“- Kim uğraşsın. Sermaye veya yönetici mi? Kimse uğraşmasın değil kim uğraşsın? onun cevabını vermeden gereksiz aynı cümleleri tekrar ediyorsun”
Bu cümlenizin cevabını size vermiştik. Sistemin işleyişinden önce “kim” sorusu, insanları dizayn etme çabasından doğar. Önce sistemi dizayn etmelisiniz sonra o sistemde insanların nasıl yer alacağını belirlersiniz.
Sorunuzun cevabı basittir tabii bize göre: Bir işletme, bir üretim tesisi, bir mal veya hizmet üretiyor ise, bu mal veya hizmeti tüketici ile buluşturana kadar olan tüm süreçleri içine almalıdır. Yani bir mal pazara çıktığı ana kadar üretimin içindedir. Kim yapacak bunu? Tabii insanlar yapacak, tabii ki her kademede, her aşamada görevliler olacak, çalışanlar olacak ve görevlerini yapacaklar. Sistem işleyecek.
Bizde “sermaye” dediğiniz şey yoktur. Aslında pratikte de yoktur. Bu bir fenomen. Sermaye sahibini erişilemez yapan sizlersiniz aslında. Biz kimse uğraşmasın demedik, size “çalışan bununla niye uğraşsın?” diye sorduk. Ama cevap alamıyoruz.
“Normal Kanal kim ? sermaye tekeli mi? Dolar tekeli mi? onların ortak taşeronları mı.? Biz işçiye ürettiği malın senedini veriyoruz. O depolama nakletme, bozulma gibi külfetlerden kurtulduğu gibi, onu bankaya götürüyor rehin bırakıyor. Faizsiz kredi alıyor, sonra ürün kar edince satıyor. Bana cevap vermekle uğraşma sistemimizi anla ondan sonra tenkit et. Siz önce bizi onda bir bile anlamış değilsiniz. Sizin sistemi de anlatabilmiş değilsiniz. Çünkü sorulara cevap veremiyorsunuz.”
Normal kanal şudur: Üretim demek, bir malın ilk girdi anından itibaren tüketiciye ulaşana kadar olan tüm süreçlerdir. Normal kanal budur. Burada tüccar yoktur, komisyoncu yoktur, spekülatör, manipülatör yoktur. Reel bir sistem vardır sadece. Bunları size anlatmıştık.
İşçiye niye senet veriyorsunuz? Hakkını ödeyin. Parasını ödeyin. İşçi harcadığı emek ile size para üretti. Neden işçinin ürettiği parayı vermek yerine senet veriyorsunuz?
Nasıl kurtuldu? İşçiye parasını vermediniz. Hakkını tam olarak ödeme garantisi de vermediniz. Tam aksine, işçinin Hakkı olan bir malı aldınız ve o malı işçinin tercihi dışında istediğiniz gibi sattınız. Fiyatıyla oynadınız. İşçiye zarar ettirdiniz. Yani sömürdünüz. Nasıl kurtulmuş oldu? Zarar ederek size zaten ödemiş olur.
Niçin kredi alsın işçi? Zaten çalıştı ve parayı üretti. Krediye niye ihtiyacı olsun?
Açıkçası size anlamaya çalışıyoruz ama; söylediklerinizin anlaşılır tarafı yok. Bunun için üzgünüm. Ve evet, bizim sistemi de anlatabilmiş değiliz. Daha çok anlatmamız lazım. Bu konuda haklısınız.
“- Çalışan ambara mal teslim ediyor. Belge alıyor. Borsamız var. Kasadaki senet miktarı ile belgeleri karsız alıp satıyor. Arz talep kanunları çalışıyor. Malı pazarda değil resmi borsada satıyor. Satacağı malı ucuz bulursa bankaya gidiyor. Belgeyi bankaya veriyor. Karşılığında kredi istihkak ediyor. Nakit alır onunla alışveriş yapıyor yahut başka malın belgesini alır. Anlamaya çalış sonra eleştir. Sistemimizi anlamadan eleştiriyorsun. Buna hakkın yok. Anlamak için sorarsın. Öğrenmek istemezsen bu yanlış.”
Hayır, sizi anlıyoruz. Siz, borsanızın veya piyasanızın pozitif gelişim içinde olacağını varsayıyorsunuz. Ancak atladığınız bir noktayı size hatırlatıyoruz: Arz-talep kanunlarında pozitif beklentiler yer almaz. Arz-Talep demek, zayıf olan tarafın sömürülmesi demektir. Siz bunu verimli bir şeymiş gibi bize anlatırsanız biz bunu anlamakta zorlanırız. Bu yasaların neden işlemediğini, neden zayıf olan tarafın sömürülmüş olacağını size anlatmıştık.
