***
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَلَمْ تَرَى كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ(6) إِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِ(7) الَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِ(8) وَثَمُودَ الَّذِينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِي(9) وَفِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَادِ(10) الَّذِينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِ(11) فَأَكْثَرُوا فِيهَا الْفَسَادَ(12) فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ(13) إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ(14)
أَلَمْ تَرَى (EaLaM TaRa) “Re’yetmedin mi?”
Geçmişteki üzerinden binlerce sene geçmiş olaylar için şimdi bize diyor ki, görmedin mi? Bu âyet bizim için şimdi nâzil olmuştur. Çünkü Ad kavmi Akatlar’dır. Onların tarihi varlıkları şimdi ortaya çıkmıştır. Tevrat’ta anlatılmakla beraber tamamen unutulmuştur. O kadar ki Ad kavminin Akatlar olduğu dahi anlaşılmış değildi. 19. asrın sonlarında bir İngiliz subayının o tarihlerden kalma tabletleri bulması ile Mezopotamya tarihi aydınlanmış, belki insanlık tarihinin en aydınlık devresi olmuştur. Tuğla tabletler üzerinde yazılmış tarih bozulmadan günümüze gelebilmiştir. Kütüphaneler bulunmuştur. Yazı 20. yüzyılın başlarında okunmuştur. Henüz bütün tabletler okunmamıştır. O halde buradaki muhatap 20. veya 21. yüzyılın ilim adamıdır. Çünkü gören o olmuştur. Münkir de odur.
Tarihi dönemler Adil Düzen çalışmalarında şöyle tesbit edilmiştir.
Uzunluk | Başlangıç | AÇIKLAMA | Son |
500 | 1500 | Sanayi Dönemi | 2000 |
1000 | 500 | Ticaret Dönemi | 1500 |
2000 | -1500 | Pazar Dönemi | 500 |
4000 | -5500 | Tarım Dönemi | -1500 |
8000 | -13500 | Çobanlık | -5500 |
16000 | -29500 | Avcılık | -13500 |
32000 | -61500 | Toplayıcılık | -29500 |
Burada bizim yaptığımız nedir? Son iki üç dönemin geçirdiği çağları yaklaşık olarak biliyoruz. Gelişme zamanının yarılandığı kuralını ele alıyoruz. Kâinatta ikili sistemin hakim olduğunu Kur’an’dan da biliyoruz. O halde bu dönemlerin böyle olacağını biz iddia ettik. Süleyman Akdemir’in 1980’li yıllarda doçentlik tezi olarak hazırladığı ve basılan bu kitap jüri tarafından reddedilmiştir. Reddedenler de bugünkü AKP’nin yani Başbakan Tayyip Erdoğan’ın has adamları Zafer Üsgül ile Ergun Özbudun’dur. Süleyman Akdemir’in tezini reddederek sonra kendileri kullanmış ve Tayyip Erdoğan’a yamatılmışlardır.
Süleyman Akdemir’in tezinde bu dönemler tarihlendirilmiş ve her dönemin özellikleri madde madde anlatılmıştır. Biz bir varsayım üzerinden bu tarihleri sıraladık. 2000 yılından sonra bizim tezimizi doğrulayan araştırmalar yapılmıştır.
DNA studies suggest that all humans today descended from a group of African ancestors who – about 60,000 years ago – began a remarkable journey. A team of Genographic international research scientists is working with indigenous and traditional people around the world to create one of the world's largest anthropological surveys of its kind to fill in the gaps in our knowledge of humankind's migratory history. Dr. Comas described how the Project hopes to help capture "a true snapshot" of humanity's rich genetic diversity before modern day influences erase it forever.
TÜRKÇESİ: DNA çalışmaları tüm insanların bir grup Afrikalı atadan, yaklaşık 60,000 yıl önce türediğini öne sürüyor. Genographic’in uluslararası araştırmacı bilim adamlarından oluşan bir ekip tüm dünyada yerli ve genel insanlarla çalışarak dünyanın en büyük antropolojik anketini oluşturarak, insanoğlunun göç hikayesindeki boşlukları doldurmaya çalışıyor. Dr. Comas, projenin modern dünya bilgilerinin, insanlığın müthiş zengin gen görüntüsünü sonsuza dek silmeden onu nasıl tanımlamaya çalıştığını ifade etti.
Yukarıda metnini aldığım ifade, insanın 60 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktığını anlatmaktadır. Demek ki bizim Kur’an’dan yaptığımız istidlalleri deneyler doğrulamaktadır. “Görmedin mi?” sözü bunu ifade etmektedir.
Milattan önce 3300 yıllarında Tufan olmuştur. Ondan sonra Mezopotamya’da değişiklik olmuştur. Kur’an’a göre Ad kavmi gelmiş, sonra Sümer kavmı gelmiştir.
Hazreti Nuh’un Nuh kavmi,
Hazreti Hud’un Ad kavmi,
Hazreti Salih’in Semud kavmi,
Hazreti Lut ve Hazreti İbrahim’in Ur devri,
Hazreti Şuayb’ın Medler devri,
Babil devri,
Ad Kavmi.
