I- ÖĞRENME
Balinanın ağzı 6 metre kadar büyüktür. Biz balinanın karnında yaratılsaydık, odamızda yaşar gibi yaşardık. F tipi hapishanelerden çok daha lüks olurdu. Hiç sıkılmazdık da. Dokuz ay sonra balina orasının suyunu boşaltır, hava ile doldururdu. Göbeğimizi de keser, yerine iç memeleri ile beslemeye başlardı.
20 yaşımıza geldiğimizde bizi Hz. Yunus (AS) gibi kıyıya atıverirdi. Beynimize bilgisayarımızı yükler gibi program yüklerdi ve biz deneyimli 20 yaşında bir delikanlı olurduk.
Ne var ki, Allah bizi böyle yaratmadı. Anne karnında oluştuk, doğduk, ailemiz bizi büyüttü.
20 yaşına geldiğimizde, topluluğumuz bizi eğiterek o hâle getirdi. Eğer anne-babamız olmasaydı, topluluğumuz olmasaydı, bizim şimdi varolmamız mümkün olmazdı. Biz belli yaşa geldiğimizde borçluyuz. Kime? Bizi yetiştirenlere borçluyuz. Ne var ki, onlara bizim borcumuzu ödememiz mümkün değildir. Onlar da borçlu idiler. Bizi yetiştirmekle borçlarını ödediler. Biz de şimdi çocuklarımızı yetiştirirsek borcumuzu öderiz.
Bu durum bize şunu söylüyor: Öğreneceksin ve öğreteceksin. Böylece borçlu gitmezsin. Öğrenmezsen yaşayamazsın, öğretmezsen borçlu gidersin. Kötü insan olursun. Öldükten sonra hayat olsun olmasın, insan borçlu gitmemelidir. Buna, öte hayat ihtimali olduğu için mecburuz. Eğer yaparsan, yararı olma ihtimali var; ama yapmazsan zararı olma ihtimalı varsa onu yapmalısın.
O halde, Müslüman olduğumuz için öğrenmeliyiz ve öğretmeliyiz.
1- ÖĞRENECEK
Kendimizin duyu organları vardır: Görürüz, duyarız, tadarız, koklarız, dokunuruz ve ayrıca elimizin nasıl durduğunu biliriz. Ağrımız olursa duyarız, acıkırsak biliriz, havasız kalırsak sıkılırız. Bunlar bizim kendi edindiğimiz deneyimlerimizdir. Ancak biz bunların hepsini kendimiz deneyerek elde edemeyiz.
O zaman ateşin yaktığını bilebilmemiz için elimizi ateşe sokmak zorunda kalırdık. Yapacağımız şeyi bizDen öncekilerden öğrenmek; görerek, ders alarak, tartışarak, uygulayarak onlardan öğrenmek.
Basar, sem’, fıkh ve amel bizim öğrenme araçlarımızdır. Biz bir öğretmenden öğrenmeyiz. Değişik öğrtmenleri dinleriz. Onlardan aldıklarımızı birleştirir, onu kendimzie ilim yaparız. Buna “içtihat” denmektedir.
2- ÜRETECEK
Hayvanlar doğuştan yaşamaları için her türlü bilgilere sahiptirler. Görenek yoluyla her şeyi öğrenerek yaşarlar. Hayvanlarda türler arasında biyolojik evrim vardır, sosyal evrim yoktur. 10 milyon yıl önceki arının genleri ne ise bugünkü arının genleri de aynıdır. O arı ne biliyrosa, bugünkü arı da onu biliyor. O ne yapıyorsa, bugünkü arı da onu yapıyor. Oysa, bundan 40 sene önce ne televziyon vardı, ne bilgisayar vardı; buna rağmen insanoğlu aya gitmişti. Bugün ise cep telefonlarımız vardır. İnsan kendi eksikliğini “öğrenme” yoluyla gidermektedir.
İnsan çıplak yaratıldı. Kendi elbisesini kendisi üretti. Elbiseyi doğadan hazır almadı. Bu sayede yani ürettiği özel elbise sayesinde bugün uzaya gidebildi. Oysa, hiçbir canlı atmosferin yüksek tabakalarında bile bulunamıyor. Ay’dan gelen kayalar üzerinde yapılan incelemeler göstermiştir ki, oralarda hayat izi yoktur. Oysa, Dünya’daki en eski kaya parçalarında yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır ki, 3.8 milyar yıl önce mükemmel bir varlık olarak yeryüzünde bakteri vardı. Su da bu zamanda ortaya çıkmıştır. Demek ki hayat su ile başlamıştır; hem de evrimleşmiş biçimi ile. Hayatı Güneş sistemine götüren varlık insandır. Bunu özel elbisesi ile yapmıştır.
