Metin Kabakcı
VAHDET-İ VÜCUT
26.12.2013
7231 Okunma, 6 Yorum

Tasavvufta, varlığın birliğini savunan öğreti. Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistemleştirilen öğreti, sadece Allah'ın varlığının zorunluluğu temeli üzerine kuruludur. Benimseyen mutasavvıflarca tevhidin en yüksek yorumu sayılan öğreti, diğer bazı mutasavvıflar tarafından fenâ makamında kalmanın ortaya çıkardığı bir yanılgı olarak nitelenir. Bazı İslâm bilginleri ve hukukçuları ise, tüm varlıkların tanrılaştırılması anlamı taşıdığı gerekçesiyle küfürle suçlarlar.

Vahdet-i vücud öğretisi, Allah'ın varlığının zorunluluğu ilkesine dayanır. Buna göre özü gereği varolan varlık (vücud) birdir ve bu da Allah'ın varlığıdır. Bu varlık zorunlu (vâcib) ve öncesizdir (kadim, ezelî). Çokluk, parçalanma, değişme ve bölünmeyi kabul etmez. Biçimi (suret), sınırı (hadd) yoktur. Buna mutlak varlık (vücud-ı mutlak), saf varlık (vücud-ı baht) adı verilir. Mutlak varlık, varlıklar dünyasına nisbetle bir ayna gibidir, anlaşılır ve duyulur tüm nesneler onda görünür; diğer bir ifadeyle Allah zatı ile değil ama fiil ve sıfatları ile tüm varlıklarda, mutlaklık özelliğini yitirmeksizin ve kesinlikle değişime, bozuluşa uğramadan görünür (tezahür eder). Bu nedenle varlıklar da onun aynâsıdır. Tüm evren, Allah'ın varlığı nedeniyle var olur. Öyleyse evren Allah'ın dışlaşmış biçimi (zahiri), Allah da evrenin özü, gerçekliğidir (batını).

Mutlak varlık, Allah'ın zatının aynıdır; varlığı, gerçekliği üzerine bir eklenti değildir. Diğer varlıklarda ise durum tersinedir. Nesnelerin varlıkları, gerçeklikleri üzerine bir eklentidir. Çünkü nesnelerin gerçekliği, ezelde Allah'ın ilmindeki beliriş ve biçiminden oluşur. Bu gerçekliğe ayan-ı sabite (sabit gerçeklikler) denir. Sabit gerçeklikler ya da ilmî suretler (suver-i ilmiye) varlığın kokusunu bile almamışlardır. Bu nedenle, bunlara verilen varlık, onların üzerine bir eklentidir. Varlığın Allah'ın sıfatlarından olması düşünülemez. Çünkü bu, varlığın zat ile varlık dışındaki başka bir şeyden oluşması anlamına gelir. Oysa her şey varlığa tabidir, o hiçbir şeye tabi değildir.

Allah'ın varlığı, mutlak varlık olması bakımından bilinemez. Bilinebilecek olan şey, varlık ile var olan biçimlerdir. Allah'ın zatını, tüm belirişlerden (taayyün) aşkınlığı nedeniyle kavramak imkansızsa da varoluşun mertebelerinde (meratib-i vücud) haricî varlık kazanması nedeniyle kavramak mümkündür. İşte tasavvuf yolcuları bu kavrayışın peşindedirler. Evren, Allah'ın varlığıyla var olan ve Allah'ın varlığının aynasında görünen kimi geçici, yok olucu suretlerden ibarettir'. Bunların belirme ve görünüşleri akıl ve duyularla ilintilidir. Nesnelerin gerçeklikleri özleri gereği değil, Allah'ın varlığıyla sabittir. Nesnelerin aslı yokluktur (adem) ve bunlar sürekli bu aslî durumları üzeredirler. Olgunlaşmamış insanların akıl ve duyuları, varlığı nesnelerin bir niteliği olarak algılar. Ama bu yanılsamanın neden olduğu bir yargıdır. Nesneler, diğer bir deyişle Allah'ın varlığında görünen suretler, gerçekte bir hayal ve seraptırlar. Bunların kesif ve hatta varolmuş görünmeleri sadece akıl ve duyulara göredir. Allah bunların hayali olan varlıklarında, bu hayali varlıkların gerçeklikleri nedeniyle görünür. Gerçek varlığa sahip olan kendi zatı ile görünmez. Evren varlık dünyasına çıkmadan önce, Allah'ın zatı ile birlikte başka bir şey olmadığı gibi, şimdi de O'nunla birlikte varolan bir şey yoktur.