Bugün bu gerçek çok iyi bir şekilde tarih sahnesine girmiş bulunmaktadır. Artık herkes biliyor ki ilk uygarlığı kuranlar Yunanlılar değil Iraklılardır. Medeniyet felsefeye değil peygamberlere dayanmaktadır. “Re’yetmedin mi?” dendiğinde, görmesi gerekenler eğer gözle görmemişse, çağımız bu olayları görmüştür.
كَيْفَ فَعَلَ(KaYFa FaGALa) “Nasıl fi’letti?”
“Mâ feale” denmesi gerekirken, “Keyfe Feale, nasıl fi’letti?” denmiştir.
Burada Kur’an’ın anlatmak istediği, onları neyin helâk ettiği değil, nasıl helâk ettiğidir. Yani helâk şeklini tasvir etmektedir. Ne yaptılar da onları helâk etti. Mucize olan, bize ibret olması gereken helâk şeklidir. Kur’an’da nasıl helâk edildikleri anlatılmaktadır.
Onların helâk olma şeklinin Kur’an’da tetkik edilmesi, sonra tarihî araştırmaların yapılması gerekir. Tarih kitaplarında Ad kavmi iki defa ortaya çıkar. Kur’an da birincisine “İlk Ad” demektedir. Tarihi bulgular Kur’an’ın haber verdiği şekilde tahakkuk ediyor.
رَبُّكَ(RabBuKa) “Rabbin”
“Rabbin” seni terbiye edendir demektir. Kur’an kişilere hitap ederken “Rabbuke/Rabbin” demektedir. “Rabbuküm” de demektedir. Kur’an her insanı ayrı ayrı muhatap alır, her biri tek başına onunla ilgilenir. Kur’an’ın herkese ayrı ayrı nâzil olduğunu da buradan anlamaktayız. İçtihat müessesesi buradan ortaya çıkmaktadır.
“Rabbuküm” dediğinde topluluklar birden muhatap alınmaktadır. Bu da icmadır.
Burada “Rabbuke/Rabbin” denmektedir, çünkü ilim adamlarını muhatap almaktadır. Bu işleri halk görmez, onu tetkik eden ilim adamı görür ve halka anlatır. Halk göremez. Bu sebeple “Rabbin” denmektedir. Kur’an’da müfret muhatap sigalar ya kişilerin münferiden emrolunduklarını anlatır veya ilim adamlarına, başkanlara hitap ettiğini anlatmış olur.
Ad kavmini helâk etmesi yine rablik sıfatından gelir.
Evrimin olabilmesi için yaşlanmış ve eskimiş toplulukların ortadan kaldırılması gerekir. Bütün topluluk ortadan kalkarsa yenisini kim kuracaktır? Bu sebeple ayırıcı bir durumun olması gerekir. Peygamber gelir, tebliğ eder, halkın büyük kısmı reddeder ve helâk olur. Diğer kısmı ise yeni düzeni kabul eder ve kurar. Buradaki helâk, evrimin gereği olan helâktir. Allah kimseye zulmetmeyecektir. İyi niyetli ise âhirette mükâfat görecektir.
Bugün bize muhalefet edenler böyle devan ederlerse dünyada helâk olurlar. Âhiretteki azapları niyetlerine göre olacaktır. Allah kendi evrim kanunlarını muhakkak yerine getirecektir. Kolay geçeceğini bildirdiği “leylin” ifadesinden sonra, “Ad’a neler yaptığını görmedin mi?” demiş olması, yakında geçecek gecenin teyidi için gelmiştir. Biz yukarıda gecenin kolay geçeceğini o şekilde yorumlarken bu âyetin geleceğini bilmiyorduk. Demek ki bu âyet bizim anladığımız o mânâyı teyit etmektedir.
Biz, bugün bize hitap ediyor ve bizim bu dönemimizin kolayca geçeceğini ifade ediyor diye söylediğimizde, Ad kavminin 20. yüzyılın sonunda olmasıyla buna işaret edeceğini de bilmiyorduk. Şimdi çok açık bir şekilde diyebiliriz ki bu âyet bize hitap ediyor.
Bizden sonrakiler yeni şeyler keşfedeceklerinden çalışmalarına devam edebilirler.
بِعَادٍ (Bi GAvDın) “Ad’a”
“Ad” avdet eden demektir. Ad kavmi Sümerlerden sonra gelmişlerdir. Geri dönenler demektir. Sümerler Irak’ı işgal edince Sami ırkı oradan gitmişlerdir. Uygarlığı Sümerler kurmuşlardır. Uygarlaşınca geri döner ve eski vatanlarında yeniden yerleşirler. Onun için bunlara “avdet eden” denmiştir, “geri gelen” denmiştir.
Hazreti Nuh’un üç oğlu vardı. Sam’ın çocukları Irak’ta kalmışlardı. Yafes ise doğuya gitmiştir. Bunlar Türkleri oluşturmuştur. Sümerler de geri dönmüş ve Sümer uygarlığını kurmuşlardır. Sümer uygarlığı, dili ve yazısı ile Milada kadar Irak’ta uygarlık kaynağı olmuştur.
