Röntgen
1521 Okunma, 1 Yorum
Ahmet Altan - Taraf
Özer Ataç

26.02.2010

 

Şu son yaşananlar, bu ülkeyle ilgili çok temel gerçekleri bu halka gösterdi.

“Görmemiş gibi yapanlar” da gördü aslında ama bir kısmı gerçeği kabullenmekte zorlanıyor, bir kısmı da eski oyunu hâlâ devam ettirebileceğini sanıyor.

Ama önemli olan onlar ya da tepkileri değil.

Önemli olan, gerçeğin çok çıplak bir şekilde röntgeninin çekilip halkın önüne konması.

Bugüne dek bütün uğraşları bu röntgeni çektirmemek, gerçekleri göstermemekti.

Çünkü bu röntgen bir kere çekildikten, bu cumhuriyetin yapısındaki çarpıklıklar açığa çıktıktan sonra halkı kandırmak o kadar da uzun sürmez.

Biz ne gördük bu son olaylarla?

Bir kere bu ülkenin hukuk sisteminin tamamen “ayrımcı” bir anlayışla ve “haksızlığa” dayanan bir zihniyetle oluşturulduğunu gördük.

Hukuk, devleti ve halkı ikiye ayırmış.

Ordu, yüksek yargı ve bürokrasi “devlet” kabul edilmiş, hukuk sisteminin içine yerleştirilen maddelerle bunlar “hukukun dokunamayacağı” bir koruma altına alınmış, onlara çok geniş bir “suç özgürlüğü” alanı açılmış.

Halktan birisinin yapması halinde “suç” kabul edilenler, “devleti oluşturanlar” tarafından yapıldığında “suç” kabul edilmiyor.

“Suç” kabul edilse bile bu insanlar “yargılanamıyor”, yargının dışında tutuluyor.

Ordu ve yüksek yargı istediklerinde “hukuk sistemi” üzerinde büyük bir baskı kurabiliyorlar ve bunun hesabını vermiyorlar.

Hatta bu “ayrıcalıklı” alanın, emeklileri kapsamasını da istiyorlar.

Geçen gün ordunun bütün orgeneralleri ve oramiralleri toplanıp “yargıya doğrudan” müdahale sayılabilecek bir açıklama yaptılar.

İstedikleri neydi?

Balyoz darbe planı nedeniyle hukuk önünde hesap vermesi gereken eski kuvvet komutanlarıyla generallere dokunulmamasıydı istedikleri.

“Böyle bir plan yoktur, uydurmadır, iftiradır, bu komutanlara dokunulması haksızlıktır” mı diyorlardı?

Hayır.

Balyoz planının varlığını reddeden bir tek söz söylemiyorlardı.

Çünkü onlar da bu planların gerçek olduğunu ve bu planı yok saymaya kalkmanın ileride kendi başlarını da derde sokabileceğini biliyorlardı.

Peki, ne diyorlardı?

“Böyle bir plan olsa bile o paşalara dokunmayın, biz çok kızarız.”

Korkutmaya çalışıyorlardı.

Bu arada biz, “emekli kuvvet komutanlarının” ifadelerinin “normal” savcılar tarafından alınamayacağını da öğreniyorduk.

Yasalara öyle bir madde eklemişler.

Peki, niye böyle bir ayrıcalıkları var?

Neden beyin cerrahlarına tanınmayan bir ayrıcalık kuvvet komutanlarına tanınıyor?

Neden fırıncıları bir karakol polisi bile sorgulayabilirken bir paşayı sorgulamak o kadar zor oluyor?

Ya da neden başsavcılar ayrı bir sorgulama sürecine tâbi?

Bu ayırımcılık zaten bu toplumu “efendiler” ve “köleleri” olarak ikiye ayırıyor.

Bu ayırımcılığın en büyük destekçisi de medya.

Doğrusu ya ben medyanın bu kadar “paşacı” olduğunu tahmin etmiyordum, biraz daha utanma duygusuna sahip olabileceklerini sanıyordum, ortada Balyoz planı gibi bir plan dururken, camilerin bombalanmasından söz edilirken, “ama efendim teşebbüs hali suç sayılmaz” diyebileceklerine, “darbe hazırlayanların” yargı önüne çıkmasını “büyük zulüm” diye niteleyebileceklerine ihtimal vermiyordum.

Medyanın bir bölümü peçesini attı ve CHP ile birlikte “darbe savunuculuğuna” geçti.

Halkın değil darbecilerin yanında yer aldı.

Röntgen elimizde şimdi.

Ordudaki, yüksek yargıdaki, medyadaki çarpılmaları açıkça görebiliyoruz.

Bu “cumhuriyetin” nasıl bir “azınlık tahakkümü” üzerine bina edildiğini, halkı hiç umursamadığını artık her olayla biraz daha net bir biçimde anlayabiliyoruz.

