsenmişse Milli Görüş sayesindedir. Aydın beyin katkısı büyüktür. Milletteki itminan onların katılmasıyla sağlanmıştır. Ak Parti yanlışlık yapıyorsa Mahir bey ile bana aittir. Çünkü siyaset yapamadık. Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız.

 

 

Devletin meşruiyeti

31 Aralık 2011 Cumartesi

 

Geçmişte Yunanistan’da yaşanan orman yangınlarıyla ilgili eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın açıklamaları devletin gerek gördüğünde ne ölçüde kuralları esnetebileceği tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Mesut Yılmaz yanlış anlaşıldığını, aslında Türkiye’de çıkan yangınlarda Yunanistan’ın sorumluluğu olup olmadığını tartıştığını söyledi. Ancak aynı dönem Türkiye’nin kendi içindeki sorunlarda bile devletin kural dışına kolayca çıkabildiği bir zaman dilimi olduğundan soru işaretleri devam ediyor. Aslında temel soru da Kürt meselesi gibi Türkiye’nin yumuşak karnını oluşturan bir sorunda, hukuk devletinin ne ölçüde esnetilebileceği oldu.

***

- Kürt sorununda devlet ne kadar esnek olabilir.

- Devlet eşkıyalarla cephe savaşı yapmaz. Güvenlik ordunun değil yerel yönetimin sorumluluğundadır.

 

Türkiye, kendi bekası ile ilgili gördüğü konularda kuralların kendisine ayak bağı olmasından hoşlanmadığını defalarca gösterdi. Kürt meselesi gibi kritik bir sorunla karşılaşınca devleti yönetenlerin kendilerini kısıtlamak istememeleri devlet geleneğimizin doğal bir sonucu oldu. Bizde sorunların vahameti her zaman devleti yönetenlerin sınırları zorlaması için iyi bir gerekçe oluşturdu. Güneydoğu’daki silahlı çatışma ve bölünme korkusu “rutin dışına çıkma” diye veciz bir şekilde ifade edilen uygulamaların önünü açtı. Ancak bu uygulamalar amaçlanan yönün tam tersi istikamette bir dinamiği harekete geçirdi. Silahlı mukavemeti kırmak isteyen devlet güçlerinin ayrım gözetmeden uyguladığı karşı şiddet Kürt milliyetçiliğini körükledi ve PKK’nın siyasal tabanı hayal bile edemeyeceği kadar genişledi.

- PKK’yı rutin dışı yok etme Kürt halkını onlara doğru kaydırdı.

- Devlet iç güvenliğe doğrudan müdahale ederse sonu bu olur.

 

Devlet ayrıca koruculuk uygulamasıyla bölgede kendisine bağlı milis güçleri oluşturmaya çalışarak kendi meşruiyetini iyiden iyiye sıkıntıya soktu. Hem bölgede vatandaşın kendini koruması gibi devlet mantığına tamamen aykırı bir yapı oluştu hem de koruculuğun kapsamı dışında kalan gruplar için PKK ile dayanışmaya gitmek kaçınılmaz hale geldi. Zaten korucuların devlete bağlılığı da konjonktüre bağlıydı ve kolaylıkla taraf değiştirebildiler.

- Koruculuk devletin zafiyetini ve doğuda halkın bir kısmını PKK ile birleşmeye zorladı.

- Hukuk düzeni bucaklarda kurulmalıdır. İlçelerde başka ilçeler halkından yerel güvenlik güçleri oluşturulmalıdır.

 

Devletin kendini korumak amacıyla kuralsızlığı metot olarak benimsemesi nihai noktada onu çatışan bir taraf statüsüne aldı. Dolayısıyla devletin halkın desteğini sağlayabilmek için dayanacağı en sağlam dayanak, yani onun halkın gözünde meşru tek silahlı güç olması özelliği ortadan kalktı. Zaten gerilla savaşının temel amacı da hiçbir zaman devletin silahlı güçlerinin imhası olmadı; böyle bir güce ulaşması da mümkün değildi. Amaç devlet güçlerinin karşı şiddetini kışkırtarak, onu halkın gözünde meşru kılan hukuka bağlılık ilkesinin göz ardı edilmesiydi. Türkiye özellikle 1990’lı yıllarda bu tuzağa şaşılacak kadar kolayca düştü. Devlet karşısındaki silahlı direnişi bastırdığını düşündüğü ve kendisini en güçlü hissettiği anda bile aslında siyasal amaçlara ulaşma anlamında çok zayıf bir duruma düşmüştü. Uzun vadede bu mücadelenin kaderini belirleyecek halk desteği büyük ölçüde erozyona uğramıştı.

- Devlet doğuda bu sebeple halkın desteğini kaybetti.

- Kürtler müslümandır. PKK dinsiz olduğu için halk istemeye istemeye dindar partiyi desteklemeye devam ediyor. Yerel yönetim dindar olacağı için güvenliği sağlayacak, devlete sadık olacaktır.

 

Söylemek istediğim devletin kendi bekasıyla ilgili gördüğü konularda hukuk devleti ilkelerini dikkate alması sadece ahlaki bir kaygıdan kaynaklanmamalıdır. Bu kurallar bizzat devletin varlığına meşruiyet sağladığı için önemlidir ve uygulanan politikaların başarısı açısından da belirleyicidir. Sorunların alevlendiği bu gündemde bunu hatırlamakta yarar var.

- Devlet hukuku kurallara kendi çıkarları içinde uymalıdır.

- Devlet vatandaşlara askerî usulü ancak sıkıyönetimde uygulayabilir. O da ora seçilmiş yönetimin isteği nispetinde uygular. Yargı kararı ile belirlenen kişileri ancak yok edebilir.