O halde bizim görevimiz sadece öğrenmek ve öğretmek değildir. Hayvan olsaydık bu bize yeterdi.
Biz ise insanız.
-Öğreneceğiz; -Katkıda bulunacağız; -Onu öğretip üreteceğiz...
Bunları yaparsak, görevimizi ancak o zaman yapmış oluruz.
Ne var ki, öğrenme tek başına olmadığı gibi, bilgi üretme de tek başına olmamaktadır. Birlikte çalışarak bir şeyleri meydana getirebiliriz. İşte bu sebepledir ki yaşayanlar bilgilerini birbirlerine aktarmak zorundadırlar. Yeni bilgiler böyle oluşur.
Osmanlı medreseleri bin yıl önceki içtihatları ezberlemekle yetiniyorlardı. Bugünkü üniversiteler de sadece Batı dünyasında üretilmiş bilgileri öğrenip öğretmekle meşguller. Kendileri ilme katkı yapmıyorlar; yapamıyorlar. Çünkü birlikte çalışmıyorlar. Öğrendiklerini birbirlerine aktarmıyorlar.
İşte, bu durumda mü’minlerin görevi;
-Öğrenecekler,
-Birbirlerine aktaracaklar,
-Kollektif olarak bilgi üretecekler ve
-Çocuklarına intikal ettireceklerdir.
Şimdi biz burada (günlük meal ve tefsir çalışmalarında ve haftalık çok yönlü seminerlerde) bunun için toplanıyoruz. Ben size benim katkılarımı anlatıyorum. Siz de bana ve birbirinize katkılarınızı anlatmaya başladığınız gün, muasır medeniyetin fevkine çıktık demektir. Çünkü bizim elimizde Batı dünyasının elinde bulunmayan kaynaklar vardır.
Bu nasıl başarılacaktır?
-Toplantılar yapıp bilgilerimizi birbirimize anlatmak;
-Yazılar yazıp birbirimizin yazılarını okumak;
-Ortaklıklar kurup uygulamalar yapmak;
-Ortak imtihanlar yapıp icazetler vermek
suretiyle başarılacaktır.
3- ÖĞRETECEK
-Biz öğrenmekle yükümlü olduğumuz gibi, aynı zamanda öğretmekle de yükümlüyüz.
-Bizimle tartışacak seviyeye gelmemiş olan kimselere bilgilerimizi aktarmalıyız.
-Hepimizin en az iki öğrencisi olmalıdır ve onlarla özel olarak ilgilenmeliyiz.
-Onun seviyesini belleyerek onu kendi seviyemize çıkarmaya çalışmalıyız.
Demek ki;
-Bizden daha üstün seviyede olanlardan ders almalıyız.
-Bizim seviyemizde olan arkadaşlarımızla tartışmalıyız.
-Bizim seviyemize gelememiş olan kimseleri de eğitmeliyiz.
-Öğretmenlik yapmalıyız.
Şüphesiz, bütün bunları ibadet olarak yapmalıyız. Yani, ders aldığımız kimselere ücret verme yerine, ders verdiğimiz kimselerden ücret almama şeklinde olacaktır.
Günlük hayatımızı aşağıdaki şekilde bölmeliyiz:
-12 saatimizi yemek, içmek ve uyku ile geçireceğiz.
- 6 saatimizi çalışıp üretim yapmak için geçireceğiz,
- 6 saati de eğitim çalışmaları içinde geçireceğiz.
İsteyenler bu 6 eğitim saatini 3 saate indirirler, üretim yapıp zekât verirler, eğitimi mâlen desteklerler. İsteyenler bu saatlerini de öğretimle geçirirler. 6 saati de üçe bölmeliyiz. 2 saat öğrenmekle, 2 saat araştırmakla, 2 saat de öğretmekle geçirilecektir.
Bu saatler başlarken çakışma olmayacak bir şekilde düzenleme yapılmalıdır. Normal olarak herkesin ortalama 5 kadar öğretmeni, 5 kadar arkadaşı ve 5 kadar da öğrencisi olmalıdır.
