Düşürülen Türkiye uçağı ve HAKEMLİK

Türkiye’den kalkan bir askeri uçak Suriye deniz sınırında uçarken düşürülmüş ve iki pilotu kaybolmuştur; arama çalışmaları devam etmektedir... Suriye Hükümeti uçağı düşürdüğünü kabul etmiş ama Türk uçağı olduğunu bilmediklerini beyan etmiştir... Türkiye hükümeti de “uluslararası hukuk” alanında kendisine bir savunma alanı aramaktadır... Oysa “uluslararası hukuk” diye bir şey yoktur. Her şeyden önce, bir şeyin “uluslararası hukuk” olabilmesi için “uluslararası sözleşmeler” seviyesinde bu konuyla ilgili bir anlaşmanın veya anlaşmaların olması gerekir. Bilindiği üzere buna dair bir anlaşma yoktur. İkincisi ve daha da önemlisi “uluslararası adil yargı sisteminin” olması gerekir. “Hakemlerden oluşan böyle bir yargı sistemi” yoktur. Atanmış yargı/lar vardır... O halde bugünkü bu şartlarda “uluslararası hukuk” demek, sermayenin bu husustaki buyrukları üzerinde durmak demektir... Uluslararası siyasi desteği aramak başkadır, uluslararası hukuk başkadır...

Biz öncelikle “Adil Düzen”e göre yani şeriata göre yani Kur’an’ın çağımız yorumuna göre durum nedir, onun üzerinde duralım ve meseleye açıklık getirelim. 1- Herkes savunma hakkına sahiptir. Haklarına tecavüz edilen kimse kendisini savunur. Bu onun hakkıdır. O halde kendi sınırları içine giren bir yabancı uçağı düşürme hakkı her devlet için vardır. Eğer bu uçak Suriye sınırlarında düşürülmüşse değişik ihtimaller vardır. a) Uçak mekân itibarı ile Suriye dışında idi, ancak uçak Suriye’yi gözetliyordu. Bu durumda Suriye’nin hukukuna saldırıyordu demektedir. Suriye’nin o uçağı düşürme hakkı vardır. Yine de uçağın bedelini ödemek zorunda değildir. b) Uçak Suriye sınırları dışındadır ve Suriye’yi gözetlememektedir. O halde Suriye bu uçağı düşürmekle onu tazmin eder. 2- Herkesin kişiliği korunmuştur. Savaş dışında mahkeme kararı olmadan kimse kimseyi şartlar ne olursa olsun öldüremez. Ölümüne sebebiyet verse bile haklılığına veya haksızlığına bakılmaksızın diyetini öder. Bu durumda Suriye -şartlar ne olursa olsun- iki pilotumuzun ailesine ağır diyeti ödemek durumundadır. Bu da yüz araçtır. Birer milyon dolar civarında bir meblağdır. 3- Uçağın sınır ihlalinde bulunup bulunmaması önemli değildir, uçağın Suriye içini gözetleyip gözetlememesi önemlidir. Bunun ispatı da gayet kolaydır. Uçak gözetleme uçağı ise gözetliyordu demektir. Gözetlemediğinin ispatı Türkiye hükümetine düşer. Uçak gözetleme uçağı değilse o zaman gözetlememesi asıldır. Gözetlediğine dair isnat Suriye hükümetine düşer. Bu uçağın tazmin edilmesi ile ilgilidir. Pilotların da iyi niyetlerine karar verilmelidir. 4- Bütün bunların tespiti Birleşmiş Milletler’in Güvenlik Konseyi yani güçlü devletlerin değil, tarafların seçecekleri “iki hakem” ile hakemlerin seçeceği bir “başhakem” tarafından sağlanır ve karara bağlanır. Hakem kararlarına taraflar uyarlar. Böyle bir davada bu hususta bilenler olarak hakemliği kabul edenin hakemliğini kabule hazırız. Bunu yapmak bize farzdır. Çünkü Allah “ıslah edin” diyor. Bizim başka bir gücümüz olmadığı için bu yorumu yazmakla yetiniyoruz ve yetkililere “HATIRLATMA” görevimizi yerine getiriyoruz. 5- Hakemler karar verdikten sonra hakem kararlarına Suriye uymazsa ne yapılacaktır? İşte, Sayın Davutoğlu’nun şimdi yapmakta oldukları o zaman yapılacaktır. Hakemler kararı çıktı. Buna rağmen Suriye karara uymuyorsa, işte uluslararası baskı o zaman gerekir. Yoksa şimdi zaten malum güçler Türkiye ile Suriye’nin kapışmasını, kardeş oluşlarını unutarak birbirini kırmasını, bu güzel toprakların Sevr’e göre paylaşılmasını istemektedir. Şimdi Sayın Davutoğlu’nun sorması ve yardım istemesi yanlıştır. Daha haklı olduğumuz belirlenmedi ki yardım talep ediyoruz. Kendi kendimize haklılığımızı ilan ediyor, sonra dünyayı yardımımıza çağırıyoruz. ‘Haklısınız’ diyorlar, bizi kapıştırıyorlar! 6- Türkiye Hükümeti yetkilileri hiçbir sebep yokken Suriye’nin iç işlerine karışmış, halkıyla yöneticilerin arasını açmış ve hasmane beyanlarda bulunmuştur. Yetmedi, bir de keşif uçakları ile sahillerini gözetlemeye başlamıştır. Bu davranış nefsi müdafaa değildir. 7- Sayın Davutoğlu asıp kesiyor. İsrail’in yaptıkları ortadadır. Türkiye’nin acziyeti de ortadadır. Çünkü uluslararası malum güç İsrail’i korumakta, Suriye’yi ise korumamaktadır. Güçlü devlet küçük devletleri daima müsamaha eder. Abdülhamit Kıbrıs’ı İngilizlere kiraladı, Batum’u aldığımda senden de Kıbrıs’ı alırım dedi. Türkiye ancak İsrail’den hakkını aldıktan sonra Suriye’den de hakkını alma hakkını kazanır.

8- Yukarıda beyan ettiğimiz hususlar bu işin hukuki tarafıdır. Hukuk sebeplere değil fiillere bakar ve hükümleri fiillerde verir. (Meselenin diğer yönleri gelecek yazıda.)