“ Kuranı herkes kendi uslu ile anlar. Benim Kurana dayandırmadığım belki tek cümle yoktur. Kuran arz ve talep kanunlarını çok açık ifade etmektedir. vezni kistle yapın sözü terazide haksızlık yapmaktır. Mizanı ikame etme demek dengeyi kurma demektir. Yani arz talep kanunlarını çalıştırma demektir. Mali akıtlarda rıza şartı serbest pazarlığı getirmektedir.”
Örneğin nerede ifade etmektedir?
Kist (القسط )- Nitelikli Ölçüm[1]: Nitelik bakımından benzerliğin ölçülmesi. Benzeşen şeyler arasında nitelikli ölçüm. Nicelik ve nitelik olarak benzeşme. Buna göre “mal takası” yapılamaz. Çünkü mallar, nitelik olarak benzer değildir. Ancak ölçülebilir bir değer üzerinden (emek) takas gerçekleşebilir. Ölçme standartları. Değer bakımından eşitlik.
Benzeşen şeyler arasında nitelikli ölçüm. Aynı koşullarda çalışanların aynı gelire ulaşmaları, aynı üretim koşullarında üretilmiş ürünlerin eşit ölçülendirilmesi ve değerlenmesi gibi nitelik olarak benzeşen şeyler arasında ölçme kıstaslarının da eşit olması gerekir. Yani elma ile elma arasında ölçülebilir bir benzerlik vardır. Dolayısıyla ölçümün veya değerlemenin aynı kriterler ile yapılıyor olması gerekir. Bu da ancak emek ile mümkündür.
Vezn (الوزن)- Miktar Dengesi[2]: Ağırlık/miktar bakımından ölçülebilir olan şey. Ağırlık-miktar döngüsü. Kütle-miktar arasındaki ölçülebilir ilişki. Bir şeyin hacimsel olarak standart ağırlığının miktarı. Ağırlık-miktar arasındaki standart denge.
Mizan (الميزان)- İktisadi Denge[3]: Ölçülebilir değerler (ağırlık/miktar) bakımından herkesin eşit koşullarda muamele görmesi, alışverişin değer açısından eşitlenmesi, denk bütçe. Bakiyeyi denkleştirme. Balans. Değerlerdeki miktarsal denklik.
Standart kriterlere göre belirlenen değerlerin veya ölçünün, her alanda uygulanabilir olması gerekir. Bu kriterlere göre elde edilen faydanın herkes açısından aynı sonuçları doğurması esastır.
Demek ki Mizanı ikame etmek, ancak uygulayıcısına bağlı olarak gerçekleşir. Bu da uzmanlıkla ilgilidir. Bakınız ayetler (Ya eyyuhellezine amenu….) Dengeyi kim kuracak? Halk mı? Halk bilmediği bir şeyin dengesini kuramaz. Bilen kimseler bunu kurmalıdır. Bunun için de ilkeler olmalı, standartlar olmalıdır. Malı pazara çıkarıp zayıf olan tarafı ezerek denge kurulmaz.
Vezni kıst ile yapabilmeniz için, kist in referanslarının olması gerekir. Haksızlık falan yoktur ortada. Bakınız ayetler. (22 ayetin hiç birinde haksızlık yapmayı ifade eden veya ima eden tek bir kelime yoktur)
Tamam kendinize göre yorumlayın ama; kuranın tariflerini de göz ardı etmeyin.
“- Bütün değerler emek iledir. Emek sahipleri emekle elde ettikleri malları istedikleri miktarlarla değiştirirler. Silahın veya doların bu işe karışması doğru değildir. Dolar iki emeği rıza ile tespit ettikleri değeri belirleyen parçadır metredir. Bunun sahibi de sermaye değildir. Bu sebeple faiz meşru değildir. Silah değildir. Bu sebeple merkezi sistem yoktur.”
Peki, söylediğinizi doğru Kabul ediyoruz. O halde sorumuzu şöyle değiştiriyoruz: Emeğin değeri nedir?
Bir kimsenin elindeki malı canının istediği miktarla değiştirmesi başka şeydir, emeğin değeri başka şeydir.
“Değer bir malın dünyada mevcut bütün mallardaki pay miktardır. Kendi malını tüm mallardan o kadarı ile değerlenir. İşte bunu belirleyen de kişi ile piyasadır. Borsadır. Borsa ona bir değer teklif etmektedir. O da kabul ederse değişmiş olmaktadır.”
