29 Mayıs 2011 Pazar
27 Mayıs darbesinin yıldönümünde eylemin gerekçesinin anlamsızlığı yanında haksız uygulamalardan, işkenceden söz edildi. Bir zamanlar bayram olarak kutlanan bu günü halkımız bu sefer yas günü ilan etti. Ne değişti de yönümüzü tersine çevirdik?
-27 Mayıs yas mı yoksa sevinç günü mü?
-27 Mayıs çok partili anayasayı ve uygulamayı getirdi. Sevinmeliyiz.
Ne geçmişte bu darbenin niçin yapıldığını biliyorduk ne de bugün biliyoruz. O günlerde iktidarın bazı uygulamalarının yanlışlığından söz ediliyordu. Eğer sebep buysa her ülkede her gün darbe yapılması gerekir. Çünkü birisi için doğru olan diğerine ters gelebilir hatta bunu bir ihanet olarak görebilir. Bugün de ihanetten söz edilmiyor mu?
-Darbe niçin yapıldı?
-Türkiye’ yi kalkındıran Menderes’ten intikam almak için yapıldı?
Bu darbenin niçin ve kime karşı yapıldığını anlamak için şu soruya cevap verelim. Darbe Celal Bayar’ın önderlik ettiği bir siyasi harekete karşı yapılmıştı. Celal Bayar Atatürk’ün son başbakanı idi ve o günlerde İnönü ile Atatürk arasında ihtilaf olduğu, hatta İnönü’nün öldüğünün Atatürk’e söylendiği dillerdedir. Şu cevaplardan hangisi doğrudur: Atatürk kendi ilkelerine ihanet edecek kişiyi anlayamamış ve onu başbakan yapmıştır. Ya da darbe Atatürk çizgisini devam ettiren bir kişiye karşı yapılmıştır. Bu cevaplardan istediğinizi seçin.
-Darbe Celal Bayar’a karşı yapıldı.
-Darbe Menderes’e karşı yapıldı.
Bir olayın gerçek sebebini bulmak için iç güçlerle dış güçler arasındaki ittifak ve ilişkileri tespit etmek gerekir. Ancak bu konuda ciddi bir engel vardır. Dış güçlerle ortak hareket edeni o gücün ajanı ilan ederiz ve her ikisinin ortak bir hedefte buluştuğunu kabul etmeyiz. Bu konuda hangi tarafın belirleyici olduğunu anlamak için taraflardan hangisinin daha güçlü ve organize olduğunu belirlemek gerekir.
-Olay iç ve dış güçlerin ittifakıyla olur. Biri diğerine tabidir.
- 27 Mayıs dışarıda tezgâhlandı. Üniversite alet oldu. Ordu hafif atlattı ve hayra çevirdi.
Yukarıdan bakıp genel bir analiz yaptığım zaman şunu görüyorum: İngiltere Türkiye’yi kendi nüfuz alanında görüyor ve bizim Ortadoğu’da İngiltere tarafından oluşturulan yapıya itiraz etmememizi hatta bunun savunucusu olmamızı istiyordu. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD büyük güç olarak ortaya çıktı ve bölgedeki İngiliz egemenliği yerine kendi nüfuzunu yarattı. Türkiye bu yapının idamesi için kilit konumundaydı ve ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi artıyordu ve DP iktidarı bunu ülkenin geleceği için faydalı sayıyordu. Bu politikayla bölgede etkin güç olacağımızı ve kaybettiklerimizi zamanla kazanacağımızı düşünüyordu. Yani bugün izlenen politikaya benzer bir çizgisi vardı.
-ABD İngiltere çatışması 27 Mayısı oluşturdu.
-Sermaye Türkiye’nin kalkınmasını istemiyordu. 1997 İsrail imparatorluğuna hazırlık yapıyordu.
Diğer güç Türkiye’nin Avrupa ile birlikte olmasını ve ABD nüfuzunun tasfiyesinden yanaydı. Yani yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye yerini alacaktı.
-ABD Avrupalı olmamızı istiyordu. Olayları ne ABD ne de Sovyetler oluşturuyor. Olayları sermaye oluşturur. Onlar taşeronu bile değil.
27 Mayıstan sonra yapılan anayasa sola açıktı. Oysa ülkemizde ne halkın ne de askerlerin böyle bir talebi ve beklentisi vardı. Asker sol sözünü bile düşman olarak algılardı. Türkiye’deki sol hareketin en önemli özelliği ABD karşıtı olmasıydı. ABD’nin Türkiye ile ekonomik ilişkileri son derece zayıftı ve dış ticaret hacmimin SSCB ile olanın bile gerisindeydi. Bu nedenle Türkiye’deki sermaye de solu destekledi.