“Ad” saldıran, tecavüz eden mânâsına da gelmiş olur. Yani avdet eden anlamında olduğu gibi; saldıran, zulüm yapan anlamına da gelir. O zaman “Ad” kelimesinden geçmişteki kavim kastedildiği gibi, bugünkü Ad olan kavim de anlaşılır.
Bugün Ad olan iki kavim vardır.
Biri Sovyetlerdir. Sosyalist idiler. Ne zulümler yaptılar Sonra başına neler geldi neler.
Sonra Saddam da örnek alınabilir. Mussolini ve Hitler de alınabilir. Bugünkü ABD’liler de alınabilir.
Zalim olan devlete neler yapıldığı birçok örneklerle görülebilir. Ne var ki bundan sonra Semud’dan bahsetmektedir. Dolayısıyla burada kastedilen tarihteki Ad kavmidir. Ancak çağımızda da bunlara örnek gösterilebilir. Semud ve Firavun.
Sovyetler geldi... Nasyonalist sosyalistler geldi... Şimdi de ABD’liler geldi...
Bunların devridir. Sistemdeki kimseler bunlardır.
Uygarlaşmanın gereği zalim iktidarlar gelir. Halk onlardan bıkar ve yeni çıkış yolu arar. Doğal âfet gelince yeni çıkış benimsenir. Orta çağın ticarete dayalı uygarlığının sanayi uygarlığına geçmesi için tüccar bir sınıfın gelmesi gerekir. Bunların alternatifinin gelmesi gerekir. Bugün neler olduğunu düşünmemiz ve araştırmamız gerekmektedir.
إِرَمَ (EıRaMa) “İrem”
Tabletlerde ve Tevrat’ta “İrem” diye bir şehir geçmemektedir. Genel olarak böyle bir şehir tasvir edilir. “İrem” “Ad”in bedelidir. Ad bir kavimdir. İrem diye böyle bir şehir olmuşsa, bu bir şehirdir. Irak’a neler yapıldı? Tarihi Bağdat’a neler yapıldı? diyebiliriz. Kavimden bahsettikten sonra onların şehri bedel hâline getirilir. Belki de şehir o kadar kötü silindi ki izi kalmadı. Ama o zaman “Elem tera” demezdi. İleride bu şehir ortaya çıkabilir. Bugün tarihi bir şehir değildir.
“İrem” kelimesi “Aram” kelimesine akraba ise, tarihte bir Aram uygarlığı vardır. Ancak bu uygarlık devlet olarak oluşmuş değildir. Ama dilleri Sümerceden sonra dünyaya yayılmış bir uygarlıktır. “Aram” kelimesinden “Arap” kelimesi türediği gibi “Rum” kelimesi de bundan türemiş olabilir. Bu takdirde İrem şehrinin Anadolu’da bir yerde olması gerekir. Ad kavminin tarihi aydınlandıkça bu husus da aydınlığa erecektir.
“İrem” kelimesi Kafkasya’da yaygın kelimedir. Pek çok köy ve kasabalara verilen addır. “İrem” yabani keçi demektir. Bizim yapacağımız halk dillerini ve yer adlarını tesbit ederek tarihi öyle okumaktır. Kur’an’da ve Tevrat’ta geçen kelimeleri öyle değerlendirmek gerekir.
ذَاتِ الْعِمَادِ (ÜATı eLGıMADı) İmatlı
“İrem” kelimesi burada müennes gelmiştir. “İReM” kelimesi üç harflidir. Müennes alameti yoktur. O zaman kentlerin çoğulu olması gerekir. “Zat” kelimesi de buna delalet eder. O halde burada “irem”i çoğul olarak alırsak bir kent tipidir, Sümerlerin kent tipidir. Ancak burada “inşa edilen” denmiyor, “halk edilmedi” deniyor. O halde orada arayacağımız şey doğal olaylardır.
“Imad” kelimesiyle de direkten başka bir şey kastedilmektedir. Suları oluklardan akıtırken direkler dikerler ve üstünden ağaçtan oluklar koyarlar, yeni bir sulama tekniği ile sulama yaparlardı. Böylece suların ulaşamadığı yerlere suları ulaştırmışlardı.
Fırat ve Dicle’nin çevresinde barajlar yapıldıktan sonra bile atlanan yerler olması gerekir. Oraya gidilip tetkik edilince bu yerler bulunabilir. Bu direkler ağaçtan olduğu için bugün izleri kalmamış olabilir. O halde klasik yorumdan ayrılarak diyebiliriz ki, “ımad”dan maksat sulama oluklarının üstüne konduğu direklerdir, “irem”den maksat da belki bu şekilde sulanan alanın adıdır. Sümercede bu ad üzerinde fazla çalışma yapmamız gerekmektedir.
“Imad” burada marife gelmiştir. O halde belli direkler olmalıdır. Direkler üzerinde kubbeler yapılmıştır.
