Milli Gazete 2009 Yazıları
Reşat Nuri Erol
2009 1.Baskı
1140 Okunma
2009 Nisan

 

 

 

 

 

 

Muhterem İstanbul Tüccarları!

Reşat Nuri Erol
resaterol@akevler.org

 

NİSAN 2009

16.03.2006

 

 

 

 

 

 

Seçim, geçim ve sistem

Reşat Nuri EROL

01.04.2009

Kriz birileri için teğet geçse bile, halkın yani seçmenin kahir ekseriyetini teğet geçmedi. Geçim derdine düşen seçmen eline geçen ilk fırsatta bunu seçim sonuçlarına yansıttı, ders alması gereken merkez ve yerel yöneticilere dersini verdi. Ders almayacak durumda olanlar ise en azından uyarı almış oldu. Kriz böylece siyasiler nezdindeki ilk önemli etkilerini gösterdi, seçim vesilesiyle bu etkinin sonuçlarını hep birlikte yaşadık.

Kriz ve seçim sonuçlarının bundan sonraki etkilerini ise zaman gösterecek, bunları da bundan sonra göreceğiz. Merkezdeki siyasi iktidar ve yerel yöneticiler inşaallah seçmenin verdiği mesajı iyi değerlendirirler de bundan sonra yapılması gerekenleri yaparlar.

Sadece iktidarda olanlar değil, gelecekteki iktidar adayları ve muhalefette olanlar da, kriz dâhil bütün gelişmelerden ders değil, nice dersler çıkarmak ve artık sistemi de sorgulamak durumundadırlar. Sorgulamaya şu sorularla başlayabilirler:

-Bu siyasal sistemde biz iktidarda olsaydık ne yapardık, neler yapabilirdik; daha iyi şeyler yapabilir miydik?

-Geçici pansuman tedbirler krizin ve genel sistemin bugüne kadar sebebiyet verdiği ve bundan sonra de vermeye devam edeceği hastalıkların tedavisinde yeterli olacak mıdır?

Bu sorular daha da çoğaltılabilir ama çoğaltmıyorum.

Sadece bu iki soru bile, anlatmak istediğimin anlaşılması için yeterlidir.

Yetkili ve ilgililer bugünden itibaren yapılması gerekenleri yapmazlarsa, bundan sonraki zaman sürecinde olacaklara katlanırlar…

***

Kriz teğet geçmediği gibi seçim sonuçları da teğet geçmeyecek.

İlk etkilerini AKP Genel Başkanı ve Başbakan R. T. Erdoğan’ın nezdinde gösterdi.

Seçim gecesi, seçim sonuçlarını değerlendirirken yaptığı konuşmada izlediğim kadarıyla, yüzünde ve sözlerinde, geçim derdine düşenlerin verdiği mesaj gayet net okunabiliyordu.

Aynı durum kimi muhalefet parti liderleri ve belediye başkanları için de geçerlidir.

Az veya çok kaybedenler şimdi ne yapacaklar.

Acaba genel sistemi ve mevcut çarpık düzeni düşünecekler mi; yoksa sadece geçici revizyonlarla ve pansuman tedbirlerle mi yetineceklerdir?

Bu minik revizyonlar ve göstermelik tedbirler geçim derdinde olan geniş halk kitlelerinin dertlerine ne kadar derman olabilecektir?

Mevcut sistem ve zalim düzen öylesine çarpık bir yapıya sahiptir ki, her seçimde hep bu sonuçlarla karşılaşacağız.

Aslında sistemin genel yapısına bakıldığında, her seçimde bütün tarafların kazanmaktan ziyade hep kaybettikleri görülecektir.

Ama her seferinde en çok kaybeden daima geçim derdindeki halk olmaktadır.

***

Seçim sonuçlarının ilk değerlendirmeleri sonunda yapılması düşünülenlere bakar mısınız?

Revizyon!

29 Mart yerel seçimlerinde AKP, hedeflediği birçok belediyeyi kazanamamasının yanı sıra, birçok büyükşehir, il ve ilçe belediyesini de muhalefet partilerine kaptırdı. Kabinede yer alan bakanların bazıları illerinde belediyeleri kaybederken, genel başkan yardımcıları ve grup başkanvekilleri de illerinde seçimi kaybetti. Başbakan Erdoğan’ın parti vitrini ve kabinede revizyon yapmasına kesin gözüyle bakılıyor. Erdoğan’ın, Kasım ayında yapılacak AKP kongresinde parti yönetimini yeniden şekillendirmesi bekleniyor. Erdoğan’ın kabinede yer alan bakanların yarısına yakınını değiştireceği tahmin ediliyor. Bölgelerinde seçim kaybeden bakanların ağırlıklı olarak ekonomi işlerinden sorumlu bakanlar olması dikkat çekici. Demek ki geçim derdine düşen seçmen özellikle ekonomiden sorumlu olanları cezalandırdı.

Seçim sonucunda bakanlar kurulunda ve parti vitrininde revizyonlar yapılacak!

Peki, bu revizyonlar ve geçici tedbirler halkın geçim derdine nasıl derman olacak ki?

Acaba kaç kişi seçim sonuçları ile birlikte düzen/sistem sorununu da düşünecek?

Kapitalizm, kriz/ler ve bu zalim düzen/sistem ile böyle nereye kadar?!.

 

 

***

 

 

 

 

 

Seçim sonucu:

Bu böyle gitmez!

Reşat Nuri EROL

03.04.2009

Seçim, geçim ve ‘sistem’ (yani ‘düzen’, daha doğrusu ‘zalim düzen’ ve elbette biricik alternatifi ‘Adil Düzen’ demek isteyerek) seçimle ilgili ilk değerlendirmemi dün yaptım.

Seçimle ilgili söylenebilecek ve yapılabilecek klasik yorumlar aslında fazlasıyla yapıldı, bundan sonra da yapılmaya devam edilecek.

Ancak, dünkü yazımda da ifade ettiğim üzere, göreceksiniz, benim dışımda hiç kimse ‘sistem/düzen’ yani ‘seçim sistemi’ de dâhil olmak üzere, pek çok yönüyle ‘zalim’ olan bu ‘zalim düzen’ üzerinde durmayacak, duramayacak.

Bunun sebepleri de biliniyor ama o sebepler üzerinde bilinçli ve maksatlı bir şekilde hiç kimse durmuyor.

Her önemli konuda olduğu gibi, Türkiye için ‘hayat memat meselesi’ olan bu konuda da herkes üç maymunları oynamaya devam ediyor.

Etmesine ediyor da, bu böyle gitmeyeceğine, gidemeyeceğine göre; nereye ve ne zamana kadar?!.

‘Gelir dağılımındaki adaletsizlik’ gibi ana sebeplerle ‘seçim’ değil de ‘geçim’ derdindeki yaşlı-genç, çalışan-emekli, köyü-kentli, kadın-erkek her kesimden vatandaşın gerçek meseleleriyle kim ne zaman ilgilenecek?

İlgilenmenin de ötesinde, bu siyasi sosyal ve ekonomik sorunlara kim ne zaman ‘çare ve çözüm’ üretecek; ne zaman?!.

İşte buraya bir kere daha yazıyorum:

Bu böyle gitmez!

Akif Emre, ‘İktidar kibrine karşı elitist Gandi’ başlıklı değerlendirmesinde, nihayet içerden biri (Yeni Şafak) olarak bazı gerçekleri dile getirdi ve ‘Millî Görüş gömleksizleri’ için kısmen ‘kral çıplak’ mesajının alınabileceği bir değerlendirme yapabildi. ‘İktidar kibri’ dedi, ‘iktidar çürümesi’ dedi, hepsinden daha önemlisi ‘yerel yönetimlerdeki ahlaki çürüme’ dedi, ‘temelinde iktidar kibrinin verdiği körlük’ dedi.

Daha ne desin ki?!

Yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele edeceğini söyleyen bir partinin düştüğü ve düşürüldüğü durumlara bakar mısınız? Akif Emre, benim kısmen ‘sistem/düzen’ yetersizliği ve yozlaşması olarak da anladığım önemli hatırlatmalarda bulunuyor.