-Anayasa sola açıktı. Sermaye de onu destekledi.
-Sermaye dinsizleştirmek için baskı yapıyordu. Askerler bunu Türkiye lehine yönlendirdiler.
Türkiye’deki gelişmeleri, Kürt hareketi de dahil, dünyada oluşmakta olan yeni dengeden bağımsız inceleyemeyiz. Bu gibi durumlarda ülkedeki tüm güç odakları birlikte hareket etmezse iç çatışmalar ya da rekabet kaçınılmaz olur. Özellikle askerlerle yönetim arasında oluşturulmaya çalışılan zıtlığa dikkat etmemiz gerekir.
-Türkiye’deki olaylar dışarıdan bağımsız değildir.
-Türkiye’deki olaylar sömürü sermayesi ile kapalı çatışmadan ibarettir.
The Economist’in tavsiyesi
4 Haziran 2011 Cumartesi
The Economist dergisi Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için seçmenlerin
CHP’ye oy vermesini istiyor. Dergiye göre AKP’nin iktidara gelmesi bekleniyor ama bunun ülke için iyi olmadığını söylüyor.
- The Economist CHP’nin desteklenmesini istiyor.
-Sermaye Türkiye’yi iki partiliye indirgemek istiyor.
Derginin adı ekonomik konulara daha fazla önem vermesi gerektiğini çağrıştırsa da bu konuya değinmiyor, sadece demokrasiden söz ediyor ve bunun CHP tarafından gerçekleşebileceğini iddia ediyor. Ayrıca eski CHP yönetiminin köhneleşmiş olduğunu yazıyor.
-Dergi ekonomiden değil, demokrasiden bahsediyor.
-Ekonomi ölçülebilir, demokrasi ölçülemez. Kandırma ancak demokrasi de yapılabilir.
Bu yazıyı okuyunca hem şaşırmadım hem de CHP’deki operasyonun kaynağı hakkındaki tahminimin doğru olduğunu anladım. Bu operasyonun Baykal’ın dış politikadaki tutumundan kaynaklandığını yazmıştım. AB üyeliğine mesafeli duruyor ve ülkenin geleceğini bir yapının parçası olmak yerine bir güç olarak başkalarıyla ittifak yapmakta görüyordu. Baykal’ın tasfiyesinden sonra şu soruyu sordum: Yerine gelecek kişi de önceden belirlenmiş miydi? Herhangi bir rekabet söz konusu olmadı adeta herkes kaderine razı gibiydi. Baykal’ın ve ekibinin tasfiyesine parti içinden hiçbir itiraz gelmedi.
-Dergiye şaşırmadım. Görüşüm doğrulandı.
-Türk milleti temkinlidir, sabırla karşılar ama teslim olmaz. Baykal taraftarları büyük bir çoğunlukla partiye hâkim olacaklardır.
Kılıçdaroğlu’nun dış politikadaki hedefi, nasıl bir ekonomi politikası uygulayacağı bilinmiyor. Stratejisini ihtiyacı olana para dağıtmak olarak belirlemiş ama paranın sadece temsili bir gücü olduğu, bununla satın alınacak mal olmazsa anlamsız kalacağı göz ardı ediliyor. Bütün sorunları çözeceğini söylüyor ama bunun hangi yolla gerçekleşeceğinden söz etmiyor.
-Kılıçdaroğlu’nun ne iç ne de dış siyaseti belli değildir.
-Böylelerini getirirler ki sonra her dediklerini yapsın.
Mesela ihtiyacı olana 600 lira vereceğini, bu harcanınca hem üreten işçinin hem de müteşebbisin kazanacağını söylüyor. O zaman şu soru akla geliyor: 600 yerine 6000 versen de ekonomiyi on kat büyütsen daha iyi olmaz mı?
-Halka vermekle ekonomi büyür mü?
-Nakıs istihdamda halka verilenler ekonomiyi canlandırır. Erbakan’ın yaptığını taklit ediyor.
Demokrasiye gelince önce AKP’nin yerini belirleyelim. Ona BDP faşist, MHP bölücü diyor. Yani AKP’nin birbirinin tam zıddı olan iki eğilimi birlikte temsil ettiği söyleniyor. Bir araya gelip hangisinin doğru olduğuna karar vermeleri gerekir.
-AKP faşist mi? Bölücü mü?