 

 

Yorum:

 

Kur’ân insanların sorunlarını eksiksiz çözmüştür. Kur’ân’a göre dâr-ı İslâm vardır. Burada İslâm dini barış düzeni vardır. Kimseye zor uygulanmaz. Düzende zorlama yoktur. Hırsız gelir elini kütüğe koyar ve cellât keser. Tutuklama yok, yakalama yok, hapsetmek yoktur.

Gelip teslim olmazsa hakemler kararıyla kanı heder ilan edilir. İl güvenliği onu öldürür. Yakalar kol veya ayağını keser. Yahut sürülür. Bu harp halidir. Burada suçsuzlara dokunulamaz. Cephe saldırısı yapılamaz.

Bir yere hâkim olur, orada alenen cephe kurarlarsa, toprakları ayırmışlarsa, kendi hallerine bırakılır. Buna dâr-ı terk denir.

Oradan gelip saldırırlarsa, güvenliğimizi bozarlarsa o zaman oraya saldırılır. Orası dâr-ı kıtaldir. Halkı kıtaldedir. Kıtalde hukuk düzeni yoktur. Savaşçılar her çareye başvurabilirler.

Otuz beş kişinin öldürülmesi yanlıştır. Ama yanlışlık orduda değildir. Çünkü orduya görev verince o askerî sistemle görev yapar başkasını bilmez. Orduya görev veren sivillerin suçudur.

Yapılan iki bakımdan farklıdır:

1- Ülkenin dışına saldırınca orası işgal edilir. Bir daha geri verilmez. Yurt dışı saldırıları yanlıştır. Oradan gelenler Türkiye’de bir zarar verirlerse tazminat ve diyet öderler. Ora devleti öder. Ödemezse hakemlerin kararıyla savaş ilan edilir. Oraya girilir bir daha çıkılmaz.

2- İkincisi ise güvenlik kuvvetleri kim olursa olsun hakemlerin kararı olmayan kimseleri öldüremez. Uçakla sivillere ateş açılamaz. Gelenler takip edilir. Gittikleri yerler tespit edilir. Yabancı kimseler ise ülkeyi terk etmeleri istenir. Terk etmeyenler öldürülebilir. Hapis edilemez. Suçlu olanlar cezalarını kabul etmezlerse öldürülürler. Suçun cezası çektirilir.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
01.01.2012
10:40

özellikle Üstad'ın dikkatine...

*

Abdullah Aymaz

Şili-Santiago Uluslararası Kitap Fuarı

Kaynak Kültür Yayın Grubu'na bağlı Editorial La Fuente, Şili'de bu yıl 31'incisi düzenlenen Santiago Uluslararası Kitap Fuarı'na katıldı. 500'den fazla kültürel aktivitenin yapıldığı fuarı bu yıl 270 bin kişi ziyaret etti. Editorial La Fuente, başta Fethullah Gülen Hocaefendi'nin eserleri olmak üzere bugüne kadar 50'den fazla İspanyolca eser hazırladı. Bu yıl üçüncü defa Kaynak Grubu'nun katıldığı fuarda eserlere ilgi yüksekti. Özellikle İspanyolca Kur'an Meali, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, Sonsuz Nur, İnsanın Özündeki Sevgi, İslam'da Kadının Statüsü en çok ilgi gören eserler oldu. Fuarda ayrıca bugüne kadar 12 dilde yayımlanmış muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin İspanyolcaya "Hacia Una Civilización de Amor y Tolerancia" adıyla tercüme edilen "İnsanın Özündeki Sevgi" isimli eseri için bir tanıtım programı düzenlendi. Catarata Şili-Türk Dostluk ve Eğitim Vakfı'nın katkılarıyla düzenlenen programın konuşmacıları Kaynak Kültür Yayın Grubu İspanyolca Yayınlar Editörü Mehmet Sığınır ve Arjantin-Uruguay Evanjelik Lutheran Kiliseler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Pastor Carlos Lisandro Orlov idi. Aynı zamanda kitabın editörü de olan Mehmet Sığınır, kitabın ana çatısını teşkil eden "sevgi, merhamet, hoşgörü, diyalog, insan-ı kâmil, tasavvuf, eğitim ve insan hakları" gibi konulara değindiği konuşmasında Gönüllüler Hareketi'nden ve bu hareketin ilham kaynağı muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin düşüncelerinden bahsetti. Daha sonra "Fethullah Gülen'in Düşüncesinde Sevgi ve Merhamet" konulu bir konuşma yapan Pastor Carlos Lisandro Orlov, konuşmasına 2008 yılında yaptığı Türkiye ziyaretinden izlenimlerle başladı. Bu ziyaretin turistik olmaktan çok içindeki tabu ve kalıpların yıkıldığı "manevi yolculuk" olduğunu, ziyaret ettiği camilerde karşılaştığı manevi havayı kendi ibadethanelerinde de görmeyi ne kadar arzu ettiğini söyledi. Türkiye ziyareti sırasında kendisine hediye edilen Cevşen-i Kebir'in İspanyolca tercümesinden çok etkilenerek kendi kilisesinde vaazlar hazırladığını söyledi. "Bunca yıllık din adamıyım, ancak bugüne kadar Allah'ı kilisemde bu kitaptaki gibi tarif edemedim, cemaatime bu kadar güzel dualar öğretemedim." dedi. Hatta Cevşen'den ilham alarak şiir ve dualar yazdığını ve bu duaları kitaplaştırdığını belirtti. Pastor Orlov, İnsanın Özündeki Sevgi kitabından alıntılar yaparak sözlerine şöyle devam etti: "Gülen için sevgi bir teoriden ibaret değildir, aksine sevgi, içinde çeşitli riskleri de barındıran bir vazifedir. Bedavadır ama ucuz değildir. Gülen'in kendi cümleleriyle 'Sevgi, dünyaya gelen her varlıkta en esaslı bir unsur, en parlak bir nur, en büyük bir kuvvettir. Ve bu kuvvetin yeryüzünde yenemeyeceği hiçbir hasım yoktur. Sevgi evvelâ bütünleşebildiği her ruhu yükseltir ve ötelere hazırlar. Sonra da bu ruhlar sonsuzluk adına doyup duydukları şeyleri bütün gönüllere hâkim kılmanın kavgasını vermeye başlarlar. Bu yolda ölür ölür dirilir; ölürken 'sevgi' der ölür, dirilirken de sevgi soluklarıyla dirilirler... Her varlık, kâinattaki yeri itibarıyla bu geniş sevginin bir yanını, parlak bir senfonizma ile seslendirmekte, irâdî ve gayri irâdî, varlığın sînesindeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır." Gülen'in düşüncesinde sevginin dünyayı değiştirmek ve bu uğurda karşılaşılabilecek şiddete karşı koymak için bir silah değil en elzem bir vasıta olduğunu söyleyen Pastor Orlov, kendisinin Güney Amerikalı bir Lutheran Hıristiyan olarak Gülen'in düşüncelerinin ve bu düşüncelerden ilham alarak yola çıkan evrensel insani değerleri benimsemiş Gönüllüler Hareketi'nden demokrasi ve insan hakları konularında uzun yıllar sıkıntılar yaşamış kendi ülkesi Arjantin gibi diğer Güney Amerika halklarının da çıkaracağı birçok ders olduğunu belirtti.

