Yapacak bir şey kalmamışsa
Dün Ertuğrul Özkök’ün yazısını ilgiyle okudum. Sayın Özkök bunca yıl uğraşıp boğuştuktan sonra “hiçbir şeyin değişmediğini” gördükçe bıkkınlık noktasına gelmiş besbelli (ki bu duyguya kapılanların hiç de az olmadığını sanıyorum) artık “ti’ye alma zamanı” diyor.
“Türkiye yarım asırlık bir deja vu yaşıyor, birçok konuda işler eskisinden de kötüye gidiyor, yapacak bir şey kalmamışsa tek yol ti’ye almak” şeklindeki görüşü, bu nedenle 2012 için kendisine çizdiği yol haritası bir noktada gayet anlaşılır ve haklı görünüyor. Ama.. Bu ancak onun gibi hayatını sorunları irdeleyip eleştirmekle geçirmiş ve sonuçta bir arpa boyu yol kat edildiğini, adalette, hakta hukukta ve daha birçok konuda ise geriye gidildiğini görerek “eh yetti artık” noktasına gelmiş insanlar için anlaşılabilir. Yani emek vermiş olanlar için..
KOLAY YOLU SEÇMEK!
Oysa bizde zaten el el üstünde oturup kendi köşesinde hayatını yaşayan, başka hiçbir canlı veya olay için kılını kıpırdatmayıp herşeyi başkalarından bekleyen, sadece kendi kesesini doldurmayı düşünen ve her dönemde yaşamını böyle bencilce sürdüren büyük kitleler var (ki ben bunlara “sadece kendi dibini aydınlatan, başka bir ışık vermekten aciz mumlar” diyorum, süslenip püslenip birbirlerine gösteriş yapmayı bir yaşam tarzı sanıyorlar). Onlar için önemli olan tek şey “kendi hayat standartlarının hiç değişmemesi”, başkalarına yapılan haksızlıklar, ülkelerindeki yanlışlar filan hikaye.. Peki geriye kalanlar da “ti’ye almaya” kalkarsa ne olacak?
Ti’ye alma, yani artık ciddi olaylarla dalga geçme bir kaçış, bir “kolay yolu seçme” değil midir?
OLUMSUZ DEĞİŞİM
Türkiye bugüne kadar çok ümitsiz dönemlerden geçti, evet herkes kabul eder ki “adaleti sağlayacak tek merci olan yargı”nın bile rayından çıktığı, yüksek yargının bile fahiş hatalar yaptığı hiç görülmemişti.. Medya hiçbir zaman bu kadar ağır siyasi baskı altına alınmamış, bu kadar “tek sesli” olmamış, suçunu bilmeyen (ve bir türlü söylenmeyen) insanlar yıllar boyu cezaevlerinde mahkum gibi tutulmamıştı. Hiçbir dönemde polis “korumakla yükümlü olduğu” vatandaşlara çekincesizce saldıracak cesareti bulmamış veya buna zaten yeltenmemişti. Bunlar ve daha birçok konudaki olumsuz değişim ülkenin geleceği açısından, toplumun morali açısından işte böyle bir umutsuzluk ve kaçma duygusu yaratabiliyor.
Ama herkes kolay yolu seçecek olursa veya bugüne kadar herkes kolay yolu seçseydi acaba nerede olurduk? On sene sonra nerede oluruz, ya bugünleri de ararsak?
Bu “Ti’ye alma” konusunu tartışmak lazım bence!
Yorum:
Balık Hafızası
Ruhat Hanım yazdığı yazıyı okudu mu acaba? Yaşını bilmiyorum ama herhalde 90-94 dönemini, 28 Şubat dönemini, Bakanlar Kurulundaki küçük bir tartışmadan doğan ekonomik krizleri, koalisyon hükümetlerinin bakanlık sayısı için hangi üslupla tüccarlık yaptıklarını ve YÖK ve katsayı problemlerini yaşamış ve unutmamış olsa gerek.
İnsanların fikirlerine ipotek koymak elbet imkansızdır. Fikri ne olursa olsun bir şekilde baskı altına alıp söyletmeyebilirsiniz ama kafasından silemezsiniz. Yani Ak Parti’yi eleştirebilir hatta sevmeyebilirsiniz ama söylediklerinizin içinin dolu olması ve inandırıcı olması şarttır. ‘’Ben şuna çamur atayım da nasıl olursa olsun’’ edası taşıyorsanız sizi benim gibi yolunu şaşırmıştan başkası dinlemez ve yazdıklarınızı da hiç dikkate almaz.
Sonuç itibariyle ‘’Ak Parti kusursuzdur’’ gibi bir dalalet içinde değilim ama, geçmiş dönemlerle kıyaslanıp, mevcut yönetici adaylarını düşündüğüm zaman daha iyisini görmüyor ve düşünemiyorum.