Bugünkü camiler zatı’l-ımaddır diyebiliriz. Bugün betonarme karkaslar direk ve kirişler üzerinde oturmaktadır. Ameden mümeddedeh kiriştir. İmadün kaimeh ise kolonlardır. Bu kelimelerin mânâlarını böylece öğreniyoruz. Bu takdirde burada bahsedilen kelimeler kent çağımızı anlatmış oluyor. Bugün bizim yaptığımız köprüler hep direkler üzerinde oturmaktadır. O zaman da su köprüleri direkler üzerinde oturmuş olabilir.
“Imad” “amed”in çoğuludur. Dolayısıyla direkler üzerinde oturmaktadır. Bununla beraber tarihte su kenarlarında kendilerini korumak için denizde direkler diker, çardaklarını onun üzerinde yaparlardı. Geceleri merdivenlerini çekerlerdi. Böylece yabani hayvanlara karşı kendilerini savunurlardı. O halde Akatların bunlardan nelere sahip olduğunu şimdilik bilmiyoruz. Ama elimizde belgeler vardır. Bu belgeler sayesinde gelecekte öğrenilecek ve bu âyetin mânâsı çok daha iyi anlaşılacaktır.
الَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا(elLaTIy LaM YuPLaQ MisLuHAv)
“Misli halk olunmamıştır.”
Burada “inşa edilmemiştir” demiyor, “halk olunmamıştır” diyor.
Bununla ne kastedilmektedir?
Hilkat çamurdan yapılanlara denir. Çamurdan böylesi inşa edilmemiştir.
Tarihî kalıntılardan taş kemerler bilinmektedir, ama tuğla kemerler bilinmemektedir. Bunun dışında burada hilkatten maksat yaptıkları sulama tekniği sayesinde oluşmuş bahçelerden bahsedilmektedir. Tamamen orijinal ve çok değişik verime sahip bir verim elde edilmiştir. Bugün ondan çok daha güzel sulama yapabiliyoruz ama onların verimlerine ulaşmamız mümkün olmayabilir.
“İnşa”dan bahsetmeyip de “hilkat”ten bahsedilmesi şuna delalet eder ki, verimde onun benzeri yaratılmamıştır. Sanayide inşaat vardır. İnsanlar istediklerini yaparlar. Ziraatta inşaat yoktur, hilkat vardır. Çünkü canlılara biz komuta etmeyiz. Biz imkan hazırlarız, kendileri olurlar. Tamamen farklı verimde bir hâsıla oluşur. İşte Allah buna işaret ederek, böyle verimli veya bu tür meyveleri olan bir belde daha halk olmadı demektedir.
“Misli” demek benzeri demektir. Mutlaka daha üstün olması gerekmez. Zeytin Akdeniz havzasında yetişir. Belki de o tür bahçeler yalnız Fırat ve Dicle sırasında olmuştur. Eğer böyle bir bitki türü o zaman var idiyse, tabletlerde bunları bulacağız, kalıntılarda da rastlayacağız. Bunlar Kur’an’ın mucizeleri olacaktır.
فِي الْبِلَادِ(FIy eL BiLAvDı) “Beldeler içinde.”
“Belde” çoğul gelmiştir. Ahd için olabilir. Çoğul marifeler istiğrak için gelmezler. Ancak kurallı erkek çoğulsa gelebilir. Kurallı çoğullar için de söylenebilir. Ama kırık çoğul istiğrakı ifade etmez. Asgari bir veya ikisi dışarıdadır. Bu da istiğrakı bozmuş olur. Böyle olunca buradaki bilad marifedir. O zamanki şehirlerin içinde en iyisidir demektir. Yoksa dünyadaki biladın tamamının en iyisidir, misli yoktur mânâsı çıkmaz.
“FIy” zarf için gelmiş olur. Bununla beraber bu âyet “irem”in bilad olmadığını, başka bir şey olduğunu ifade etmiş olur. “İrem” su kanallarıdır. Kentler değildir, mevkidir. “İrem” kelimesi suyu akıtan kanal olmuş olur, direkli kanallar anlamına gelmiş olur.
“İrem”in Sümercede ne mânâya geldiği tetkik edilmelidir. Sizler bunların üzerinde durmalısınız. Prof. Dr. Salih Akdemir’in bu hususta yazdığı kitap vardır. Orada bu kelime enine boyuna incelenmelidir. Mesela “irem” adını verdikleri yerde köprüler var mı, onlara bakmak gerekir.
Biz bu tefsirlerde tefsirlerin nasıl yapılacağını öğretiyoruz. Varsayımlarla araştırma yapacaksınız. Bu kelime Kur’an’da bir defa geçmektedir, ancak seyle’l-arimi geçmektedir. Suyu taşıyan oluğun kırılması sonucu havuz üstlerine boşalır. Bugünkü boru patlamasına benzer. Bugün borunun ağzını tıkarsınız, ama o gün böyle tıkama imkanı yoktu. Su vadiye boşanır. Arim setli budur. Bu da gösteriyor ki irem kelimesi belde değil, direkler üzerinde akıtılan sulardır. Hâlen bugün de yaşamaktadır.
