Mahir KAYNAK
Aydın Menderes
28 Aralık 2011 Çarşamba
Aydın Bey Büyük Değişim Partisi’nin genel başkanı, ben de yardımcısıydım. Süreç şöyle gelişti: Ankara’da Tunalı Hilmi caddesindeki bir otelin lokantasında bir ayı geçmeyen aralıklarla bir araya gelir ve saatlerce ülkenin durumunu tartışırdık. Başlangıçta siyasete girmek istemediğini söylerdi. Çektiği bunca eziyete rağmen askerlere düşman değildi. Onların daha güçlü bir yapının yönlendirmesiyle eylemler yaptığını düşünürdük. Bu düşmanlıktan çok acımaya dönüşür ve onların ülkenin zararını istemedikleri halde büyük kötülüklere sebep olmalarını bilgisizlik ve talihsizliğe yorardık. Bir gün siyasi bir parti kurmak istediğini ve ilk teklifi bana yaptığını söyledi. Üniversitede zorluklarla eriştiğim yeri terk edip onunla birlikte olmaya karar verdim. Çünkü dürüst bir insandı ve çıkarları için değil ülke için siyaset yapmayı düşünüyordu. Ayrıca ülkenin siyasi yapısı hakkında görüşlerimiz uyuyordu.
- Aydın Menderes’le Değişim Partisi’ni kurmuştuk. Orduya karşı değildi.
- Demokrat Parti’nin başına gelenlerin kendi hatalarından kaynaklandığını tespit eden ve o kesiklikleri gideren partiye gerek vardır. Adil Düzen tartışılmalı idi.
Görünenlerin dışında bir siyasi yapı ülkeye yön veriyordu. Bu gücün stratejisini tahterevalliye benzetiyorduk. Sivillerden bıkınca darbeyi teşvik ediyorlar, darbeden hemen sonra demokrasi savunucusu olup istedikleri bir grubu iktidara taşıyorlardı. Ülkedeki egemen sermaye gücü bu değişimlerden zarar görmüyor hatta güçlenmiş olarak çıkıyordu. Medya büyük ölçüde onların kontrolündeydi. Parti kapanıncaya kadar birlikte çalıştık ve hiçbir konuda anlaşmazlığımız olmadı. Ancak parti içinde ve dışında bu birlikteliği bozmak isteyenler vardı ama bizi çatışmaya sürükleyemediler.
***
- Partileri iktidara getiriyor, istediğini yaptırıyor. Sonra indiriyor. Bir daha yeniden başlıyor.
- Teşhis çok doğru. Tedavi Adil Düzen’dir. Adnan Menderes bizi kalkındırmıştı.
Bir gün Turgut Özal’ın bizimle birlikte olmak istediği haberi geldi ve görüşmek için ben görevlendirildim. Hüsnü Doğan’ın da bulunduğu bir grupla konuyu müzakere ettik. Genel olarak anlaşıyorduk sadece liderlik konusunda belirsizlik vardı.
- Özal ile Aydın arasında liderlik konusu tartışıldı.
- Özal kendine göre bir programa sahipti. Kısmi başarısı ondandır.
Bir süre sonra Aydın Bey partiyi kapatmaya karar verdi. Aramızda hiçbir ihtilaf olmamasına rağmen bundan sonra yollarımızın ayrıldığına o da ben de karar verdik. Dostluğumuz ölünceye kadar sürdü ama yollarımızın neden ayrıldığını hiç konuşmadık. Ama karşılaştığım bazı olaylar ipuçları veriyordu. Aydın bey Refah Partisi’nden istifa ettiğinin ertesi günü bazı gazeteler benim bir gün önce onunla buluştuğumu ve onu ayrılmaya teşvik ettiğimi yazdı. Daha sonra Refah Partisi’nde rahmetli Bedri İncetahtacı beni partilerinde görmek istediklerini söyledi. Olumlu cevap verdim ama aday listesinde yoktum. Gazeteci bir arkadaşım devletin bana karşı çıktığını ve partinin zarar görmemesi için dışlandığımı söyledi. O günden sonra siyasetle arama aşılmaz bir duvar ördüm ve hiçbir teşebbüste bulunmadım.
- Erbakan’ın en büyük hatası tarikat ehline kulak vermesi, onları da CIA’nın yönetmesi idi. Ben de aynı mantıkla dışlandım. Ben sonuna kadar Erbakan’ı destekledim.