Tamam, bunun ölçüsünü bize söyleyin. Örneğin bir adamın elinde bir kilo elma var. Dünyadaki bütün malların içinde bir kilo elmanın değeri nedir?
“- Mülkiyet, ürettiği malın emeğini gösterir. Ben elmayı ürettim. Emeğimle onu kazakla değiştirdim. Kazağı üretmiş oldum. Bende kazak var sende nakit var. Şimdi biz ortağız. Çünkü sen istediğin zaman parayı bana verir malı alırsın. Ortak olsaydın ben sana malı verirdim. Demek ki ekonomiden sadece ortaklık demektir. Yani emekle elde edilen malları tüccarlara veriyoruz. Tüm insanlığı ortak ediyoruz. O bize pazar denilen ortaklık payı belgesini veriyor. Sonra gidip biz ortaklardan istediğimizi çekiyoruz. Bizim ortaklık anlayışımızı anlamadan bizi tenkit ediyorsunuz. Siz bizi anlarken kelimelere bizim verdiğimiz malları vereceksiniz. Fransız’ın konuştuğunu Türkçe olarak anlayamazsınız.”
Hiç kimse bir başkasının emeğinin ortağı değildir. Eğer öyle olsaydı kitap bunu açıkça söylerdi. Oysa tekil olarak herkes için mutlak olan kendi emeğidir. Kimse bir başkasının emeği üzerinde hak sahibi olmadığı gibi ortağı da değildir.
Basitçe şöyle yapsanız: Bir çevrede kişi başına düşen gelir 12 000 para ise, ayda 1000 para, saatte 4.8 para değer var ise, bir kimse bir malı bir saatte üretiyor ise, o halde o kimsenin bir saatlik ücreti 4.8 para olmaz mı? O malın değeri de 4.8 para + kar olmaz mı? Peki, gelir nereden doğdu? Çalışanlar emek harcadıkları için o gelir oluştu. Değer oluştu. Yani emek oluşturmuş olmadı mı?
Kimi nereye ortak ediyorsunuz? Kapitalist ve liberalist ekonomide sizin dediğiniz doğrudur. Ekonomi sadece ortaklıktır. Bu sömürmenin iyi bir yoludur. Tüccar sız bir piyasa düşünemiyorsunuz. Oysa kapitalizm bile bugün tüccarı ortadan kaldırmanın peşinde. Çünkü piyasadaki en büyük istikrarsızlığın sebebidir. Bizim için önemli olan şey, “ortaklık” kavramının ne olduğudur. Bu mülkiyet ifade eder. Siz de zaten farklı söylemiyorsunuz. İşletme tanımınızda ortaklığın ne anlama geldiğini açıklıyorsunuz. Bizim itiraz ettiğimiz budur. Diğer ortaklık türleri de “borç” ile şekilleniyor. Bu da bizim itiraz ettiğimiz şeydir.
Bir ekonomide ne borç, ne de ortaklık olmak zorunda değil. Denge oluşmasını istiyorsak, adil bölüşüm hedefi varsa, tek bir seçenek vardır: Emek. Bunu pazarlığa açtığınız zaman, ortaklık gibi, mülkiyet içerikli bir kavram ile tarif ettiğiniz zaman bizim anlamamız zordur. Bu sizin hatanız değil. Bizim anlayışımıza kesinlikle uygun olmadığı için böyledir.
“- İşletmede patron yoktur. Sorumlu ortak vardır. İşletmede her işin ayrı sorumlusu oluyor. Diyelim ki beş kişi marangozumuzdur. Her biri ayrı ayrı iş alır doğrama yapar. Ne var ki tek başına üretim yapamayacakları için emeklerini takas ederler. Bugün Ahmet’in işini yaparlar. Bu kaç saat ona yardım etmişse beş günde de o buna yardım eder. Kim sorumlu ise o işte onun dediği yapılır. Başka türlü iş bölümü olamaz. Yukarı söylüyorsun iş bölümün asıl olacak hiç siz etmiyorsunuz.”
Aslında işbölümünün nasıl olması gerektiğini de söyledik size. Belki uzun olduğu için okumadınız. İşbölümü grevlere göredir. Görevler de tarif edilmiştir. Hangi görevlerin ilişkili, hangi görevlerin bağımsız olduğu bellidir. Bu görevleri üstlenenler de bu ilkelere göre işbölümünü yaparlar. Çok basittir.