Tevrat’ta “Ad” kavmi “Akad” olarak geçmektedir. Buradaki “K” düşmüş, “Ad” olarak kalmış olabilir. Yahut “Ak ad” denmiş olabilir. “Ad” sarık mânâsına gelmiş olur. Ak başlılar olur. Sümerlere kara başlılar denmektedir. Bunlar da ak başlılar olabilir. Sıcak ülkelerde yaşayanlar beyaz giyinirler. Araplar hâlâ beyaz giyinir. Soğuk ülkelerde yaşayanlar ise güneş ışığını emsin diye siyah giyinirler. Sümerlere kara başlı, Akadlara da ak başlı denmiş olabilir. “Ad” munsarıf bir kelimedir. Alemdir ama Hud gibi üç harfli değildir. İrem kelimesi gayri munsariftir. Ucmedir. Alemdir diyebiliriz.
Burada “ımad sahibi” dendiği zaman başka bir şeyi daha ifade etmiş olabilir, o da üzüm bağlarıdır. Dikilen sırıklar üzerinde asmalanmış olabilir. Bugün yaygın olan bu ziraat tipi o zaman onlar tarafından kullanılan bir yöntem olabilir. “Imad” demek dayanak demektir. Asmanın dayandığı sırıklar olmuş olabilir. “İrem” de üzümden dönüşen bir kelime olmalıdır. Terkipten dolayı sırıklı bağın üzümü mânâsına gelmiş olabilir. Sümer dilinde üzüm kelimesinin adı irem olabilir.
Kur’an’ı yorumlayabilmemiz için daha ne kadar çok araştırmamız gerektiğini burada öğrenmiş oluyoruz. “Geziniz görünüz” emri bizi bu görevlerle görevlendirmektedir.
وَثَمُودَ(Va SaMUvDa) “Ve Semuda”
“Semud” kuzeyden gelen karabaşlılardır, dilleri Türkçeye akrabadır. “Ad”ın dili ise Arapçaya yakındır. “Semud” kelimesi “Sümer” kelimesinin değişmiş hâlidir. Tevrat’ta “Şamar” veya “Şumar” olarak geçer. Kelimenin kökü “SMR” olmalıdır. Esmer demektir. Yani kara başlı demektir.
Sümer yazısı tabletlerde yazılan çivi yazısıdır. Akadlar da Sümer yazısını kullanmışlardır. Hattâ ilim dilleri Sümerce olmuştur. İlk uygarlık dilidir. 3000 sene Ortadoğu’da bu yazı hakim olmuştur. Tabletlerde şekil çizmek zor olduğundan üçgen şeklinde işaretlerle yazılarını geliştirmişlerdir. O yazının da temeli şekil yazısıdır. Harf yazısı Tevrat’la yaygınlaşmıştır.
الَّذِينَ جَابُوا(elLaÜIyNa CAvBUv) “Cebedenler.”
“Cabe” “cevab” kelimesi ile akrabadır. Soruya verilen cevap da boş bırakılan yerlerin doldurulmasıdır. “Cevf” kelimesi ile akrabadır. Boşluk anlamındadır. Toprakları yarıp kanallar yapma anlamına gelmektedir.
Anlaşılan Ad kavmi oluklar üzerinden suları akıtmışlar. Sümerler ise kanallar, hattâ tüneller açtılar. Yolda suların buharlaşmaması için üstlerini örtmüş olabilirler.
“İrem”i kanallar olarak yorumlamamız, buradaki toprak kanallarına karşı kullanılması ile teyit edilmektedir. Suların dağıtılmasında köprüler veya tüneller kullanılır. Bunların uygarlıkları tetkik edilerek bu iki teknolojinin birini birinin, diğerini diğerinin kullandığı teyit edilebilir. Yukarıda Ad kavminden bahsederken daha çok yer topluluğu olarak ifade edilmiştir. Burada ise “ellezîne” kelimesi kullanılarak topluluk olarak ifade edilmiştir. Tarım topluluklarını bir araya getiren topraktır. Akadlar yani yerli halk Fırat ve Dicle’nin kenarlarında mesken kurmuş, toplayıcılıkla geçinen ve küçük sulama tarımı yapan kimselerdi. Onları bir araya getiren topraktı.
“Cabe” kelimesi yardı mânâsında olduğu gibi; doldurdular, oluşturdular anlamına da gelebilir. Cevab verme de eksik olan anlamları doldurmadır. Çölleri sulayarak vadilere dönüştürdüler, vadiler yaptılar anlamına gelir.
الصَّخْرَ(elÖaPRa) “Sahra”
“Sahra” çöl demektir. Kumlarla kaplanmış alandır. Kum suyu tutmadığı için bitki de bitmemektedir. Sulama yaptığınızda canlılar oluşmakta, zamanla gelen güneş ışığının altında çok verimli topraklar oluşmaktadır.
“Sahra” kelimesi burada harfi tarifle gelmiştir. Belli yerleri, belli çölü vadi hâline dönüştürdüler demektir. Burada sahra “fî” ile gelmemiş, mef’ul olarak gelmiştir. Sahranın içinde vadiler değil, sahrayı vadileştirdiler anlamına gelmektedir.