Böyle bir örgütlenme geleceğin dünyasını oluşturacaktır.
4- DAYANIŞACAK
Öğrenme, araştırma, üretme birlikleri yeterli değildir;
-Dayanışma birlikleri kurma zorunluluğu da vardır.
Bir havuzda yaşayan canlılar birlikte yaşamaktadır. Aynı sudan sulanmaktadırlar. Atıkları aynı sulara atmaktadırlar. Aralarında bir dayanışma olmadığı halde karşılıklı işbirliği doğmuştur. Bitkiler oksijen verip karbondioksit almaktadırlar. Hayvanlar da karbondioksit verip oksijen almaktadırlar. Böylece sudaki oksijen ile karbondioksit dengede kalmaktadır. Burada canlının her biri kendi çıkarı için çalışır, sonunda ortak yarar doğar. Kapitalizm düzeni budur.
Bunun ötesinde canlılar arasında bir de dayanışma oluşur. Bu da elde edilen ürünleri bölüşme şeklinde olur. Birinin başına bir şey gelirse, birlikte savunmaya geçme şeklinde olur. Yani, canlılar imkânları fedakârlık yaparak bölüşürler. Böylece kendilerini garantiye alırlar. Yaşamalarını ve çalışmalarını sigortalamış olurlar.
İşte bu şekilde öğrenen, araştıran, öğretip üreten kimseler bir araya gelip dayanışma içine girmişlerdir. Öğrenimlerini sigortalamışlardır.
Bunun için;
-“Serbest öğrenimi” sağlamalıdırlar.
-Aralarında “İşbölümü” yapmalıdırlar.
-“Ortak imtihanlarla” kolektif bilgiyi sağlamalıdırlar.
-Nihayet, “teminatlı diploma” vermelidirler.
a) -SERBEST ÖĞRENİM
Hz. Adem’den önce insana benzeyen canlılar vardı. Dik yürüyor, âlet yapıyor, âleti kullanıyor, ateş yakıyordu. Ne var ki, bunların âletlerinin sayısı azdı, hem de aynı türde hep aynı idi. Ne yere göre, ne de zamana göre bir farklılık göstermiyordu. Dolayısıyla bu canlı varlık insan değildi. İnsan ne zaman farklı âletleri yapmaya, yani, iradesini kullanıp bilgisini üretmeye başladı, işte ondan sonra insan oldu.
Diğer canlıların da dilleri var. Ancak, hem dilleri hep birbirine benzer, hem de zamanla değişmez. Halbuki insan “sosyal evrim” yaptığı için dili, sanatı, tekniği ve örfü hem yer itibariyle hem de zaman itibariyle farklılaşmaktadır. Ayrıldıktan sonra faklılaşır, sonra bir araya geldiklerinde sentez ortaya çıkar ve evrimleşir.
Bu gelişme ve evrim “serbest öğrenim” ile doğar. Yani, insan istediklerini istediği kimselerden öğrenmeli, istediklerini istediği kimselerle paylaşmalı, istediklerini istediklerine öğretmelidir. Bu “insan” olmanın gereğidir. Evrimin zaruri sonucudur.
Ne var ki, insanlar bu insan haklarına kolay kolay saygılı olmamaktadır. Her şeyi öğrenmeye izin vermeyen insanlar avadır. Her şeyi tartışmaya izin vermeyen insanlar vardır. Şunu öğreteceksin, şunu öğretmeyeceksin dayatmasını yapanlar vardır. Uydurma gerekçelerle Türkiye’de bunu savunan geniş baskı grupları vardır.
Önce, biz kendi aramızda serbest öğrenime imkân vereceğiz. İsteyenler istediklerinden istedikleri dersleri alsınlar, istedikleri ile tartışsınlar, istediklerine öğretsinler. Böyle bir dayanışma içine girmeliyiz.
Bugün resmî tedris var, onları öğrenmeliyiz. Hiçbir bilginin zararı yoktur. Ama, bu arada resmî kanallarca öğretilmeyenler var. İşte, biz dayanışma içine girip bu serbest öğrenimi sağlamalıyız.
