Anladım ve aktarmayı görev bildim; SAĞLIK-1
Sağlık önemli, hem de çok ama çok önemli ve meselenin önemine binaen zaman zaman bu köşede kendimce önemli yazılar yazdım; yazmaya da devam edeceğim, inşallah…
Sağlık çalışanı çok yakın doçent doktor ve cerrah arkadaşımdan, sağlık sorunu ve çözümü içerikli bir yazı geldi; meselenin hülasası içerikli yazıyı hep beraber değerlendirelim…
Yazının başlığı bile etkili, şöyle; “Anladım Ve Aktarmayı Görev Bildim”, yazarı da Adevviye Şeyda Karaslan. Sağlık sorununun son zamanlardaki gidişatının özü ve özeti mahiyetinde olan yazıyı bu alandaki dertlerimize deva olması dua ve dileklerimle sunuyorum…
“Hastalık imtihanında ve şifa peşinde olduğum uzun süreçte; şifanın bütüncül olduğunu anladım. Yani maddi hastalıkların sebebi de manevi arazlar, eksikliklerimiz. Kur'an-ı Kerim'i emrolunduğu üzere anlayarak okumakla rehber edinmek, duaların gücünden faydalanmak ve sevgili peygamberimizin sünneti seniyesine uygun yaşamakla sağlığımızı korumanın mümkün olduğu yanında; yaratılış gayesine, dünyaya geliş amacımıza ulaşmanın ve gereklerine uymanın şifanın ta kendisi olduğunu öğrendim. Aksinin ise genel adıyla hastalık; sonucunun da maddi ve manevi anlamda ölüm ve helak olduğunu...
Hastalıkların sebebi bunlardan bihaber ya da bildiğimiz halde uzaklaşmış olmamız. Daha anlaşılır ifadeyle derdimiz gayesizlik, asıl derdimize ulaşamamış olmak. Gayemizi kaybetmiş ve üstelik bunun da bilincinde olamamak.
Bize öncelikle bu asıl gaye, uğruna kendimizi geliştirmemiz, kazanmamız gereken bir ebedi hayat, ebedi saadet olduğu gerçeği unutturulmuş. Her şey bu dünyada yanlış algısı yerleştirilmiş zihinlere. Bu yüzden hedef bu dünyalık kazançlar olmuş sadece. Maddiyat uğruna maneviyat zayi olmuş. Maneviyat eksikliği aşırılıklara, dolayısıyla dengesizliğe, hastalıklara davetiye çıkarmış.
Ne olduğunu bilemeden birşeylerin açlığını çekiyor, kör dövüşüyle arıyoruz bu yüzden. Kazanılan maddiyat, ulaşılan dünyalık hevesler, kariyerler huzuru, mutluluğu bulmaya yetmediği için buhranlar ve hastalıklar da bitmemiş.
Bunalım içinde olanlara ‘bir meşgale bul kendine’ derler ya hani; işte bulduk zannedenler de sadece meşgul olacak bir oyuncak bulmuş, asıl gayeyi değil. Kimimiz işine aşık olduğu avuntusuyla işkolik, kimimiz para, mal, mülk, kariyer, prestij ile huzuru, mutluluğu bulacağı zannında; paranın, malın hizmetçisi, bekçisi olmuş. Kendini gerçekleştirme şansı bulamamış çoğunluk ise işine, eşine, evlatlarına adanmışlık kuruntusuyla kurban rolünde.
Oysa her birimizin ortak yaratılış gayesi, tekâmül etmemiz. Daha sağlıklı, daha iyi, daha olgun, daha huzurlu, mutlu; kendine, ailesine, çevresine, insanlığa faydalı kâmil insan olmamız. Asıl ebedi hayata hazırlanmamız, layık hale gelerek seçmeleri kazanmamız.
Bunun da ortak, olmazsa olmaz koşulları ve her birimize özel imtihanları var elbette. Yaşadıklarımız bu uğurda almamız gereken derslerden, vermemiz gereken imtihanlardan ibaret. Dünyaya geliş gayemizi öğrenip bu ulvi amaca hizmet edebilmek; razı ve razı olunmuşlardan olarak, selim bir kalp ile ruhumuzu teslim edebilmek, ebedi saadeti kazanabilmek önemli olan.
On iki yıllık tasavvuf okuma ve zikir-ibadetle geldiğim yazma aşamasında son beş yılda yazdıklarımı bir kitapta toplama imkânı da bunun bir parçasıymış meğer. Bu yüzden okuyarak hakikatine ulaşamazsın sözüne ek olarak illa okuduklarını hayata geçirmek, yaşamak yanında yazmak da gerek diyebilirim. İnsan yazarken daha iyi idrak edebiliyor yaşananların o hengâmede gözden kaçan ayrıntılarını; olayların sebebi hikmetini anlayabiliyor.
İşte ben de yazarken niçin bir ömür hastalıkla sınandığımın, onca ilaç yan etkisi ve ameliyat sekeliyle(*) mücadele etmek zorunda kaldığımın sebebi hikmetini anladım. Deneyim kazanmak, yaşayarak öğrenmek ve bu ahir zaman hengâmesinde karşı karşıya kalacağımız bu tuzakla ilgili yazarak gerekli uyarıyı yapabilmek, doğruları anlamak, gerçekleri aktarabilmek, canlı tanık, delil, örnek olabilmek içinmiş meğer.” (Devamı var…)
(*) Sekel: Bir hastalıktan sonra yerleşip kalan işlev veya doku bozukluğu.