Evren gerçek bir varlık değil, gölge bir varlıktır. Gölge, kendisinin varlık nedeni olan kişi ya da nesnenin varlığından başka bir varlığa sahip olmadığı gibi, evren de Allah'ın varlığından başkâ bir varlığa sahip değildir. Nesnelerin görünen varlığı, hayali bir varlıktır. Nesneler sürekli değişmekte ve bozulmaktadır. Bir anda varmış gibi görünen suretin yerini, bir sonraki an başka bir suret almaktadır. Bu nedenle, insanın nesnelerin gerçekliğine hükmetmesi, duyularının bu sürekli değişimi algılamakta yetersiz kalışındandır. Evrenin varlıkla ilişkisi, su buharı, bulut ve karın su ile ilişkisi gibidir. Bulutun ve karın varlığı, hayali bir varlıktır. Bunların suyun varlığından başka bir varlıkları yoktur. Her biri, suyun bizim duyumlarımıza göre aldığı bir suretten başka bir şey değildir. Hayati olmayan, gerçek olan ise, bunların aslı olan sudur. Çünkü biçimleri değişmiş bile olsa, suya özgü gerçeklikle vardırlar. Eridikleri ya da yoğunlaştıkları zaman, ortada yalnız gerçek olan su kalır.

Allah'ın ilminde, kendi zatının, fiillerinin, isim ve sıfatlarının suretleri vardır. Çünkü Allah, zatını, fiillerini, isim ve sıfatlarını bilmektedir. Allah'ın ilmindeki suretlere ayan-ı sabite (sabit gerçeklikler) adı verilir. Evreni oluşturan nesnelerin Allah'ın ilmindeki suretlerine de aynı şekilde ayan-ı sabite denir. Ayan-ı sabite, Allah'ın isim ve sıfatlarının suretleri olması bakımından ilahî gerçekliklerdir; diğer yandan da varlıkların gerçeklik ve dayanaklarıdır. Bunların dış dünyada varlık kazanmaları, feyz-i mukaddes denilen Allah'ın tecellisi ile mümkün olur. Dış dünyada varlık kazanmamış sabit gerçeklikler yaratılmış değildir (gayri me'cul). Bu nedenle onlar da Allah'ın ilmi gibi ezelîdir, kadîmdir.

Allah'ın ilmindeki sabit gerçekliklerin dış dünyada varlık kazanmaları, sayısız varoluş aşamasından sonra mümkündür. Meratib-i vücud, tenezzülat, tecelliyat gibi adlarla anılan bu varoluş aşamaları, küllî mertebeler halinde belirlenir. Böylece varoluşun dört, yedi, oniki ve kırk gibi çeşitli mertebesinden söz edilir. En yaygın görüşe göre yedi mertebeden oluşan varoluş aşamaları şöyle sıralanır: Lataayyün, taayyün-i evvel, taayyün-i sani, alem-i ervah, alem-i misal, alem-i şehadet ve alem-i insan.