Dayanışma ortaklığı şunu sağlayacak. Mesela, Kur’an’ı öğrenen değil de, istediğini öğrenmek isteyen ve başkalarına da istediklerini öğrenmeye yardım eden kimselerden oluşacaktır. İslâm âleminde tamamen serbest resmî okul ve programlar yokken, resmî mezhepler yokken, Batı dünyası bunun savaşını veriyordu. Batı bunu prensipte benimsemişse de, kıyıdan köşeden kısıtlamaya devam ediyor. Biz bunu hukuki yollardan aşmalıyız. Bir “hukuki savunma vakfı” kurup mağdur olanları korumalıyız. Ama bu bizim haklarımızı koruma anlamında değil, serbest öğrenim anlamında olmalıdır. Müslümanlar henüz bunu tam olarak kavramış değildirler. Adil Düzenciler bunu kavramalıdırlar.
b) -İŞBÖLÜMÜ
Her şeyi öğrenmek, her şeyi tartışmak ve her şeyi öğretmek zorundayız. Bir insanın bunları yapabilmesi imkânsızdır. O halde aramızda işbölümü yaparak neslimiz her şeyi öğrenmelidir. Neslimiz her şeyi tartışmalıdır. Neslimiz her şeyi öğretmelidir. Burada “her şey” derken, gücümüzün yettiği her şey anlamındadır. Elbette herkes her şeyi bilmeyecektir. Ama herkes kimin neyi bildiğini bilecektir. Doktorluğu ben bilmem; ama, tabelasında “doktor” diye yazılan kimsenin doktor olduğunu bilirim.
Bu “işbölümü” sadece öğrenmede ve uygulamada olmaktadır.
Oysa, bu öğrenmede, tartışmada, öğretmede de olmalıdır.
-İzmir’deki çalışmalarımızda “Kur’an Tercümesi” yapılmaktadır...
-Üsküdar’da “Halk İşletmeleri” çalışmaları tartışılmaktadır...
-Yenibosna’da “Kur’an Tefsiri” çalışmaları yapılmaktadır...
-Ankara’da da “Adil Düzen Anayasası” çalışmaları başlamıştır...
Şimdi Ankara’daki arkadaşlarımız; İzmir’i, Üsküdar’ı ve Yenibosna’yı takip etmelidirler. Bu hususta bir sorun olduğu zaman o arkadaş buraya çözümü getirmelidir. Çözemezse, o zaman oralardan yardım almalıdır.
Önce kendimizden başlayacağız. Aramızda “işbölümü” yapacağız. Türkiye’nin merkezlerinde bu “çalışma yerleri”ni kurmalıyız. Herkes “işbölümü” içinde kendisine düşen görevi yapmalıdır. Her grupta diğer grupları öğrenen kişiler olmalıdır. Ayrıca, ortak yayın organlarımız olmalıdır. Ama bunları “işbölümü” içinde okumalıyız. Değişik ilimleri değişik arkadaşlar takip etmelidirler. Tarihte seçilmiş kişileri ele alıp, onları inceleyip, onun eserlerini günümüze taşımalıyız.
Öğretirken de genel kültür veriyoruz. Bu herkes için benzer olacaktır. Ama yetiştireceğimiz kimseler de “işbölümü” içinde yetiştirilmektedir. Aslında bu işbölümü bugün olmakta ise de, ortak kültür yeterli değildir. Fakültelerin sayısı da yeterli değildir. Sonra, üretme yani tartışma bölümü yoktur. Ya 1000 sene önceki fıkıh okutulmaktadır, yahut Batı dünyasının 100 sene önce buldukları tartışılmaktadır.
“Adil Düzen Çalışanları” bu eksikliği gidermelidirler. Eksik fakültelerin yerini yeni ekoller almalıdır. Mevcut fakültelerin öğrenim ve öğretimine dışarıdan tartışma sokulmalıdır. Kitaplar yazılmalı ve bu kitaplar okunmalıdır. Tartışılmalıdır. Gruplanmalar oluşturmalıyız.
c) -ORTAK İMTİHAN
Öğrenim serbestliği ve işbölümü bizi parçalar ve ayırır. Dağınık bir kültür oluşur. Dolayısıyla, bizzat öğrenmeye, araştırmaya ve öğretmeye mâni olur. Bu birliği sağlayan bir mekanizmanın oluşması gerekir. Bu sayede hürriyet ile topluluk arasında bir denge sağlanır. Hem hür oluruz hem de birlikte yaşarız. Bu da “ortak imtihan” ile sağlanır.
