Paranın ve Gayrimenkulun Kullanım Bedeli Faiz ve Kira
"Riba yiyenler Allah'a ve resul'üne savaş ilan etmişlerdir" ayeti tehdit midir yoksa öngörü müdür?
Bir işverenin işçisine yeterli üretim yapmadığı takdirde işten atacağını söylemesi tehdittir ama iş güvenliğinin kurallarına uymazsa öleceğini söylemesi ön görüdür. Ayete bu açıdan baktığımızda faiz ve kiranın tarihte oynadığı rolü daha iyi analiz edebileceğimiz ve anlayabileceğimiz kanaatindeyim. Tohum meyvanın atası olduğu halde biz meyvayı görmeden tohumu tanımlayamayız. Bu analoji çerçevesinde faiz ve kira tohumdur, meyvası ise toplumların helakıdır diyebiliriz.
Batı Roma İmparatorlu'ğu faizin kurumsal olarak kullanıldığı ilk imparatorluktur. İktisat tarihine baktığımızda faiz ve kira, paranın ve mülk değerinin yıllık %5'lik getirisi civarındadır. Sanayi devrimi öncesi dünyanın yıllık kalkınma hızı % 0,5 (binde beş), sanayi sonrası dönemde 1950'lere kadar %1,5 ile %2 oranında olmuştur. 1980'den bugüne büyüme ortalaması %2,5'uğu geçmemiş iken, reel faiz oranları ve kira getirisinin %5'in altına düştüğü nadiren görülmüştür. Bu da bize gösteriyor ki servet %3,5 ile %3 arasında hep belli ellerde sınırlı sayıda kişilerin lehine birikmiştir.
Bu durum Roma imparatorluğu'nda servetin taşradan merkeze doğru birikmesine sebep olmuş, merkezde biriken servet taşranın aleyhine Baharat ve İpek Yolu vasıtası ile Çin'den gelecek lüks tüketim mallarına harcanmış ve Roma'da altının tükenmesiyle ordu zayıflamış, memnuniyetsizlik halkın yer yer ayaklanması ile sonuçlanmıştır. M.S. 476' yılında Roma İmparatorluğu tarihe gömülmüştür. Roma'nın Hristiyanlaşması ile kilise faizi yasaklamış ama kiraya ses çıkarmamıştır. Bunun sonucunda merkezde faizle birlikte biriken servet taşrada kira olarak birikmiş ve derebeyliğini doğurmuştur. Bundan sonra artık Avrupa 1347–1351 yıllarında veba salgını yıllarına kadar karanlığa ve fakirliğe mahkum olmuştur. Veba salgını ile 1351'de nüfusun 1/3'ü hastalık nedeniyle hayatlarını kaybetmiştir. Toprak sahibi kişilerin ellerindeki toprakları işleyecek insan sayısının azalması ile kira fiyatları düşmüş, zanaatkarların işçilik ücretleri artmıştır ve servet nispeten topluma yayılmıştır. Daha fazla insanın tüketim yapabilmesine sebep olan bu durum Avrupa'da tekstili geliştirmiş, ithalatı azaltmış, hatta Avrupa'yı ihracat yapar hale getirmiştir. Ortadoğu pazarını İskenderiye'nin aleyhine ele geçirmeye başlamıştır.
Fakat 150 sene sonra nüfusun tekrar artması ile işçilik ücretlerinin düşmesiyle geçim sıkıntısı çekmeye başlayan köylülerin ayaklanmalarına sebep olmuş, köylü ayaklanmalarını arkasına alan Martin Luther Katolikliğe karşı Protestanlık hareketini başlatmıştır. Tarihe 30 Yıl savaşları olarak geçen mezhep savaşlarına sebep olmuş ve Avrupa 1648'de bine yakın prensliğe bölünmüş, kilisenin otoritesi sembolik hale gelmiştir.
Peki Avrupa'da bunlar olurken Osmanlı'da durum nasıldır? 16. Yüzyılda Şeyhülislâm Ebusuud Efendi'nin %12 faiz helaldir fetvası ile para vakıfları faizle çalışır hale gelmiş ve altına bakır karıştırılması ile Osmanlı ilk defa enflasyonla tanışmıştır. Servet dağılımı bozulmaya başlamış, devlet gelirlerinde azalma olmuş, gelirleri artırmak için iltizam/mültezim sistemine geçilmiştir. Bu da taşrada köylü aleyhine ayanların zenginleşmesine sebep olmuştur. 18. y.y.'ın son çeyreğinde artık tımar sisteminin de bozulması ile özellikle Balkanlar'da toprak özel mülkiyete geçmiş ama köylü kira vermek istemediği için isyanlar çıkmıştır. Bunu fırsat bilen Avusturya ve Rusya isyanları kışkırtmıştır. Bu dönemde balkanlarda yaşayan toplam nüfusun %18'i müslümandır. Bu soruna çare bulmak için III. Selim, Karaman valisi Kadıpaşa'nın emrine 24000 asker vererek Balkanlar'a gönderir. Ama toprak ağalarının ve ayanların ayaklanma başlatarak kargaşa çıkarması sonucu III. Selim orduyu geri çeker ve Mustafa Reşitpaşa bölgede kendi diktatörlüğünü tesis eder. 1908'de Senedi İttifak kanunu da yürürlüğe girince toprak mülkiyetine hukuki statü kazandırılmış olur. Sonuç olarak 1775'lerde başlayan toprağın rakabesindeki özel mülkiyet ile 1923 yılında Cumhuriyetin ilan edildiği tarihte, tarımda yaşayan nüfusun %95'i toplam toprağın ancak %35'ine sahiptir. Sanayi devriminden önce tarım bölgelerinde topraktan alınan kira gelirleri oldukça yüksek iken sanayi devriminden sonra kentleşme ile birlikte fabrika arazileri ve inşaat ruhsatlı arazilerin değeri oldukça yükselmiş, meta haline getirilip özel mülkiyete açılan Allah vergisi topraklar üretmeden, üzerinde hiçbir emek harcanmadan tam bir Rant ve Riba kapısı haline gelmiştir.
Bugün kiranın faiz olmadığı söyleniyor ancak kira da faiz ile aynı sonucu doğuruyor. Katolik kilisesi faizi yasakladığında dönemin tefecileri faizin adını "Takdir Hakkı" koydular. Bizde de "Kar Payı" diyorlar, helal oluyor. İktisadın kurallarına göre yaşadığınız ülkenin büyüme oranlarının üstünde aldığınız her puan faiz de kira da servetin belli ellerde birikmesine sebep olur. Bugün "servet belli ellerde toplanan bir devlet olmasın" (Haşr 7) ayetini şöyle anlayabiliriz; "Servet sahipleri devletin üstünde olmasın".
Faiz ile kâr arasındaki fark nedir?
Kâr harcadığınız emeğin karşılığıdır. Faiz ise kullanmak üzere aldığınız paranın kullanım bedelidir. Faiz ile aldığınız borcu ödeyebilmeniz için ödediğiniz faiz oranında üretimi artırmanız gerekir. Örneğin bu sene 100 araba üretiyorsanız seneye eğer %5 ile kredi aldıysanız 105 araba üretmeniz gerekir. Ya da faizi finansal maliyet olarak sattığınız ürüne eklemeniz gerekir. Faiz gibi aynı şekilde ödediğiniz kirayı da işletme maliyeti olarak sattığınız ürüne ekler, nihai müşterinin üstüne yüklersiniz. Yani faizde olduğu gibi kira da nihayetinde topluma yüklenen bir kamburdur. Faizden ve kiradan gelir elde edenler hiç bir emek harcamadan, topluma yapışmış asalaklar gibi kan emicilerdir.
Paranın ve gayrimenkul kullanım bedeli, toplumun alt kesiminden en üst kesimine bir nevi vergi gibi servet aktarımına dönüşür. Devletin aldığı vergi ile kira-faiz arasındaki fark da ise; vergi bir şekilde halka hizmet olarak geri dönerken faiz ve kira servet sahiplerinin elinde birikir ve topluma asla geri dönmez. TÜİK verilerine göre 2017 Türkiye'sinde kirada oturan hane halkı, hane gelirinin yüzde 25'ini kiraya verirken, gıdaya ancak gelirinin yüzde 19'unu ayırabiliyor. İşletmelerin gelirlerinin yüzde kaçı kiraya gidiyor bu konuda bir veri yok.
Kira ile ilgili 20. y.y'dan bir örnek vermek gerekirse; 1950'lerde Almanya'da uygulanan bir yönteme bakabiliriz. Almanya 1950'lerde kira fiyatlarına müdahale ediyor ve rayiç bedel diye bir şey tanımıyor. Kira gelirlerine % 60'lara varan vergi oranı ile müdahale ediyor. Servet sahipleri de getirisinin azalması sonucunda yatırım amaçlı ev almayıp reel sektöre yatırımlarını yoğunlaştırıyor. Sonuç olarak da konut fiyatları düşüyor, herkesin ev sahibi olma imkanı sağlanıyor ve yapılan yatırımlar ile savaştan çıkan Almanya kalkınmayı başarıyor.
Ev sahibi olma oranlarına bakıldığında da son 16 yıllık süreçte yapılan onca inşaata rağmen, yapılan yatırımlara ve harcanan onca servete rağmen ev sahibi olma oranı %60'ı geçmemiş. Yapılan bu evler insanların en doğal hakkı olan barınma haklarını karşılamak ve her yurttaşı ev sahibi yapmak yerine, servet sahiplerinin yatırımları için satın aldıkları gelir kapısına dönüşmüştür. Bankaya yatırıp da %5 faiz almak yerine, elindeki para ile ev alıp yine eve yatırdığı paranın yıllık getirisi üzerinden kiraya vermiş ve yılda %5 gelir elde edilmiştir.
Kira sözleşmelerinde kiracı ile kiraya veren eşit değildir. Kiracı barınma ihtiyacını karşılamak için mal sahibine karşı başta 1-0 mağluptur. Kira geliri kapitalist sistemin insanlara sunduğu bir armağandır.
Son kertede kira da faiz gibi helal mi haram mı konusunda İslam uleması, dönemin iktisadi yapılanması ve koşulları çerçevesinde yeni içtihatlar yapmalı. Tüm dünya toplumlarında meydana gelen fakirlik ve yoksulluk, diğer tarafta belli bir azınlığın elinde biriken servetin nedenlerini ve bu nedenleri ortadan kaldıracak çözüm önerilerini gençlere ve tüm insanlığa tatmin edici bir şekilde sunmalı ki, aziz İslam 1400 yıl önce dönemin cahiliye içine batmış toplumlarına umut olduğu gibi bugün de umut olmaya devam edebilsin.
Sizden önceki nesillerden -kurtardığımızdan pek azı dışında- yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı.
Halkı, ıslah eden kimseler iken, Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi.
(Hud suresi 116-117)
Ey iman edenler! Mallarınızı karşılıklı rızaya dayalı olsa bile haksızca yiyip de nefislerinizi öldürmeyin. (Nisa 29)
Notlar;
-Arazinin rakabesini devlete bırakıp tasarrufunu halka vermek bütün mezheplerde kabul edilen, ancak uygulaması Osmanlı Devleti'nde olan devlet malı olmuştur.
-Maliki ve Caferi mezhebine göre arazi devlet başkanının vakfetmesine gerek kalmadan müslümanlar için vakıf haline gelir.
(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
Riba; Kur'an'ı Kerim, "riba"yı faiz/tefecilik anlamında kullanır. Bu kelimenin kökeni, eklemek, arttırmak, büyümek anlamlarına gelen harflerden meydana gelir. Bu nedenle, örneğin "biri dağa tırmandı", "O, birinin himayesinde büyüdü", "O, bir şeylerin büyümesini sağlar" denebilir. Arapçada "rabvah" yer yükseltisi ya da tümsek anlamına gelmektedir. Bu kelime ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de faizde olduğu gibi arttırma, büyüme, şişme anlamlarında kullanılmaktadır. Ribaya faiz denmesi Osmanlı döneminde olmuştur.
Kaynaklar;
Halil İnalcık, Rönesans Avrupası Türkiye'nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu,Tanzimat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Ebu'l Ala Mevdudi, İslam Ekonomisinin Temel İlkeleri, Çıra Yayınları
Peter Frankopan, İpek Yolu Alternatif Dünya Tarihi, Pegasus Yayınları
Thomas Piketty, Yirmibirinci Yüzyılda Kapital, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Mustafa Eliaçık