DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
I- DEĞERLENDİRME
A- GENELOLARAK
Bu çalışmada toplumsal sözleşme niteliği taşıyan bir anayasada yer alması gereken sosyal kurumların tarihi seyri, "anayasa bilimi" açısından incelenmiştir.
Toplumsal sözleşmeye dayanan devletin yapısını, siyasî, iktisadî, dinî ve ilmî kurumlar oluşturmaktadır. Bu çalışmada temel sosyal kurumlardan her biri tarihi dönemleriyle ele alınmış, günümüzde bulundukları aşama tespit edilmiş, karşılaştıkları sorunlarla bu sorunların nedenleri üzerinde durulmuş ve ekstrapolasyon yöntemi ile gidişleri hakkında tahminler yapılmıştır.
B- SİYASÎ GELİŞMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Siyasî gelişmeler, biri "hak"kı üstün tutan ve "haklı"yı güçlü sayan, diğeri de "güç"ü üstün tutan ve "güçlü"yü haklı kabul eden uygarlıklara bağlı olarak incelenmiştir. Bu incelemede, Mezopotamya, İbranî, Hıristiyanlık ve Islâmiyetin birinci grupta; Mısır, Yunan, Roma-Bizans ve Batı'nın ise ikinci grupta yer aldığı tespit edilmiştir. Diğer uygarlıklar, bu uygarlıkların türevleri kabul edildiğinden, üzerlerinde durulmamıştır.
Sözü edilen uygarlıkların, ne denli güçlü ve egemen olurlarsa olsunlar, ortalama biner yıl yaşadıkları ve zirve dönemlerindeyken yerlerini doğan yeni uygarlıklara bıraktıkları saptanmıştır. İçinde yaşadığımız Batı uygarlığında, çözümlenemeyen sorunların ortaya çıkması, bu sorunların giderek artması ve uygarlığın kendisini yenileyememesi çöküşe doğru gidildiğini göstermektedir. Bu durum karşısında insanlık, yeni arayışlara yönelme, karşılaşılan sorunların gerçek nedenlerini bularak alternatifler üretme ve yeni bir uygarlığı oluşturma güçlüklerini yaşamaktadır. İleri sürülecek alternatiflerin doğru seçilebilmesi için, tarihi gelişme ve değişmenin bilinmesi ve var sayımların ona göre tespit edilmesi gerekmektedir.
Buna göre siyasî bakımdan geleceğin var sayımları olarak şu hususlar ileri sürülmüştür:
1-Yeni uygarlık ve bu uygarlığa göre oluşacak ulusal devletler toplumsal sözleşmelerini hazırlarken, gücün haklı olduğu var sayımı yerine hakkın güçlü olduğu var sayımına dayanacaklardır.
2-Sosyal değişme, devrim ve savaş sonuçlarını doğuran zor ve baskı yöntemleri yerine, "sosyal kanunların gereği olan "uzlaşma" ile vuku bulacaktır.
3- Bu iki var sayım ışığında oluşacak siyasî hayatta;
a-Toplumu oluşturan sosyal kurumlar, siyasî kurumlarla sınırlandırılmayıp, diğer kurumları da içine alan bir "sosyal denge"ye dayanacaktır,
b- Siyasî birimlerin yerinden, ekonomik birimlerin merkezden yönetilmesi esas alınarak, merkezî yönetim ile yerinden yönetim arasındaki denge kurulacaktır.
