Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
12.12.11
Milliyet’te Semih İdiz’in ısrarlı takipçiliğini saymazsak büyük medyamızda Mısır seçimlerde yaşanan gelişmelerin fazla önemsenmediğini söyleyebiliriz. Halbuki Mısır, otoriter ya da totaliter rejimlerden yeni yeni demokrasiye doğru yol almaya başlayan İslam ülkelerindeki en ciddi siyasi gücün İslamcılar olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koydu. Bunun da ötesinde, Batı’da ve bizde “ılımlı İslam” ya da “İslamcılık” olarak adlandırılan ve birlikte iş yapmanın mümkün olduğu düşünülen “makul” grup ve partilerin İslamcı siyaset sahnesinde yalnız olmadığını gösterdi.
Seçimlerin ilk turunda Müslüman Kardeşler hareketinin kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi’nin başını çektiği Mısır İçin Demokratik Birlik koalisyonu oyların yaklaşık yüzde 40’ını alırken, El Nur adlı partinin başını çektiği İslamcı Blok da toplam oyların neredeyse dörtte birine ulaşmıştı.
Selefilerin dönüşü
Dünyanın en çok tanınan İslamcı hareketlerinden olan Müslüman Kardeşler’in rakiplerine göz attığımızda kısaca “Selefilik” denen tarihsel İslamcı akımın izlerini görüyoruz. Nitekim söz konusu İslamcı Blok’un ana unsuru olan El Nur Partisi, İskenderiye bölgesinde geleneksel olarak güçlü olan Selefi Dava adlı yapının siyasi uzantısı. Bloğun ikinci öğesi olan Asalet Partisi ise daha çok Kahire çevresinde yaygın bir Selefi hareketken, koalisyonun sonuncu üyesi olan İnşa ve Kalkınma Partisi’nin, Mısır yakın tarihinin en kanlı örgütlerinden İslami Cemaat’in devamı olduğunu biliyoruz.
Turistlere ve Kıptilere yönelik acımasız saldırılarıyla bir döneme damgasını vuran İslami Cemaat’i, “Derin Hizbullah” adlı kitabımda bizdeki Hizbullah’la kıyaslamış ve epey benzerlik bulmuştum. İslami Cemaat’in lider kadrosu 2003 yılında şiddet eylemlerine son verme kararı aldı ve devletin de yardımlarıyla, zorlu bir sürecin ardından çoğu hapiste olan militan kadrosunun ve tabanının önemli bir bölümünü, Selefi çizgilerini yasal alanda sürdürmeye ikna edebildi. (Benzer bir yönelimin bizde Hizbullah’ta da olduğunu gözlüyoruz ama henüz adı açıkça konulmuş değil.)
Aslında İslamcı Blok’u oluşturan üç parti de daha önce Mısır İçin Demokratik Birlik içinde yer alıyordu. Fakat bir süre sonra El Vasat, Emek, El Fazilet ve Tevhid el Arabi gibi diğer İslamcı partilerle birlikte Müslüman Kardeşler’den ayrıldılar (içlerinden Emek tekrar döndü).
“Kötünün iyisi”
İslamcı Blok’u oluşturan partilerle Müslüman Kardeşler arasındaki farklar bir süredir İslamcılık üzerine çalışma yapan araştırmacılar arasında ciddi şekilde tartışılıyor. “İslamcılık”, “post-İslamcılık”, “yeni İslamcılık”, “Selefilik”, “yeni Selefilik”, “Selefi cihadcılık”, “Vahhabilik”, “yeni Vahhabilik” gibi kavramların kimi zaman eş, kimi zaman karşı anlamlı kullanıldığı bu tartışmalardan şimdilik çıkarabileceğimiz sonuç şudur: …
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Rakibimin Düşmanı Dostumdur
Bütün bu yazılıp çizilenler arasında beni ciddi manada rahatsız eden bir durum var. Bu da; dünyanın hangi coğrafyasından, hangi kültüründen, hangi inancından olursa olsun, bir devletin atacağı her adım için batının öngörülerini ve tavrını hesaplamak zorunda bırakılması veya en azından böyle bir beklenti sürecine sürüklenmesidir.
Bırakın Mısır, Suriye, Irak ne yapıyorsa yapsınlar. Onlar üzerinden emperyalist ülkelerin yaptığı çıkar hesaplarını görmezden gelip, sanki böyle bir kontrol mekanizması ve otorite varlığı gerekliymiş gibi bir edayla yorum yapmak, dahası dış ülkelerin bu devletlerin iç işlerine kirli ellerini uzatmalarını siyasi bir gereklilik olarak görmek ve norm saymak, Çakır gibi bir gazetecinin gözünden kaçamayacak ve hak ettiği eleştiriyi de kapacak kadar kötü bir savdır.
Dünyaya bir komedi hakim. Akreditasyon komedisi. Batı işi gücü bıraktı standart devlet nasıl oluşturulur, nasıl bir demokratikleşme süreci geçirir veya geçirmeli diye uzun uzun çalışmalar yapıyor. Çoğu yazar da (Bunlara Çakır da dâhil. Kendisi Türkiye’nin de, dünyanın da siyasi tarihini çok iyi bilmesine ve 80 darbesinde hapis yatacak kadar da düşünmenin ve dava adamı olmanın bedelini ödemesine rağmen nasıl böyle bir yaklaşıma sahip olabiliyor aklım almıyor.) bunu köşesinden dünya daha iyi bir yer olmaya doğru gidiyor edasıyla servis ediyor. Dünyanın bir yere gittiği yok, gerilemeyi saymazsak tabii. Hiçbir yere demokrasinin falan gittiği yok, lanet bir petrol ve nükleer mücadelesidir bunca masum insanı öldürüp, diktatörleri şımartan ve emperyalistleri semirten.
Bizim ülkemizde savaş yok (Allah’a hamd olsun). Ama hemen sınırda insanlar kıyametleriyle yüzleşiyor. Bunu algılamak için top, tüfek seslerine; tank, silah görüntülerine ihtiyacımız varsa, kendi dairemizde yaşayıp, dışarıdaki cehennemi görmezden gelecek kadar gafil olduğumuz için Rabbim ahrette kendi metoduyla bize algılatacaktır.
Bugün dünyada bir İslam birliği oluşamıyorsa bunun sebebi CIA veya bir başkası değil. Bunun önündeki tek engel yine Müslümanların kendileridir. Onlar varken zaten başka düşmana da ihtiyaç yoktur. Bırakalım kendini ringde zanneden cemaatler, tarikatlar, partiler birbirini yesinler, düşman öldürüp puan topladıklarını sansınlar. Dünyayı onların hocası, şeyhi veya başkanı kurtarmayacak. Dünyayı Tek Tanrı inancı kurtaracak.