“- Kamu kurumları da birer işletmedir. Ancak serbest arz ve talep kanunları çalışmadığı için orada fiyatlar ve ücretler serbest pazarlık uslu ile tespit edilmez. Kara karla ve formülerle bilgisayarlar karar verir. Kişi iradesi ile değerlendirmediği için durdurulmuş anlamında vakıf denmektedir. Vakıf işletmeler rantabl çalışamazlar bazı yerlerde hiç üretim olmaz. Bu sebepledir ki asıl olan vakıf değil serbest işletmedir”
Kamu kurumlarında fiyat nereden çıktı? Kamu kurumları tüccar değil, üretici değil, fiyatla ne ilgisi var? Ücretin hangi kriterlere göre belirleneceği de bellidir. Kişi başına düşe toplam gelirden bir saate tekabül eden miktar değer ifade eder. Bu da bir saatlik emeğin parasal karşılığıdır. Gelir artarsa ücret de kendiliğinden artar. Kamu kurumları işletme gibi çalışırlar. Onlar da hizmet üretirler, bilgi üretirler. Ancak bu ürettiklerinin bedelini halk vergi ile zaten öder. Onun ayrıca bir fiyatı yoktur. Ama tamamen verimlilik esasına göre çalışırlar. Niçin rantabl olmasın. Niçin verimsiz olsun?
“- Bir şeyi yüzlerce söyletiyorsunuz. Kulağınız duymuyor. Tüccarı çoğaltırsanız, tekeli ünlerseniz, tanzim mağazalarını vakıf olarak kurarsınız. Tüccar asgari karla yetinir. Fiyatı belirleyen üretici ile tüketicidir. Kuran düzeni bunu söylüyor. Aracı karı minimumdur. Zaten İslamiyet’in kapitalizm ve sosyalizmden farkı budur. Kapitalistlerde sermaye aracıdır. Sosyalizmde memur aracıdır. Bizde tüccar aracıdır. Tüccar sermaye ile ticaret yapmaz. Selem kredisini halka verdiğimiz için peşin para vererek tüccara sipariş verir. O da toptancılara peşin para verip sipariş verir. O da iş yerlerine sipariş verir peşin para ile sipariş yapıldığı için satışlar tenzilatlı olur. Tüketici kazanır.”
- Tüccar zaten çoktur ama yine de tekel vardır Bakınız kapitalizm.
- Üretici ile tüketicinin fiyat belirlediği bir örnek gösterebilir misiniz yeryüzünde? Günümüz dünyasında böyle bir yöntem nerede var?
- Yani İslamiyet’te piyasa spekülatörlere emanet edilmiştir öyle mi? Çünkü tüccar bundan başka bir şey değildir.
- Siz parayı nerede bulup halka selem kredisi verdiniz? Mesele selem kredisinde malı önceden satın alırken pazarlık edilmiyor mu? Parayı elinde tutan, üreticiye, baskı yapmıyor mu? Üretmek zorunda olan üretici sermaye ihtiyacını karşılamak için malını çok düşük fiyata vermiyor mu? Böyle ise emeğin hakkını nasıl ödemiş oldunuz?
“ Tüccara malın değerini belirleme yetkisini vermiyoruz. Üretici ile tüketicinin vekili olarak pazarlık yapıyor. Satın alırken Tüketici vekilidir. Satarken de üreticinin vekilidir. O sadece kar denen cüzi komisyon almaktadır. O da emeğinin payını almaktadır. Siz ise ona da ücret veriyorsunuz. Tüketici emek vermemiştir diyorsunuz. Düşünmeden konuşmaktan vazgeçin. Tüketici parayı öderken kendi ürettiği malı ile değiştirmektedir. Para emek karşılığı değildir. Nasıl tüketici bir şey vermedi diyorsunuz. Düşünmeden konuşmak ilmi değildir.”
Tüketici üzerinde pazarlık ettiği malın üretiminde emek mi harcadı? Kendi emeği ile aynı birime sahip olduğu için yani para ile malı takas etmekten başka ne yaptı? Tüketici hangi malı üretti? Tüccar elmayı pazara çıkardı, tüketici de gitti parasıyla satın aldı. Nasıl yani para emek karşılığı değilse neyin karşılığıdır?
Tüketiciye satın aldığı malın üretiminde bir emek harcamadı diyoruz, kendisi ayrıca emek harcamıştır onun karşılığını almıştır. Bu bir başka malın üretiminde harcanmış olan emek üzerinde ona bir hak tanımaz. Siz de bizim söylediklerimizi anlayın.
