İstanbul - Kudüs (Gazze, Filistin, İsrail) - Mekke - 44
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam…
‘İstanbul-Kudüs-Mekke’ hattı merkezli değerlendirmelere devam ediyoruz…
Bu üç kelimenin ortasında ‘Kudüs’ var, dolayısıyla ‘Gazze’ var; başka neler var?
Pek çok şey var; ‘İslam/silm/barış’ var, ‘adalet’ var, ‘tarih’ var, diğerleri var…
Bugün ne var; ‘savaş’ var, ‘zulüm’ var, ‘soykırım’ var, ‘sosyal tufan’ var…
Hayatın ahlâkî-ilmî-iktisadî-idarî/siyasî 4 alanda da ‘sosyal tufan’ var…
Erbakan Hocamızın ifadesiyle ‘tek çare ve çözüm Adil Düzen’ var…
“Adil Düzen… Adil Ekonomik Düzen… Adil Dünya Düzeni…”
Bunlar var ama ‘summun-bukmun-umyun’ olanlar da var!!!
‘Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır’ (Saff 8)
Kur’an ayetleri ve sureleri öyle diyor; bunları yazdık…
7 Ekim 2023 tarihinden beri yazdıklarımıza bakıla…
‘İstanbul-Kudüs-Mekke’ hattı derin anlaşılmalı…
Elbette ‘Gazze, Filistin, İsrail’ ile birlikte…
***
Bugünkü bu girizgâh ve hatırlatma ya da uyarılarımızdan sonra, derin hem de çok derin sorularla devam edeceğiz; soruları bugünkü yazısında soran yazara teşekkürlerimizle…
“Sahi, 1917’de neler oldu? Gazze nasıl düştü? Tam 400 yıldır Osmanlı idaresindeki Kudüs nasıl Haçlıların eline geçti? Filistin’den, Şam’dan, Halep’ten nasıl ve neden çekildik? Ardından verdiğimiz Kurtuluş Savaşı’nda dünyanın her yanından, bilhassa Hindistan’dan uğruna yardımlar yağdıran Hİlafet elimizde bu kadar devasa bir güçken, bir imkân iken, bir iktidar iken, hatta geniş anlamda bir vatan iken ondan nasıl vazgeçtik? Bir vatandan, bir güçten, bir imkândan, bir küresel siyasi nüfuzdan, tanınan meşru liderlikten feragat etmeye bizi zorlayan bir şey olmalı, değil mi? Yoksa bir karış vatan toprağı için canını feda etmeye hazır bir millet onca vatan toprağından nasıl bile isteye ve hatta sevinerek feragat etmiş olabilir?” (Yasin Aktay, Yeni Şafak, 06.01.2024)
Sorular derin; cevapları da derin olmalı…
Yazar, bu sorulardan sonra bir yazarın yazdıklarını hatırlatmış: “Star gazetesinden Resul Tosun bu vesileyle hatırlatmış aslında. “HİLAFET kaldırılırken gerekçeyi açıklayan dönemin Adalet Bakanı Seyyid Bey özetle ‘İstanbul’daki halife şeriatı tam olarak uygulamaktan aciz olduğu için şeriat hükümlerini uygulama görevini Meclis’e (TBMM) veriyoruz’ demiştir. Nitekim Cumhuriyet’in fabrika ayarlarını belirleyen 1924 Anayasası’nın Meclis’in görevlerini sayan 26. Maddesi’nin ilk fıkrası, ‘Ahkâm-ı şer’iyeyi tenfiz’ şeklinde düzenlenmiştir.” Yani Hilafet ilga edilmemiş, TBMM’nin manevi şahsiyetine devredilmiştir.”
***
“Hilafet gelecek dertler bitecek”
İsmail Kılıçarslan bugün (06.01.2024) “Hilafet gelecek dertler bitecek” başlıklı bir yazı yazmış; bir kısmını okuyalım… “Hilâfet makamı, bugün zannedildiğinin aksine dini değil son derece siyasi bir makamdır. Halifeliğin son derece güçlü ve işlevsel şekilde kullanıldığı dönemler, İslâm’ın erken dönemleriyle Osmanlı’nın hilâfet makamını devralmasını takip eden 2-3 asır olmuştur. Bu güç, tarihin belirli dönemlerinde öyle bir hale gelmiştir ki tabiri caizse “âleme nizam” vermeyi başarmıştır. Müslümanların karşısındaki blokun ilan edilecek bir cihattan, uygulanacak bir ambargodan, çıkarılacak bir savaştan ölümüne korkmasını sağlamıştır. Bugün mesleki onurunu önemseyen hiçbir tarihçi, bu anlattıklarımın dışında bir şey anlatmayacaktır bize hilâfet ile ilgili. Hilâfetin elbette siyasi bir makam olduğunu söyleyecekler, bu makamın doğru kullanıldığı dönemlerde Müslümanların çok rahat bir hayat sürdüklerini izah edeceklerdir.” Yazının tamamı okunursa “derinlik” daha iyi anlaşılır…
‘İstanbul-Kudüs-Mekke’ hattı merkezli değerlendirmeler işte böylesine derin…
(Derinliklerin anlaşılması ve gereğinin yapılması için devam edeceğiz…)