c-Toplumsal sözleşme, ortak noktaların bulunması ilkesine uygun olarak "konsensus"a, yani "oydaşma"ya dayanacaktır,
d- Çokluk esasına göre gruplaşacak olan siyasî partilerin mensupları arasındaki ilişkiler sisteminde, grup içindeki sorumluluk, üyelik yerine "ortaklık" esasına göre belirlenecek, ortaklar arasında "dayanışma" ilkesi getirilecek, her grup, ortağına ilgili olduğu konuda "teminat - güvence" verecek ve arka çıkacaktır,
e-Kamu hizmetleri, atanan memurlar yerine, seçilen "serbest ehliyetli görevliler"ce yürütülecek ve böylece kamusal hizmetler memurların tekelinden çıkarılacaktır. Serbest ehliyetli görevliler, bu hizmetleri "vakıf statüsünde” ancak gruplaşarak yürüteceklerdir,
f- Soruşturmada Orta Çağ Kanonik hukuk sisteminin kalıntısı olan ve daha çok baskı rejimlerinin uygulaması niteliğini taşıyan tahkik sistemi terk edilerek, yerine demokratik olan "itham" sistemi kabul edilecektir,
g- Yönetimde çift başlılık terk edilerek, "başkanlık" sistemi geliştirilecektir,
h- Vatandaşlık ve siyasî birimlere mensubiyet seçimi "iradî" olacak, kişilerin, birimlerinden, vatandaşlık da dahil, ayrılması kolaylaştırılacak, buna karşılık da başkanların, kişileri mağdur etmemek şartıyla, "sürgün" yetkisi olacaktır.
C- İKTİSADÎ GELİŞMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
İnsanlık, iktisadî bakımdan, toplayıcılık, avcılık, çobanlık, çiftçilik, pazar mübadelesi, aracılı mübadele ve işçilik olmak üzere yedi safha geçirmiştir, içinde yaşadığımız dönem, emek mübadelesi, yani işçilik aşamasıdır, insanlar artan sorunları çözmek için yeni üretim teknikleri bulmuşlar ve her yeni aşamada bir öncekine oranla daha fazla ihtiyacı karşılar hale gelmişlerdir.
İşçilik döneminde, özellikle iktisadî alanda, artan sorunların doğurduğu ihtiyaçlar karşılanamadığından, insanlık, yeni arayışlar içine girmiştir. İktisadî bakımdan, yeni aşamanın "ortaklık" olacağı tahmin edilmiş, bu sistemin dayanacağı var sayımlar üzerinde durularak, iktisadî kurumlar bu açıdan değerlendirilmiştir.
Ortaklık ekonomisinin dayanacağı varsayımlar:
1-Çıkar çatışması yerine "çıkar paralelliği"
2-"Fırsat ve imkân eşitliği",
3-"Nimet - külfet eşitliği",
4- "Mikroda serbestlik makroda planlama yoluyla müdahale" olarak belirlenmiştir.
Ortaklık ekonomisinin iktisadî kurumlan şöyle sıralanabilir
1-Kamu sektörü ile özel sektör arasında, birinde yer alanın, diğerinde yer almamasına dayanan "kesin ayırım",
2- Karşılıksız para çıkarılmasının önlenmesi için "malı temsil eden senet" sisteminin kabulü,
3-İktisadî bölüşümde hasılanın anlaşmalarla paylaşılmasına dayalı "ortaklık" sistemi,
4- Devletin vergiyi genel hizmet karşılığı alması ve vergi oranlarının anayasada belirlenerek hükümetlerin bu konudaki yetkilerinin sınırlanması,
5-Kredinin devlet, tekeline alınması ve önce "emek faktörüne kredi" verilmesi,
6- Veresiye, borçlanma ve faiz sistemi; yerine, sipariş, ön ödeme ve ön ödemeden dolayı indirim yapılması.
D- DİNÎ GELİŞMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
İnsanlık, dinî bakımdan belirli aşamalar geçirmiştir. Bunlar dinlerin topluma egemen olduğu "yönetici" dinler dönemi, dinlerin topluma yol gösterdiği "yönlendirici" dinler dönemi, "düzen" dini ve "lâiklik" dönemi olmak üzere üçe ayrılarak incelenmiştir. Yönlendirici dinler döneminde peygamberler, getirdikleri kitaplar ve yaptıkları uygulamalarla sosyal kurumların ortaya çıkmasını sağlamışlar ve dinî düzenden, sosyal dengeye dayalı düzene geçişin önderliğini yapmışlardır. Felsefeciler peygamberlerin getirdiği sosyal kurumların teorik açıklamasını yaparak katkıda bu- lunmuşlardır.