“- Düşünmeden anlamanız mümkün değildir. Bugünkü sistemde tüccar sermayesi ile ticaret yapmaktadır. İslamiyet’te de yapabilir. Azalan verim kanunu vardır. Sermaye büyüdükçe gelir miktar olarak artar, ama yüzde olarak düşer. Büyüye büyüye sermaye o kadar büyür ki yüzde kar %2,5 iner. Onu devlet elinden alır. Kuralda bir zekât budur. Bu tüccarın sermeyesini durdurur. Durduğu yerde de net karını sıfır kılar. Demek ki bizim sistemde tüccar karı sıfırdır. Fıkhı okumanız gerekir. Hikmetleri üzerinde düşünmeniz gerekir. Görürsünüz ki eksiksiz bir sistemdir. Eksiklikler var yanlışlıklar var. Onu da Kuranın yardımı ile düzeltmelisiniz.”
Sermaye büyüdükçe kar yüzdesi azalır. Bu doğrudur. Bunun nedeni basittir, üretim artmıştır. Ama anlamadığımız devlet hangi hakla elinden alıyor?
Siz zekat kelimesini kullanırken “sadaka” demek istiyorsunuz sanırım.
Fıkhı okuduk, hikmetlerine aklımız ermedi. Uzaktan bakınca, kapitalizme karşı Marksizm’in çıkışı gibi duruyor. Kuran ile hiç alakası yok. Bu yüzden bırakalım fıkhı, kurana bakalım daha iyi olur.
“- Çalışan insandır. Ne yapacağına o karar vermezse o zaman onu insan yerine koymamış olursun. Ne iş yapacağına sen karar veriyorsun, saatlik ücretini kendin belirliyorsun. Sen kimsin. Daha kimliğini söylemedin. Ondan sonra ben işçiyi koruyorum diyorsun. Üretime sen karar verdiğin için tüketime de sen karar veriyorsun. Üretilemeyen mal tüketilemez. Gerçekten emeği kandırmak için bu uydurma yorumlar yapılıyor.”
İyi de zarar etmesine siz karar verdiniz. Bizim niçin zarar etsin, hakkını alsın dememiz onun yerine karar vermek mi oldu?
Hayır, biz kimin ne iş yapacağına karar vermiyoruz. Biz sadece sistemi ve sistemin işlemesi için gerekli olan görevleri tanımlıyoruz. Herkes, her birey kendisi için uygun olan işi seçer ve uzmanlaşır. Kimse buna karar vermez. Ama hangi kademede olursa olsun, üstlendiği görevin kuralları ne ise ona göre işini yapar.
Tüketime kimse karar vermez. Tüketici gider, kendisi için en uygun olan malı seçer ve satın alır. Kimse ona hangi malı alması gerektiğini söyleyemez. Bunları anlattık size, niçin itham ediyorsunuz ki.
Üretim kararı başka bir şeydir. Kaynakların verimli kullanımı ile ilgilidir. Bu da organize bir iştir. Bir işletmenin yapabileceği bir şey değildir. Dolasıyla üretim kararları profesyonel düzeyde alınır. Bununla tüketicinin ilgisi yoktur. Ama bir şey üretildi diye halk onu tüketmek zorunda değil. İsterse tüketir. Kimse bir dayatmada bulunmaz.
Biz ne dedik?
Şunu dedik: Bütün mallar topraktan üretilir, o halde değersizdir. Bütün mallar emek ile üretilir. Emek ise değer ifade eden şeydir. İnsana ait olan enerjidir. Zaman ile ölçülür. Malın fiyatını da bu belirler. Mallar üretilir, kar eklenir, satılır ve sonunda gelir denilen şey oluşur. Diyelim ki 12 000 para gelir oldu. Biz dedik ki, bu geliri emek üretti, o halde emeğin en düşük alacağı ücret de bu gelire göre olmalıdır ve uzmanlığa göre kademeli olarak artırılmalıdır.
Şimdi söyler misiniz, burada emeği kandıran şey nedir? Tümüyle reel, rasyonel olan bir döngü içerisinde emeği nasıl kandırmış olabiliriz?
“- Aracı karını asgariye indiriyoruz. Ondan sonra kim, ne iş ile, ne kadar, nasıl, ne zaman üretsin ve bunları kim ne kadarını ne zaman nerde tüketsin bu soruların çözümünü ancak serbest piyasa ile mümkündür. Ademden beri bu böyledir. İnsanlık böyle yaşatır.”
Kurana kulak vermezseniz ademden beri böyledir diyebilirsiniz. Oysa kuran tam aksini söylüyor. Serbest piyasa başıboş piyasa değildir. Hiçbir zaman olmadı.