Aydın Bey tanıdığım en vasıflı dindardı. İslamiyet’e bağlılığı ne günahlarının karşılığında ceza görmekten korkması ne de sevaplarının sebep olacağı mükâfatlardı. İslamiyet onun varlığının bir parçası gibiydi ve onsuz kendini yok gibi hisseder diye düşünüyordum.
- Aydın bey dindardı.
- Dindar aileden gelmediği halde dindar olması onun derecesini çok yükseltir.
Son günlerine kadar ülkemizde ya da dünyada önemli bir olay gerçekleşirse telefonda uzun bir konuşma yapardık. Bana karşı dostça davranır ve sevgisini ifade ederdi. Türkiye’deki çoğunluğun dışında oluşmuş siyasi yapıyı değiştirip onun yerine halkın yönlendirilerek değil öğrenerek katıldığı, aydınların her şeyin arka planını da merak edip gerçeği öğrenmek peşinde olacakları bir ülke oluşturmak istedik ve bunun değişimle gerçekleşeceğini düşünüp siyasi bir hareket başlattık. Ben yenilgiyi kabul edip çekildim. O girdi ama amacına ulaşamadı.
- Ben yenilgiyi kabul etim. Çekildim. O devam etti, başaramadı.
- Başardı. Bugün Ak Parti iktidarı varsa, demokrasi benimsenmişse Milli Görüş sayesindedir. Aydın beyin katkısı büyüktür. Milletteki itminan onların katılmasıyla sağlanmıştır. Ak Parti yanlışlık yapıyorsa Mahir bey ile bana aittir. Çünkü siyaset yapamadık. Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız.
Devletin meşruiyeti
31 Aralık 2011 Cumartesi
Geçmişte Yunanistan’da yaşanan orman yangınlarıyla ilgili eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın açıklamaları devletin gerek gördüğünde ne ölçüde kuralları esnetebileceği tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Mesut Yılmaz yanlış anlaşıldığını, aslında Türkiye’de çıkan yangınlarda Yunanistan’ın sorumluluğu olup olmadığını tartıştığını söyledi. Ancak aynı dönem Türkiye’nin kendi içindeki sorunlarda bile devletin kural dışına kolayca çıkabildiği bir zaman dilimi olduğundan soru işaretleri devam ediyor. Aslında temel soru da Kürt meselesi gibi Türkiye’nin yumuşak karnını oluşturan bir sorunda, hukuk devletinin ne ölçüde esnetilebileceği oldu.
***
- Kürt sorununda devlet ne kadar esnek olabilir.
- Devlet eşkıyalarla cephe savaşı yapmaz. Güvenlik ordunun değil yerel yönetimin sorumluluğundadır.
Türkiye, kendi bekası ile ilgili gördüğü konularda kuralların kendisine ayak bağı olmasından hoşlanmadığını defalarca gösterdi. Kürt meselesi gibi kritik bir sorunla karşılaşınca devleti yönetenlerin kendilerini kısıtlamak istememeleri devlet geleneğimizin doğal bir sonucu oldu. Bizde sorunların vahameti her zaman devleti yönetenlerin sınırları zorlaması için iyi bir gerekçe oluşturdu. Güneydoğu’daki silahlı çatışma ve bölünme korkusu “rutin dışına çıkma” diye veciz bir şekilde ifade edilen uygulamaların önünü açtı. Ancak bu uygulamalar amaçlanan yönün tam tersi istikamette bir dinamiği harekete geçirdi. Silahlı mukavemeti kırmak isteyen devlet güçlerinin ayrım gözetmeden uyguladığı karşı şiddet Kürt milliyetçiliğini körükledi ve PKK’nın siyasal tabanı hayal bile edemeyeceği kadar genişledi.
- PKK’yı rutin dışı yok etme Kürt halkını onlara doğru kaydırdı.
- Devlet iç güvenliğe doğrudan müdahale ederse sonu bu olur.
Devlet ayrıca koruculuk uygulamasıyla bölgede kendisine bağlı milis güçleri oluşturmaya çalışarak kendi meşruiyetini iyiden iyiye sıkıntıya soktu. Hem bölgede vatandaşın kendini koruması gibi devlet mantığına tamamen aykırı bir yapı oluştu hem de koruculuğun kapsamı dışında kalan gruplar için PKK ile dayanışmaya gitmek kaçınılmaz hale geldi. Zaten korucuların devlete bağlılığı da konjonktüre bağlıydı ve kolaylıkla taraf değiştirebildiler.
- Koruculuk devletin zafiyetini ve doğuda halkın bir kısmını PKK ile birleşmeye zorladı.
- Hukuk düzeni bucaklarda kurulmalıdır. İlçelerde başka ilçeler halkından yerel güvenlik güçleri oluşturulmalıdır.