Reşat Nuri Erol
01.01.2012
10:43

bu arada herkesin yeni yılı hayırlı olsun,

hayırlı gelişmelere vesile olsun,

"Adil Düzen"e giden yolda,

yeni adımlar atılsın

inşaallah...

reşad

Reşat Nuri Erol
01.01.2012
11:06

sabahın ilk ışıklarından beri "yeni yıl" yazıları okuyorum...

onun öncesinde günlük köşe yazımı yazdım sayılır...

okumaya ve yazmaya devam ediyorum...

sonra günlük Adil Düzen Çalışmaları...

hayat ve mücadele devam ediyor...

hayat ve ahirete giden yol...

dünya hayatı ve ...

*

Hayrettin Karaman'ın yazısındaki "farklılık" dikkatimi çekti...

Hilmi Altın keşke yine bu yazarı yorumlamaya başlasa...

Ya da Hasan Özket veya başka bir arkadaşımız...

ben de keşkeleri "hatırlatıyorum" işte...

zamanla "çok şeyler" olur inşaallah...

selam, sevgi, saygı ve DUA ile...

reşad

*

Hayrettin Karaman

Hayatımızın Kum Saati

Hz. İsa'nın doğumunu esas alan takvime göre yıllar tamamlandıkça farklı anlayışlar ve uygulamalar içinde hemen bütün dünyada kutlamalar yapılıyor. Bu manada yılbaşının bizim tarihimiz, dinimiz ve kültürümüzle bir ilgisi yok. Ancak küreselleşmenin en bariz tezahürlerinden biri bu yılbaşı kutlamaları; dediğim gibi bütün dünyada buna katılım var. Üstelik bu kutlamaların tamamında değilse de tamamına yakınında dinimize ve ahlakımıza aykırı filler işleniyor. En iyisi böyle bir gece yokmuş gibi davranmak, normal, gündelik hayatımıza devam etmektir. Bir de doğum günü kutlamaları var. Belli bir tarihten sonra bizim tarihimizde de Efendimiz'in (s.a.) ve Ehl-i beyt mensuplarının doğum günlerinde merasimler (mevlid merasimleri) yapılmaya başlanmış, bid'at diye buna karşı çıkanlar da olmuş, ama genel olarak benimsenmiştir ve uygulanıyor. Mesela bizdeki Kutlu Doğum Haftası'nda yapılanların çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bizim gibi sıradan insanların doğum günleri için de merasimler yapılıyor. Bir kere bu merasimlerde mesela pastanın üzerine mum da yakıp üfürükle söndürmek gibi yabancı menşeli uygulamalar olmamalıdır. Ne yapılmalıdır meselesine gelince: Keşke hiçbir şey yapılmasa. Eğer yapılacaksa ömrümüzden bir yılın daha geçmesinin ne demek olduğu üzerinde durulsa ve dualar edilse. Ömrümüzden bir yılın daha geçmesi ne demektir? Biz ahirete inandığımıza göre dünyadaki geçici ömrümüzden bir yıl daha kısalmış, son durağa bir yıl daha yaklaşılmış olması demektir. Geriden baktığımızda ömrümüze bir yıl daha eklenmiş görünüyor, seviniyoruz; ama bir de ileriye baksak ömrümüzden bir yıl daha eksilmiş olduğunu göreceğiz. Buna da sevinebilmek için Mevlânâ'ların aşkına ve irfanına sahip olmak gerekiyor. Peki böyle bir düşünce ve bu düşünceye dayalı davranış için neden bir yılın dolmasını bekleyelim? Ömrümüz bir kum saati gibi değil mi? Her geçen saniyede bu "ömrün azar azar tükenmesi" gerçekleşmiyor mu? Bir mümin her gün ve sık sık "ömrünün kum saatini" gözünün önüne getirmeli ve şöyle düşünmelidir: "Saatin alt bölümündeki kısmı (ömrümün geçen kısmını) görüyorum, üst bölüme ait bir bilgim yok, ama onun da sınırlı olduğunu ve her an azaldığını biliyorum. Gafletime bakın ki, ölümü hiç düşünmeden, ebedî hayata hazırlık endişesini yaşamadan, bu dünya hayatı fani değil de ebedi imiş gibi hayat sürüyorum. Ömrümü verdiğim, öncelediğim, peşine düştüğüm, uğrunda acılar çektiğim, ter döktüğüm, kırdığım ve kırıldığı... şeyler hep bu dünyaya ait. Bugünden sonra aklımı başıma alayım, ahirete iman eden bir mümin gibiş yaşamaya çalışayım..." Yılda bir, ayda bir çok geç, en azından yirmi dört saatte bir böyle düşünmede, böyle bir hesap kitap yapmada büyük fayda olsa gerektir.