“- Siz bize bir şey soracaksınız. Onun cevabını veririz. Kaldı ki sizin bizim delillerimizi anlamanız mümkün değildir. Biz usula dayanarak delil buluruz.. Kuranda rıza kelimesini bulur üzerinde fıkıhçıların anladığı manayı verirseniz delili bulursunuz. Biz delil gösteriyoruz. Ve güvenmiyorsunuz, siz ise Kuranı tahriş ederek kendinize delil uyduruyorsunuz. Onun için biz sizinle Kuran üzerinde tartışmıyoruz. Kuran üzerinde tartışmak için önce usulü anlamanız gerekir. Biz Fıkhı kabul ediyoruz. Aksine delil bulursak bırakıyoruz. Bir icmali kabul ediyoruz. Aksini icma edersek bırakıyoruz. Biz sünneti kabul ediyoruz, günün sorunlarını çözmüyorsa bırakıyoruz. Kuranın ayetlerini mevcut usla göre anlıyoruz. Aksini ispat ettiğimiz zaman o uslu bırakıyoruz. Biz Kuranın Kainatı var edenin sözleri olduğunu kabul ediyor, müspet ilmin kuralları içinde anlıyoruz. Siz bunları temelinden reddediyorsunuz. Nasıl tartışabiliriz.”
Yani şunu mu demek istiyorsunuz: Kuran fıkıhçıların kitabıdır. O halde fıkıhçılardan başkası anlayamaz.
O halde kuran nasıl evrensel oluyor? Siz delil göstermiyorsunuz. Biz kuran soruyoruz, siz bize fıkıhçıları gösteriyorsunuz. Biz evrensel bir metnin önerisi nedir diye soruyoruz, siz bize fıkıhçıların manasını gösteriyorsunuz, tarım toplumunun, ilkel bir toplumun kendi bilgisi ve ihtiyacına göre yaptığı yorumları gösteriyorsunuz. Bunun neresi delil?
“- Tek girdi yoktur. İki kaynak vardır. Doğa ve emek. Doğanın payı kamu payıdır. Onun dışında iki türlü girdi vardır. Miktarları ile girenler vardır. Zamanla giren vardır. Emekle yapılanlar girerler. Hammadde miktarı ile girer. Hizmet ne miktarla ne de zamanla girer. Sorumlulukla girer. Doğa olmazsa emek ne yapacaktır. Doğa imar edilmişse ne işe yarayacak. Düşünmeden yazıyorsunuz.”
Sayın karagülle: Hizmeti emek üretmiyor mu? Kendi kendine mi oluyor hizmet?
Doğa payı dediğinizi emek ile ödemiyor musunuz? Ne ile ödüyorsunuz?
Miktarla giren şeyi de emek üretmedi mi? Kendi kendine mi oldu?
Her şey zaten doğada vardır. Ama üretmek için emek lazım. Emeksiz hiçbir girdi yoktur. O halde bütün girdiler emek iledir.
“- Bu tür saçma cümleleri okudukça şaşırıyorum. Bundan dolayı işlemez diyecekseniz. İşlemeyeceğinin delillerini ortaya koyacaksınız. Çözümün bulunamayacağını söylemeniz gerekir. İşlemektedir Çünkü:
a) Bugün arz talep kanunları işlemiyor. Çünkü arz ve talep kanunları sağlam para varsa işler. Eskiden altın ve gümüş para idi. şimdi her devletin karşılıksız çıkardığı para vardır. Bunu dışında piyasalar büyümüştür. Nakliye, depolama, haberleşme zorlamıştır bu yetmiyormuş gibi vize ve gümrükler de resmen gelmektedir. Tekel oluşmuş ve azamı kar ilkesi içinde fiyatları ücretleri o tespit etmektedir. Siz de onun sözcülüğü yapıyor, sorduğunuz soruya cevap vermiyorsunuz. Sermeye ile yönetim anlaşsın onlar koysun fiyatı ve ücretleri demek istiyorsunuz. Fiyat koymaya gerek yok uzmanlar vardır. Yani sermaye ve yönetim onlar koyar diyorsunuz. Kuran ortaya çıktığı zaman ne devlet tekeli ne de sermaye tekeli vardı. Kuran tekellerin oluşmasını değil oluşmamasını hedef almıştır.”
En azından arz-talep kanunlarını işlemediğini kabul etmiş, bunun ilkel piyasalar için geçerli olduğunu söylemişsiniz.
Hayır biz devlet işine baksın, sermaye de para kazanmak istiyorsa parasını getirip herkes gibi dolaşıma soksun ve oradan kazansın diyoruz. Biz yönetim diye bir şey olmadığını size açıkladık. Nedenleriyle delilleriyle. Bize göre yönetim sadece kurumlar içindir. Halkı ilgilendirmez. Halk tamamen özgürdür. Her kurum kendi yasalarını yapar ve uygular. Ama bunlar halk için değil, kurumun işleyişi içindir.