Devletin kendini korumak amacıyla kuralsızlığı metot olarak benimsemesi nihai noktada onu çatışan bir taraf statüsüne aldı. Dolayısıyla devletin halkın desteğini sağlayabilmek için dayanacağı en sağlam dayanak, yani onun halkın gözünde meşru tek silahlı güç olması özelliği ortadan kalktı. Zaten gerilla savaşının temel amacı da hiçbir zaman devletin silahlı güçlerinin imhası olmadı; böyle bir güce ulaşması da mümkün değildi. Amaç devlet güçlerinin karşı şiddetini kışkırtarak, onu halkın gözünde meşru kılan hukuka bağlılık ilkesinin göz ardı edilmesiydi. Türkiye özellikle 1990’lı yıllarda bu tuzağa şaşılacak kadar kolayca düştü. Devlet karşısındaki silahlı direnişi bastırdığını düşündüğü ve kendisini en güçlü hissettiği anda bile aslında siyasal amaçlara ulaşma anlamında çok zayıf bir duruma düşmüştü. Uzun vadede bu mücadelenin kaderini belirleyecek halk desteği büyük ölçüde erozyona uğramıştı.
- Devlet doğuda bu sebeple halkın desteğini kaybetti.
- Kürtler müslümandır. PKK dinsiz olduğu için halk istemeye istemeye dindar partiyi desteklemeye devam ediyor. Yerel yönetim dindar olacağı için güvenliği sağlayacak, devlete sadık olacaktır.
Söylemek istediğim devletin kendi bekasıyla ilgili gördüğü konularda hukuk devleti ilkelerini dikkate alması sadece ahlaki bir kaygıdan kaynaklanmamalıdır. Bu kurallar bizzat devletin varlığına meşruiyet sağladığı için önemlidir ve uygulanan politikaların başarısı açısından da belirleyicidir. Sorunların alevlendiği bu gündemde bunu hatırlamakta yarar var.
- Devlet hukuku kurallara kendi çıkarları içinde uymalıdır.
- Devlet vatandaşlara askerî usulü ancak sıkıyönetimde uygulayabilir. O da ora seçilmiş yönetimin isteği nispetinde uygular. Yargı kararı ile belirlenen kişileri ancak yok edebilir.
Yorum:
Kur’ân insanların sorunlarını eksiksiz çözmüştür. Kur’ân’a göre dâr-ı İslâm vardır. Burada İslâm dini barış düzeni vardır. Kimseye zor uygulanmaz. Düzende zorlama yoktur. Hırsız gelir elini kütüğe koyar ve cellât keser. Tutuklama yok, yakalama yok, hapsetmek yoktur.
Gelip teslim olmazsa hakemler kararıyla kanı heder ilan edilir. İl güvenliği onu öldürür. Yakalar kol veya ayağını keser. Yahut sürülür. Bu harp halidir. Burada suçsuzlara dokunulamaz. Cephe saldırısı yapılamaz.
Bir yere hâkim olur, orada alenen cephe kurarlarsa, toprakları ayırmışlarsa, kendi hallerine bırakılır. Buna dâr-ı terk denir.
Oradan gelip saldırırlarsa, güvenliğimizi bozarlarsa o zaman oraya saldırılır. Orası dâr-ı kıtaldir. Halkı kıtaldedir. Kıtalde hukuk düzeni yoktur. Savaşçılar her çareye başvurabilirler.
Otuz beş kişinin öldürülmesi yanlıştır. Ama yanlışlık orduda değildir. Çünkü orduya görev verince o askerî sistemle görev yapar başkasını bilmez. Orduya görev veren sivillerin suçudur.
Yapılan iki bakımdan farklıdır:
1- Ülkenin dışına saldırınca orası işgal edilir. Bir daha geri verilmez. Yurt dışı saldırıları yanlıştır. Oradan gelenler Türkiye’de bir zarar verirlerse tazminat ve diyet öderler. Ora devleti öder. Ödemezse hakemlerin kararıyla savaş ilan edilir. Oraya girilir bir daha çıkılmaz.
2- İkincisi ise güvenlik kuvvetleri kim olursa olsun hakemlerin kararı olmayan kimseleri öldüremez. Uçakla sivillere ateş açılamaz. Gelenler takip edilir. Gittikleri yerler tespit edilir. Yabancı kimseler ise ülkeyi terk etmeleri istenir. Terk etmeyenler öldürülebilir. Hapis edilemez. Suçlu olanlar cezalarını kabul etmezlerse öldürülürler. Suçun cezası çektirilir.