Bunların başta geleni şudur:

Fakat buna rağmen CHP gibi bir partinin, hiçbir şey söylemeden, teklifi olmadan sadece ‘yolsuzluk’ üzerine yürüttüğü kampanyanın sandığa yansıması anlamlıdır.

Evet, gerçekten de çok anlamlıdır.

Özellikle İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya ve kaybedilen pek çok il...

Bu kadar zayıf bir CHP bile, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede iktidar partisine neredeyse tek bir sahil vilayeti bırakmıyorsa, varın gerisini veya ilerisini siz düşünün.

Akif Emre’nin şu tesbitini ben de çok önemsiyorum: ‘Hele Kılıçdaroğlu’nun en çok yolsuzluk karşıtı söyleminin itibar görmesi iktidar çürümesinin ahlaki boyutuna işaret etmektedir.’ Yazısının başlığındaki ‘Gandi’ meselesini güzel vurgulamış: Bu seçimlerde CHP gibi elitist bir partinin adayına yapılan Gandi benzetmesi de bu seçimlerin ironisiydi. Halktan bu kadar kopuk seçkinci zihniyetin Gandi imajını parlatmaya cesaret etmesi, siyasi kanatların ne kadar hızla yer değiştirdiği hakkında yeterince fikir veriyor…

Sonuç olarak meseleyi şöyle bağlamış: ‘Laiklik eksenli bir kamplaşmada halkın kimden yana tavır alacağını yeni kavrayan CHP, iktidar partisinin elindeki en önemli kozu almış oldu. İkinci olarak da Ak Parti’nin mağdurdan yana, dışlanmış yoksul kesimlerden yana söylemini de alarak yolsuzlukla mücadele, siyasi ahlak gibi ilkeler doğrultusunda bir kampanya başlattı. Büyük şehirlerdeki sol belediye iktidarlarının yolsuzluk ve hizmet istismarı konusundaki geçmişi hafızalarda hala diri olmasa çok daha etkili sonuç alabilirdi.’

Evet, aynen öyledir.

Millî Görüş gömleğini çıkaranlar, Adil Düzen ceketini ise hiç giymeyenler, bu gelinen durumda buyursunlar çare ve çözüm üretsinler bakalım…

Tekrar ediyorum: İyi bilsinler ki bu böyle gitmez, gidemez, gitmeyecek!

***

MUHSİN (YAZICIOĞLU) BAŞKANA RAHMET! Her gün niyet etmeme rağmen, bir türlü elim, dilim, gönlüm, kalbim, kalemim yazmaya varmıyor; varamıyor. Acım ve elemim gerçekten büyük. Bir araya geldiğimiz her seferinde kendisiyle çok önemli şeyler konuştuk. Bir gün bunları yazar mıyım? Belki! Allah rahmet eylesin, şehadet mertebesi lütfetsin, âhiretteki mekânı cennet olsun...

 

 

***

 

 

 

 

 

Kriz, yoksulluk, yolsuzlukla yaşamaya devam!

Reşat Nuri EROL

08.04.2009

Seçime “küresel” olanı ile birlikte “ekonomik kriz” ile girmemize rağmen, seçmen yine de insaflı davrandı, iktidar partisine yüzde 38,6 oy verdi.

Ekonomik krizler sonrasında girilen önceki seçimlerde, seçmenin iktidar partilerine nasıl “Osmanlı tokadı” attığı hatırlanırsa, bu seçimde iktidar partisi gerçekten ucuz kurtuldu!

Kriz paketleri halkın sosyo-ekonomik dertlerine ne kadar derman olur, insanların sağlığı başta olmak üzere, ekonomik kriz sebebiyle toplumun nerelerinde patlama olur, onu zamanla daha iyi göreceğiz. Gerçi görünen köy kılavuz istemiyor. Kapanan işyerleri, işten çıkarmalar, işsizli furyaları, iflaslar ile intiharlarla birlikte, dünyada ve ülkemizde bugüne kadar olanlar, bundan sonra olacakların habercisi.

Bütün bunların özü ve özeti şudur; krizlerle, işsizlikle, yoksullukla ve yolsuzlukla yaşamaya devam...

***

“Yolsuzluk ve yoksulluk” en tarafgir yandaşların bile artık inkar edemeyeceği, çöplerin halının altına süpüremeyeceği, başka sebeplere de iteleyemeyeceği seviyelere çıktığından; bundan sonra ‘sonun başlangıcı’ alarmını veren etkenlerin başında olacak gibi görünüyor. Bu konuda neler yapılabilir diye düşünüldüğünde, daha önce de değişik vesilelerle işaret ettiğim üzere; “zalim düzen/sistem” sebebiyle yapılabilecek şeyler çok azdır. Zalim düzende köklü çözümler üretmek mümkün değildir. Çünkü temel sorun “sistem” sorunudur, “adalet” sorunudur, “hukuk” sorunudur. Adalet mülkün/yönetimin temelidir. Her şeyin başı olan “adalet” yoksa, ondan sonra olması gereken pek çok şey de olamaz, olamayacaktır.

İktidar partisi “anayasa çoğunluğu” elde ettiği dönemde, anayasadan başlamak üzere sistem üzerinde yapılması gerekenleri yapsaydı; bugün yaşanmakta olan sıkıntılar ya yaşanmaz, ya da en azından şiddeti bu kadar olmazdı.

Her şeyin bir bedeli vardır.

Siz vaktinde yapılması gerekenleri yapmazsanız, günü gelince bedelini ödersiniz.

Ne zamana kadar?

Birileri gelip sizin yerinizi alıncaya kadar...

Öyleyse değişim gerçekleşinceye kadar, bu zalim düzen/sistemle ve onun sebebiyet verdiği adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk ve yoksullukla yaşamaya devam!..

***

G-20’ler yani “Great/Büyük” 20’ler, küreselcilerin şiddetli protestoları arasında, bir zamanların büyüğünün (Büyük Britanya) başkenti Londra’daki Buckingham Sarayı’nda toplantı yaptı. Türkiye de en büyük G-8’den sonra oluşturulan G-20’lerin yani büyüklerin arasına karışmış oluyor. 20 devlet başkanı güya küresel krize çare arayacaklardı; sanki geçen yılsonunda Washington’da bir araya geldiklerinde “çare ve çözüm” bulabilmişler gibi.

O toplantının bir faydası oldu mu?

Hayır, olmadı!

Neden olmadı?

Olmadı, olamadı, olamaz; çünkü her ülke kendi başının derdine düştü. Her hükümet/devlet kendisi muhtacı himmet bir dede, nerde kaldı başkalarına himmet ede!

Güçlerinin yetmemesinden ve dermanlarının olmamasından daha önemlisi, küresel krizin müsebbibi bizzat kendileri...

Sebebiyet verdikleri krizi G-8’ler olarak çözemeyince, şimdi sayıyı 20’ye çıkardılar.

Ama 120’ye çıkarsalar da çare ve çözüm üretemezler.

Yapabildikleri tek şey, alabildikleri tek karar, IMF’ye destek, IMF’ye fon aktarmak!

IMF ile işbirliği ve anlaşma yapan ülkelerin durumu ise herkesin malumu.

Türkiye de dâhil olmak üzere, dünyada ekonomi politikalarını IMF ile yönlendirip de başarılı olabilen tek bir ülke var mı?

Küresel vahşi kapitalizm sistemi ve Siyonist sömürü sermayesinin hükümranlığı devam ettiği sürece; krizlerle, işsizlikle, yolsuzlukla, yoksullukla ve bütün bunların sonucunda uluslararası sömürüyle yaşamaya devam…

 

 

***

 

 

 

 

 

Ülke yönetimi ve tehlike

Reşat Nuri EROL

09.04.2009

IMF, NATO, AB, ABD, G-20 ve diğerleri…

Bugünlerde her gün gündemde bunlardan en az biri veya birkaçı var.