Reşat Nuri Erol
01.01.2012
11:13

unutmadan...

Mahir Kaynak'ın bir özelliğini daha öğrendik...

"Aydın Menderes" yazısında kısa ama oldukça ilginç şeyler yazmış...

Aydın Menderes ile siyasi çalışması ve Refah Partisi'nden gelip gerçekleşmeyen teklif...!!!

yazıda dikkatimi çeken daha başka "ilginç ve de ince" ayrıntılar da var, Üstad bunların çok az kısmını yorumlamış...

dikkatli okunursa o ince ilginçlikleri yakalarsınız...

Reşat Nuri Erol
02.01.2012
18:46

ilginç bir röportaj..

sabırla okursanız o ilginçlikleri yakalarsınız..

okurken, "ADİL DÜZEN"i nerelere kadar ulaştırmakla mükellef olduğumuzu düşündüm...

ALLAH yar ve yardımcımız olsun...

selam ve dua ile..

reşad

*

İslam’da ekonomi ve iktisat kalpten başlar

Kamerun Merkez Camii İmamı Aliyou Youenyouene ile konuştuk...

Güncelleme: 13:05, 24 Aralık 2011 Cumartesi Geçtiğimiz günlerde Kamerun’un başkenti Yaunde’nin en büyük camisinin imamı ve caminin bitişiğindeki İktisadi Araştırmalar Merkezinin başkanı Alıyou Youenyouene ile tanıştım. Kendisinden Hıristiyanların çoğunlukta olduğu ve devleti yönettiği Kamerun’un nüfusunun yüzde otuz beşini Müslümanların teşkil ettiğini fakat buna rağmen Müslümanların Kamerun’da inançlarını özgürce yaşayabildiklerini öğrendim. Mesela başörtüleri ile üniversiteye gidebiliyorlarmış… Batılı emperyalistler Türkiye’ye ne yapmışlarsa, nasıl bazı anlayışları kazandırmışlarsa, nasıl bazı şeyleri benimsetmişlerse Kamerun’a da aynı şeyi yapıyorlar… Tabir-i caizse Türkiye’nin geçtiği yollardan onlar da yavaş yavaş geçmekteler... Bilmiyorum onları üzerlerinden geçen bu buldozere karşı uyaracak Bediüzzamanları, İskilipli Atıfları, Mehmet Akifleri, Necip Fazılları, Sezai Karakoçları var mı? Yoksa onlar da laiklik ve demokrasiyi tek kurtuluş olarak mı görüyorlar? Akıbetimiz hayır olsun… Kamerun’u ve oradaki dini düşünceyi tanımak amacıyla Aliyou Bey’e bazı sorular sordum. Çok ilginç bir söyleşi oldu. Kamerunlu olan tercümanımız, Aliyou Bey’in söylediklerini bazen beğenmedi ve şerh düşerek bize aktardı. Tercümanımız Kamerunlu bir tarikata mensuptu, Aliyou Bey ise tarikatlara pek sıcak bakmıyordu. Bunda zannedersem Aliyou Bey’in Arap ülkelerinde aldığı eğitimin bir payı var. İkinci anlaşamadıkları nokta ise Kaddafi hakkında oldu. Aliyou Bey, Kaddafi’nin çok zengin olduğunu ve halkını parayla susturduğunu falan söyledi. Tercümanımız ise Kaddafi’nin Afrika birliğini kurmaya çalıştığı için devrildiğini söyledi. Aliyou Bey’e Suriye’deki durumu sorduğumda ise bazı politik cevaplarla “bu Suriye’nin iç sorunu” falan dedi. Aliyou Bey şuan helal finansman ve iktisadi kalkınma konusunda bazı temaslar yapmak üzere İstanbul’da bulunuyor. Bu konuda yetkin ve yetkili kişilerle görüşüyor. Yoğun görüşmeleri arasında bize de vakit ayırdı ve sorularımızı cevaplandırdı.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Üniversiteyi Sudan’da Usulid Din Fakültesi’nde okudum. 1996’da Kamerun’a geri döndüm. Kamerun’da imamlık yapıyorum. Mescidimizin yanında bir İslamiyet enstitüsü var, orada da çeşitli projeler yürütüyorum. İslamî konularda danışmanlık yapıyorum. Kamerun’da ilk olarak İslam Sosyal Topluluğu üzerine fikir ortaya koyan kişi benim. İslam’ın iktisat ve ekonomi anlayışı üzerine çalışmalar yapıyorum. Bu konudaki araştırmalarımı Nijerya’da ve Çad’da yaptım. Araştırmalarım esnasında birçok büyük akademisyenle görüştüm.

Neden İslam iktisadı ile ilgileniyorsunuz?

Kamerun’da Müslüman gençler üniversiteyi okuyorlar ama bitirdikten sonra iş bulamıyorlar. O gençlerin istihdam edileceği bir alan yok. Bu gençlerin geleceği konusunda neler yapabiliriz diye düşündüm. Bu gençlerin birçoğu da oradaki ilahiyat fakültesinde okuyorlar. Dinlerini öğreniyorlar ama sosyal hayata yönelik, çalışmaya yönelik kimse bir şey düşünmüyor. Sanki İslamiyet ekonomiye ve iktisada yönelik öğütler vermiyormuş gibi… Ve orada bulunan zengin Müslümanlar mallarını İslami hizmetler konusunda sarf etmiyorlar. Kamerun’un yüzde otuz beşi Müslüman. Fakat Kamerun’da Müslüman zengin ile Hristiyan zengin arasında hiç bir fark yok. Müslümanlar mallarını Müslüman gibi kullanmıyorlar. Müslümanların çoğunlukta olduğu yerler genellikle fakir yerler. Ama Müslüman olup da çok aşırı derecede zengin olanlar da var. Fakat onlar fakirlerle ilgilenmiyorlar. Bu fakirlik ve kötü durumdan kurtulmak için İslam’ın esasları ile çelişmeyen bir kalkınma modelinin Kamerun’da hayata geçirilmesi gerekiyor.