Üçüncü dönem, dinin düzen olarak yaşanarak "yer aldığı" ve sosyal hayattan "soyutlandığı" olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İslâmiyette din sosyal bir kurum ve fonksiyon olarak kabul edilirken, Batı'da gelişen lâiklikle, dinler devlet dışında bırakılarak, önce devlet hayatından soyutlanmış; bunun bir sonucu olarak, tutucu ve çatışmacı nitelikler kazanan dinler, daha sonra sadece vicdanlarda bırakılmak istenmiştir. Buna karşılık materyalizm bu boşluğu doldurma mücadelesine girişmiş, bilim alanında pozitivizm adı ile yeni dinler üretilmiş ancak dar bir çerçevede kalınmıştır.
Gelecekte din, sosyal bir kurum olarak varlığını sürdüreceği gibi, sosyal kontrol - denetim fonksiyonunu üstlenecektir. Dinin eski dönemlerde olduğu gibi, topluma egemen olması kabul edilmeyecek, ancak dinler vicdanlara itilerek toplum dışı da bırakılmayacaktır. Dinlerle ilim arasında köprü kurulacak, dinler hurafe ve masallar yerine ilmin kesin doğrularına dayanarak insanların / inançlarını besleyecektir.
E- İLMÎ GELİŞMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
İnsanlık ilmî bakımdan görenek, tedris, tartışma ve deney aşamalarını geçirmiştir. Günümüzde yaşanan deneme aşamasından sistemleşme aşamasına geçişin sancıları yaşanmaktadır. Karşılaşılan sorunların yeterince çözümlenemeyişi bu geçişin bir işaretçisi olarak kabul edilebilir.
İlmin dayandığı var sayımlar:
1-İlim, gelecekte ferdî çalışmalardan çıkarak sistemleşecektir. Sistemleşmenin ön şartı olarak, "dil" ve "matematik" başta olmak üzere, genel ilimlerin öğrenilmesi programlanacak, "uzmanlaşma" ise meslekî alan ve kuruluşlara bırakılacaktır. İlimlerin "ortak dil"i oluşturulacak, farklı alanlarda çalışan ilim adamları birbirlerini anlayacaklardır.
2-ilmî kuruluşlar, "gruplaşma" ve "ekolleşme" sistemine göre teşkilatlanacak ve ilmî gruplara her kademede halkın katılımı sağlanacaktır.
3- İlmin ölçülmesinde "ehliyet" esas alınacak, ehliyetin dereceleri olacak ve teşkilatlanmada bu derecelenmeden yararlanılacaktır.
4- Ehliyetler ilmî gruplar tarafından "teminat - güvence" ye bağlanacak, ekolleşmeden ve ilmin uygulanmasından doğan zararlar bu kuruluşların mensupları tarafından dayanışma usulü ile tazmin edilecektir.
5- İlim adamının özerkliği,düşüncelerinin dokunulmazlığı sağlanacak, "yasama" fonksiyonunu bu kurum üstlenecektir.
6- Tek tip eğitim ve öğretim sistemi kaldırılacak, bunun yerine toplumda birliği sağlamak için merkezî sınav sistemleri geliştirilecek, ekoller bu sınavdaki başarılarına göre değerlendirilecektir.
F- GENEL DEĞERLENDİRME
Toplumu oluşturan kurumlar arasında iş bölümü ve denge sağlanması için "Yasama" "yürütme" ve "yargı"ya bir dördüncü kuvvet olarak "denetleme" eklenecektir. Bu kuvvetler sosyal kurumlar açısından yeniden tanımlanacak ve her birine bu fonksiyonlardan biri düşecektir. Bu dağılım,
1-İlme "yasama",
2- İktisada "yürütme",
3- İdare ve siyasete "yargı (geniş manada kaza)" ve
4- Dine "denetleme" verme şeklinde olacaktır. Böylece dört meclisli bir parlamento gerçekleşecek ve başkan bunlar arasında
dengeyi sağlayan hakem rolü oynayacaktır.