-AKP askerlerin milli görüşçüdür diyerek iktidar ettiği ama o, gömleğini çıkardığı için orta da kalan bir partidir. Atamıyoruz ve satamıyoruz.
Demokrasi halkın egemenliği ve onu koruyacak güçlü bir devlet yapısının varlığı ile mümkün olur. Yani devlet halkın rakibi değil onun koruyucusudur. Şu anda askere yönelik operasyonların arkasında iktidarı devletsiz bırakmak isteyen güçler olabileceğinden endişe ediyorum. The Economist askere yönelik operasyondan şikayet ediyor. Hem demokrasiyi savunup hem de darbecilikle itham edilenleri savunmak tezat gibi görünüyor ama bu durumdan hiç şikayet etmediklerinden eminim.
- The Economist darbecileri savunuyor. Demokrasiyle çelişki değil mi?
-Darbe operasyonları ordu ile AKP’nin arasını açmak ve AKP yıkmak için yapılmaktadır. AKP oyuna geliyor ve o hayra çevriliyor. Ordu da arınıyor.
Türkiye’de demokrasinin önündeki engel siyasi partilerin sorunları çözmek için değil iktidara gelmek ya da geleni zayıflatmak için uğraşmalarıdır. AKP büyük riskler alarak demokratik açılımı gerçekleştirdiği halde ona en çok karşı çıkan BDP oldu. Çünkü BDP’nin mücadelesi orada yaşayan halkın mutluluğu değil kendi egemenliklerinin sürmesidir. Çocuklara molotof kokteyli ve taş attırarak demokratik bir mücadele verdiklerini söylüyorlar. Aklıma Filistinlileri benzer bir metotla mücadeleye sokan Yaser Arafat geliyor. Filistin bir şey kazanamadı ama o ölürken milyar dolarlık servet bıraktı. Çünkü mücadeleyi yüreği ile değil cebiyle yapıyordu. Kürt gençlerinin mesleğinin taş ve molotof kokteyli atmak olmasına izin vermeyelim, onları saygın mesleklere sahip kılalım. The Economist’e de zaten böyle bir yazı yazmanızı bekliyorduk diyelim.
-Molotof kokteyliyle demokrasi savunulamaz. Dergiye de beklediğimizi yazın diyelim.
-Genel af ile tüm çatışmalar durdurulmalıdır. Adil düzenle sorunlar çözülmelidir. Devam edenler olursa eski suçlar ile de cezalandırılmalıdır.
Yorum:
Darbe, darbeyle suçlanabilir.
Türk ordusu istiklal savaşını yaptı. Karşı çıkanları acımasız bastırdı. Savaştan sonra yine işe bağlı olarak hareket edenleri de etkisiz hale getirdi. 27 Mayıs da demokrasiyi getirdi. 28 Şubatı kansız geçiştirdi. Orduyu suçlamak, devleti suçlamaktır.
27 Mayısta mağdurlar olmuştur. 27 Mayıs demokrasiyi getirmiştir. 1950 de demokrasi değil iktidar değişmiştir. Demokrat parti millet partisidir, milliyetçiler derneğini kapatmış Kırşehir’i kaza yapmıştır. Mağdur olanların mağduriyetleri giderilmelidir. Ama 27 Mayıs, 29 Ekim kadar değerlidir.
Tüm müdahale ve darbelerin muhakeme edilmesi yapanların suçlandırılması yanlıştır. Başarıya ulaşmış bir darbe ancak başka bir darbe ile suçlandırılabilir. Darbelerin mağdur ettiklerini mağduriyetlerini devlet giderebilir. Şahıslar cezalandırılamaz. Mirasçılardan talep edilemez.
Yapılacakları şöyle sıralayabiliriz;
1-Ak partiyi kapatmak isteyen sivilleri yargının huzuruna çıkartmalıyız. Cezalandırılmalıdır. Çünkü onlar mevcut iktidara karşı suç işlemişler ve başaramamışlardır.
2-Tüm darbelerde iktidardan uzaklaştırılan ve halen sağ olan milletvekilleri eksik kalan milletvekilleri sürelerine düşen maaşlar iki misli ödenmelidir.
3-Kapatılıp ellerinden alınan malları, partilere iade edilmelidir.
4-Anayasayı ve kanunları hukuk dışı yorumlayan hâkim ve savcılar yargı önünde hesap vermelidirler.
5- Milletvekilliği yapan veya orgeneralliğe yükseltilen kimseler ancak yüce divanda yargılanabilmelidir. Yüce divan da hakemlerden oluşturulmalıdır.