بِالْوَادِي(Bi eLVADIy) “Vadi ile”
“Vadi” yeşilliklerle dolmuş, sulanan, içinde suların aktığı sahadır. Çöle mukabildir.
Çölü vadiye döndürdüler demektir. Yeryüzü aslında çöl idi; bitkiler yoktu, hayvanlar yoktu. Zamanla canlılar çoğalarak çölleri vadilere dönüştürdüler Yağan yağmurları tuttular. Kökleri ile açtıkları deliklerden toprağa sızdırdılar. Sular orada toplandı. Sonra oradan aldıkları sularla kendileri yaşamaya başladılar.
Bitkiler oradan aldıkları suları havaya buhar hâlinde vermektedir. Rüzgarın getirdiği havadaki suları çoğalttıkları için yağmur yağmakta, böylece yeşil vadiler yağmur çekmektedir. Çekilen yağmurlar bitkilerin köklerinden toprağa sızmaktadır. Bitki kökleri toprağı o hâle getirir ki suları emmiş olarak tutar. Bu olay bir cevap olayıdır. Dışarıdan su getirip suladıktan, bitkiler oluştuktan sonra artık orası çöl olmaktan çıkıp vadi olmaya başlar.
Doğu Avrupa ve Orta Asya’da böyle çöller oluşmuştur. Bitki örtüsü yoktur. Kum fırtınaları her tarafı çöle dönüştürmektedir. Sovyetler ağaçlarla set yaptılar. Kumların akışını durdurdular. Ağaçların çevrelediği çöller vadileşti.
“Vadi” kelimesi “Badiye” kelimesi ile akrabadır. Diller harf değişikleri ile zıt mânâ verirler. “Ol” ve “öl” böylece zıt anlamlar taşır. “Bol” ve “böl” de böyledir.
“Vadi” sözü burada marifedir. Belli bir şekle soktular demektir.
Bugünkü Arabistan çok büyük çöldür. Anadolu, İran ve Irak sularını toplayan büyük bir “Sular Vakfı” kurulmalıdır. Hazar Denizi’ne ve Karadeniz’e dökülen suların bir kısmı toplanarak Fırat ve Dicle’ye akıtılmalı, Arabistan Yarımadası sahrası sulanmalıdır. Böylece bugün yüz milyonu bile bulmayan nüfusu birkaç milyara çıkarabiliriz. O zaman bizim petrollerimizi Batı gelip sömüremez.
Bu âyet bize Arabistan’ı vadiye dönüştürmemizi ilham etmektedir.
Ad ve Semud Mezopotamya uygarlıklarıdır, ilk uygarlıklardır. Bunun arkasından Mısır uygarlığı gelmektedir. Mısır da Mezopotamya uygarlığı gibi ilk uygarlıktır. Mezopotamya’dan etkilenmiştir ama kendisi özel uygarlık kurmuştur. Mezopotamya uygarlıklarından bahsederken burada azaptan bahsetmiyor, sadece nasıl yaptı diyor. Oysa Firavun’dan bahsederken nasıl cezalandırdığını da anlatmaktadır.
وَفِرْعَوْنَ (Va FıRGaVNa) “Ve Firavun’a”
“Fer’” dal demektir. “Fir’avn” dallanmış demektir.
Mezopotamya uygarlığı site uygarlığıdır. Küçük devletçiklerden oluşur.
Oysa Mısır uygarlığı merkezi uygarlıktır. Bir ağaç ve onun dalları gibidir.
“Firavun” hem yukarı Mısır’ın hem de aşağı Mısır’ın kralıdır. Bu birleşmeden sonra krallara dallı mânâsında Firavun denmiştir. Mısır dili Sami kökenlidir. Firavun cumhurbaşkanlığı gibi ünvandır. Ama hayatta iken adı odur. Mısır kapalı bir toplumdur. Kendi krallarından başka kralın olacağını sanmazlar. Çağımızda da biraz böyledir. Mezopotamya ve Anadolu’daki krallar devletler birliğinin başıdır. Devlet başkanı değildir.
ذِي الْأَوْتَادِ (Üiy eLEaVTADı) “Vetidleri”
“Vetd” kazık demektir. Firavunların ehramları kazık şeklinde gösterilmiştir. Dağlar da öyle gösterilir. Mısır Firavunları hayatlarında kendileri kendilerine mezarlar yaparlardı. Çok ileri bir teknoloji gerektiren bir yapıdır. Nihayet kendilerinin mezarıdır. Ama çok önem göstermişlerdir. Cesetleri mumyalamışlar, hâlâ mumyaları vardır.
Mezopotamyalılar mabet yapmışlar, Mısırlılar ise mezar yapmışlardır.
Kur’an bunların ehram sahibi olduklarını bildirmektedir.
“Evtâd” çoğul ve marifedir. Bilinen ehramları yaptırmışlardır. Azlık çoğuludur ki birkaç sayıda ehram vardır demektir. Gerçek de böyledir.
“Zî” tekil gelmiştir. Çünkü Firavun kelimesi tekildir. Firavun bir olduğuna göre Firavun’un bir ehramı vardı. Oysa burada ehramlar diye bahsedilmektedir. Firavun kavim gibi topluluk ismi olduğu için sıfat müfret olabilir, ama sahip oldukları ehramlar çok olmuş olur.
Kur’an hep bizi düşündüren ifadelerle doludur. Buna bediiyat sanatı denir.
الَّذِينَ طَغَوْا(elLaÜIyNa OaĞaV)
“Onlar tuğyan eden kimselerdir.”
Yukarıda “zî” kelimesini müfret kelime hâlinde getirmiştir. Burada ise “ellezîne” kullanılarak topluluğu ifade etmiştir. Firavun kraldır. Onların topluluğuna çoğul zamiri gönderilebilir demektir. Azgın olan kralın kendisinden ziyade çevresidir.
Tüm diktatörlüklerde durum budur. Birisinin etrafında toplanır ve onu diktatör yaparlar. Onu büyütürler. Çevresindekiler ise etrafa zulüm yaparlar. Halkı sömürürler. Kişilerin hak ve hukukuna tecavüz ederler. Böylece ‘Stalin güçlü idi, etrafındakiler zulmetmişlerdir’ dediğimizde de doğru söylemiş oluruz. Bu mânâya geldiği gibi Firavun sülalesini bir topluluk olarak görüp onları tavsif edebilir.
فِي الْبِلَادِ(FIy eLBiLADi) “Beldeler içinde”
“Bilâd” burada marife çoğul gelmiştir. Mısır kentleri kastedilmektedir.
Mısır’da da Nil nehrinin kenarları boyunca beldeler vardı. Merkezi hükümet vardı. Bürokrasi oluşmuştu. Halkı sömürüyorlardı. Firavun’un devleti bir örgüttür. Köleler devleti değildir, görevliler devletidir. Rahipler vardır. İleri gelen bir topluluk vardır. Bugünkü devlet şekline çok benzemektedir. İslâm devleti değildir.
İslâm devletinde nöbetli mü’minler vardır. Devleti onlar idare ederler. Savaşa katılanlar askerlik yapan kimselerdir. Bunlar maaşlı memurlar değildir. Savaşa katılmayanlar cizye verirler, onlar devletin yönetimine karışmazlar. Bu yönetme hakkı asilzadelere veya rahiplere ait değildir. İsteyen her vatandaş her zaman askerliği kabul eder, yönetici olur.
Sonra bu iş kölelere yaptırıldı. Daha sonra memurlara yaptırma yolu tutulmuştur. Hâlâ bu yapılmaktadır. Memur alma usullere bağlanmak istenmişse de sorun çözülememiştir. İktidarda olanlar kendi kadrolarını oluşturmuşlardır. Partilerin iktidarı değiştiği halde bürokrat sınıf değişmemiştir. Yavaş yavaş sınıflanma başlamıştır. Bu durum devam ederse askerlerin çocukları asker, hakimlerin çocukları hakim, zenginlerin çocukları zengin, işçilerin çocukları da işçi oluşur. Hindistan’daki kast sistemi oluşur.
“Adil Düzen”de ise bu sınıflanma yalnız tahsil ve askerlik şeklinde olup, doğuştan sınıf sözkonusu değildir. Herkes asker olabilmektedir. Rütbesini tahsille yani imtihandaki başarısı ile almaktadır.
فَأَكْثَرُوا فِيهَا الْفَسَادَ
(Fa EaKÇaRUv FIyHAv eL FaSADa)
“Orada fesadı iksar ettiler.”
“Fesad” düzensizliktir, bozulmadır, kuralların ihmalidir, kanunlara uymamadır.
Fesadı yani bunları çoğalttılar deniyor.
Zamanla daha fazla fesad zuhur etmiştir.
Bugün faizli işlemler yapılmaktadır.
Faiz enflasyonu doğurmaktadır...
Enflasyon işsizliği, işsizlik açlığı, açlık borçlanmayı, borçlanma yolsuzluğu, yolsuzluk rüşveti, rüşvet isyanı, isyan baskıyı, baskı da terörü meydana getirmektedir.
Firavun’ların ülkesinde buna benzer bir gelişme olmuştur. Yolsuzluğun artmasıyla devlet çökmeye başlamış, iktidarlar değişmiş, hanedanlar değişmiş, her hanedan fesadı biraz daha artırmış, artırmış, artırmış; sonunda Mısır uygarlığı ortadan kalkmıştır.
Aynı akıbete gidilmek istenmiyorsa, sorunu kökünden çözmemiz gerekir.
Önce faizi kaldırmamız gerekir.
Sonunda enflasyonu mutlaka durdurmalıyız.
Faiz ortadan kalkmadan enflasyon durdurulamaz.
Ondan sonra herkese iş vermeliyiz. Üretim olmalıdır. Üretim olmadan tüketim olmaz, olamaz, olmamalıdır. Üretim olunca açlık ortadan kalkar. Borçlar ödenir. Yolsuzluğa ve rüşvete gerek kalmaz. Memurlar dolgun maaş alır. Halkın geliri tamdır. Rüşvet veren de olmaz, alan da olmaz. Baskı kalkar, terör biter.
فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ
(Fa ÖabBa GaLAYHiM RabBuKa)
“Rabbin onların üzerine akıttı, döktü.”
Üzerlerine sıcak su dökmek. Bit, pire gibi haşaratı öldürmek için sıcak su dökerler. Bu sebepledir ki burada döktü deniyor. “Azabın savtını döktü” deniyor. “Rabbin” diyerek her şeyin evrim kanunları içinde olduğuna işaret ediyor.
Daha ileri bir hayatın oluşması için bozulmuş topluluklar ortadan kalkar.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, yerine Cumhuriyet kurulmuştur. Cumhuriyet saltanattan ileri bir yönetim şeklidir. Ne var ki burada da başarı elde edilememiştir. İmparatorluğun tüm hastalıkları cumhuriyete de intikal etmiştir.
Ya Adil Düzen gelecek ve bu pislikleri ayıklayarak muasır medeniyetin fevkinde bir cumhuriyet kurulacaktır, ya da azabın savtı cumhuriyet hükümetine ulaşacak ve yıkılacaktır.
Sonra Adil Düzen ondan sonra yeni cumhuriyetin kurulmasını sağlayacaktır. Bizim uyarımız, devletimizi yıkmadan imparatorluk kalıntısı pisliklerden temizlenmedir…
سَوْطَ عَذَابٍ (SaVOa GaÜABın) “Azabın kırbacını”
Azabın kırbacını akıttı.
Aslında “kırbacın azabı” denmesi gerekirken, tersine “azabın kırbacı” denmiştir. Cezalar için özel sopalar hazırlanır. Ne ağır ne de hafif, orta değerde olur. Bu sopa olabilir, kamçı olabilir. Kur’an’da bir defa geçmektedir.
“Azab” nekre olmuştur. Değişik suçlardan dolayı azap verilir ama sopa aynı olacaktır, yani sopa değişmeyecektir. Sopa vururken de hep bir adam vurmamalıdır. Kaç sopa vurulacaksa o kadar insan sopa atmalıdır. Böylece azabın ölçülü olduğu da bildirilmiş olmaktadır.
Mekke’nin Fethi veya İstiklâl Savaşımız böyle ölçülü azab olmuştur.
Tarihin akışı içinde fesadın artması da sözkonusudur, helâk da sözkonusudur.
Biz “Adil Düzen”le Türkiye Cumhuriyeti’ni bu akıbetten kurtarmak istiyoruz. 1960’lardan beri biz bunu yapıyoruz. Ne var ki devlet inatla “Adil Düzen”i reddetmektedir. Akıbetlerini beklemektedirler. Bizim yapacağımız çalışmak ve tebliğdir. Sonrası bize değil onlara aittir. Cezalar da O’na aittir. Bizim herhangi bir şey yapmaya gücümüz yetmez. İşimiz meşrutiyetlerde olduğu gibi adil cumhuriyete hazırlanmaktır. Bugün savaşlarla bizi yenemiyorlar ama adım adım devletimizi merkezden işgal ediyorlar.
إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ(14)
(EinNa RabBaKa La Bi elMırsadı)
“Rabbin mirsad içindedir.”
Burada tekrar “Rabbin” demiş, her seferinde evrime işaret etmiştir.
Burada “İnne” ile tahkik etmiştir. Olayların gelişigüzel cereyan etmediğini, Rabbin tarafından gözlendiğini ifade etmektedir.
“Mirsad” rasat yeri, çastaktır. Gizlenerek gözetlemedir. Olaylar öyle cereyan eder ki sanki rab yokmuş, olaylara karışmıyormuş gibi olur. Gaflet içinde yapılanlara devam edilir.
“El Mirsad” harfi tarifle gelmiştir. Rab belli kanunları ve kuralları ile gelir. Gelişigüzel tesadüfi olaylar yoktur.
Yeni bir dünya hazırlanmaktadır, Adil Düzen dünyasıdır bu dünya...
Tarihî olaylar böyle olmuştur. Batıda sanayi devrimi olmuş ve insanlık Adil Düzeni yaşayacak seviyeye ulaşmıştır. Bugünkü ulaşım ve haberleşme imkanları olmadan, bugünkü bilgi ve para mekanizması olmadan Adil Düzeni yaşamamız mümkün değildi. Allah bu düzenin oluşması için Batı’yı sanayi inkılabını yapmakla görevlendirmiştir.
Araçların olması yeterli değildir. Bugün ulaşılan teknik ve ekonomik araçlar yeterli değildir. Bunları kullanacak bir düzene ve yönetime ihtiyaç vardır, o da “Adil Düzen”dir.
Sanayi inkılabı olmuş ama henüz Adil Düzen gelmemiştir.
Rab mirsad içindedir.
Sûreyi baştan okursanız görürsünüz ki, gecenin kolay geçmesi, yani çağımız uygarlığının doğuşunun kolayca atlatılacağı müjdesinin arkasından örnek vermesi, tarihî oluşları hatırlatması vardır…
Bu konuda çalışanların hazırlıklı olmalarını istemektedir.