Burada sadece tarihi seyri anlatılan sosyal kurumların teorik temelleri ikinci kitapta ele alınacaktır.
II- SONUÇ
İnsanlar, ilk yaşama şekli olan "doğal dönem"de bile belli bir disiplin içindedirler. Bu disipline dayalı düzen, toplumsal değişme ve evrim sonucu "toplumsal sözleşme"ye dönüşmüştür. Bu dönüşün ilk basamağında devlet kurulmuş, yerleşik hayatla birlikte uygarlıklar dönemi başlamıştır. Uygarlıkların etkisiyle devletin yapısı gelişerek günümüze gelinmiştir. Bu gelişmede devletin etkisi giderek artmış ve günümüzün toplumsal yaşamında devletin girmediği ve etkisinin olmadığı alan kalmamıştır.
Devletin gelişmesi, yapısını oluşturan kurumların gelişmesini de etkilemiştir. Devlet yapısını oluşturan temel sosyal kurumlar, ilk dönemler dahil, hep bulunmuş ve hâlen de varlıklarını tüm etkileriyle devam ettirmektedir.
Devlet ve yapısını oluşturan kurumların gelişmesi ve değişmesini etkileyen nedenlerin başında ihtiyaçlar gelir, insanlar bütün bu kurumları ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geliştirmişler, her yeni dönem, bir önceki döneme oranla daha fazla sorunu çözerek daha fazla ihtiyacı karşılamıştır.
Toplumsal yapıda değişikliğe neden olan etkenler, yeni dönemlere ad vermiş ve tarihin dönemlere ayrılarak incelenmesi ilim adamları tarafından kabul görmüştür. Bu kitapta toplum ve onu oluşturan sosyal kurumların incelenmesinde de bu yöntemden çok yararlanılmıştır.
Çalışmamızda, anayasaların iki şekilde hazırlandığı görülmüştür. Biri gücün belirlediği veya hazırlattığı anayasalardır: İktidara gelen güç, kendi anlayışına göre hazırlattığı anayasa ve yasaları adeta dikte ettirerek hukuk devletini bu anlayışla tesis etmektedir. Yürürlükte bulunan anayasaların büyük çoğunluğunun böyle yapılmış olduğu söylenebilir. Ülkemizde 1838 Tanzimat Fermanı, 1856 İshalat Fermanı, 1876 ve 1909 Anayasaları ve anayasa niteliğindeki belgeler ile 1921 Anayasası dışında kalan 1924, 1961,1971 ve 1982 Anayasaları, güce dayalı dikte ettirilen anlayışın bir ürünü olarak kabul edilebilir. Diğeri ise, hak esas alınıp uzlaşmaya dayanarak meydana getirilen anayasalardır: Mezopotamya'da sitelerin saldırılara karşı kendi iradeleriyle birleşerek devleti oluşturması; Hz. Muhammed'in Medine site devletini kurarken Arap kabilelerini uzlaştırması; Bismark'ın Almanya'yı birleştirirken gümrük birliği anlaşmasına dayanması; Türkiye devletinin kuruluşunu hazırlayan 1921 Anayasası ve Avrupa Topluluğu'nun -kuvveti üstün tutan düzenlemeleri ve ulusların egemenliklerini devretmelerini öngören maddeleri hariç- statüsü bu anlayışın ürünleri olarak değerlendirilebilir.
Bu kabul ve değerlendirmelerden, güce dayalı ve dikte ettirilen anayasaların meşru olmadığı, hatta yenilik getirmediği ve topluma katkısının olmadığı anlamı çıkarılamaz. Nitekim Fransız ve Sovyet devrimlerinin anayasaları güce dayalı olduğu halde, biri yurttaş haklarını, diğeri de ekonomik ve sosyal haklan gündeme getirmiştir. Türk anayasalarında, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanılmış, hakkın üstün tutulması ilkesine göre de insan hak ve hürriyetlerine yer verilmiştir. Ancak güce dayanıldığından, getirilen kurumlarda bu ilkeler tam olarak gerçekleştirilememiştir. Hükümler büyük ölçüde anayasa metinlerinde yazılı kalmıştır. Hiçbir anayasa işkenceyi meşru görmezken, işkence sona ermemiştir.