Hakikat-ı Muhammediye, vahdet, tecelli-i evvel gibi adlar da verilen taayyün-i evvel (ilk belirme) mertebesinde Allah, zatının gereği olarak tecelli eder ve tüm isim ve sıfatları ortaya çıkar. Allah, zatından ayrı olmayan bu isim ve sıfatları, diğer bir deyişle kendini, zatını bilir. Vahidiyet mertebesi de denilen taayyün-i sani (ikinci belirme) mertebesinde Allah'ın isim ve sıfatlarının gerektirdiği tüm külli ve cüz'i anlamların suretleri birbirinden ayrılır. Bunlar şehadet alemini oluşturacak nesnelerin sabit gerçeklikleridir. Bu mertebe ayrıca hazret-i rububiyet (rablık mertebesi), perde-i vahdet (vahdet perdesi), menşeü'l kesret (çokluğun kökeni) gibi adlarla da anılır. Âlem-i ervah (ruhlar evreni) denilen dördüncü mertebede sabit gerçeklikler (ya da ilmî suretler), birer basit cevher durumuna gelirler. Bu cevherlerin biçim ve rengi yoktur, zaman ve mekanla nitelenmiş de değillerdir. Cisim olmadıkları için ayrılana ve birleşme kabul etmezler. Bu mertebede her ruh kendini, kendi benzerini ve Rabb'ini bilir. Âlem-i misal (misal alemi) denilen beşinci mertebede varlık ayrılması, bitişme ve parçalanması mümkün olmayan latif cisimler halinde ortaya çıkar. Önceki mertebede ruhları beliren sabit gerçeklikler, bu mertebede, şehadet aleminde görüneceği sureti kazanır. Âlem-i şehadet (görünen dünya) mertebesinde varlıklar, görülen suretler biçiminde varlık kazanır. Böylece varlıklar evreni ortaya çıkar. Varlığın bu dünyadaki görünümü vücud-i izafî (göreli varlık), vücud-i zıllî (gölge varlık), vücud-i imkânî (mümkün varlık) gibi adlarla anılır. Görülen dünyanın ortaya çıkmasından sonra Allah, en mükemmel biçimde insan-ı kamilde (yetkin insan) tecelli eder. İnsan-ı kamil, görünen dünyadan ilk belirmeye (taayyün-i evvel) kadar tüm tecelli mertebelerini kendinde toplar. Bu nedenle kamil insana mertebe-i camla (toplayıcı mertebe) denir.

Vahdet-i vücud öğretisi, varlık hakkındaki temel düşünceye bağlı olarak dinlerin birliği düşüncesini de içerir. Buna göre bütün dinler temelde birdir. Semavî ve beşerî dinler arasında bir fark da yoktur. Çünkü bütün yaratıklar Allah'ın birer tecellisidir, dolayısıyla tapınılan her varlıkta Allah'ın bir tecellisine ibadet edilmektedir. Böylece insanlar gerçekte çeşitli suretlerde görünen rek bir Allah'a ibadet etmektedirler. Bu düşünceye göre; "Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın zatı oradadır" (el-Bakara, 2/115) âyeti de buna delalet etmektedir.

Vahdet-i vücud öğretisi, en çok da varlık ve dinlerin birliği düşünceleri nedeniyle bazı mutasavvıflar, birçok İslâm bilgin ve hukukçusu tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Başta İbn Teymiye olmak üzere kimi bilginler daha da ileri giderek İbn Arabî ve izleyicilerini küfürle suçlamışlardır. Suçlamalar doğal olarak savunmayı ve karşı suçlamayı da beraberinde getirmiş ve tartışma, İslâm bilginlerinin büyük bir bölümünün susmayı yeğlemelerine karşılık, günümüze kadar sürüp gelmiştir. Konu günümüzde de canlılığım korumakta, özellikle akademik düzeyde tartışma sürmektedir.

 

 


YorumcuYorum
Mete Firidin
31.12.2013
21:33

Allahı bir şey gibi algılama sapıklığı buna göre birtakım felsefeler yapılmıştır. Allah bir şey değildir. Yaratandır. Taratılmışlara benzemez. Tanımlanamaz.