En önemli gelişme budur.

Generallerin, yüksek yargının, medyanın çırpınmaları, bu gerçeğin halkın zihnine daha keskin bir şekilde yerleşmesine yol açıyor.

Son olaylar, sisteme “teşhis” konmasını sağladı.

Tedavisi de halk tarafından elbette yapılacak.

Böyle hasta hasta sürünmeye devam edecek değiliz ya.

 

 

Y O R U M    :

 

HARP OYUNUNDA DARBE SAKLAMAK ; YADA  AYRIMLIYKEN KAHRAMAN AYRIMSIZKEN İNKARCILIK..

 

l)  GERÇEK HAK DİNİN,  BİRİCİK KRİTERİ:

İnsanlık tarihi  binlerce yıl içinde çeşitli istismarlar görmüş, bunların en büyüğü  insanın doğrudan kalp ve akıl bileşimine yapılan din istismarıdır. İnanç insanın dışarıya karşı en güçlü içeride en zayıf alanıdır.İstismar, sömürü şebekeleri bu yüzden bu alan üzerinden kuşatma ve kullanmalar yapagelmişlerdir.

 

İnsan aklı sorgulama solumasıyla yaşamını sürdürür. Sorgulama,varlığın içyüzüne ulaşmayı ve kendisiyle ilişkilerinde tanımayı amaçlar.İnsan sorgulamaya önce kendinden başlar giderek, çevresine ve zihinsel olarak ulaştığı her şeye  sürdürür.

Din,insanın kendine ve doğaya yönelik sürdürdüğü sorgulamanın kaçınılmaz bulgusudur. Bu bulgu kendi içinde bitimsiz ve öznenin yaşamına koşut değişkenliğini sürdürür.Dinin dışında ve içinde olmak bedenin içselliğini idrak ile “dışarıya” yönelik yaşamaktır.

 

Sorgu ve bilgi etkinliği uyum sağlamak amaçlıdır. Uyum ile yaşamın zorlaştırılması veya engellenmesi  olasılıkları giderilmek istenir. İçsel ve dışsal etkilerin kişililik dejerasyonları  uyum frekansıyla  nötrleştirilir.

 

Güvenlik ihtiyacı insanlığın fiziki en temelli ihtiyacı olması sebebiyle, giderici çözümlerin olumlandığı haller yaşamın insanla uyumlandığı haller olarak tanımlanabilir. Uyumlanma halinin  bilimsel olarak ilkeleşmesi hukuk ve adalet ile kurumsallaşır.

 

İnsanların korunağı olarak oluşturulmuş hukukun uyumlanma gücü, içini dolduran adalet ile belirlenir. Adalet, hukuk dairesi içinde kalan insanlığın, homojenliğini zorunlu kılar; her kim ya  da kurum   hangi gerekçeyle olursa olsun, bu zorunluluktan  istisna edilirse, hukuk dairesinin bir hücre gibi yaşamasını sağlayan sitoplazma hükmündeki adalet alanına virüs/ayrımcılık   sokmuş olur;  ki artık o hücre/sistem, ölümcül  hastalığa tutulmuştur.

 

Bu bağlamda, din kendi önerdiği iç yansımalı dışsal havzasında bu yaşam dairesinin  içinde yaşayan insan dahil, tüm yaşam biçimlerinin yargılanabilirliğini hem kendinin hakikiliğini hem de tercih edilen sistemin yaşanılırlığını sağlamış olur:

 

Yargılanamayan hiçbir kişilik veya kurum yoktur! Yargılanmaz yalnız Allah’tır!! Böylelikle, dinin referans kaynakları olan doğa ve yaşam izlenim/bulguları da anlayış, yorum, tatbikat  etkinleri bakımından da dokunulmazlıktan çıkar.Hangi din ya da sistem yargılanmayan ihdas etmiş ise onun karanlık yolcu / yaşam kırıcı  olduğunu peşinen söyleyebiliriz.

 

2) YARGILANMAYAN GÜÇ YIKICIDIR:

İnsanlığı belirleyici güçleri (önderler, kuvveti elinde tutanlar, hakim guruplar) diğerlerini de etkileyerek, durum koruması anlamında ve etkilediklerini de yanlarında tutmak için geleceğe yönelik umutlar  vaat ederek devletler kura gelmişlerdir. Güvenliğin sistematik /otomatik (sürekli, yaygın) hale gelmesi için kurulan bu devletler,  kazançlarıyla besledikleri orduları kendilerini de çerçeveledikleri hukuk dairesinde adalet taramasından istisna ettiklerinde varlıklarını olumlu sürdürebilmelerini sabote etmiş olurlar.

 

Yaşamın sihhat paralosı şudur : Yargılanmayan organizma, türev veya mükemmellik yoktur !

 

Kurucu kadro veya iradede dahi kendi “emeklerini” yaşatabilmeleri için bu parolayı kendilerini de içine katarak uygulamalıdırlar. Kuruluş aşamasında böyle bir “tevazuu” benimsemek, kuruluş hedeflerini aksatma olasılığını  içinde barındırsa da;  bu olasılık, kendilerini bu göreve soyunduran önceki sistemin, başlangıç ya da sonrasında temizle(ye)mediği  virüsten olduğundan, kendilerinin de böyle bir akıbete düşmemeleri içi işleyen akıl gereği ve zorunludur.  

 

Silah mekanizmasının emniyeti onun barış içinde güvenlikle kullanılabilmesi içindir. Orduların emniyeti de onların hukuk içinde kalıp gerektiğinde “kasmadan” yargılanabilmeleridir.

 

Diğer taraftan hukuk ve yargılama erki de aynı şekilde hukuk ve yargılamaya tabiidir.

Hukukun yaşam alanı adalettin homojenliğiyle sağlandığından; uygulayıcıları en önce ve erken biçimde bu adalet sisteminde yargılanabilmelidirler. Böylelikle varlıklarının oluşturulmasının samimiyetini ancak kanıtlayabilirler.

 

3) HALI ALTINDAKİ PİSLİKLER:

Balyoz planının dehşet, vahşet ve inanılmaz senaryolarının “harp oyunu” savunmasıyla savuşturulmaya çalışılması gücün bulunduğu yerde sağlıklı aklın olamayacağına dair güncel ve ibretlik kanıttır.

 

Temizlik ödevlisinin halı altına süpürdüklerini bulan ev sahibine diyeceği nedir?!  Bulunan bu pislikler logar patlaması niteliğinde olduğunda ev sahibi ne hisseder? İnkarcılara, verilen bu örneği   kurum lojmanlarının seçkin kullanıcılarının evlerinde logar  akıntılarının  divan altına saklandığını,  , kendilerinin de “ kokudan” ( konut site sorumlusu hükmündeki Nato ‘dan))  ortaya çıkardıklarını, hayal edecek empatiye davet etme yeteneğimiz olsa milletin aydınlarının neden figan ettiklerini ancak anlayabileceklerdir.

 

Aydınların, imtiyazlı sistem içinde, alışılmış hempanın perdesini aralama dürtü ve güdülerinden dolayı, ayrı tutulanlarca,  hain (perde kaldırıcı/tecavüzcü) olarak karalanması profesyonel hampacılığın doğal refleksidir. “Hain!!” yaftası, ayrımcılık (tan ya da ) kaynaklı ise sahtekarlıktır.Hain lik emanet edenin zaaflarıyla emanete el koymaktır.

 

4 ) AYRIMCILAR VE YALAKALAR:

Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar? Sorunsalı ayrımcı mı yalakayı doğurur yalaka mı ayrımcıyı doğurur ikilemine yansımıştır. Medya ve türleri bu oluşumda kara akıl sahiplerine en güzel örnektir.

 

Tavuk oluştuğunda bildiğimiz  yumurta ortaya çıkacaktır. Oluşumunu tamamlamamış tavuk çıkardığı yumurtalar söz konusu yumurtalar değildir. Yumurta tavuktan çıkar ve sonra  hem tavuğa hem de diğer yaşama katkı sağlar.

 

Medya ve türlerinin içindeki karanlık akıl inkarcılığı, gücün (ordu ve/ya yargının) aslını inkar kaynağıdır. İnkarcı akıl, varlığını sürdürebilmek için kurduğu bu örtük şebekeyle gücü karanlığa alet edegelmiştir. Böyle bir gücün, düşeceği olumsuzlukta atılacak “ilk taş” yine karanlık akıl taraftarlarından olacaktır.

 

SONSÖZ  VEYA ÖNERİ:

Yalan, iftiranın toplumda  rahatlıkla  önemsenmeden ortaya çıkması; karanlık beslenicilerce  gıda olarak güncelleşmesi,  sözünü ettiğimiz   yıkıcı yapıyı kurumsallaştıracaktır. Basit, insani ilkelerden olan yalan söylenmezliğin,  tek tek ve hep beraber, her bulunulan yerde savunulması,  hemen  atılacak ilk küçük  adım,  toplumsal “kurtuluş” için çok ucuz bir reçete olarak önümüzdedir; buna yeni “ikinci cumhuriyetin” ilk tuğlası da diyebiliriz. 

 

Özer Ataç


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
06.03.2010
17:27

Temennilerin mekanizmasını önermiyorlar.

Batı ekseriyet sistemini önermiş ve ekseriyet iktidarını layüsel yapmıştır. Sermaye benim param var gücüm var halkı emrime alırım istediğimi iktidar ederim.İktidar benim dediğimi yapar ve dünyayı idare ederim demiştir. Sermaye Ahmet Altan ve Özer Ataç yuvarlak doğruları sıralayıp bazı temennilerde bulunuyorlar. her yerde her zaman istediğini iktidar yapamamıştır. Ya da yaptığı iktidar her zaman istediğini yerine getirmemiştir.

Ordu iki bin iki seçimlerinde Ak Partinin iktidar olmasına izin vermiştir. Sermaye beklenmedik bu izin karşısında Ak Partinin iktidarına mani olamamıştır. Ak Parti sermayenin isteklerini yerine getirememiş veya getirmemiştir. İşte orduya ve iktidara saldırının sebebi budur.

Sayın Ataç ve Altan beylere soruyorum: Ordu güçlüdür. İstediği zaman zulüm de yapabilir. Ordumuzu yok edemeyiz. Yargı güçsüzdür. Ama Orduya dayanarak zulmedebilir. Hakimlerin askerlerden daha az zulmedeceğini varsayanların ya akılları yoktur ya kötü niyetlidirler. Doğru olanı yargının adil olması ve ordunun da buna inanıp emrine girmesidir. Ordu yargıya inanmıyor. İtaat etmiyor. Şimdi bir tek seçenek kalır: Halk kimi güvenilir kabul ederse onu haklı kabul etmemizdir. O da seçimle belirlenir. Ordu istemese de seçimlere saygılı, yargı ise hetgün iktidar partisini kapatma peşinde. Biz ordu güçlü olduğu için, ordusuz devlet olamayacağı için üstelik ordu iktidar partisi ile çatışmadığı için ordumuzu tutuyoruz.

Biliyoruz ki bir ülkede adil bir yargı sistemi olmazsa halk ve ordu o yargıya inanmazsa o devlet yaşamaz. Adil Düzen önce yargıyı düzeltmek onu adil ve güvenilir kılmak istiyor. Ordu yine yargıya müdahale ederse o zaman o ordunun ıslahı için gereğini yapmaya çalışırız.

Yargının güvenilir ve adil olması için tek çözüm vardır. Hakimlik sisteminden hakemlik sistemine geçmek. O zaman bütün dokunulmazlıkları, millet ve bürokratik dokunulmazlıklar kaldırılabilir. Ama şimdi bir savcının ordu komutanını sorguya çekmesini kabul etmek demek devletin yıkılmasını temenni etmekten başka bir şey değildir. Benim aklım şuna ermiyor: Altan ve Ataç bunu bilemiyor mu yoksa devletin yıkılması umurlarında değil mi?





Sayı: 38 | Tarih: 28.02.2010
Ebubekir Sifil
Kandil Uydurmacası
10347 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Hayrettin Karaman
Kutlu Doğum
2108 Okunma
20 Yorum
Hilmi Altın
Ahmet Hakan
Türk Ordusu'na çağrı
1601 Okunma
5 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ahmet Altan
Röntgen
1521 Okunma
1 Yorum
Özer Ataç
Dücane Cündioğlu
Kendiniz olmasaydınız ne olurdunuz?
1514 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Reşat Nuri Erol
'Kusura bakma IMFFAİZciğim'
1503 Okunma
Ilker Ardic
Ümit Zileli
Hüsnü Mahalli - İç ve dış politika
1459 Okunma
Osman Köse
Bekir Berat Özipek
KCK Operasyonları neyin önünü açtı?
1427 Okunma
Bünyamin Demir
Nazlı Ilıcak
Mevlana'dan
1410 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Mehmet Şevket Eygi
Ilımlı İslâm, Ilımlı Müslüman...
1407 Okunma
4 Yorum
Emine Hocaoğlu
Can Ataklı
Paşa’ya eteklik giydirenler şimdi demokrasi kahram
1400 Okunma
Mesut Karaaytu
Ruşen Çakır
Düne bakmaktan yarını unuttuk
1380 Okunma
Tayibet Erzen
Ali Bulaç
Anayasa ve Kodları
1379 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Mehmet Altan
Sıra 27 Nisan Muhtırasına mı Geliyor
1369 Okunma
3 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Fikret Bila
İnsani boyut aşılırsa iş değişir
1367 Okunma
Harun Özdemir
Mahir Kaynak
Operasyon boyutu
1333 Okunma
3 Yorum
Süleyman Karagülle
Zülfü Livaneli
İki Türkiye Cumhuriyeti
1317 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Niyazi
Sanat ve insanî özellikler
1312 Okunma
Abdurrahman Erol
Toktamış Ateş
Yeni üniversiteler
1307 Okunma
Osman Eskicioğlu
Fehmi Koru
Çakallar bizden değildir!
1273 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler