Dünyanın Müslümanlaşması korkusu!
22 Mart 2019, Cuma
YUSUF KAPLAN
İslâm medeniyeti konusunda aşılamayan bir çalışma yapan Marshall Hodgson, şöyle bir gözlemde bulunur: 16.-18. yüzyıllarda, dünyaya Mars’tan gelen bir yaratık, şöyle bir hükme varabilirdi: Fas’tan Endonezya’ya kadar dünya haritasının kahir ekseriyetinde Müslümanların yaşadığını görerek “bu dünyada müslümanlar yaşıyor galiba”, diyebilirdi.
Marshall Hodgson’ın gözlemi böyle.
KATLİAMDAN SONRA CAMİLERE AKIN VAR...
Katliam sonrasında ilginç gelişmeler yaşanıyor: Katliamdan bu yana Yeni Zelanda’da Müslüman olanların sayısı 400’ü geçmiş.
Yeni Zelandalılar -ve Avustralyalılar- camilere akın ediyorlar...
İki nedenle.
Birincisi, camide, ibadet halinde masum insanların hunharca, alçakça katledilmeleri, hem bütün dünyada nefretle karşılandı hem de müslümanlara karşı büyük bir sempati selinin yönelmesine yol açtı. Katledilen insanlar, dünyanın en mazlum, en barışçıl, en güleryüzlü ve yardımsever insanları aslında.
O yüzden özellikle Yeni Zelanda da ama genelde belli başlı Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da camiler gayr-i müslim insanların akınına uğradı; camilerde kalkanlar oluşturuldu; müslümanların emin bir şekilde ibadet etmeleri sağlanmaya çalışıldı.
Bunda Yeni Zelanda Başbakanı’nın katliam anından itibaren mazlumlara, ailelerine sahip çıkması, onlar gibi giyinmesi, onlarla birlikte olması, onlarla hemdert olduğunu göstermesi çok etkili oldu.
Buradan Yeni Zelanda Başbakan’ı Ardern’i, gösterdiği olağanüstü liderlikten ve harikulade kriz yönetiminden ötürü yürekten kutlamak gerekiyor.
Katliamdan bu yana camilere akın olmasının ikinci nedeni,insanların İslâm’ı merak etmeleri, camilerden İslâm’la ilgili bilgi almak istemeleri. Yeni Zelanda’da Emniyet Müdürü’nün Müslüman olduğunu açıklamasından bu yana İslâm’ı merak edenlerin, -bu arada Müslüman olanların- sayısında gözle görülür bir artış yaşanması o yüzden şaşırtıcı değil.
“TERÖRİZMLE SAVAŞ”, “İSLÂM’LA SAVAŞ”IN MASKESİ!
...........................
BİR TAŞLA BİR KAÇ KUŞ BİRDEN...
Böylelikle, bir taşla bir bir kaç kuş birden vurulacaktı.
Birincisi, Batı toplumlarında İslâm’a duyulan ilgi durdurulacaktı.
Bunun büyük ölçüde başarıldığını söyleyebilirim. Batı toplumlarında İslâm’ın cazibe merkezi konumuna yükseldiği, özellikle de krema arasında, okumuş yazmışlar arasında İslâm’a ilginin ve müslümanlaşma oranının hızla arttığı, 1980’li yıllarda Londra’daydım. Ve bu ilginin bizzat tanıklarından biriyim.
Doğrusunu söylemek gerekirse, İslâm’ın cazibe merkezi haline bazı merkezler tarafından getirildiğinden pirelendim yıllarca ve bu duruma Batılı güçlerin müdahale edebileceği korkusuyla yaşadım o yıllarda Londra’da.
Hislerim, tabiî, tarihsel analizlerim, beni yanıltmadı: İslâm, bir anda bütün dünyada bu terör örgütleri üzerinden hızla şeytanlaştırıldı ve Batılı toplumlarda İslâm’a karşı inanılmaz bir nefret duygusu oluşturuldu.
Böylelikle başka bir hâdisenin de temelleri atılmış oluyordu: İslâm dünyasında İslâm’ın hızla artan gücü de asgarî düzeye çekilmiş, müslüman toplumlarda sefih sekülerleşme biçimleri -neoliberal politikaların da desteğiyle- hızla köksalmaya başlamıştı.