Çok eski bir felsefedir. Hinduizmin temel felsefesi olan "evren tanrıdır" yada "Tanrı evrendir" felsefesidir. İbni Arabi bu fikirleri Hinduların felsefe kitabı Upanişatlardan almış ve sanki yeni bir fikirmiş gibi insanlara yutturmaya çalışmıştır. Bize de bugün tasavvuf yutturması şeklinde gelmiştir:

Temel felsefe şudur: Evren tanrıdır. Herşey tanrının parçası yada yansımasıdır. Öyleyse herşeye tapılır. İneğe, maymuna , fareye, puta, İnsana. Dinler de tanrısal bir yansımasıdır. Öyleyse her din doğrudur.... Allah hiç kimseyi cezalandırmaz vs.....

Kısacası Kuran'ı ve içeriğini inkar etme ve Allaha "yalancı" demenin felsefi yanıdır. Gelmiş geçmiş en büyük, kafirliktir.

Upanişad Vikipedi, özgür ansiklopedi Atla: kullan, ara Hinduizm dizisinin parçasıdır Om.svg Hint tanrıları ve tanrıçaları Mitoloji · Mezhepler İnançlar & Uygulamalar Reenkarnasyon · Mokşa Karma · Puja · Maya Nirvana · Dharma Vedanta · Yoga · Ayurveda Yuga · Vejeteryanizm Bhakti Metinler Upanişadlar · Vedalar Brahmana · Bhagavat Gita Ramayana · Mahabharata Puranalar · Aranyaka Shikshapatri · Vachnamrut İlgili Konular Ülkelere göre Hinduizm Liderler · Mandir Kast sistemi · Mantra Terminoloji · Hindu festivalleri Murti Upanişad, Hinduizm'in felsefi ve daha çok mistik yapıdaki kutsal kitaplarıdır, Şruti kategorisinde yer alırlar. Anlamı "yanıbaşına oturmak"tır. Bu metinler geçmişte Hindu rişilerinin ("peygamberlerin") öğrencilerine öğrettiği gizli bilgilerdi, Vedalar'ın sonu (Vedanta) ve tamamlayıcısı olarak görülürler. 200'ün üzerinde Upanişad vardır ama Muktika Upanişad, yalnızca 108 Upanişad'ın ismini listeler, bu nedenle "resmî" upanişad sayısının 108 olduğu söylenebilir. Bir Hindu efsanesine/inanışına göre Upanişadların toplam sayısı eskiden 1180 idi ama zamanla çoğu kayboldu ve elimizde ancak birkaç yüz Upanişad kaldı. En eski Upanişadlar Brihadaranyaka Upanişad ve Çandogya Upanişad'dır, bu iki Upanişad MÖ 800-700 yılları arasında yazılmıştır. Kaushitaki Upanişad, Taittiriya Upanişad, Kena Upanişad, Aitareya Upanişad, Mundaka Upanişad, Katha Upanişad da Upanişad edebiyatının eski örnekleridir ve Budizm öncesi dönemde MÖ 600-500 yılları arasında yazılmışlardır. Daha sonra, olasılıkla Budizm döneminden hemen önce veya Buddhizm döneminde yazılan Svetasvatara, Maitrayani, İşa, Prasna ve Mandukya Upanişad'ı da eklenirse Hinduizmin bütün mezhepleri ve okullarınca kabul edilen 13 temel Upanişad listesi ortaya çıkar. 13 temel Upanişad Hindu felsefesinin ve mistisizminin en büyük ve en önemli kaynağıdır. Bu Upanişadlara 8. yüzyılda yaşamış filozof Şankara tefsir niteliğinde metinler, yorumlar yazmıştır. Bu tefsirler Upanişadlar üzerine yapılmış en eski tefsir niteliği taşır. Geri kalan 95 Upanişad'dan 59'u bütün mezheplerde "vahiy" kategorisinde sruti olarak kabul edilen daha genç upanişadlardır. Bunlar, 13 temel Upanişad'ın değindiği konular hakkında daha detaylı açıklamalar yapar, 13 Upanişad'ın dışındaki en önemli Upanişadlar'dan bazıları Maha-Narayana, Adhyatma, Mandala Brahmana, Nada-Bindu, Dhyana-Bindu, Subala gibi Upanişadlardır bunların da İsa'dan önceki dönemde yazıldıkları düşünülmektedir. Son kategoride olan 36 upanişad ise tamamen mezhepseldir. 36 upanişad'tan 14'ü Saivism mezhebine, 13'ü vaishnavism mezhebine, 9'u shaktism mezhebine aittir. Bütün upanişadlarda üzerine basılarak öğretilen temel öğreti, bütün evrenin Tanrı olduğu, insan ruhunun da (Atman) aslında Tanrı'nın bir parçası olduğu ve öldükten sonra su damlasının okyanusla birleşmesi gibi insanın da Tanrı ile birleşeceği, onda özümlenip Tanrı'da yok olacağı onunla bir olacağı doktrinidir: "Bu Atman benim kalbinin derinliklerindedir ve bir pirinç veya arpa tanesi ya da hardal çekirdeği kadar küçüktür... Kalbimin derinliklerindeki bu Atman dünyadan, gökyüzünden, göklerden ve bütün dünyalardan daha büyüktür. Bütün hareketler, istekler, korkular, tatlar ondadır, kendi içini kapsayan her şeyi tutan odur; o konuşmaz, hiçbir şeyi dert etmez; bu kalbimin derinliklerindeki Atman, Brahman’dır. Bu yaşamdan ayrıldığım zaman onunla birleşeceğim." Çandogya Upanişad"Brahman her şeydir. Evrende var olan bütün görüntüler, arzular, duyular Tanrı’dan zuhur ederler. Tanrı’yı tanımak için, kişinin kendisi ile kalbinin derinliklerinde gizli bulunan Tanrı’nin aynı Varlık oldugunu idrak etmesi gerekir. Kişi, ancak bu şekilde ölümden kurtulur." Çandogya Upanişad"İnsan hayatı soluk düşünce, duyular ve hareketlerden ibaret bir varlıktır. Bu unsurlar, Atman’dan dolayı meydana gelirler ve eninde sonunda bir akarsuyun denize karıştığı zaman kaybolması gibi, Brahman'a karışarak ortadan kaybolurlar." Prasna Upanişad"Bütün bu evren Brahman'dır. Her şey O'ndan çıkar, ondan kaynaklanır. Her şey O'nda erir, O'nda çözülür, O'nda yok olur. Ve her şey O ile devamlılığını sürdürür..." Çandogya Upanişad"Brahman en üstün olandır, bütün duyuların ve düşüncelerin ötesindedir... Brahman her insanın yüreğindedir." Çandogya Upanişad Upanişadlara göre her şeyin özünde Atman vardır. Bir Hindu Rişisi bu konuyu öğrencisine etkili bir örnekle anlatır: "Hiçbir şey yok ki O özden gelmemiş olsun. Her şeyin içinde bu öz varlıktan vardır, o gerçektir. O, her şeyin özüdür. Sen de O’sun Svetekatu. Atman bir ağaç dalını bırakacak olursa o dal ölür, tüm ağacı bırakırsa tüm ağaç ölür. Atman bedeni terkettiğinde beden ölür, ama o öz Atman ölmez."- Ne olur bana biraz daha bu öz varlığı anlatır mısın.- "Anlatacağım. Bana bir Hint inciri getir."- "İşte burada efendim."- "Onu yar."- "Yardım efendim."- "Ne görüyorsun?"- "Küçücük çekirdekleri var içinde."- "Yar o çekirdeklerden birini."- "Yardım efendim."- "Şimdi ne görüyorsun?"- "İçi boş efendim."- "İşte o çekirdeğin içindeki senin göremediğin özden koskoca Hint inciri ağacı oluşuyor. Bana inan oğlum, işte o incir çekirdeğindeki boşluk o öz ile doludur. Her şey varoluşunu o öze borçludur. İşte gerçek budur. İşte o öz varlıktır. Sen de O’sun."- "Bana lütfen Atman'dan biraz daha söz eder misin?"- "Peki.. Bu tuzu suya dök ve yarın bana getir." Çocuk denileni yaptı.- "Tuz nerede?" diye sordu babası.- "Göremiyorum".- "İç bakalım nasıl tadı?".- "Tuzlu".- "Peki şuradan ya da buradan içersen?- "Yine tuzlu. Her yanı tuzlu." Babası dedi ki:- "Tuzu görmesek de tuz her yerdedir. Aynı şekilde Atman da her yerdedir.. Onu görmesek bile o, her şeyin içindedir. Her şey varoluşunu o öze borçludur. İşte gerçek budur. İşte o öz varlıktır. Sen de O’sun." Çandogya Upanişad Bazı bölümlerde ruhun çeşitli yönlerini detaylarıyla anlatan ayetler bulunur: "Saf farkındalık olan Atman, duyularla çevrili bir halde, yürekteki ışık olarak parlar.. Atman, sanki düşünüyormuşçasına, sanki hareket ediyormuşçasına uyanık kalma, düş görme ve derin uyku hallerinde dolanır ama yine de aynı kalır."Atman bir bedene büründüğünde sanki o bedenin zayıflıklarını ve kısıtlılıklarını üstlenmiş gibi olur ama Atman ölüm anında bedeni terk ettiğinde bütün bunları da geride bırakır... Bilinen iki tane bilinç hali vardır.. Biri bu dünyaya diğeri de öbür dünyaya aittir. Ancak bunların aralarında üçüncü bir hal daha vardır. Bu ara hal üzüntüleriyle ve sevinçleriyle her iki dünyayı da deneyimlediğimiz düşler âlemidir... Bir insan öldüğünde ölen sadece maddi bedeni olur. O kişi sona eren yaşamının hem iyi hem de kötü izlenimlerini algılamaya devam eder.. Bu ara halde ise Atman'ın ışığı altında izlenimlerini kurgular, bozar ve yine kurgular..""Ara haldeyken (rüya aleminde) savaş arabaları, onları çeken atlar, gidilecek yollar yoktur ama insan kendi savaş arabalarını, yollarını, atlarını oluşturur. O bilinç halinde kutsayışlar, mutluluklar, sevinçler de yoktur, kişi bunları kendi meydana getirir. Bütün bunları meydana getiren gerçekten de kendisidir..""İnsan uykudayken ve bedenle ilişiğini kesmişken kendisi uyumayan, ışığı kendinden olan Atman izlenimlerden örülü düşleri izler. Işığı kendinden olan Atman Prana gücüyle bedeni canlı tutar.. Maddeye bağlı olmadığından hiçbir şey onu etkilemez... Düş görme halindeyken şurada burada dolaştıktan sonra kendi yerine geri döner.. Atman'da özümlenmiş bir insan (üçüncü hal) dış dünyasında ve iç dünyasında neler olup bittiğinin ayrımında olmaz. Çünkü o, özümlenme halindeyken tüm arzuları tamama erer.. Bizzat Atman'ın dışında yerine gelmesi gereken arzu kalmaz. O kişi kederin ötesine geçer.""O özümlenme halindeyken insan görmeden görür, çünkü hiçbir şey O'ndan ayrı değildir. Koklamadan koklar çünkü hiçbir şey O'ndan ayrı degildir. Duymadan duyar çünkü hiçbir şey O'ndan ayrı değildir.. Bilmeden bilir çünkü hiçbir şey O'ndan ayrı değildir. Ayrılığın olduğu yerde insan başka bir şeyi görür. Başka bir şeyi koklar, baska bir şeyi konuşur, baska bir şeyi duyar, baska bir şeyi düşünür. Fakat özümlenmenin olduğu ikinci bir şeyin bulunmadığı yer Brahman'ın âlemidir. Yaşamın en yüce gayesi en yüce hazinesi budur." Brihadaranyaka upanishad Upanişadlar Sufizmi, Batı mistisizmini, Neo Platonculuğu, ünlü Alman filozofu Arthur Schopenhauer’i derinden etkilemiştir. Schopenhauer bu Hindu kutsal kitaplarının batı tarafından keşfinin "yüzyılın en büyük hediyesi" olduğunu söylemiş, Upanişadlar ile ilgili olarak da “insan düşüncesinin en yüksek ürünleri ve bilgeliği", "Dünyada var olabilecek en doyurucu ve en yükseltici eser; yaşamımın tesellisi oydu, ölümümün de tesellisi o olacaktır." yorumlarını yapmıştır.

