Ve rabbuke e’lemu bi men fî’s-semâvâti ve’l-erdi
Bu haftaki (906’ncı hafta) KUR’AN VE İLİM çalışmalarımızda, İsra Suresi 55’inci ayete geldik ve bu suredeki 12’nci hafta çalışmamızdır. Ayetin meali şöyle: “Ve Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri daha iyi bilir. And olsun ki peygamberleri birbirinden üstün kılmış ve Davud’a Zebur’u vermiştir. / Ve rabbuke e’lemu bi men fî’s-semâvâti ve’l-ardi ve lekad faddalnâ ba’da’n-nebiyyîne alâ ba’dın ve âteynâ dâvude zebûran.” DİB mealidir)
Bu haftaki tefsir/yorumumuz şu cümleyle başlıyor: “Sure üçüncü binyıl uygarlığını anlatmaktadır...” Devamı şöyle: “Üçüncü binyıl uygarlığını kurarken çok farklı bir durum vardır. Tarihte devlet başkanı olarak sadece Hazreti Davud ve oğlu Hazreti Süleyman hükümdar olmuşlardır. Diğer peygamberler devlet kurmamış, devlet başkanı olmamışlardır. Hazreti Muhammed aleyhisselam da on sene için İslâm devletinin düzenini sağlamış ama bir devlet modeli oluşturma esnasında dünyadan ayrılmıştır. Dört halife onun yerine geçmiştir ve onlar peygamber değildir. Hazreti Musa’dan sonra devleti kuran Hazreti Davud olmuştur...” (s.2’den)
“Bu surede “Rabbiniz e’lemdir” ifadesi dört yerde geçmektedir. a) Rabbiniz nefislerinizde olanı e’lemdir. b) Rabbiniz sizi e’lemdir. c) Rabbiniz semavat ve arzda olan kimseleri e’lemdir. d) Sebili en fazla ihda eden Rabbiniz e’lemdir...
“(…) Peki, ondan sonraki “ben” nedir?
Bunlar da dört tanedir.
a) Bilinçtir. Ben varlığımı bilmekteyim. Nefsim her zaman değişmekte ve başka şekiller aldığı halde bende hiç değişmeyen bir şey vardır. O da benim. Çocukluğumdan beri yaptıklarımı bilirim, ben yaptım derim. Bildiklerimi bilirim, ben bildim derim. Bu değişmeyen şey nefsin ötesindedir, nefsinde olan değildir.
b) Acı veya tatlıyı duyuyor, üzülüyorum ve seviniyorum. Hislerim olarak olanı bilgisayarlı yapamazsın. Bayılttığın insanda bir yeri keserken inleyebilir. Bilgisayarı ağlatabilirsin ama bilgisayarı üzemezsin, sevindiremezsin. Bu da nefsin ötesinde bir şeydir.
c) Bir taş kayadan kopar ve düşer ama bir taş ben bunu yapayım diyemez. Oysa insan önce bir şeyi yapmak ister. Onu yapar veya yapamaz. Örnek olarak bir arkadaşımıza sigara bıraktırmayı isteriz, hatta bunun için beynimizi harekete geçirir ve sözler de söyleriz ama onu ya çok zor başarırız ya da başaramayız. Bilgisayarın bir sistem yapmaya kalkışma ve başarılı olma veya olmama yeteneği yoktur. Bir şey yapsa bile onu istediği için değil, dışarıdan gelen etkiye cevap olarak kendi iradesi dışında yapar. Oysa insan onu yapmak istediği için yapar veya olmasını istemediği zaman onu durdurur.
d) İnsanda dördüncü bir özellik daha vardır. O da kendisi gibi olanlarla anlaşma yapar. Etkileşme vardır. Örnek olarak mıknatıs demiri çeker ama farklı bir cevap veremez. Ben ve diğer bir Türk ‘at’ dediği zaman bir hayvanı veya bir fiili anlar. Oysa Fransız ‘at’ dediği zaman ya hiçbir şey anlamaz veya farklı şey anlar. Bu ilişkilerde ne DNA bağı vardır, ne de 01 bağı vardır. İşte bunların oluşturduğu ben de insanın ruhudur.
Bunu daha iyi anlamamız için bütün dünya dillerinde “sen” var, “ben” var. Ruhu olmayana “sen” diyemezsin. Ruhu olmayan “ben” diyemez. Bilgisayar “ben” sesini çıkarır ama Türklerin anladığını anlamaz. Benimle tartışan Dr. Mete’nin nefsi değil ruhudur.
Ruhu olanlar Arapçada “Men”, Türkçede “Kim” olarak ifade edilir. Ruhu olmayanlar Arapçada “Ma”, Türkçede “Ne” veya “Nesne” olarak ifade edilir. “Semavat ve arz” bir varlığın adıdır, Kâinat anlamındadır. Bu kâinatta bulunan “Ma” olmayan “Men”ler dört tanedir. Biz yalnız bir tanesini görüyoruz. Öbürlerinin varlıklarını zihnimizdeki muhakeme ile biliyoruz. Onlarla diyalog kuramıyoruz. Onları göremiyoruz.
Bu “Men”ler şunlardır.
a) Melekler. Bunların varlığını canlılarda gördüğümüz DNA dizilerinde görüyoruz. Masanızda bir gül resmini görseniz, bunu biri yaptı dersiniz. Bahçenizdeki güller şimdi kendi kendine çoğalmaktadırlar ama baştan kendi kendine var olmamaktadırlar. İşte bunları ilk yapan işçilere “melek” diyoruz. Arapçada esre faili, üstün mefulü ifade eder. Melik var, melek var. Kâinatın bir meliki vardır, O’nun kâinatta birçok melekleri vardır. Biz onlara “melek” diyoruz.
b) İnsan var, bir de “cinler” vardır. Cinlerin varlığını Güneş’ten gelen ışığın tahlilinden öğreniyoruz. (…)
c) Üçüncü “insan” denen varlıktır ki görüyoruz. Kâinatın dörtlü olduğunu düşünürsek, demek bir dördüncü varlık daha vardır ki, bizim ruhumuza benzer başka “ruhlar”…” (s.3-4’den; devamı var)