İslam iktisadının prensipleri üzerinde ne söylemek istersiniz?

İslam’da ekonomi ve iktisat kalpten başlar. Yani kapitalizmdeki gibi madde üzerine kurulmuş bir sistem değildir. İnsancıl bir yapıdadır. İslam iktisadının prensipleri şunlardır: Birincisi, paylaşmak ve yardımlaşmaktır. İkincisi, malını Allah için kullanmak yani mal ile hizmet yapmaktır. Sonra toplumdaki maddi sıkıntıya engel olmaktır. Başka bir prensibi; ekonomiye zengin fakir herkes dâhil olmalıdır. Yani zenginlerin ekonomisi ayrı olmamalıdır.

Bu ideal ve adil olan ekonomik sistemdir.

Kamerun’da İslamiyet yaşanabiliyor mu?

Kamerun bu konuda ileri gidiyor, günden güne gelişiyor. İslamiyet gençlerle yürüyor. Yani İslam’a en çok ilgiyi gençler gösteriyor. Arap ülkelerinde okuyup gelmiş gençlerimiz var. Kamerun devletini yönetenler Hıristiyan ama Müslümanlara baskı yapmıyorlar. Onlar Müslümanlarla gurur duyuyorlar.

Müslüman kızlar üniversiteye örtüsüyle gidebiliyorlar mı?

Hiç problem yok. İsterse çarşafla bile giderler.

İslam birliği konusunda ne düşünüyorsunuz?

İslam birliği mutlaka kurulmalıdır. Şuanda dünya üzerindeki küffarın bile buna ihtiyacı var. Çünkü Müslümanlar birleşse, çok az savaş olur, çok az adaletsizlik olur. Müslümanlar birleşse, emperyalistleri durdurabilirler. Müslümanlar birleşse dünyaya iyilik hakim olur. Çünkü İslam barışı ve kardeşliği temin eder. Müslümanlar bölük pörçük olurlarsa güçleri olmaz. Dünya Müslümanları mezhep taassubunu bırakarak birleşmelidirler.

Kamerun’da cemaat taassubu var mı?

Kamerun’da birçok tarikat var. Her kabilenin farklı bir dini yapısı var. Her yerde olduğu gibi Kamerun’da da bazı yanlışlar olabiliyor. Namazlarda hepimiz Allahü ekber diyoruz, namaz geçtikten sonra “şu büyüktür, bu büyüktür” dersek olmaz. Bir hoca daha iyi, öbür şeyh daha iyi gibi tartışmalar yanlıştır. Biz insanların çok yüceltilmesine karşıyız. İnsanlar aşırı yüceltilirse Allah’la insanlar arasına perde olurlar. Müslümanların bir tek önderi var; o da Hz. Muhammed sallalühü aleyhi ve sellem.

Aydın Başar

konuştu

Reşat Nuri Erol
03.01.2012
01:12

bugünkü köşe yazım "yeni yıl" ile ilgili...

ama her şey öylesine "eski "ki; "yenilenmeyi" bekliyor...