Merkezi sistem vardır ama merkezi yönetim yoktur. Yönetim dağıtılmıştır. Her kurum kendi sorumluk alanında yönetim yükümlülüğünü üstlenir. Ama bunlar kurumsal düzeydedir. Yani profesyonellikle ilgilidir.
Halkın yönetilmeye ihtiyacı yok.
“- Bankayı kim kuruyor kim yönetiyor. Halk emeğinin karşılığını neden tekel bankaya versin. kendi emeğini kendisi değerlendirsin. Mantık dışı iddialarınızı tekrar etmeyin. Yeni bir şey söyleyin. Anlamadığıma cevap verin
Kredileşme faiz yerindedir. Para da mal gibi değerdir. Ama emekle elde dilmiş değil emekle elde edilenin karlılığıdır. Değiştirme iki şekilde olur. Ayrı cinsten malları miktarları ile değiştiririz yahut aynı cins malları zamanla değiştiririz. İkisine de ihtiyaç vardır. Bunun için iki çeşit fıtrat vardır. Değiştirme ve kredileşme. Bunu sormanız gösteriyor ki siz bizi hiç mi hiç anlamadınız. Yazdıklarımız boşa gidiyor.”
Hangi tekel banka? Banka dediğimiz şey, de sistemin bir parçasıdır. Parayı alıp satan bir kurum değil. İnfakı kara dönüştürüp yatırıma kanalize eden bir kurumdur. Biz buna banka diyoruz. Ama diyelim ki tekel banka, aynı işi yapıyor ise, halkın bankaya yatırdığı parada bir kesinti yapmıyor, yatırımlardan elde edilen geliri de tümüyle dağıtıyor ise, ne çıkar tekel banka olursa?
“- Sermaye kredi yoluyla devreye girer. Yani kimin ne kadar nerden alacağını kredi belirler. Eğer halka satın alma gücü vermezseniz üretim yapamaz. Kime kredi verirseniz diğerlerine hükme eder onları sömürür. Biz tüketiciye sipariş kredisini üreticiye de çalışma kredisini veriyoruz. Demek ki çalışanlar yaşayanları sömürüyor, yaşayanlar da çalışanları sömürüyor. Yanı sürümleniyorlar. Bu anlama yanlışından vazgeçerseniz sayımız çok meşkûr oluyor. Yanlışlarda sıra bize değil kendisi bize zaradır”
Biz yine özür diliyoruz; Halka satın alma gücünü nasıl veriyorsunuz? Borç ile mi?
Neden gelirin dengeli dağıtılmasını sağlamıyorsunuz. Kimseye kredi vermenize gerek yok. Halkın krediye değil, gelire ihtiyacı var. Bugün en büyük problem gelir dağılımındaki dengesizlikle ilgilidir. Oysa geliri adil olarak bölüştürdüğünüz zaman satın alma gücü üç katına çıkar. Ne yapsın halk krediyi. Zaten kendi ürettiği parayı kendisi kullanır hale geldiği zaman satın alma gücü artmış olmuyor mu? Siz gelirin bölüşümünü yapmayarak, ortaya çıkan uçurumu nasıl kapatıyorsunuz? Gelirden eşit şekilde yararlanamayan halkın yerine geliri kime veriyorsunuz? Kim kullanıyor onu?
“- Kuranda altın ve gümüş stoklanmasından bahsetmektedir. Malların stoklamasını ise istemektedir. Ahiret kavramı budur. Yusuf peygambere yedi yıllık yetecek stoklar edinir. Kuranı anlama yerine Kuranın manalarını değiştirme çabanız size zarar veriyor.”
Tamam, biz anlamamış olalım. Ancak şöyle de bakılabilir mi: Eğer bilgiyi doğru kullanırsanız, kaynaklarda meydana gelebilecek olası sıkıntıları da öngörebilir ve buna göre tedbir alabilirsiniz. Bu da sıkıntıya düşmenizi önler.
Bunun stokla ne ilgisi var?
“- Bizden öğrendiklerinizi bize satıyorsunuz. Yarım anlatırsınız. Biz ne diyoruz. Üretim emekle sermayenin çarpımı ile elde edilir. Sermaye içinde doğada vardır. Doğanın payı diyoruz çalışmayanlarındır. Sizi hepsini bölüşme hakkı vardır diyorsunuz düşünmeden konuşuyorsunuz. Her şey emeğindir. Tüketimin bir payın yok diyorsunuz. Şimdi de hepsi onlarındır diyorsunuz. Siz bizi değil de iki sistemi karşılaştıracaksınız. Sosyalizm bir sistemdir. Kapitalizm bir sistemdir. Karam bir sistemdir. Bunları anlıyor bizim sistemimizle karşılaştırıyoruz. Sizin de bir sistemin olmasını çok istiyoruz. Ama bir sistem olarak karşımıza çıkamadınız. Yoklarla sistem olmaz varlarla sistem olur.”
Evet, sizden çok şey öğrendik. Ama daha çok bize hatalarımızı görme fırsatı sağladınız. Ama sizin bilginizle edindiklerimizi asla sahiplenmedik. Kitabımızı incelerseniz, orada sizin adınızı da bulacaksınız dipnot kaynağı olarak. Sizden ne öğrendi isek, bunu aynen ifade ettik. Asla sahiplenme peşinde değiliz.
Yaşam hakkı herkes içindir. Çalışmayanlar için değil. Bir kimse dünyaya geldi ise, hakkı vardır. Bizim işimiz çalışmayanları beslemek değildir. Bizim işimiz, insanların tümüne adil davranmaktır. Kuran çalışmayanların hakkı vardır, çalışanların yoktur demiyor. Herkesin hakkı vardır diyor. O halde herkes bundan yararlanır. Zengin bile.
Tüketim ekonominin parçasıdır. Biz bir malın üretiminde tüketici herhangi bir emek harcamış değildir, dedik. Farklı şeylerden söz ediyoruz.
“- Kamu yatırımları devlet yapar. Kuranda en çok durulan sebilulahdır. Yani topluluğun yollarıdır. Sermaye bütün yatırmaları özel sektöre yatırır. Sosyalistle bütün yatırımları kamuya yaptırır. Karama bölüşerek yatırım yaparlar. İslamiyet, özel yatırımları özel sektör finanse eder, kamu yatırımları kamu finans eder. Bizzat yapma ise inşaat müteahhitleri yaparlar. Onlar da sermaye sahipleri değil sadece emek ortaklıklarıdır. Hangi müteahhit ne kadar ortak bulursa ona göre iş yapar. Çalışanın parasını devlet öder. Alınan malzemenin parasını devlet öder. Müteahhidi değil yapıyı borç aldırır. Müteahhit kabulden sonra sadece payına sahip olur, satışına bakamaz. Ondan sonrakinden sorumlu değildir. Yani çalışanlar yatırım yaparlar. Çünkü yalnız onlara kredi verilir.”
Devlet hiçbir yatırım yapmaz. Devlet sadece kendisini ilgilendiren alanlardaki planlamayı yapar. Toprak planlamasını yapar, yaşam hakkı planlamasını yapar, doğal kaynak planlamasını yapar. Yatırım devletin işi değildir. Zekât kurumunun işidir. Devlet sadece bunları tahsis eder. Hiçbir yatırım yapmaz. Nereden çıkarıyorsunuz devletin yatırım yapma görevini?
Sebilulahdır değil “fi-sebilulahdır”, bunun yatırımla ne ilgisi var. Bilgi ve kaynak şebekesinin yatırım ile ilgisi nedir? Yatırım için tahsis etmek, bilgi sağlamak, planlamayı yapmaktır diyorsanız sorun yok. Ama bu kavrama dayanarak devlet yatırım yapar diyorsanız bu sıkıntılı bir durum.
Sayın karagülle
Sizinle yazışmaktan ve tartışmaktan büyük zevk alıyoruz. Asla aşağılanmış veya hakarete uğramış gibi bir hissiyata kapılmadık. Böyle bir şey olsa bunu açıklıkla söyleriz. Size daha önce de açıkladığımız gibi, biz batılı mantalite ile düşünmeyiz. Biz Asyalılar gibi düşünmeye alışık insanlarız. İkisi arasındaki farkı anlarsanız eğer, bizim herhangi bir hakaret veya aşağılanmak gibi bir hissiyata kapılmayacağımızı da fark edersiniz. Bizden özür dilemenizi gerektiren herhangi bir şey yok. Tam aksine, biz belki bilmeyerek sizi kırmış olabiliriz. Ama yine tamamen Asyalı mantalite ile açıkça ifade edebiliyor olmakla ilgilidir. Kimseye hakaret kastımız yok.
Bizim söylediklerimizi kabul etmek zorunda olmadığınız gibi, bize iyi davranmak zorunda da değilsiniz. Bizim sizden bir şikâyetimiz yok.
Saygılar sunuyoruz.