Ancak en yüksek seviyede olan öğretmenler tartışabilirler. Çünkü onlar öğrenme devrelerini geçirmişlerdir. Çünkü kendilerinden daha fazla bilen kimseler yoktur. Ders kitaplarını işte bunlar yazmalıdır. Soruları bunlar hazırlamalıdır. Ortak imtihanları bunlar yapmalıdır. Yani, her ekol başka ekolleri de öğrenmek zorunda olmalıdır. Çünkü imtihanda onların soruları da gelecektir.
Demek ki, öğrenim serbest olmalı. İsteyen istediğini öğrenmeli, ama, “imtihan ortak olmalı”dır. Yani, her ekol diğer ekolü de öğrenmek, öğretmek ve onunla tartışmak zorunda olmalıdır. Bugün üniversite giriş imtihanları böyle ortak imtihanlardır. Ne var ki, sorular dayatmacıdır. Oysa, soruları öğretmenler sormalıdır. Mesela, her matematik öğretmeni kendisi bir soru sormalıdır. Böylece kolektif sorular oluşturulmalıdır. Bu sorular resmî ders kitapları ile cevaplandırılmalıdır. Metinler ortak olmalıdır. Açıklamalar değişik ekollere göre değişik olmalıdır.
Biz kendi aramızda bu tür bir imtihan sistemini geliştirmeliyiz. Bunları okul haline getirmek tevhid-i tedrisata aykırıdır. Ancak, bunları sohbet hâlinde yapmak fikir hürriyeti gereğidir. Kanuna aykırı değildir. Biz “tabip diploması” veremeyiz ama, tabip diploması alanlara “tabip sertifikası” verebiliriz. Bizden sertifika alan doktorlara halk daha çok güveneceği için “Halk Öğrenimi” başlamış olur. Resmî öğrenim şart, halk öğrenimi gönüllü olur.
Türkiye’yi geri bırakmak isteyenler buna engel çıkaracaklardır. Kanunları çiğneyerek kendi kendilerine yasaklar koymaya çalışacaklardır. Ama bizim şiarımız şu olacaktır:
Cezlanmaktan değil, suç işlemekten korkmalıyız. Görevlilere değil, mevzuata uymalıyız. Kendi sitelerimizi kurup orada görevlileri kanunlara uymaya zorlamalıyız. Ortak hukuki savunma dayanışması içine girmeliyiz. Bilmeliyiz ki; bir toplulukta vatandaşlara “şunu öğreneceksin” deme hakkı vardır; ama, “şunu öğrenmeyeceksin” deme hakkı yoktur. Fiilde ise tam tersine; topluluk “şunu yapma” deme hakkına sahiptir; ama, “şunu yap” deme hakkına sahip değildir. Bunun içindir ki vergi devletin ortaklık payı olup haraç değildir.
d) -TEMİNATLI EHLİYET
Resmî diplomalara ek olarak dayanışma sertifikaları sözde kalınca bir şey ifada etmez. Bu sertifikaların yararı olmalıdır. Bu da dayanışma güvencesidir. Aynı ekolden sertifika alan doktorlardan biri bir hata yapıp da ölüme sebebiyet verirse; mesela, yanlış ilaç verebilir, zamanında hastaya bakmayabilir... Bu taktirde aynı ekolden sertifika alanlardan zararları yani tazminatı o ekolden sertifika alanlar aralarında bölüşerek öderler.
Bu mühendisler için de böyledir. Hatalı projeden bina yıkılırsa, proje sorumlusunun ekolünden sertifikalı olanlar öderler. Böylece, bugün ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma türleri olduğu gibi; 25 meslek de aralarında dayanışma oluşturabilecektir.
Görülüyor ki, ileri öğrenime geçmek için önümüzde hiçbir hukuki engel yoktur. Bunun için fedakâr halkımız da vardır. Ne var ki, bunlar cami yapmakla, okul inşa etmekle uğraşıyorlar. Kurslar açıyor, okullar kuruyor. Oysa, bunlar imkânlarını yapılara değil de insanlara yöneltsler, dayanışmaya çevirseler, bütün sorunlar çözülmüş olur ve ülkemiz muasır medeniyetin fevkini çıkarak insanlığı “III. Bin Yıl Uygarlığı”na götürür.