Üç-beş ay öncesinde güya IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayacaktık. Meğer bu söz sadece seçime kadar geçerliymiş. Seçim meydanlarında başka türlü konuşanlar, henüz seçim sonuçlarının sıcaklığı soğumadan, yani hemen seçim sonrasında IMF Başkanı ve diğer yetkililerle pazarlık masasına oturdular bile. En kısa zamanda IMF ile üç yıllık anlaşma yapılacakmış, yani geçmişte olduğu gibi önümüzdeki üç yıl da ümüğümüz sıkılacakmış…

Yeni NATO Genel Sekreteri seçimlerinde neler olduğunu biliyorsunuz…

ABD Başkanı Obama AB’ye üye olmamız için bizi şiddetle destekliyormuş…

D-8 projesine üvey muamelesi yapanlar, her ne hikmetse G-20’ye koşarak gidiyor…

ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama, ilk önemli ülke ziyaretini Türkiye’ye yapıyor; Türkiye üzerinden İslâm âlemine ve insanlığa mesajlar veriyor…

Özetlediğim bu gelişmeleri olumu ve olumsuz yönleriyle, artı ve eksileriyle derin derin şöyle bir düşünün… Düşündükten sonra da şu mukadder soruyu sorun:

-Bu ülkeyi kim yönetiyor?

-Türkiye’yi kim yönetiyor?

***

Konu buraya gelmişken biraz ‘yönetim’ üzerinde duralım ve düşünelim…

Bir ülkenin değişik organları vardır.

Her organ kendisine düşen görevi ifa eder.

Ordu ülkeyi düşman saldırısından korur.

Emniyet teşkilatı iç güvenliği sağlar.

Yargı organları çıkan ihtilafları çözer.

Odalar ve sendikalar ülkenin çalışma hayatını düzenler.

Üniversiteler eğitim ve öğretim işleriyle meşgul olur.

Bütün bunlar birer organdır.

Meclis kanunları yapar.

Hükümet bütçeyi uygular, yürütmeyi gerçekleştirir.

Hâsılı, tüm organların kendilerine özgü işleri vardır.

Cumhurbaşkanı ise hiçbir iş yapmaz, sadece Çankaya’da oturur. Son söz onun olur. Kurumların kurallarla çalışıp çalışmadığını denetler. Çıkan ihtilafları çözer. Savaş ve barış gibi önemli kararlara imzasını koyar. Sıkıyönetim kararını hükümet onun emrinde alır.

***

Sosyal ve tabiî kurallar vardır.

Bunları biz koymadık, topluluğu var eden koymuştur.

Onlar şunlardır:

1) Bir toplulukta sınırsız yetkilere sahip biri yoksa o topluluk yaşayamaz.

2) İktidar tecezzi kabul etmez. İki yetkili olmaz. Sınırsız yetkiye sahip biri olmalıdır.

3) İktidar boşluk kabul etmez. Nasıl boşalan kabı hava doldurursa, boşalan iktidarın yerini eşkıya doldurur.

4) İç güvenliği sağlayamayanlar istilayı istihkak ederler.

Türkiye bugün iyi durumda değildir, iyi yönetilememektedir.

Bu ülkede Bizans iktidarı kaybedince, Selçuklular bu görevi yüklendi.

İlhanlıların istilası ile Selçuklular güçlerini kaybedince, Osmanlılar ortaya çıktı.

Onların dönemi sona erince, Türk halkı iktidara el koymuştur.

Hanedandan sonra ülkeyi şefler yönetmeye başladılar, boşluğu onlar doldurdular.

1950’den sonra da parti başkanları yönetiyor.

Şimdi ise bu ülkeyi kim yönetiyor?

Belli değil.

Anayasa mutlak iktidarı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vermiştir. Parlamentonun üstünde bir güç yoktur. Onu suçlayıp cezalandıran bir merci yoktur. Hattâ milletvekilleri bile meclis dokunulmazlığını kaldırsalar muhakeme edilirler. Cumhurbaşkanı, Millet Meclisi adına başkomutandır. O da layüseldir. Ancak meclis hainliğine karar verirse muhakeme edilir.

Hükümet sadece meclise karşı sorumludur. Meclis hükümeti düşürmezse, onun iktidarını kısıtlayacak bir merci yoktur. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına uymadığı takdirde onu iktidardan tek indirecek merci vardır, o da Meclis’tir. Danıştay’ı hatırlayın, Anayasa Mahkemesi’ni hatırlayın… Yani, uzun lafın kısası, ülke yönetiminde, ülkedeki yönetim sisteminde/düzeninde boşluk var.

Bu sebeple Türkiye tehlikededir.

 

 

***

 

 

 

 

 

Önemli gelişmeler

Reşat Nuri EROL

10.04.2009

Geçtiğimiz günlerde iki önemli olay, iki önemli gelişme olmuştur.

Birincisi, seçimlerde AKP seçmen tarafından uyarılmıştır...

İkincisi, Barack Hüseyin Obama Türkiye’ye gelmiştir...

Her iki olayın önemli anlamları vardır. Türkiye bu olayları iyi tahlil etmeli ve nerde olduğunu bilmelidir. Dışa bağımlı basın “millî” olmadığından bunları gerçek anlamda tahlil edecek durumda değildir. Türkiye’de bağımlı olmayan basın yok denecek kadar azdır.

Aradan yeteri kadar süre geçti, şimdi seçim sonuçlarını daha soğukkanlı ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliriz. Bugün AKP’yi ve AKP’nin aldığı oyları tahlil edelim.

***

Sömürü sermayesi ülkelerde siyasi partiler oluşturup onların ellerine program verir. Onlar da o programı okuyup uygularlar. Halk bunlardan birine oy verir.

Sermayenin iki partisi vardır:

Sağ kapitalist parti ve sol sosyalist parti.

İkisini de kendisi kurar ve halka ‘Beğendiğini seç!’ der.

Bazı ülkelerde iki parti ile denge kuramaz. Yedek partiler çıkarır. Bunlar genellikle ‘aşırı milliyetçiler’ ile ‘aşırı solcular’dır. Bunlara da meclise girme imkânını sağlar, meclisi kontrol eder.

Bu işi bu şekilde başaramazsa, oraya bir çeşit dikta rejimi olan ‘sosyalist yönetim’ getirir. Demokrasiyi askıya alır.

Liberalist ülkelerde ise demokrasiyi yürütür, çünkü para kendisinin kasasındadır. Kime ne kadar para verirse o partiye seçimde o kadar oy aldırır.

Dolayısıyla sermaye tüm ülkeleri istediği gibi yönetir.

Son zamanlardaki IMF muhabbetlerini, G-20 toplantılarını ve ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretini bir de bu pencereden bakarak değerlendirmeliyiz.

***

Türkiye önemli bir ülkedir; sömürü sermayesinin yukarıda özetlediğim oyununu ve evdeki hesabını bozan bir ülkedir, sermayenin zulüm dengelerini sarsan bir ülkedir.

Necmettin Erbakan önce Gümüş Motor fabrikasını kurdu. Bu fabrika dünyada sömürü sermayesi dışında ‘halk ortaklığı’ ile kurulan ilk fabrikadır.

Erbakan Gümüş Motor’dan sonra Millî Görüş Hareketi’ni başlattı. Bu hareket dünyada Siyonist sömürü sermayesinin dengelerini sarsan ilk harekettir. Böyle olunca, bu hareket bir şekilde durdurulmalı veya dumura uğratılmalıydı.

28 Şubat süreci bunun için başlatıldı, hareketin lideri Erbakan yasaklı hâle getirildi.

Millî Görüş’ün partisi içeriden fethedilemeyince, hareketin içinden koparılanlarla başka bir parti kurduruldu.

AKP işte böyle doğdu.

O halde AKP hareketini iyi okumak ve anlamak gerekir.

Millî Görüş Hareketi karşısında mağlup olan iç ve dış güçler, AKP ile Türkiye’deki bu millî halk hareketini kenara itme çabasında başarılı olacaklarını sanmışlardır.

AKP kuruluş aşamasında ilk iş olarak ne yaptı?

Millî Görüş’ü bıraktı, -her ne demekse- ‘muhafazakâr parti’ oldu.