Anayasa biliminin gelişmesi ile anayasalar ilmî çalışmalarla ilim adamlan tarafından bir mimarî proje gibi ortaya konulmalı ve halk tarafından uygulama projesi ile gerçekleştirilmelidir. Bu şekilde üretilecek alternatif anayasaların hayalî olmaması için, tarihi gelişmelerin uzantısı olarak ele alınması, ister gücü isterse hakkı esas alsın, görüşlere açık olması gerekir.
Buna göre kapitalist görüşü, sosyalist görüşü ve karma görüşü esas alan gücü üstün tutan metinler ve hakkı üstün tutan uzlaşmacı görüşlere göre hazırlanan metinler üzerinde çalışılarak ortak noktalar - konsensuslar ortaya çıkarılmalıdır.
Her ilim adamı bu sistemlerden birini ele alabilir, var sayımlara göre bütün düşünceleri sonuna kadar götürebilir. Bunun için ele aldığı sistemi benimsemiş olması gerekmez, sorunların sistem içinde ele alınıp çözümlerin gösterilmesi yeterlidir. Çünkü,ilim adamı sistemi ortaya koyar ve çözümleri gösterir ve bu sistemlerin hepsi birer çözüm getirir, hepsi çalışabilir. İçlerinden hangisinin tercih edileceği ise siyasîlerle halkın kabul edeceği bir iştir. Anayasa bu farklı görüşler arasında uzlaşılarak ortaya çıkarılan konsensuslardan meydana geldiği takdirde, herkesin kabulü ve rızasını kazanmış olacağından, herkesi bağlayabilme gücünü kazanabilir ve süreklilik sağlanabilir.
Buraya kadar anlatılanların pratik bir değer taşıyabilmesi için yapılması öngörülen önerilerimizi şöyle sıralıyabiliriz.
1-İlim adamları değişik görüşler açısından sistemleri ifade eden metinler hazırlamalı, bu metinlerin yorumları yapılarak uygulama şekilleri ve sonuçları yine kendileri tarafından tespit edilmelidir.
2-Siyasî partiler ilim adamları tarafından hazırlanmış bu metinlerden diledikleri birini benimsemeli ve böylece halka değişik siyasî sistemlere dayalı alternatifler sunulmalıdır.
3-Halk bu partilerden, dolayısıyla sistemlerden istediğine oy vermeli ve mecliste değişik görüşlerin güçleri ortaya çıkmalıdır.
4-Meclis, şimdilik partilerin aldığı oy oranıyla temsil edildiğinden, siyasî güçler tarafından desteklenmek üzere ilim adamlarından oluşan bir anayasa komisyonu kurulmalıdır.
5-Bu anayasa komisyonu görüşlerin ortak noktaları olan konsensusları ve uzlaşmaları esas alan bir anayasa metni hazırlamalı, konsensusa ve uzlaşmaya dayanmayan kısımlara bu metinde yer verilmemelidir.
6-Hazırlanacak bu metin, meclisin en az üçte ikisiyle kabul edildiği takdirde, halka sunulmalı, kabul edilmezse yeni bir ilmî komisyon oluşturulmalı ve yeni bir metin hazırlatılmalıdır.
7-Meclisin kabul ettiği anayasa halk oyuna sunulduğunda en az üçte iki çoğunlukla kabul edildiği takdirde yürürlüğe girmeli, edilmezse komisyon yeniden teşkil edilmelidir.
Çalışmamızda eleştirdiğimiz çoğunluk sistemini burada önermemiz, uzlaşmaya geçiş şartlarını kolaylaştırmak içindir. Bu sistem metnin hazırlanmasında değil, sadece halk oyuna dayanan yürürlülük şartıyla sınırlı olarak ileri sürülmektedir.
ŞEKİLLER;