Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
17.11.2011
Seçim öncesi CHP’nin sahip çıktığı bedelli askerlik konusu, nihayet ve hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde hükümetin gündemine geldi ve artık uygulamaya geçilmesi an meselesi. Önceki gün partisinin grup toplantısında MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin de destek verdiğini düşünürsek artık bedelli önünde herhangi bir engel kalmadığı açıktır. Bununla birlikte kamuoyunda bedelli konusunun daha bir süre tartışılacağını söyleyebiliriz. Bedelliye yönelik eleştiri ve tepkiler cılız olmakla ve herhangi bir sonuca yol açma ihtimalleri bulunmamakla birlikte irdelenmeyi hak ediyor.
Bu itirazların büyük kısmı “milliyetçi” bir bakış açısından kaynaklanıyor. TSK’nın PKK ile mücadelesinin tam hız sürdüğü ve şehit haberlerinin gelmeye devam ettiği bir ortamda bedelli askerlik uygulamasını bir tür “vatana ihanet” gibi görenler var. Ne var ki ülkemizde son derece örgütlü bir şekilde bedelli askerlik için kampanya yürütenlerin söylemlerine yakından baktığımızda onların da milliyetçilikten hiç uzak olmadıklarını görüyoruz. Özellikle bedelli isteyenlerin önemli bir bölümüne, “peki neden vicdani red hakkı istemiyorsunuz?” diye sorulduğunda bu soruyu bir hakaret, hatta küfür olarak algıladıklarını gözlemiştik. Bu durum şahsen benim için hiç de şaşırtıcı değildi. Şöyle ki, uzun bekleyişlerin ardından bedelli askerlik yasası çıkar çıkmaz, 4 arkadaş, “ne olur ne olmaz, devlet belki fikir değiştirir” diye ilk tertipte, yani 1992 sonunda bedelli askerlik için Burdur’un yolunu tutmuştuk. Ve bizleri en çok şaşırtan, o kalabalık içinde siyasi olarak kolaylıkla “milliyetçi-muhafazakâr” diye tanımlayabileceğimiz kişilerin ezici bir çoğunluğu oluşturmalarıydı. Bunların neredeyse hiçbiri askerlik kurumuna karşı, yani anti-militarist değildi. Hatta bazılarının, kendileri için olmasa bile, zorunlu askerlik uygulamasına da pek itirazları olduğu söylenemezdi.
Dolayısıyla “ideolojik” olarak tanımlayabileceğimiz gerekçelerle bedelli askerliğe karşı çıkmak belki anlaşılabilir ancak gerçek hayatta bunun pek karşılığı olduğu söylenemez.
Fırsat eşitliği
Bedelli uygulamasına “toplumsal eşitlik” açısından yöneltilen eleştirilerin daha fazla önemsenmesi gerektiği ortadadır. Yalnız bu noktada da çok ciddi önyargılar ve yanlış bilgiler hakim. Kendi bedelli deneyimimden hareketle, bu uygulamadan yararlananların “şımarık zengin çocukları” olarak damgalamasının son derece haksız olduğunu söylemek isterim. Bizim dönemimizde, ki sonraki dönemlerde de böyle olduğunu biliyorum ve günümüzde de benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gözlüyorum, bedelli hakkından yararlananların hatırı sayılır bir bölümü, bu parayı bulmakta zorlanmış, çoğu borca girmişti. “Süper zengin” olarak tanımlanabileceklerin sayısı gerçekten çok çok azdı.
Toplumumuzdaki bedelli talebi, zengin sayısının çokluğundan değil işsizliğin son derece ciddi bir sorun olmasından dolayı bu derece yüksek. Yani…
Devamı için TIKLAYINIZ
Yorum:
Müslim-Mümin
Durum biraz karışık açıkçası.
Şöyle ki; düzen dâhilinde düşünmek olayı çok farklı kılıyor. Mevcut düzende mi değerlendireceğiz yoksa Adil Düzen’e göre mi?
Adil Düzen’e göre Müslim ve Mümin kavramları vardır. Müslim bedellidir, askere gitmez, bunun için bedel öder, buna karşılık olarak seçme ve seçilme hakkı olmayıp, ülke siyasi yönetiminde yer almaz, ancak bulunduğu yerin yöneticisinin dayanışması içerisinde söz sahibi olur. İstediği zaman nöbetli olmayı seçip, siyasi üstünlük elde edebilir.
Mümin ise nöbetlidir. Askerlik yapar, ülke savunmasına ve siyasi yönetimine katılır. Mümin bu anlamda da Müslim’den üstündür. Mümin bulunduğu yeri değiştirmedikçe Müslim yani bedelli olamaz. Bu anlamda ise bir kısıtlama vardır.
Günümüzde değerlendirecek olursak, Adil Düzen yoktur. O yüzden bazı düzenlemeleri O varmış gibi yapmak, bazı düzenlemelere ise hiç ellememek doğru olur mu, buna karar vermek gerek. Yani askere gitmeyeceklerin siyasi haklarını elerinden almaya kalksanız, kıyamet kopar. İyi de o zaman parası olan insanlara açık bir imtiyaz sunulmuş olmuyor mu?
Şu an Türkiye’de terör olaylarının da hızlandırdığı bir bedelli askerlik süreci var. Bu alışılmış hatta beklenen bir durumdu. Oysa bunun ötesinde ‘vicdani ret’ söz konusu ki asıl gündemi karıştıran budur. Vicdani redde bakışımız nasıl olmalı? İşin aslı düzen hak düzen değilken insan ister istemez farklı düşünüyor.
Ülke zor günler geçiriyor, içte karışık olduğu kadar, dışta da tehdit altındayken, bunca zamandır ‘Peygamber Ocağı’ anlayışıyla namus olarak görülen vatan borcu, şimdilerde ‘benim olmayan bir savaşa dâhil olmak istemiyorum’ diyenlerin boykotuyla karşı karşıya. Her şeyden önce bu bende rahatsızlık oluşturdu. Askere gidilmesi gereken en kritik dönemdeyiz ancak insanlar bireysel kaygılarının peşine düşmüş durumda. İstediği zaman parasıyla askerliği boykot etme lüksü kimseye tanınmamalı. Bu açıdan bakınca savaşmayı gayrı ahlaki bulanları, paralarıyla satın aldıkları hayatlarının ne kadar ahlaki olduğunu sorgulamaya davet ediyorum.
Bir de bu bedellerin taksimi var tabii. Şehit ailelerine dağıtılması öngörülen bu bedeller bir nevi diyet yerine geçeceği için bana da çok mantıklı geldi. Ama daha önce de belirttiğim gibi bu bedel ödeyerek askerlikten muaf olma, askerlik yapmaya engel duruma sahip kimseler için geçerli olmalı.