*

Yıl “yeni” ama her şey “eski” ya… Evet, yıl “yeni yıl” olmasına “yeni yıl” ama… Yaşlı dünyamızda “her şey eski” hem de alabildiğine eski… Her şey “yeni yıl” gibi “yenilenmeyi ve yeniden yapılanmayı” bekliyor… Adeta yaşanmakta olan “kış” mevsiminin ardından “bahar” gelsin diye bekliyor… Biz, ülkemiz, dünyamız ve bütün insanlık beklenti içinde; “çok şey/ler” bekleniyor… Peki… Bu beklentileri “kim/ler” karşılayacak?.. Eskilerin yerine yenileri ve alternatifleri “kim/ler” getirecek?.. Yaşlı dünyamızda yaşlanan ve yenilenmesi gereken her şeyi “kim/ler” yenileyecek?.. Bugün, “yeni yıl”ın başlangıcında, işte bu soruların “cevapları” üzerinde duralım… *** Malum… Bu köşenin adı “Adil Düzen” köşesi, “Adil Ekonomik Düzen” köşesi... Düzeni, sistemi, nizamı, hukuku ve özellikle de “anayasa kriterleri” dahil her şeyi “eskiyen” dünyamıza “yeni bir düzen, sistem, nizam, hukuk, anayasa önerme” köşesi; hem de “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” hazırlama ve önerme köşesi… Beş asırlık “faizli ve de sömürüye dayalı zalim batı düzeni, sistemi, uygarlığı” ve Nuh Nebi’den kalma dört-beş bin yıllık “tarım dönemi hukuku” artık çağımız sanayi, teknoloji ve bilgi/sayar dünyası insanlığının ihtiyaçlarını karşılamıyor, sorunlarını çözemiyor... “ADİL DÜZEN” ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN” önerimiz işte tam da bundandır... Millî Görüş Lideri ve Önderi Necmettin Erbakan işte bu öneriyi yaptı ve gitti… “Millî Görüş” aynı zamanda “Adil Düzen”dir, “Adil Ekonomik Düzen”dir… “Muhafazakar Demokrasi” deyip de “zalim dünya eskilerini muhafaza” değildir… Hele hele “faizci zalim dünya düzeni” mensupları ve NATO ile “işbirliği” hiç değildir… AB, ABD, DB (Dünya Bankası), IMF ve daha nice kapılarda bekleme veya sürünme de değildir… Yani… Her şeyiyle “eskiyen” ve batmakta olan “Batı dünyası”na “kuyruk” olma değildir… Bilakis… “Yeni Bir Dünya” kurmak üzere “Önce Ahlak ve Maneviyat” diyerek yola çıkan… “Ağır Sanayi Hamlesi” ile maddî alanda çağı yakalayıp ülkeyi sanayileştirmeye başlayan… Yola çıktığı ilk andan itibaren “Millî Görüş.. Adil Düzen.. Adil Ekonomik Düzen…” diyen… Yani… Kapitalizmi, komünizmi, sosyalizmi, faşizmi ve daha nice “izm”leriyle her şeyi “eskiyen” dünyamıza gerekli “teşhisleri” koyduktan sonra yeni “çare-çözüm-tedavi” öneren… Velhasıl… Yaşlı dünyamızın ve bütün insanlığın beklediği “müjde” mesabesinde “yeni bir hamle, yeni bir hareket, yeni bir sistem, yeni bir düzen, yeni bir ekonomi, yeni bir anayasa…” Ve daha nice yenilikler, yenilikler, yenilikler; eski dünyamıza “umut ve kurtuluş reçetesi” olacak yenilikler… Batmakta olan dünyamıza “bataklıktan çıkış yollarını” gösteren nice yenilikler… *** 2012; yeni yıl… İşte, “yeni yıl” yukarıda hatırlattığım bu yönleriyle hayırlı olsun… Eskilere alternatif ve de beklenmekte olan nice hayırlı yeni gelişmelere vesile olsun… İnsanlık tarihinde daha önce bir benzeri görülmeyen bir “kriz” bir “kaos” bir “fırtına” bir “tsunami” bir “deprem” veya bizim her zaman hatırlattığız “SOSYAL TUFAN” yaşıyoruz ya… Yeni yıl; işte o tufana Nuhun Gemisi misali “tedavi-çare-çözüm” olan “Adil (Ekonomik) Düzen”e giden uzun ve ince yolda ilk uygulama adımlarının atıldığı yıl olsun… Önümüzdeki nice “yeni yıllarda” sadece yılların numaraları değil, düşüncelerimiz, anlayışlarımız, idraklerimiz ve “dünya ile devlet düzenimiz” da “yenilenir” inşaallah…. Selam, sevgi, saygı ve dua, dua, DUA ile…

Reşat Nuri Erol
03.01.2012
01:26

İngiltere nâm bir memlekete yolumuz düştü

Erhan Erken Ağabey İngiltere’nin eğitim merkezlerinden Oxford’da neler gördü, dunyabizim.com için yazdı.

Güncelleme: 02 Ocak 2012 Pazartesi

Oxford'da bir öğrenci yerleşim bölgesi Oxford'da kolejler Oxford'da vefa örnekleri Oxford'da araştırma merkezleri Geleneksel mimariyi yansıtan örnekleriyle kolejler

Aralık ayının üçüncü haftasında hanımla birlikte, ziyaret için Londra’nın yakınlarındaki Oxford’a gittik. Oxford Londra’ya yaklaşık 80 km uzakta, neredeyse tamamiyle eğitim için organize edilmiş bir kasaba hüviyetinde. Bu kasabada neredeyse her şey eğitime odaklanmış vaziyette. Evler, pansiyonlar, alış veriş mekanları, ortak kullanıma açık yeşil alanlar, kütüphaneler, vel hasıl hemen her şey… Oxford Üniversitesi 40 kadar müstakil kolejden meydana gelen, tabii bu arada ortak kullanım alanları da bulunan bir eğitim mekanı. Çoğu, yüzyılı geçkin mazisi bulunan bu kolejler farklı alanlarda ihtisaslaşmış. Lisans eğitimi verenler olduğu gibi sadece lisansüstü çalışmalara odaklananlar da var.

Hemen hemen hepsinin dış yüzleri taş yapı ve iç avlularında insanı rahatlatan yemyeşil alanları bulunuyor. Daha modern birkaç tanesi hariç bu yapı stili kolejlerin mimarisine hakim. İçlerinde kütüphaneleri, chapel diye adlandırılan küçük kiliseleri, öğrencilerin barınacakları yurtları, sınıfları ile bizim Osmanlı medreselerini andırıyorlar.

Kolejlerin duvarlarında o mekanlara hizmet etmiş kişilerin adlarının yazılı olduğu levhalar ahde vefanın güzel bir örneği olarak yer alıyorlar

Geleneği olmayanın geleceği olur mu?

İngiltere’ye gittiğinizde hava alanından çıktığınız andan itibaren trafiğin sol taraftan işlemesi ve taşıtların direksiyonlarının sağ tarafta olması çok belirgin bir farklılık olarak göze çarpıyor. Caddelerden geçerken çocukluktan itibaren bize öğretilen; önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola bakacaksın klişesini hemen unutmanız ve kendinizi yeni baştan formatlamanız gerekiyor. Önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakmanız gerek, yoksa maazallah başınıza çok iş açılabilir. Osmanlı Türkçemizin sağdan sola yazılmasından dolayı çağdaş dünyanın gerisinde kalırız diye bize öğretilen bilgiyi burada yeniden tefekkür etmeye çalıştım. Bu İngilizler neredeyse tüm dünyaya meydan okuyarak trafik akışlarını ters (! ) yapmaya devam ediyorlar ama hiç de geride ( ! )kalmıyorlar. Onlar kendi gerçeklerine ve geleneklerine sımsıkı sarılınca diğerleri de onlara uyum sağlamaya gayret ediyorlar. Otomobil üreten ülkeler, İngilizlere araba satabilmek için direksiyonları mecburen sağa tarafa koyuyorlar. Tabii sadece İngiltere’ye değil İngiliz Milletler topluluğuna bağlı ülkelere de aynı uygulama devam ediyor. İngiltere’de buzdolabı kapakları bile ters (!) açılıyor. Geleneğin önemi burada daha bir net görünüyor. Ölçü birimleri, bina tipleri, yollar v.s her yer tarihine bağlı olmakla adeta iftihar ediyor. Yabancı bir mekanda belli bir süre kalmak, karşılaştığınız bir çok konu üzerinde etraflıca düşünme fırsatı veriyor insana. Muhafazakar çevrelerde sıkça telaffuz edilen ve gençliğimizden beri bize öğretilen; ‘Batının tekniğini alalım fakat ahlakını ve yaşam biçimini almayalım’ deyişinin de pek anlamı olmadığını bir kere daha hissediyorsunuz buralarda. Basit bir örnek vermek gerekirse; Lavaboda eliniz yıkarken iki ayrı batarya bulunuyor. Birinden sıcak diğerinden soğuk su akıyor. Ya eliniz veya ayağınız yanıyor veya buz gibi suyla üşüyorsunuz. Ilık su ile temizlenmek için lavabonun giderini tıkamanız ve biriken ılık suyu kullanmanız gerek. Peki ilk temasdan sonra bu su temiz kalır mı? Maalesef hayır… Bizim geleneğimizde, ki bu dinden gelen bir husustur, ancak akarsu temizleyicidir. Lavabonuz ve bataryalarınız kendi anlayışınıza göre olmalı. Yani düşünce ve inanç biçiminiz ile ürettiğiniz teknoloji çok bağlantılı. Birini alırsanız otomatikmen diğeri de peşinden geliveriyor. Bu basit örneği hayatın her alanına taşımak mümkün. Ya tuvaletler... Taharet musluğunun önemini fark etmeleri için bu batılılara hangi ilmihal kitabını okutmamız gerekecek? İlmihalsiz anlamaları mümkün olamayacak mı musluksuz tuvaletin ne kadar pis olduğunu? Su olmadan insanın tuvaletten sonra temizlenmesi mümkün müdür? Onun cevabı da elbette koca bir hayır! Yabancı diyarlarda yaşasın pet şişe veya ibrik… Her şeyi çözüverdiği iddiasındaki Batılı kendi vücudunu temizleyemiyor. Kötü kokuları gidermek için parfüm şart…

Kolejlerin yanında ibadethaneler

Churchill'in malikanesi Bleinheim Palace Bourton On The Water'da her yer kartpostallık

Oxford İslami Araştırmalar Merkezi girişi Her şey eğitim için

Oxford’un güzel yanı öğrencilerin kendilerini geliştirebilmeleri ve ilme odaklanabilmeleri için neredeyse her şey düşünülmüş. Sakin, yeşili bol, insanların kurallara uyma noktasında çok titiz davrandıkları, birbirlerinin yüzlerine tebessümle baktıkları bir ortam. Kabul edildiği bir koleje kayıt yaptıran öğrenci kendisine lazım olan tüm mekanlara elindeki kartla rahatlıkla girebiliyor, sağlık hizmeti alabiliyor. Bir bisikleti varsa, ihtiyacı olan her tarafa rahatlıkla gidebiliyor. Her yer dümdüz ve herkesin takip edeceği yollar ve yerler belirlenmiş. Yayalara bizde alışık olmadığımız kadar saygı gösteriliyor. Gerçi bu hal neredeyse bir çok Avrupa ülkesinde rastlanabilecek güzel bir ayrıntı. Oxford ve çevresinden bazı manzaralar Bir haftalık sürede kasabanın içinde ve çevresinde bir çok yere gidebilme imkanı bulduk. Bu sürede bir günümüzü oğlumuzun bir arkadaşının rehberliğinde Oxford’un bazı çevre köylerini gezerek değerlendirdik. Bunlar arasında, ünlü İngiliz siyaset adamı Churchill’in doğup yaşadığı Woodstock ve içinde yer alan Bleinheim Palace çok ilginç bir mekan. Yemyeşil bir tabii çevre içinde muhteşem bir malikane. İnsanın burada filozof olmaması adeta imkansız gibi görünüyor. Oxford’un yakın çevresindeki güzel yerlerden biri de Bourton On The Water köyü. Asırlara meydan okuyan binaları ve nefis tabii manzarasıyla bizleri bir hayli etkiledi. Köyde yaşlı nüfus çok fazla. İhtiyarlar güzel mekanlarda fakat yalnız yaşıyorlar. Bahçe içindeki evlerin önünden geçerken şayet gözünüz evin kapısında bir yaşlıya takılırsa o gözlerdeki muhabbete hasret bakışları fark etmemeniz mümkün değil. Vaktiniz varsa bu kişilerle uzunca bir sohbet yapabilirsiniz..

Oxford’da ziyaret ettiğimiz diğer bir mekan da Oxford İslamic Center.

