Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
26.10.2011
Geçtiğimiz Cumartesi günü, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi dostum Hüseyin Yayman ile Van üzerinden Hakkari’ye geçtik. (Kürt sorunu üzerine yaptığı çalışmalarla son dönemde iyice sivrilen Yayman’ın, Doğan Kitap’tan yeni çıkan “Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası”nı ne yapıp edip edinin) Hakkari’de, askeri operasyon nedeniyle bizden önce bölgeye gelmiş olan foto muhabiri arkadaşımız Burak Kara ile buluştuk ve gece geç saate kadar kentin kanaat önderleriyle PKK’nın son Çukurca baskını ve TSK’nın operasyonundan hareketle Kürt sorununda hangi noktada olduğumuzu tartıştı. Pazar sabahıysa Çukurca’daydık. Halkla, askerlerle sohbet ettikten sonra öğle vakti Yüksekova’ya doğru yola çıktık. Kürt hareketi için son derece kritik bir öneme sahip olan Yüksekova’ya tam girmek üzereyken Van’daki depremi öğrendik ve hemen bu ilimize doğru yola koyulduk.
Hakkari ve Çukurca’da görüp duyduklarımı, düşündüklerimi birkaç gün içinde bir yazı dizisi halinde yayınlamayı planladığımı belirttikten sonra tekrar deprem konusuna dönelim. İki gün boyunca içimiz dışımız “Kürt sorunu” olmasına rağmen depreme etnik açıdan bakmak Hakkarili şoförümüz Emin dahil hiçbirimizin aklına gelmedi. Van’da Paris Otel’in enkazının başında çabalayan insanların çoğunun Kürtçe konuşuyor olması da bizde böyle bir duygu yaşatmadı. Akşam saatlerinde ulaştığımız, depremin son derece acımasız davrandığı Erciş’in her köşesinde birer insanlık dramı yaşanıyordu. Gerek Ercişli, gerekse çevre il ve ilçelerden akın etmiş olan vatandaşlar görevlilerle birlikte bu dramların trajediye dönüşmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Depremle Kürt sorunu arasında doğrudan bir ilinti kurmada, Bitlis Norşin’den (Güroymak) gelmiş olan bir grup İslamcıyla sohbetimin katkısı çoktur. İki gündür kaleme aldığım, depremin bir süredir iyice zedelenmiş olan kardeşliğimizi tamirde pekala bir fırsat olabileceği fikri o sohbetten çıktı. Hatta bu düşüncemi, aynı gece Erciş’te karşılaştığım iktidar partisi heyetinden Hüseyin Çelik’le de paylaşmıştım.
Bu cüret nerden?
Meğer bizler Van’da, Erciş’te “insanlık” ve “kardeşlik” üzerine dertlenirken ülkenin batısında birileri Kürtlere yönelik nefret ve öfkelerini, gerek “sosyal medya”dan, gerekse televizyon ekranlarından kusuyorlarmış. Bir yanıyla hiç şaşırmadım çünkü Kürt hareketinin gelişmesine paralel olarak özellikle kentli orta sınıflar arasında bir “Kürt alerjisi”nin baş gösterdiğini, bunun ayrımcı ve hatta ırkçı tavırlara bile yol açabildiğini görmüş ve yazmıştım. Örneğin Bilge Köyü katliamını ölen ve öldürenlerin Kürt olmasıyla açıklamaya ve normal göstermeye çalışanlar olmuştu, hatırlayacaksınız.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Enkaz altında kalan insanlık
Ne kadar aciz olduğumuzu bir kez daha anladık. Hiç bir sorun yokken hayatımızı cehenneme çeviren bizler, terörle, anarşiyle insanların canına kıyan bizler, 30 saniyelik bir uyarıyla hayat nasıl tepe taklak olurmuş gördük. Geçen hafta Van’da yaşanan deprem birçok gerçeği göstermesi açısından önemliydi. Keşke böyle olumsuz şeyler yaşanmasa diye geçse de içimizden, her şeyin en iyisini bilen Rabbimin terbiye yöntemini sorgulamak haddimiz değil.
Van’daki deprem geçmişten ders almadığımızı, çalıp çırparak insan hayatıyla çok rahat oynayabildiğimizi gösterdi.
İçimizdeki merhametin alındığını, çocuklar, masum insanlar ölürken bile hala asabiyet peşinde koşabildiğimizi gösterdi.
Her felaketten fırsatlar yaratmanın, siyasi ahlak olarak benimsendiğini gördük.
Daha fazla çirkinlik görür müyüz bilmiyorum ama bu kadarını bile hazmedecek durumumuz olmadığını biliyorum.
*
Hayatını kaybenelere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Bu soğuk günlerde evsiz kalan yurtdaşlarımızdan en azından duamızı esirgemeyelim.