Soruşturma ve bucak yönetimi
Önceki yazıda “Yasama, Yürütme, Yargı, Yönetme” konusu üzerinde durduk. “Soruşturma” yargılamadan daha önemlidir. Faili meçhul cinayetler, otuz-kırk yıl süren davalar hep bu soruşturmanın zorluğundan ve gerektiği gibi yapılmamasından ileri gelmektedir. “Yargılama” kör topal gitmektedir ama “soruşturma” en önemli sorunu teşkil etmektedir. Bir taraftan “suçsuza ceza verilemez, kimsenin hürriyeti sınırlandırılamaz” denmektedir ama bugün öyle değil, soruşturmanın selameti için henüz mahkûm olmayanların, hapishanede olanların sayısı belki de mahkûm olanlar kadardır. Dünyanın her karakolunda dayak atılmaktadır. Onun için “soruşturma” hakemlikten çok daha önemlidir.
Kedileri bile güldürecek kurallarla güya adil yargılama sürdürülmektedir. Hâkim kararı ile insanlar tutuklanmaktadır. Sanki hâkim odasında otururken olanları polisten daha iyi bilmektedir. Savcı kararı ile dayak atılmaktadır. Savcı soruşturmayı başaramayınca karakola gönderilmekte ve orada dayakla söyletilmektedir.
Bu sebepledir ki Kur’an’a en çok bu “soruşturma” kısmında muhtacız...
Ele aldığımız konu bakımından halk üç gruptur; fahri soruşturmacılar, şahitlikleri kabul edilmeyenler ve şahitlikleri hakemler kararı ile kabul olunanlar…
Soruşturmanın sonunda iki türlü sonuç elde edilir. Kanaat değil kesin deliller ortada olursa, aksi olma ihtimali yoksa buna “beyan” denmektedir; tebeyyün etmiş, ispatlanmıştır...
Soruşturmacı kesin kanıtlara dayanmalıdır. Bir adam öldürülmüştür. Mermi üzerinde yapılan araştırmada ölüm sebebi belli tabancadan çıkan mermidir. Kişi oradan uzaklaşmış, bir saat sonraki aramada adamın üzerinde o silah bulunmuştur. Bu hususlar balistik muayenelerle ve kişiyi yakalayan polisçe sabit olmuştur. İşte bunları tesbit eden “soruşturmacı” bu kişinin onun tarafından öldürüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Bu ispat “beyine”dir.
Birçok zamanlarda durum böyle olmaz. Soruşturmacı kesin deliller bulamaz ama kendi kanaati öyle oluşur. Mesela Suriye olayları ile ilgili bizim kanaatimiz, hedeflenen şey Türkiye ile Suriye arasını açıp İran’la Türkiye’yi kapıştırmaktır. Bu bir kanaattir, delil değildir. Diyelim ki biz bu kanaati beyan ettik. Sonra gerçekten İran ile Türkiye arasında savaş başladı. İşte bu kanaattir. Yani önceden bildiriyorsun, varsayımla bildiriyorsun ama sonunda o varsayım doğrulanıyor.
Allah insanı zalum ve cehul olarak yarattı. Bu zavallılık durumundan kurtulması için ona akıl verdi ve kitaplar göndererek içtimai kurallar oluşturdu. Bunlardan biri savaştır. Savaşı ortadan kaldıralım diyorlar. Oysa savaş olmazsa denge bozulur. Hayvanları koruma derneği ortaya çıkmış, dağdaki ayılara dokunmayacaksın diyorlar. Tekel sermaye insanları hayvanlar gibi oynatmaktadır. Et yemeyeceğiz... Ormanlardan yararlanmayacağız...
Bir ağacı kesmek ile bir otu koparmak, bir armudu yemek arasında ne fark vardır?
Allah’ın yarattığı bu dünyayı beğenmiyor, kendileri tamirat ve ıslahat yapmaktalar!
Kur’an diyor ki; o zaman yer ve göklerin kuturları dışına çıkınız...
Yani bizim görevimiz bozuk olan dünyayı düzeltmek değil, düzeni bozmamaktır.
Hep hatırlatıyoruz; düzeni “Adil (Ekonomik) Düzen” olarak bir bucakta kurmalıyız.
Bucağın nüfusu ortalama 5 bin kişi civarındadır. Bucak başkanı bütün halkı tanımaktadır. Oranın güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Denetim mekanizması çalışmaktadır. Polis polisle denetlenmektedir. Hakem hakemlerle denetlenmektedir. Ne var ki sonunda bir yerde bu denetleme yetkisinin sona ermesi gerekir. Bugün bu devlet çapına çıkarılmış, hattâ uluslararası yargı üstünlüğü getirilerek sermayenin saltanatı teslim edilmiştir. Bugün tüm yeryüzünü sermaye denetlemektedir ama aslında denetleyememektedir.
İşte İslâmiyet bunu bucak başkanına kadar çıkarır.
Son denetleyici bucak başkanıdır. Bucak başkanını kimse denetleyememektedir. Hakemler aleyhine karar verebilmekte, mahkûm edebilmektedirler. Ne var ki kısaslar diyete dönüşmekte, diyet de bucak tarafından ödenmektedir.
Başkan nasıl denetlenmektedir? Gelecek yazıya bu konu ile başlayacağız…