Merkezde iki binada hizmet veren bu kuruluş, içinde Türkiye’nin de bulunduğu birkaç Müslüman Ülkenin destekleri ile faaliyet gösteriyor. Araştırmacılar için küçük odaları, seminer salonları ve Mescidi ile kasabanın ortasında adeta bir nefes alma yeri. Son birkaç senedir daha büyük bir alanda yeni bir yapı oluşturulmaya çalışılıyor. Henüz hizmete girmeyen bu Mescit ve binalar bitince İslamic Center’ın daha fonksiyonel bir yapıya bürüneceğine inanıyor Oxford’daki Müslüman öğrenciler ve araştırmacılar Oxford’da iki müze Kasaba’da kurulmuş olan iki adet Müzeyi de hızlıca ziyaret etme imkanı bulduk bu bir haftalık sürede. Bunlardan biri farklı farklı ülkelerdeki hayvan örneklerinin sergilendiği Natural History Museum bir hayli ilginç. Tarihte var olduğu ifade edilen dinazorlarun iskeletleri, girişte sizi tüm heybetiyle karşılıyor. Müzenin diğer bir tarafında birçok ülkeden getirilmiş olan çeşitli sanatlarla ilgili örnekleri de görmek mümkün Bir diğeri de Ashmolean Museum adlı Müze. Dünyadaki farkli bölgelerden ve farklı medeniyetlerden çeşit çeşit eserlerin sergilendiği bu Müze, hakkıyla gezilmesi için en az bir tam günü gerekli kılan bir yapı. Vakit darlığından biraz hızlı dolaştığımız Müze, hakkını tam veremediğimiz inancıyla ayrıldığımız bir yer oldu bizim için. Cami kapısından ayrılamayan Müslümanlar Cuma namazı için Pakistanlıların yaptırdığı bir Camii’ye gittik. Oxford’daki Müslümanlar Cuma günü birbirlerini hasretle kucaklıyorlar namazdan sonra. İstanbul’da namaz bitince hemen çıkıp işlerine koşturan insanların yanında, burada yağmura rağmen insanların Cami kapısından bir türlü ayrılamamaları bana çok enteresan geldi, Cuma sonrası Teksas doğumlu ve sonradan Müslümanlığı seçen Mustafa kardeşimizin refakatinde kasabanın Old Merston Mahallesi gerçekten eski... Asya Kültür Merkezi'nde mevlid Yeni yapılmakta olan İslam Merkezi

Hafızlık Kuralları

biraz dışındaki OLD MERSTON denen mahalleye gittik. Eski İngiliz evlerinin tipik örneklerinin yer aldığı bu bölgede, sağanak yağmur altında adeta tarihte bir kısa gezinti yaptık. Yüksek damlı tek veya iki katlı bahçeli evleri, tipik bir kilise ve mahalle mezarlığını ve dar sokakları geçerek gezimizi tamamladık. Rehberimiz Mustafa, not tuttuğumu görünce ‘sefernameme’ katkı olsun diye bir çok evin önünde durup resim çekmemi teşvik etti. Gazzali’de Eğitim yaklaşımı konusunda doktora yapan bu Şazeli dervişi, daha sonra gittiğimiz ve mükemmel bir misafirperverlik gösterdiği hanesinde, dünyanın dört bir yanından topladığı konusuyla ilgili orijinal belge ve kitapları bizlerle paylaştı. Dünyanın farklı noktalarında hakikatin peşinde koşan farklı milletlerden insanları görmek, bir çok yanlışın yaşandığı dünyamızın içinde güzel örnekler olarak bizlere büyük moral verdi. Cuma gününün gecesi çok ilginç bir Mevlid programına da katıldık. Asya Kültür Merkezi adlı bir mekanda, Müslümanlar akşam saatlerinde toplanarak bir taraftan Siyer okuyorlar aralarda da okudukları konulara uygun bizdeki Mevlid’e benzer ilahiler söylüyorlardı. İsmine Mevlid deseler de bir tür Siyer dersiydi katıldığımız program. Hanımlar ve erkekler üst katta bu organizasyon içindeyken başka birileri de bir alt katta, onların küçük çocuklarına yönelik bir başka program yapıyorlardı. Programa gelenler evlerinde hazırladıkları nevaleleri getirmişler ve okumalar bittikten sonra onları topluca yedikten sonra evlerine dönüyorlardı.. İnsanlar hem hoşça vakit geçiriyorlar hem de beraberce bir şeyler öğreniyorlardı. Eğitim açısından değişik bir tecrübeydi. Bir hafta içinde bu tarz bir iki programa daha davet edildik. Katıldıklarımızda şöyle bir şey dikkatimizi çekti. Programlar yaklaşık 2 saate göre ayarlanmış. Saatinde başlıyor ve fazla uzun sürmeden bitiyor ve herkes geldiği yere dönüyor. Başlangıç ve bitiş saatleri belli..

Ev okulları

Oxford’daki bazı Müslüman öğrenciler, araştırmacılar ve hocalar, kendi çocukları için ev okulları düzenlemişler. Çocukların, inandıkları değerlere göre yetişebilmeleri için içlerinden kim bir konuda uzmansa çocuklar onların evlerine derse gidiyorlar. Bu eğitimlerin yapıldığı bir evde gördüğümüz bir duvar yazısı bizim bir hayli dikkatimizi çekti.

‘HAFIZLIK KURALLARI’ diye başlayan bu metinde çocukların ağzından;

dikkatli dinleyeceğimize, birbirimize yardım edeceğimize, birbirimize yüksek sesle seslenmeyeceğimize kibar olacağımıza, utangaç olmayacağımıza, kendimize güveneceğimize, duyarlı olacağımıza. Söz Veriyoruz

diye yazıyordu.. Basit olmasına rağmen hem şekli hem de içeriği çok güzel bir kurallar manzumesi olarak örnek alınabilecek mahiyette bir duvar yazısı idi. Bir haftalık Oxford seyahati gurbette evladına ve gelinine misafirliğe giden bir babanın ayrılırken yaşadığı tatlı bir hüzün ile noktalandı. Onları Allah’a emanet ederek ve hanımı bir hafta için daha oralarda bırakarak İstanbul’a döndüm

Erhan Erken gezdi gördü yazdı





Sayı: 133 | Tarih: 1.01.2012
Ahmet Hakan
Mavraya gel
Provokasyon Psikolojisi
1456 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Devletin meşruiyeti
dâr-ı İslâm, dâr-ı terk, dâr-ı kıtâl
1121 Okunma
7 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
İslam Dünyasında Rezaletler
Taklitlerin Sonu Kalıcılık
1042 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Ya PKK’lı olsalardı?
Pes Doğrusu
1022 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler