İslam'ın Sosyal Bilimler'in konusu olarak "birbiriyle eşdeğer" birtakım versiyonlarının bulunduğu kabulünden hareket eden yaklaşımlar, "hakikti"i kategorize etmeyi amaçladığı için sakattır, butlanla maluldür. Bir fotoğraf çekmeye matuf olan başlığı bu sebeple tırnak içine aldım.
"Resmî İslam"dan maksat, devlet eliyle yerleştirilip yaygınlaştırılmaya çalışılan din anlayışıdır. Bu din anlayışının temel misyonu, halkın, Cumhuriyet'e hedef olarak tayin edilen Batılılaşma'ya engel teşkil etmekten uzak bir din anlayışına sahip kılınmasıdır. Bu çerçevede halkın dinsizleşmesinin bir mahzuru yoktur, ama tercih edilen, "uyumlu dindarlık"tır.
Bu anlayış, vicdan dışında varlık sahası bulunmayan ve cami dışında kendisini dışa vurduğu bir alan bulunmayan bir dini öngörür. Biz buna "uhrevî din" diyelim.
"Halk İslamı" ise bu resmî projeyi benimseyemeyen halkın, kendi kimliğini ve değerlerini bulduğu, bu sebeple kolaylıkla benimsediği bir din anlayışını ifade etmektedir. Ülkemizde Nurculuk, Süleymancılık… gibi isimler altında yahut tarikat yapılarının devamı şeklinde kendini gösteren bir anlayıştır bu. Resmî söylemin dayatmacı mantığını reddeden halk kesimleri, kendilerinden çok şey buldukları bu yapılanmaları her türlü sıkıntıyı göze alarak yaşatma azminde olmuşlarsa, burada durup biraz düşünmek gerekir.
"Resmî İslam"ın, geniş halk kitlelerinin Batılılaşma projesiyle entegre olmasını engelleyen bu yapılanmalara tahammülsüz olmasını anlamak zor değil. (Bu noktada İsmail Kara'nın Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslam adlı çalışmasını anmamak mümkün mü?!)[1] Söz konusu yapılanmaların kendi içinde birtakım problemlerin bulunması ayrıca üzerinde durulması gereken bir vakıa. Ama devlet eliyle bunların üzerine gidilmesi bu problemler sebebiyle değil, "resmî İslam"la ulaşılmak istenen hedef bakımından birer engel oluşturmaları sebebiyledir…
Buraya kadar anlatılanlar Türkiye'de başından beri mevcut bulunan yapının özeti mahiyetinde. Son çeyrek yüzyıldır yaşananlar ise bu fotoğrafı neredeyse tümüyle geçersiz kılacak mahiyette. Zira bu dönemde "resmî İslam" ve "halk İslamı" tamlamalarıyla ifade ettiğim yapılar, ülke tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde üst üste oturmaya, hareket tarzları ve hedefleri bakımından son derece çarpıcı bir şekilde çakışmaya başladı.
Batılılaşma projesinin "dünyası olmayan" din anlayışı bu dönemde kitleselleşerek yerini dünyasal/seküler din anlayışına terk etti. Şimdi tümüyle dünya ağırlıklı bir İslam sahnede. Üstelik ahireti de inkâr etmiyor; hatta ahiret vurgusu belki dünya vurgusundan daha baskın. Esas üzerinde durulması gereken nokta da burası zaten.
Küresel siyasî ve ekonomik güç merkezleriyle entegre olmayı "işin tabiatı"ndan sayan, hatta diğer (kitabî) dinlerle kolkola yürümeyi Müslümanlığın gereği gibi algılayıp takdim eden, yeryüzünün ezilen, işgal edilen, sömürülen, kanı akıtılan mazlum halklarıyla herhangi bir ilgisi bulunmayan… bu yeni din/dindarlık anlayışı, Sosyal Bilimciler için son derece ilginç ve zengin bir araştırma alanı teşkil etse de, bizim için önemli olan onun istikametidir. Onun hakkındaki değer hükmü, Din'in müstakim çizgisi ile ne kadar örtüştüğüne bakılarak verilecektir. Ne kadar göz dolduran işler yapmış olursa olsun, muhasebe kriteri "istikamet"idir!
[1] Dergâh yay., İst-2008. Her bölümü aynı hassasiyetle okunması gereken bu çalışmada A. Hamdi Akseki'nin Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında Rapor'u, Nurculuk hakkındaki rapor ve Tayyar Altıkulaç'ın 12 Eylül yönetimine Süleymancılar hakkında sunduğu rapor (M. Şevket Eygi'den alındığı belirtiliyor) ibretle okunacaklar arasında.
Yorum:
İslam’a Çizilen Sınır
Osmanlının son dönmelerinde başlayan batı hayranlığı buradan kaynaklanan İslam düşmanlığı sebebiyle yıkılan devletin Türkiye Cumhuriyeti olarak tekrar kurulması yenilgiyi hazmedemeyen ulemanın halkı örgütlemesi ve askerlerle işbirliği yaparak işgalcileri Anadolu’dan atmasıyla kurulmuştur. Bu yeni devletin ilk aşamalarında din düşmanlığı yapılsa da halk bütün baskı ve zulümlere direnerek inancına sahip çıkmış ve en küçük fırsatları değerlendirerek dini eğitimine devam etmiştir. Bu baskılar ve zulümler sayesinde sadece birkaç alim değil herkes Kuran’ı okumaya ve anlamak için çaba sarfetmeye başlamıştır.
Bu çabalar sonucu İslam’ın düzen yönü ile ilgili yüzlerce yıl önceki problemleri çözen fakat günümüz sorunlarına karşı kayıtsız kalınmasına sebep olan eskimiş içtihatlar yerine İslam’ın dinamizmini ortaya koyan ve Kuran’ın neden mucize olduğunu tekrar gösteren Adil Düzen çalışmaları başlamış artık sadece Türkiye’nin değil bunalım içeresindeki tüm insanlığın Kuran düzeni içerisinde gerçek özgürlüğü , güveni ve huzuru bulacağını gösteren temel esaslar belirlenmiştir.
Tüm insanlığı kucaklayan ve sadece bir zümrenin mutluluğunu değil herkesin huzuru mutluluğu ve güvenini sağlayacak düzeninin ortaya konması , malum sömürü sisteminin sahiplerini ve koruyucularını tedirgin etmiş , ellerindeki tüm imkanları kullanarak Adil Düzen’e karşı cephe oluşturulmuş ve İslami olmadığı , ilmi olmadığı kandırmacasıyla Müslümanların gözünden düşürülmeye ve unutturulmaya çalışılmıştır. Yok sayılabilmesi ve unutturulabilmesi için İslamı sadece inanç ve ibadete indirgenmesi, siyasi ve ekonomik boyutta da kapitalizm ve liberalizm ile çelişmediği aksine bu sistemlerin içerisinde özgürce hayat bulacağı propagandası yapılmıştır. Bu sebeple sistem ve dünya düzeni ile ilgili sözü olmayan ve ritüellere bağlı , tamamen insan ruhuna hitap eden dini argümanları kullanan ve bunları sahiplenen kesimler, cemaatler desteklenerek yaygınlaştırılmıştır. Halen de bu propaganda tüm hızıyla sürmekte dindar kesim sisteme adapte edilerek sömüren ve sömürülen olarak perdedeki yerlerini almaktadırlar.
Bütünlük arz eden ve tüm hayatı kapsayan sistematik tek İslam düzeni olan Adil Düzenin üstünün örtülmesi çabası başarılı olmuş gibi görünse de insanlık çaresizlik içerisinde bir sağa bir sola savrularak ilerlemektedir. Bu savrulmalar artık içinden çıkılmaz ve yürütülemez bir hal alınca hem Müslümanlar hem de diğer din mensupları suni ve zalim düzenleri bırakarak esas düzen olan Adil Düzene gelmek zorunda kalacaklardır. Böyle olunca da kimse İslam’a sınır çizebilecek hakkı kendinde bulamayacaktır.