Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
27.02.2011
Eğer Sarkozy birkaç saatliğine de olsa Türkiye’ye gelip, hiç çekinmeden “Sizi AB’de istemiyoruz, boşuna uğraşmayın” anlamına gelecek sözler ederek ülkemizin AB ile tam üyelik müzakerelerini yürütmekte olduğunu hatırlattı.
Dolayısıyla “Sarkozy ne dedi, nasıl dedi, niye dedi?” diye tartışmadan önce Türkiye’deki AB heyecanının neden iyice dinmiş olduğunu sorgulamakta yarar var.
2002 genel seçimlerinin hemen ardından yaşanan süreci hatırlayalım: Bir yandan dönemin başbakanı Abdullah Gül, diğer yandan siyasi yasaklı AKP lideri R. Tayyip Erdoğan Avrupa ülkelerinde ve hatta ABD’de tam anlamıyla bir “mekik diplomasisi” yürüttüler ve nihayet Türkiye 2004 Aralık ayında tam üyelik için müzakerelere başlama hakkını kazandı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Sonradan Çankaya’ya çıkacak olan Gül gibi birkaç istisna dışında AKP kurmayları içinde AB’ye eskisi kadar sahip çıkan pek kimse olmadı. Bu ilgisizliğin, “AKP, AB konusunu dışarda ve içerde meşruiyet kazanmak için kullandı. Aslında Türkiye’nin AB üyeliğini samimi bir şekilde istemiyorlar” şeklinde yorumlara yol açtığını biliyoruz. Fakat şunu da biliyoruz ki Başbakan Erdoğan her fırsatta AB üyeliğini “bir medeniyet projesi” olarak tarif ediyor ve bu uğurda yılmadan, usanmadan çalışacaklarını tekrarlıyor.
Eğer Erdoğan sözlerinde samimiyse Türkiye AB konusunda neden kaydadeğer ilerlemeler sergileyemiyor? Bu sorunun cevaplarını önce AB’nin kendi içinde arayacak olursak birçok noktanın altını çizmek gerekiyor. Örneğin:
1) AB’nin yaşadığı bir dizi sıkıntı nedeniyle daha fazla büyümekten iyice korkar olması;
2) Güney Kıbrıs’ın tam üye olmasının ardından Türkiye’ye çıkarttığı ve kısa vadede nasıl çözülebileceği belli olmayan sorunlar;
3) Avrupa kamuoyunun ciddi bir kesiminde ve yönetimlerin bazılarında hakim olan Türkiye’yi istememe yaklaşımının etkisini kaybetmeden, hatta yer yer artırarak sürmesi;
4) Bu bağlamda bir zamanlar Türkiye’ye AB yolunda en fazla destek vermiş olan Chirac’ın yerini Sarkozy’nin, Schröder’in yeriniyse Merkel’in alması ve bu ikilinin Türkiye’yi dışlama konusunda hep birlikte hareket etmeleri...
Artık “milli dava” değil
Şimdilik burada kesip Türkiye’nin AB serüvenini sokan iç nedenlere bir göz attığımızda ilk olarak karşımıza, belli bir aşamadan sonra AB konusunun iç politikadaki cazibesini kaybetmiş olması çıkıyor. Bir seçimden çıkıp diğerine giren, seçim olmadığı zamanlarda da referandumlara sahne olan bir ülkede, söyleminde daha çok popülist öğeleri öne çıkaran bir iktidar partisinin, meyvelerini ilerde (o da belki) toplayacağı bir şey için bugünden birçok fedakarlıkta (AB ile uyum için gereki olan, ama hayata geçtiği anda toplumun belli kesimlerinin tepkisini çekmesi muhtemel birtakım düzenlemeler) bulunmaya pek yanaşmaması anlaşılır bir şeydir. Fakat AKP’nin AB stratejisinin…
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
TEK BAŞINA DİNAMİK BİR TÜRKİYE
Yıllardır hep bir çaba vardı. Ama az ama çok bütün hükümetler döneminde AB’ye girme çabası vardı. Çoğu kez niye girdiğini, girerse ne olacağını bile hesap etmeden yuvarlak ‘çağdaşlaşma ve ekonomik büyüme’ hayalleriyle gündem oluşturuldu. AB tarafında ise hep bir direnç, bir hor görme, yeterli bulamama gibi çalımlar ve sonu gelmeyen boş vaatler vardı. Geçen bu süre zarfında AB’ye girme çalışmaları bana göre ülkeye bir şey kazandırmadı. Bizden istenen reformlar akli-selim her insanın kavrayabileceği yeniliklerdi. Sırf bunları yapabilmek için bir birliğe ihtiyaç yoktu, hala da yok. Hatta daha da ileri gidip ‘Siz bizi istemezseniz biz sizi hiç istemeyiz, sizsiz de en iyisini yaparız.’ deyip bu aşağılık kompleksinden kurtulmak ve var gücümüzle çalışmak gerek. Yakın geçmişte IMF olmadan ülkenin belini doğrultamayacağı inancı vardı. Ne oldu? IMF sayesinde belimizin ne hale geldiği herkesçe malum. Dışa bağımlı olmadan kendi ekonomisini kuracak kapasiteye ve verime sahip bu ülkenin en büyük düşmanı kafalarda oluşturulan çitlerdir onları yıkmak diğer engelleri de bertaraf edecektir.
Sayın Çakır AB üyeliğinin eskisi kadar popüler olmamasından yakınıyor, niyeyse? Kendi iç dinamizmine sahip bir ülke, iç işleriyle yeteri kadar meşgulse bu olumsuz bir şey olmasa gerek. Bölgedeki önemimiz ortadayken bırakalım da onlar bizimle diyalog kurmaya can atsın. Hiçbir anlamı olmayan bu batı hayranlığının yıkılma vakti geldi de geçiyor bile. Bunu yapmaya hevesli birileri varken eski güdüleri boşuna uyandırmaya çalışmayalım.