hakansarilar
05.01.2014
02:54

yalnız Arabi evren-tanrı demez. Tam tersi Evren Tanrı'nın varlığına nisbetle yoktur. Beliriştir. Der... "Evren Allah'ın dışlaşmış biçimi" böyle bir şey yoktur. Hinduizm, budizm veya brahmanizm de bence kökü bir peygambere dayanan muharref dinlerdir. Çöpe at cinsinden şeyler değildir. Böyle bakarsak, cahiliye adetlerini de hatırlamamız gerekir. Cahiliye Araplarında, Hac, Namaz, Gusül, oruç, Hac kurbanı, 40'ta 1 zekat gibi bir çok uygulama vardı.

Mete Firidin
05.01.2014
10:46

Evet daha önceden var olan dini bilgilerin sapmış halidir bu dinler. Bu nedenle Kuran vardır. Kendinden evvel olan bütün dini bilgileri düzeltmek için vardır. Bu nedenle doğru olan Kuran'nın ne dediğidir. Eski bilgiler ve felsefeler eğer doğru olsaydı Kuran ' a ne gerek vardı.

Arabinin "Allahdan başka bir şey yok" demesi "her şey tanrının bir parçası veya yansıması" demektir. Oysa Kuran'da "Allahın zat dışında her şey yok olucudur" denmektedir. yine Kuran'da şirk en büyük günahtır. Eğer Allahdan başka bir şey yoksa şirk neden en büyük günahdır? Demekki Allahın yarattığı kendinden başka bir şeyler vardır. Allahdan başka bir şey yoksa, Allah hiç bir şey yaratmamış mıdır? Öyleyse sen .ben ve evren nedir? Kuranda "her şey onun mahlukudur" çümlesi ne ifade etmektedir.

Siz sadece eski insanlar gibi sapmak istiyor ve sapıyorsunuz.

hakansarilar
06.01.2014
01:20

Tam tersi. Tasavvuf sizin bu dediklerinizi geçmişte tartışmış ve kimi çizgiyi aşmış kimi "mahluk"u anlamak için ciltlerce kitap yazmış. Ben Kuran ayetlerini tek bir harfini bile göz ardı eden tasavvuf düşüncesinden yönelişimden Allah'a sığınırım. Fakat hakikaten mesela düşünüyorum. Biz ölünce ne oluyor. Tekrar dirilene kadar ölü mü oluyoruz. Peygamber efendimize dayandırılan bir söz var: Ölüm insanın uykusundan uyanması gibidir, diye. Bu hadis doğru mudur. Mesela ruh sadece maddi varlığımızın bir bilinç durumu mudur? Varlığı nasıl bir şeydir. Ehli sünnet olarak bedenimizle dirileceğimize inanıyoruz. O ana kadar yok muyuz? Ruhsal varlığımızla uykudan uyanmış gibi varlık aleminin başka bir boyutunda bilinç halimiz devam edecek mi? Kuran'a müracat ettiğimizde bir bilinç durumunun olacağı görünüyor. O zaman ruh bedenden başka bir şey oluyor. Diye başlayan bir süreçten bahsediyorum. Karşı görüşte olanları da saygıdğer bularak okumaya ve faydalanmaya devam ediyorum.

hakansarilar
06.01.2014
01:25

Bir de eski bilgiler ve felsefe toptan yanlıştır denmesini doğru bulmuyorum. Kuran yanlışları düzelmektedir. Tabi ki ben de onun için cahiliye adetlerini saydım. Kuran oradaki şirki ve yanlışı düzeltmiş fakat toptan yok etmemiştir. Tıpkı yaradılış ayetlerinde Tevrat'ta düz gideni tekrar etmiş yanlışı (yorgunluk bahsi) düzeltmiştir. Selam ile...

Cüneyt Özcan
03.07.2014
13:26

Zaten eskilerin uyguladığı Hac-Zekat-namaz-oruç tamamen yanlış denemez. Sadece farklılaştırılmışlardır. Asıl sorun lâilahe illallah'tır. Lâilahe illallah diyen bu bilinçte olan bireyler ve sistemdir.





Son Eklenen Makaleler
Metin Kabakcı
TÜRKİYE YARGISINA GÜVENİLEN ÜLKE OLMALI
12.02.2018 3608 Okunma
Metin Kabakcı
GÜVENLİK
9.02.2018 3391 Okunma
Metin Kabakcı
Çıktın
16.12.2017 3891 Okunma
Metin Kabakcı
TAHİR İLE ZÜHRE HİKÂYESİ
8.12.2017 15988 Okunma
2 Yorum 08.12.2017 09:18
Metin Kabakcı
ÜLKEDE İYİ PARTİ RÜZGARI ESİYOR
6.12.2017 4187 Okunma
2 Yorum 08.12.2017 00:53
Metin Kabakcı
HAYATIN DİSİPLİNİ NAMAZ
4.10.2015 6748 Okunma
Metin Kabakcı
BAKARA SURESİ 275. AYET
24.03.2015 5580 Okunma
Metin Kabakcı
FAİZ KONUSU
24.03.2015 5257 Okunma
Metin Kabakcı
İNSANLIĞIN İFTİHAR TABLOSU
2.10.2014 4522 Okunma
Metin Kabakcı
İnsanlığın İftihar Tablosu
2.10.2014 4831 Okunma
3 Yorum 30.12.2014 11:25
Metin Kabakcı
Bekaroğlu, AKP’li arkadaşlarına seslendi: Hani ‘a
2.10.2014 4428 Okunma
Metin Kabakcı
Bekaroğlu, AKP’li arkadaşlarına seslendi: Hani ‘a
2.10.2014 4543 Okunma
Metin Kabakcı
MÜSLÜMANLAR
13.06.2014 4889 Okunma
Metin Kabakcı
METİN KABAKCI'DAN: FENAFİLLAH, BEKABİLLAH MAKAMLARI
21.02.2014 20464 Okunma
Metin Kabakcı
DEVİR NAZARİYESİ
16.02.2014 12514 Okunma
Metin Kabakcı
KIYAMETİN ZAMANI
16.02.2014 5075 Okunma
Metin Kabakcı
KIYAFETNAME ESERDE İNSAN BEDENİ
5.02.2014 8791 Okunma
Metin Kabakcı
VAHDET-İ VÜCUT
26.12.2013 7231 Okunma
6 Yorum 03.07.2014 13:26
Metin Kabakcı
SAYIN BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN HAZRETLERİ BUNLARI
21.09.2013 4998 Okunma
Metin Kabakcı
SAYIN BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN HAZRETLERİ BUNLARI
21.09.2013 4999 Okunma
Metin Kabakcı
PEYGAMBER VE SÜNNETE OLAN İHTİYAÇ
20.09.2013 5126 Okunma
Metin Kabakcı
Tefekkür imanı kurtarır
20.09.2013 5256 Okunma


© 2024 - Akevler