Millî Görüş gömleğini çıkardı…

Adil Düzen ceketini hiç giymedi, çıplak dolaşmayı tercih etti...

Ama sömürü sermayesinin bu AKP’ye de tahammülü yoktu.

AKP’yi seçimle yenemeyen çevreler, partiyi içten işgal etmeyi denediler.

Önceki seçimde 160 millîci milletvekili aday yapılmadı, meclisten uzaklaştırıldı.

Son seçimde de kalan Millî Görüş belediye başkanları aday yapılmadı.

Şimdi de Bakanlar Kurulu’nu çökertme peşindeler.

Daha önce. Abdullah Gül cumhurbaşkanı yapılarak partinin bir kanadı kırıldı.

Bülent Arınç da resmen milletin emanetini yani Meclis Başkanlığı koltuğunu birilerine hibe etti. Şimdi ne yapacağını bilmez bir şekilde şaşkın şaşkın dolaşmakta. Manisa’da bile seçimi kaybetti.

İki solcu, Özbudun ve Üskül şimdi Erdoğan’ın teslim olduğu profesörler, yeni anayasayı onlar hazırlayacakmış!  

Bu şartlar altında yapılan seçimlerde halkımız ne dedi, ne demek istedi?

AKP’ye büyük bir ihtar çekti ve demek istedi ki:

Sen böyle bizim emanetimizi usul usul sinsi düşmanımıza devrediyorsun...

Ayağını denk al...

Yoksa gelecek seçimde havanı alırsın.

 

 

***

 

 

 

 

 

Neyi nasıl yapacağız?

Reşat Nuri EROL

11.04.2009

Ekonomi ve yönetim/siyaset başta olmak üzere her şeyi, her meseleyi İLİMile çözmek gerekir.

Bu nasıl olacaktır?

İlim adamlarının çalışıp elde ettikleri sonuçlar, yine onların danışmanlığında örnek uygulamalarla ortaya konur, sonra da en uygun şekilde halka ulaştırılır.

Bunu başaran topluluklar varlıklarını sürdürür, başaramayanlar yok olur.

Aş, iş, eş/ev meselesi, çağımızın ve ülkemiz genç nüfusunun en önemli meselesidir.  

Bu önemli meseleyi nasıl çözeceğiz, özellikle işsizliği nasıl önleyeceğiz?

Her mesele gibi bu meseleyi de bir müslüman olarak “Kur’an” ve “müsbet ilim”den öğrenip ortaya koymak, Allah’a yani halka karşı borcumuz ve görevimizdir.

Öğrendikten sonra bunu örnek olacak bir şekilde uygulamaya geçirmek ve halka arz etmek gerekmektedir.

Minik bir hatırlatma:

Gelin, Allah’ın cennetinde yüksek derecelere ulaşmak isteyenler gelin!

Cehennemden korunmak isteyen siz mü’minler, bu dünyada “adalet ve refah” nimetlerine ulaşmanız için “ADİL DÜNYA DÜZENİ” ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN” kervanına katılın.

Ondan sonra sakın hâ bu kervanın gittiği yoldan dönmeyin, vazgeçmeyin.

***

Biz bir şeyi bütün boyutları ile öğrendikten sonra halka nasıl götüreceğiz?

Öylesine başarılı örnek şirketler, ortaklıklar, fabrikalar, kooperatifler kurmalıyız ki, bize gelen kimseye ‘işimiz yok’ dememeliyiz.

Halka böyle götürülmelidir.

Bizim iş yerlerimize gelen herkes hiç olmazsa asgari şartlarda iş bulabilmelidir.

Bu nasıl sağlanacaktır?

Allah’ın emrettiği zekât ve karz-ı hasen müessesesini çalıştırırsak işsiz insan kalmaz.

Para nedir?

Para bir “kredi mektubu”dur. Devlet diyor ki; bu para sahibi sizden bir şey istediği zaman pazarlık yapın ve bunu verin, ben bu senede kefilim diyor.

Peki, bugün neden işsizlik olmaktadır?

İşsizlik olmaktadır, çünkü paranın karşılığı olan şey tanımlanmamıştır. Para karşılığı bir şey yoktur. Dünya ve ülkemizdeki piyasalarda karşılığı olmayan “kâğıt para” dolaşmaktadır. Dünya bu karşılıksız parayı piyasaya sürenler tarafından sömürülmektedir.

***

Oysa biz karşılıksız para çıkarmayacağız.

Bunu nasıl yapacağız?

Mal senetleri, selem senetleri, hisse senetleri ve işletme senetleri çıkararak yapacağız. Bunların her biri birer mal ile tarif edilecektir. O senedi ibraz eden ambarda o malı bulacaktır. Bunu yapmamız için “ortak ambar” yapmamız yeterlidir. Bir insan günde iki kiloluk yemek yese, 360 gün 720 desimetreküp eder. Siz bunu 1 metreküp alın. Bir metrekare kadar bir alan işgal edecektir. İki metre yüksekliğinde olursa yarım metreküp eder. Bunun maliyeti de 150 liradır. Her ay 10 lira verse 15 ayda bunu öder. Bunu veremeyen aile de olmaz. O halde böyle bir ambar yapacağız. Kim ne üretirse üretsin, bu ambara getirirse koyacağız. Ona malın belgesini vereceğiz. Sonra her mal için teminat değeri koyacağız. O malda da “kent gıda senedi”ni çıkaracağız. Dolayısıyla gerektiği kadar para da çıkmış olur.

Faizle para alıp sömürülmenin ne mânâsı vardır.

İman nurunun olmayışı dışında bunun başka bir anlamı yoktur. Sömürü sermayesi gözlerinizi karartıyor. Sizin kör gözleriniz ve kararmış hidayetiniz olanları göremiyor.

İşte bunun bir örneğini yaparsak, o zaman Allah’ın emrini yerine getirmiş, halkın en önemli ihtiyacını gidermiş oluruz.

Örneği gösterdikten sonra kabul eden etmiş olur ve kurtulur; etmeyenler de etmez ve bir müddet sonra zalim ekonomik düzenleri içinde yok olup giderler.

Bizim onlarla bir işimiz ve ilişkimiz olmaz.

Bunu yapmak için devlet olmaya gerek yok.

Basit bir toplulukta, bir ilçede, bir beldede, hattâ bir muhtarlık seviyesinde bile organize olup faaliyete geçebilir, bu şekilde ortaklıklar ve işletmeler kurabilirsiniz.

 

 

***

 

 

 

 

 

Kriz ve âfetlere hazırlanmak

Reşat Nuri EROL

14.04.2009

Adında “adalet” ve “kalkınma” kelimeleri olan AKP tarafından yıllardır yönetiliyoruz. Malum olduğu üzere, adalet mülkün/yönetimin temelidir ve “adalet” yerlerde sürünüyor. Anayasa çoğunluğu elde eden parti “yeni bir anayasa” yapamadı.

Kalkınmaya gelince, hormonlu rakamlarla şişirilen ve artı (+) olan “büyüme/kalkınma” rakamları sonunda eksiye (-) düştü.

Başbakan Erdoğan, geçen gün ekonomi bakanları ve kurmayları ile toplantı yaptı ve bu yıl ile gelecek yıl kalkınma/büyümeye eksi (-) yazmaya karar verdi!

Yani hormonlu rakamlar ve cicim yıllar bitti, hep beraber söylenen o şarkı bitti!

***

Biz ne diyoruz?

Biz kimseye “ADİL DÜZEN”i, “ADİL EKONOMİK DÜZEN”i kabul edin demiyoruz, yani bu konuda kimseyi zorlamıyoruz.

Biz bir taraftan arzı ve yönetimi ifsat etmeyin derken, diğer taraftan çağımızdaki “zalim düzen” sebebiyle var olan genel “sosyal tufan”ın etkisiyle sürekli oluşan ekonomik kriz ve tabiî âfetlere karşı hazırlıklı olun diyoruz.

Sizin başka bir çare ve çözümünüz varsa, buyurun onu getirin diyoruz.

Ama getiremiyorsanız, o zaman arzı ve yönetimi ifsad ediyorsunuz demektir.

Cevaplarını veremediğiniz ve gereğini yapamadığınız şu soruları hep soruyoruz:

-İŞSİZLİK sorununu çözdünüz mü?

-FAİZLİ DIŞ BORÇLAR sorununu çözdünüz mü?

-ADALET VE TERÖR (PKK) sorununu çözebildiniz mi?

-YALANCI BASIN-YAYIN yani millî olmayan medya sorununu çözdünüz mü?

Her biri için verilebilecek tek cevap vardır:

-Hayır!

-Hayır!.

-Hayır!..

-HAYIR!!!

İşte siz bu yüzden arzı ve yönetimi ifsat ediyor, zulmü devam ettiriyorsunuz diyoruz.

***

Şöyle bir genel kural vardır. Şartlar oluşunca “Adil Düzen”in ve “Adil Ekonomik Düzen”in getirilmesi farzı kifayedir. Eğer farz bir şekilde yerine getirilirse, “vahşi kapitalizm”in yani “zalim düzen”in pençesinde inlemekte olan tüm insanlık kurtulmuş olur.

Ama insanlar eğer genel olarak “Adil Düzen”i ve özel olarak “Adil Ekonomik Düzen”i getirmezlerse, adeta Nuhun Gemisi halkı gibi olan Adil Düzen Çalışanları kurtulur, diğer halk ise -içlerinde iyi olan insanlar da dâhil olmak üzere- “sosyal tufan” içinde helâk olur. İşte bundan dolayı Adil Düzen Çalışanları bu çalışmaları sayesinde tüm yeryüzünün helâkini de önlüyor. Sevapları da bundan dolayı o kadar yüksek olmaktadır.

“III. Bin Yıl Medeniyeti”ni getirmek için Türk milleti seçilmiştir ve iki asırdan fazladır yetiştirilmektedir. Yeni adil uygarlığın merkezi Türkiye ve İstanbul’dur. O halde bu çağda Türkiye’de ve biz İstanbul’da olanlara daha fazla yük yüklenmiş bulunmaktadır.

***

Çalışıp da “Adil Düzen”i getirmezsek, İstanbul’un ve Türkiye’nin/Anadolu’nun durumunun kötü olduğu gayet net ve açıktır. Herhangi bir fevkalade hâl ve âfette İstanbul bugünkü hâliyle kendi üretimi ile birkaç gün bile yaşayamaz. Eğer bir “âfet” veya çok etkili bir “kriz” olur da Anadolu ile ilişkisi kesilirse, İstanbul belki bir hafta bile dayanamaz.

Peki, bu durumda büyük bir âfet veya çok etkili bir kriz konusunda “Adil Düzen” ne önermektedir, İstanbul böyle bir âfet veya krizi nasıl atlatacaktır?

İstanbul Anadolu’daki belde ve kasabalarıyla kardeşlik tesis edecek, İstanbul’daki her mahalle Anadolu’daki bir ilçe veya il ile kardeş yapılacaktır. İki kardeş taraf arasında sürekli ulaşım servisi oluşturulmalı, bir yıl yetecek yakıt da depo edilmelidir.

Mesela, Anadolu’daki Ahlat ile İstanbul’daki Zafer Mahallesi kardeş yapılmalıdır. Aralarındaki mesafe 2000 kilometre ise giden vasıta 200 litre yakıt yakacaktır. Haftada bir servis için on ton yakıt yetecektir. Yakıtın yarısı İstanbul’da, yarısı da Ahlat’ta depo edilir. Dolayısıyla bu hazırlık sayesinde herhangi önemli bir kriz veya âfet zamanında da irtibat devam edecektir. Bu hazırlıktan daha önemlisi; İstanbul’da ürettiğimiz sanayi mallarımızı Anadolu’ya satacak, karşılığında Anadolu’da üretilen tarım mallarını İstanbul’da tüketmek üzere satın alacağız. İstanbul tüm Anadolu ile bunu yapabiliyorsa, bu işbirliğini kurabiliyorsa, herhangi bir kriz veya âfet kolaylıkla atlatılmış olacaktır.

 

 

***

 

 

 

 

 

İdeal ve adil ekonomik düzen

Reşat Nuri EROL

15.04.2009

İdeal düzende herkese iş var, herkese aş var, tam istihdam sağlanıyor, bölüşüm adildir. Dolayısıyla insanlar hem refah içinde, hem saadet içindedir. Bu refahı doğuran ve sağlayan ideal adil düzendir. Ne var ki refah ve saadet sosyal ve ekonomik evrimi sağlar, insanlar yeni bir hayata kavuşurlar.

Ancak refahı getiren hukuk ve düzen artık yeni dünyaya uymaz olur. Herkese iş ve herkese aş sağlayamaz. İşsizlik ortaya çıkar. Adil bölüşüm sistemi ortadan kalkar. Kimileri sefalet içinde can çekişirken, kimileri sefahat içinde paralarını nerelere harcayacaklarını bilemezler. Böylece adalet ortadan gider, zulüm ortalığa hâkim olur.

Bugün işte bu durumdayız, günümüz dünyası böyledir.

***

Asrımız insanlık tarihinin en zor ekonomik dönemidir.

Çünkü “tarım dönemi” bitmiş, “sanayi dönemi”ne geçilmiş, ama çağımız insanları sanayi döneminin sorunlarını henüz çözememiştir.

Sanayi döneminin sorunları nelerdir?

Tarım döneminde ferdi üretim vardı, halk ürettiğini tüketiyordu. Mübadele yüzde on veya yirmiler seviyesinde idi. Bugünkü sanayi döneminde ise artık kimse ürettiğini tüketmiyor, kimse ürettiğini bildiği kimselere satmıyor. Eskiden serbest pazar piyasası ile sorunlar çözülüyordu. Şimdi böyle bir piyasa kalmamıştır.

Serbest pazar piyasası neden oluşamıyor?

Günümüzde ekonomik çevre büyümüş, fiyatlardaki şeffaflık kalkmıştır. Mal çeşitleri pek çok şekilde çoğalmış, ara mallar ve parçalar mal hâline dönüşmüştür. Yani mallar çeşitlenmiş, tüketiciler de kalabalık içinde tek tük kişi hâline gelmiştir.

Bugün “mal mübadelesi”nin yerini “emek mübadelesi” almıştır. Emek ise depo edilemediği ve teşhir de edilemediği için serbest piyasa ile dengesini kuramaz.

Bugün üretimin yanında taşınmazların inşaatı piyasaya girmiştir. Hâlbuki inşaat beş on senede ancak yapılabilmektedir. Oysa on sene sonraki ihtiyaçlar bugünkü ihtiyaçlar olmadığı için arz ve talep dengesi kurulamamaktadır.

Faizli sömürü sistemine dayalı olarak oluşan sistem tekele dayanmaktadır. Tekel ise serbest piyasayı önlemektedir.

***

Bu durumda yeni dengeleme sistemleri geliştirilmelidir.

Bunu “ADİL EKONOMİK DÜZEN” ortaya koymakta ve çözmektedir.

Ortak ambarlar tesis edilmeli, üretilen mallar kontrol edildikten sonra bu ambarlara verilmelidir. Ambarlar mal senetlerini sahiplerine vermelidir. Halk senetleri serbest borsalarda satmalıdır. Senetler borsalarda arz-talep kanunları ile alınıp satılmalıdır. Malı ambardan tüketiciler çekmelidir. Böylece “mal piyasası”nın yerini “senet piyasası” alacaktır. Burada şeffaflık kolayca sağlanır.

Para altına kote edilmeli, altınla değiştirilmeli ve değeri korunmalıdır.

-Mal ambara giriyor senet çıkıyor.

-Senet kasaya giriyor para çıkıyor.

-Para geri geldiğinde sentler alınıyor.

-Senetler ambara giderek mallar çekiliyor.

Altın karşılığı “altın para”, tüketim malları karşılığı “buğday parası”, inşaat malzemesi karşılığı “mal parası” ve yapılar karşılığı “toprak para” çıkarılmalıdır.

Bunlar faizsiz olarak kredilendirilmelidir.

Bu kredi halka “selem senedi” karşılığı, işletmelere de “çalışma kredisi” karşılığı çalışan işçi nisbetinde verilmelidir.

Böylece tam istihdam sağlanmalıdır.

Faiz yerine “kredileşme sistemi” konmalıdır.

Stok edilen malların fiyatları artmalıdır.

Böylece ortak stoklar artmış olur, denge oluşur.

“İdeal ve adil ekonomik düzen” böyle oluşur.

 

 

***

 

 

 

 

 

Erbakan: 3. Şahlanış başladı

Reşat Nuri EROL

17.04.2009

Ülkemizde bir türlü çözülemeyen ana sorunları hatırlatarak başlayalım söze: İşsizlik sorunu, dış borçlar sorunu, yıllarca süren davalar ve bağımsız olmayan adalet sorunu, terör (PKK) sorununu, dışa bağımlı yani millî olmayan yalancı basın sorunu…

Dünya Ekonomik Forumu geçen gün bir rapor yayınladı. Araştırma ya da çalışmanın adı Küresel Bilgi Teknolojisi Raporu. İşte o rapordan birkaç başlık:

1) Türkiye, basın özgürlüğünde 134 ülke arasında 106. sırada ve bu sıralamaya göre Arnavutluk’un bile gerisinde.

2) Türkiye, yargı bağımsızlığında 134 ülke arasında 64. sırada. Biz ülkemizde yargı bağımsızlığı olmadığını hep söylüyoruz. İşte bu da yargıdaki uluslar arası sıralamamız.

3) Türkiye, teknolojide 127 ülke arasında bu sene 61. sırada. Geçen yıl 55. sırada idi. Görüldüğü gibi basın, yargı ve teknolojideki sıralamamız tek kelime ile dehşet verici.

Millî Görüş’ten uzaklaşan ve uzaklaştırılan Türkiye maalesef bu durumda...

Erbakan’ın deyişiyle;

Türkiye’yi bu durumdan kurtarmak için 3. Şahlanışı başladı…

***

Memnu hakları mahkeme kararı ile iade edilen Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan, kendisinin ifadesiyle dört konuya açıklık getirdiği iki basın toplantısı yaptı ve İran’a gitti: 1) Memnu hakların iadesi... 2) Şimdi ne olacak?.. 3) 29 Mart seçimlerinin değerlendirilmesi... 4) Parlayan yıldız Millî Görüş...

Baştan sona dikkatle izlediğim basın toplantısının ana görüş başlıkları şöyle:

-Millî Selâmet Partisi ile 1. Şahlanış…

-Refah Partisi ve “Adil Düzen” ile 2. Şahlanış…

-Ve Saadet Partisi ile “Adil (Ekonomik) Düzen”e dayalı Yeni Bir Dünya kurmak üzere 3. Şahlanış…

Ana konu başlıkları şöyle:

Bu böyle gitmez!..

Yeniden Millî Görüş gömleği giyecekler…

Millî Görüş haktır, işbirlikçilik bâtıldır…

Adil Düzen kurulacak…

Yeni Bir Dünya kurulması çalışmaları başladı…

Biz Yeni Bir Dünya kurmak zorundayız…

Zafer inananlarındır…

Ve zafer yakındır…

***

Tam 11 yıl sonra tekrar normal bir vatandaş olma hakkına kavuşma…

Yaşanabilir bir Türkiye ve Yeni Bir Dünya için bu zamana kadar nasıl çalışıldıysa bundan sonra da daha da büyük gayretle çalışacağız...

29 Mart seçimlerinden en fazla oy kazanan parti Saadet Partisi’dir...

Saadet Partisi bu seçimlerde büyük bir başarı göstererek belediye sayısında büyük artış göstermiş, Urfa ilini, birçok ilçe ve belde belediyesini kazanmıştır…

29 Mart’ta oylar 2 milyon 61 bine çıkmıştır...

Seçmen sayısı yüzde 14 artarken Saadet Partisi’nin oy oranı yüzde 200’den fazla artmış, 2004’de aldığı 12 ilçeyi 29 Mart’ta 26’ya çıkarmış, bu şekilde Saadet Partisi genel seçimler için işareti almış, “parlayan yıldız” olmuştur…

Obama’nın ziyareti: Emperyalizmin gölgesinde bir ülke Amerika... Onların da hakkını biz vereceğiz... Amerikalıların da hakkını biz vereceğiz... Bunun için bir an evvel ecdadımızın mücadelesini verdiği adil bir dünya düzenini kurmak zorundayız... Biz uyarılarımızı bir baba şefkatiyle yapıyoruz... Eninde sonunda hata yaptıklarını anlayıp yuvaya geri dönecekler... Onlar bu ekonomik krizi önleyemezler...

Dış güçler sizden daha çok merak ediyor ve ‘Şimdi ne olacak?’ diyorlar...

Bir Bosnalı ve Kosovalı olarak benim herkesten daha çok dikkatimi çeken bir cümle daha: NATO Bosna Hersek’te Müslümanlar hâkim olmasın diye çalışmıştı...

Erbakan önemli bir sürprizini de sona saklamıştı.

Basın toplantısındaki konuşmasını bitirirken gazetecilere yapacağı ilk önemli icraatını açıkladı ve dedi ki: İran dini lideri Hamaney ve Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın daveti üzerine İran’a gideceğimi de haber vermek istiyorum...

Ve Erbakan İran’da…

Millî Görüş’ün 3. Şahlanışı başladı, devam ediyor...

 

 

***

 

 

 

 

 

Sömürü sermayesi ne yapıyor?

Reşat Nuri EROL

23.04.2009

Adalet yani “Adil Düzen”, bir zamanlar Adalet Partisi (AP), şimdi de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) söz/kelime/kavram olarak istediği ama içeriğini söyleyemediği ve söyleyemediğinden dolayı da yapmadığı/yapamadığı düzendir. Liberal düzendir. Sosyal denge düzenidir. Ekonomideki arz ve talep kanunlarının sağlıklı bir şekilde çalıştığı düzendir.

“Adil Düzen”, hak düzenidir, hukuk düzenidir, barış düzenidir, sosyal düzendir.

Yargı kararlarının üstün olduğu, yargının hakemlerden oluştuğu bir düzendir.

Evet, “Adil Düzen” hukuk düzenidir, ahkâm düzenidir, kurallar düzenidir.

Ama bunların hepsinden daha da önemlisi, “Adil Düzen” bu söylenenlerin yalnız temenniler düzeni değildir; bu hususta mekanizmaları olan, kuralları olan bir düzendir.

Bugün işte bu “Adil Düzen”e karşı olanlar dalalettedir.

“Adil Düzen”e, özellikle de “Adil Ekonomik Düzen”e kimler karşıdır?

“Adil Düzen”e, “Adil Ekonomik Düzen”e, özellikle ve öncelikle Amerika’da bulunan 200 kadar sömürü sermayesi patronu karşıdır. Çünkü “Adil Ekonomik Düzen” gerçekleştiği oranda, bu sömürücülerin sömürüleri ve soygunları sona ermektedir.

Ama onlara rağmen artık dünya uyanmakta, insanlık uyanmaktadır.

“Adil Düzen, Adil Ekonomik Düzen” gelecek, zulüm bitecek, insanlık kurtulacaktır.

***

Sömürü sermayesi ne yapıyor, kimleri sömürüyor, kimlere zulmediyor?

Bu zulüm sermayesi en büyük zulmü İsrail oğullarına yapmakta, kendi sömürü düzenlerini devam ettirmek adına onları ateşe atmaktadır.

Şöyle bir düşünün bakalım, sürekli savaş ve zulüm ülkesi İsrail’de kim yaşamak ister?

Bu zulüm ve sömürü sermayesi ikinci büyük zulmü Amerika Birleşik Devletleri’ne yapmakta, oradaki halka yapmakta, onların paralarını sömürü yolunda har vurup harman savurmakta; bu yetmiyormuşçasına kendi sömürüsü için onları cephelerde öldürmektedir.

Bu zulüm sermayesi, ondan sonra da bütün Hıristiyan dünyasına zulüm yapmakta, onları kendi sömürüsünün ordusu ve askerleri yapmaktadır. Haçlı zulüm ve katliam sürüleri olarak Hıristiyanları kullanmaktadır.

Bu zulüm ve sömürü sermayesi, son olarak da solcuları ve komünistleri kullanmakta, solcular ABD’deki sömürü sermayesinin hatırına dünyada dinsizliğin askerleri olmaktadırlar. Yetmiş yıldan fazla süren komünist rejim katliamları milyonlarca insanın canına ve malına mâl olmuş, insanlık tarihindeki en vahşi dönem yaşanmıştır.

En son kullandıkları kimseler ise maalesef bazı Müslüman görünen aldanmış veya aldatılmış, daha doğrusu hidayeti kararmış olan kimselerdir.

Mesela, Irak Devlet Başkanı Saddam, önce kendi döneminde, sonra kendisinden sonraki dönemde halkının katledilmesine sebep olmuştur. Irak’taki bu katliam ve vahşet maalesef hâlâ devam ediyor…

***

Sömürü sermayesi bu zulümleri yaparken, Adil Düzen ve Adil Ekonomik Düzen Çalışanları, olanca güçleri ile çalışmalarını ve hazırlıklarını sürdürüyorlar…

Şimdi bu düzene karşı olanlar yani sağcılar, solcular, liberaller, merkezciler siyaseten Millî Görüş gömleğini çıkarmış, Adil Düzen ceketini ise hiç giymemiş olan AKP’de (‘Adalet’ ve ‘Kalkınma’ Partisi(!)’nde) birleşmişler, yine her zamanki gibi insanlığın kurtuluşuna vesile olacak bu hayırlı çalışmalara karşı cephe almaya devam etmektedirler.

Bize yardım edip “Adil Düzen”i ve “Adil Ekonomik Düzen”i bir an önce öğrenip önce kendileri kurtulmaya, elbette bu arada halkı da kurtarmaya çalışacaklarına; hâlâ Millî Görüş ve Adil Düzen aleyhindeki anlayış ve davranışlarına devam ediyorlar!..

Bakalım nereye ve ne zamana kadar?!.

Ama iyi bilsinler ki, onlar ve birileri istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

 

 

***

 

 

 

 

 

Ekonomiye müdahale etmeyeceksin!

Reşat Nuri EROL

28.04.2009

Bir malın çok üreticileri varsa, çok tüketicileri varsa ve piyasa şeffafsa, yani üreticiler tüketicilere ulaşıyorlarsa, o piyasaya “serbest piyasa” denmektedir. Böyle bir piyasada üreticiler mallarını en pahalı satmak isterler, alıcılar da en ucuz almak isterler. Pazarda sonunda “uygun fiyat” oluşur ve böylece “ekonomik denge” kurulur.

Kur’an bütün sistemi serbest piyasa üzerine kurmuş, fiyatlara müdahaleyi kesin olarak yasaklamış, ayrıca müdahale edeceklere karşı tedbirler almıştır.

Her şeyde olduğu gibi ekonomide de Kur’an’ın gösterdiği dengelere uyarsanız, ayakta kalıp rahat edersiniz; uymazsanız er veya geç yıkılıp gidersiniz.

İlkel ekonomilerde fıkıhta yer alan hükümler son derece etkin olmuş ve bin seneden fazla insanlığı serbest piyasa ekonomisinde başarıya ulaştırmıştır.

***

Günümüz dünyasında ve ekonomisinde ise ekonomiye müdahale edilmekte, bu müdahale çeşitli şekillerde yapılmaktadır:

-Herkesten önce devlet müdahale etmektedir.

-Üreticiler organize olup müdahale etmektedirler.

-Tüketiciler organize olup müdahale etmektedirler.

-Ama en etkin müdahale tüccar müdahalesi, aracı müdahalesidir.

Bugün artık üretici tüketiciye aracısız ulaşamamaktadır.

Tüccar tekeli doğarsa, ekonomik dengeler çöker, artık serbest piyasa kalmaz.

Günümüz ekonomisindeki tekeli bankalar kurmaktadır.

Bankalar istediklerine kredi vermekte, onlara gerekli şartları koymakta, tüm ekonomi banka tekelinde bulunmaktadır. Mesela, petrolü düşünün. Petrol üreticileri üretimlerini büyük şirketlere satmak zorundadır. Aksi halde üretimlerini piyasaya çıkaramazlar. Büyük firmaların da petrol alacak paraları yoktur. Dolayısıyla bankalardan kredi almaktadırlar. Bu kredileri ülkelerin merkez bankaları sağlamaktadır. Bu bankalar ABD’deki İsrail bankalarının denetimindedir. ABD Merkez Bankası’nın izin vermediği bir damla benzini satamazsınız, alamazsınız.

***

Banka tekelinin müdahalesi dışında ülke ekonomilerini batırmanın, küçük ve orta müteşebbisleri ortadan kaldırmanın başka yolları da vardır.

Eğer devlet bir sektörü sübvanse ederse o sektörü batırmış olur.

Örnek olarak, mesela devlet arıcılığı destekliyor, istediğinin balını sübvanse ediyor. 20 liralık balı bazı kimselerden 25 liraya alıyor ve 20 liraya satıyor. Böylece devlet bütçesine yük oluşturuyor. İlk bakışta arıcılığı desteklemek için ulus bu külfete katlanmaktadır, ancak tam tersine arıcılık batırılmaktadır.

Yani bir taraftan bizden zorla alınan vergilerle birileri besleniyor, biz ise zorla haraca bağlanıyoruz; diğer taraftan ülke arıcılığı ateşe veriliyor.

Nasıl ateşe veriliyor?

Şimdi 20 liraya mâl edilen bal 15 liraya mâl edilmektedir. Çünkü 5 lirası belli kimselere kredi olarak verilmiştir. Böylece piyasada maliyet düşeceği için bal ucuz satılmaya başlanacaktır. Bunun sonucunda balı 20 liraya mâl eden arıcılar iflas edecek ve devreden çekileceklerdir. Diğer taraftan 20 lira üzerinde dengesini kurmuşken tüketiciler daha çok bal tüketeceklerdir.

İşte bu operasyonun sonucunda güya arıcılığı teşvik etmek için yapılan destek arıcılığı iflas ettirecektir. Bu iflaslar sebebiyle bal azalacağı için ayakta kalan üreticiler balı 25 liraya satmaya başlayacaklardır. Bunun anlamı ve ekonomik sonucu şudur: Bal üretimi devlet tarafından azaltılmıştır. Vatandaş daha az bal yemektedir. Yani vatandaş günde yüz gram bal alıp yerken, şimdi seksen gram yemektedir. Yirmi gramlık üretim imkânı vatandaştan alınmış, birileri tarafından tesbit ve tercih edilen üreticiye aktarılmış olur. Başka bir ifade ile normal piyasada yüz gram üretip tüketiciye yüz gram verirken, şimdi seksen gram üretip aynı para ile seksen gram satmaktadır.

Sözün özü ve sonuç:

Ekonomiye müdahale etmeyeceksin!

 

 

***

 

 

 

 

 

Bu ülkeyi batırmayın!

Reşat Nuri EROL

29.04.2009

Bundan bir önceki yazımızda ne dedik, neyi hatırlattık?

Ekonominin temel kuralı vardır, o da şudur:

Ekonomiye müdahale etmeyeceksin!

Bu arada devlet ve halk olarak başkalarına da müdahale imkânı sağlamayacaksın.

Oysa şimdiki Türkiye’de, daha doğrusu parlamentoda, yani milletin seçtiği vekillerden oluşan “meclis”e bağlı bir “hükümet” tarafından “demokrasi” ile yönetildiği sanılan ülkemizde; müdahalenin de ötesinde ve müdahaleden daha kötü işler olmaktadır.

Yakınımızdaki Avrupa Birliği sürekli bir şeyler dayatıyor!

Uzaktaki IMF yine de yine kapımıza dayanmış bulunuyor!

Her ikisi de bir şekilde gerekli-gereksiz “faizli borç” vermekte, bizi borçlandırmakta, koca Osmanlı İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi gelecekte bu borcumuza istinaden bizi yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yutmak, yok etmek, batırmak istemektedir.

Ayrıca bize başka şeyler de dayatmakta, o parayı halka kredi veya hibe olarak dağıtmamız şartını koşmakta, böylece Türk ekonomisini çökertip yok etmektedir.

Mesela, son yıllarda tarım ekonomisinde olanları sonuçlarıyla beraber düşünürseniz, Batı ekonomi kurumlarının bizi /ülkemizi nasıl batırmakta olduklarını daha iyi anlarsınız. Onların dayattıkları bu sözde ekonomi program ve politikaları sebebiyle üretim düşmekte, üretim düşünce ekonomik gücümüz zayıflamakta, bunun sonucunda halkımız Avrupa kapılarında ancak işçi olarak sürünmektedir.

Soruyoruz:

-Ülkeyi yönetenler tarafından 50-60 yıldan beri yapılan bundan başka bir şey midir?

Evet, yapılan bundan başka bir şey değilse, bir soru daha soruyoruz:

-Peki, bu yönetim şekliyle bir ülke daha ne kadar ayakta kalabilir? Batmaz mı?

***

Beyler!

Bakanlar!

Baş/bakan/lar!

Sizin Avrupa Birliği dediğiniz şey, bundan ibaret bir şey midir?

Sizin Dünya Bankası dediğiniz şey, böyle bir yutturmaca değil midir?

Sizin Birleşmiş Milletler dediğiniz şey, tam bir adaletsizlik/ler birliği ve mekanizması değil midir?

Hele bir de IMF diye bir kurum yok mu?

Siz zaman zaman palavra sıkıp Biz IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız!’ deseniz de, bu IMF denen meretin bir ülkeye girip de o ülke halkının kemerinden ümüğüne kadar sıkmadığı yer var mı?!. Dünyada IMF programları ile kalkınmış tek bir ülke var mı?!.

***

Hep söylüyor, hep hatırlatıyor, iddia ediyor ve diyoruz ki:

Hiç kimse bir yayın organında bizimle bu konuları değerlendirmek üzere tartışmaz, tartışamaz; herhangi bir televizyonda, radyoda veya açık oturumda karşımıza çıkmaz, çıkamaz...

Neden tartışamaz? Neden karşımıza çıkamaz?

Çünkü bu gerçekler o kadar ayan beyan açıktır ki; bir söylense, halkımız bir duysa, 50-60 yıldan beri kurdukları “sömürü sistemi” ve “soygun düzeni” yıkılıp yok olur.

Ondan sonra Türkiye’yi yerinde tutmak mümkün olmaz.

Beyler! Bakanlar! Baş/bakan/lar!

Ekonomi bir ilimdir.

Bu ilmi öğrenmezseniz, bindiğiniz dalı kesersiniz.

Sözün özü ve sonuç:

Bu ülkeyi batırmayın, bindiğiniz dalı kesmeyin!

 

 

***

 

 

 

 

 

Yapılması gereken nedir?

Reşat Nuri EROL

30.04.2009

Çağımızın çok yönlü en önemli sorunu nedir?

Çağımızın en önemli sorunu şudur. Her ulus, özellikle de kuvvete dayalı sistem ile yönetilen uluslar, kendisine bir tanrı edinmiş ve o tanrı çevresinde diğer devletlerle savaşmak, savaşıp yenmek ve yendikten sonra onları sömürmek ideali içinde yaşamaktadır.

Devletlerin kendi varlıklarını korumaları ayrıdır, devletlerin diğer devletleri sömürmeleri ayrıdır. İşte bu şirktir, böyle bir anlayış Allah’ın gücüne ortak olma iddiasıdır.

Oysa Allah Firavunları ve Nemrutları -yani her çeşit diktatörleri- değil, insanlığı/halkı kendisine halife yapmıştır. İnsanlığı kabile ve diğer irili ufaklı topluluklara, birbirleriyle tanışıp yardımlaşsınlar diye ayırmıştır.

Bir olan Allah’a ve O’nun kitap ve peygamberleri vasıtasıyla bize bildirdiği dine/düzene inandığımız zaman, artık herhangi bir ülkedeki halkların çıkarları ile bütün insanlığın çıkarlarını birleştirmiş oluruz.

İşte özü ve özetiyle olması gereken budur.

Ama günümüz dünya düzeni böylesine “adil” değildir.

Yeryüzünde tekel sömürü sermayesinin hükümranlığı ve “zulmü” vardır.

***

Tekel sömürü sermayesi oluşturup tüm insanları onun işçisi/kölesi yapmaya çabalamak şirktir. Rahman’dan başka ilah kabul etmektir. Aslolan işçi-patron ilişkisi şeklinde değil de, ortak-çalışan ilişkisi şeklinde olan bir “sistem/düzen” yapılanmasıdır. Çalışanı yani emek sahibini “işçi” olarak değil de, “ortak” görerek çalıştırmak, faizi ortadan kaldırıp herkese “faizsiz çalışma kredisi” vererek insanları eşitlemek gerekmektedir. Zenginleri, zenginliği, sermayeyi yok etmek değil ama, onları emek sahiplerine hizmet eder hâle getirmek, sömüren olmaktan çıkarmak gerekmektedir.

Karşılıksız para ve insanların o para peşinde koşmaları şirktir. Bugün iman etmek demek karşılıksız parayı reddetmek demektir.

Bunu nasıl yapacağız, bunu nasıl başaracağız?

Bugün, günlük olarak aldığımız ve elimizde bulunan TL’nin kaç gram altın ettiği bellidir. Dolayısıyla karşılıksız değildir. Günlük işlemlerde o parayı yani TL’yi para olarak kabul etmek Allah’a kulluktur, Rahman’a kulluktur.

Ama bu paranın yarın ne olacağı belli değildir, karşılığı bilinmemektedir. İkinci gün değeri değişmektedir, artmakta veya eksilmektedir. Onun için borçlanma TL üzerinden değil; altın, demir, buğday, toprak/arazi gibi “reel değerler” üzerinden yapılacaktır.

O halde ekonomi açısından bakıldığında bugünün en önemli meselesi nedir?

Peşin ve günlük alış-verişleri Türk Lirası ile yapmak;

Borçlanmayı ise “hakiki” yani “reel değerler” üzerinden yapmaktır.

***

Halkımızın bunu yapabilmesi için bizim “kredileşme hesabı sistemi”ni kurmamız, bankalar nezdinde bu hesapları açılabilecek hâle getirmemiz, açtıktan sonra da halkımıza şunu dememiz gerekir:

‘Ey insanlar, gelin bu hesaptan borçlanın.’

İşte, Adil Ekonomik Düzen Çalışanları olarak bize öncelikle düşen görev, bunu yapmak ve örnek olarak halkımıza göstermektir. İlk örneği gösterdikten sonra da onu benimseyen devlet başkanı, siyasi parti lideri veya belediye başkanlarına sunmaktır.

Başkanlar, önderler, liderler yapıp uygulayınca, halkımız da derhal yapacaktır.

Evet, sözün özü ve sonuç olarak yapılması gereken budur:

Faizsiz kredileşme hesabı sistemini kurmak ve halkımıza örneğini göstermek.

Halkımız ondan sonrasını kendisi yapar.

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Milli Gazete 2009 Yazıları
1-2009 Ocak
1262 Okunma
2-2009 Şubat
1148 Okunma
3-2009 Mart
1240 Okunma
4-2009 Nisan
1140 Okunma
5-2009 Mayıs
1209 Okunma
6-2009 Haziran
1174 Okunma
7-2009 Temmuz
1153 Okunma
8-2009 Ağustos
1092 Okunma
9-2009 Eylül
1247 Okunma
10-2009 Ekim
1132 Okunma
11-2009 Kasım
1316 Okunma
12-2009 Aralık
1112 Okunma

© 2024 - Akevler