Üçüncü olarak, felsefî açıdan büyük bir kriz yaşayan modernliğin krizi, postmodern tekno-paganizm biçimleriyle bastırılıyor, böylelikle, Batılı toplumlara, İslâm dünyasındaki terör örgütlerinin işledikleri cinayetler gösterilerek hallerine şükretmeleri söyleniyordu!
Fakat modernliğin yaşadığı ve bütün dünyaya yaşattığı bunalım, varoluşsal bir bunalımdı: Tanrı fikri yok edilmiş, tabiat delik deşik edilmiş, insanın geleceği bile tehlikeye girmişti.
Bütün bunlara yol açan Batı uygarlığı başka kültürlere, dinlere, medeniyetlere hayat hakkı tanımamış, bütün dinleri fosilleştilmiş, bütün medeniyetlerin kökünü kurutmuş, dünyayı kendine benzetmişti.
Batı’ya benzemeye direnen, insanca bir dünyanın kurulması için bütün zorluklara rağmen ayağa kalkma mücadelesi veren tek din İslâm’dı; tek aktör, müslümanlardı; müslümanları yeniden tarihe giydirecek canlılık emaresi gösteren tek ülke de Türkiye!
Marshall Hodgson’ın tablosunu çizdiği manzara, yeniden gerçek olur mu acaba?
Bunu bilemem ama şunu söyleyebilirim: Yeni Zelanda katliamı, panik psikolojisiyle hareket eden emperyalistlerin pabucunu dama atacak ve Batılıların dünyanın İslâm’la buluşmasını önleyemeyecekleri ilginç bir rol oynayacağa benziyor... Vesselâm.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/dunyanin-muslumanlasmasi-korkusu-2049737
YORUM;
TERÖRE ÇÖZÜM ADİL DÜZEN DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI
Yazarımız Yeni Zelanda'da iki camiye yapılarak 50 kişinin şehit edildiği
terör saldırısından kalkarak bunu dünyanın müslümanlaşmasından korkan
düşman güçlerin yaptığını söyleyerek onları suçluyor.
Halbuki asıl olan kişilerin sıhhatlerinin muhafazasıdır.
Eğer bünyeyi güçlü tutarsanız mikroplar etki edemez.
Hz.Peygamber ve sahabe- i kiramın yaptıkları da Kur'an'dan istidlal ederek
önce Medine'de ,sonrada fethettikleri yerlerde Adil Düzenler kurmak olmuştur.
Terör sonradan bozulan düzenlerin etkilerini arttırdıkları 100' lerce mikroplardan biridir.
Bugün dünyayı kaplamış güçlü ,zayıf ,müslim ,gayri müslim herkesi ve her toplumu
esareti altına almış madden ve manen öldürmeye devam etmektedir.
Yazarımızın ve ülkemizdeki tüm fert ve kurumların niyetlerinden şüphe etmeden,
hep birlikte merhum Erbakan hocamızın ortaya koyduğu ve dünyaya anlattığı Adil Düzen'in
tesis edilmesinden başka terör ve diğer mikropların tahribatına engel olmak
mümkün değildir.
Burada çözüm olarak Adil Düzen'in temelini oluşturan dayanışma ortaklıklarıyla
ilgili bir alıntı yapalım;" Adil Düzen’e göre İnsanlık Anayasası’nda bütün hükümler dayanışma ortaklığına dayanır.
1- Her bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta dayanışma ortaklıkları kurulur. Buraya ortak olanlar kendilerini sigorta etmiş olurlar. Kişilere ehliyetleri bunlar verir. Bu teminatlı ehliyettir. Sıvacı çocuk sıvayı yanlış yaparsa dayanışma oraklığı öder. Doktor hata eder de adam öldürürse dayanışma ortaklığı öder. Bir hâkim yanlış kara verir de mağdur ederse dayanışma ortaklığı tazmin eder.
2- Ortak hukuki bir zarar meydana gelirse, yani sözleşmeden doğan zarar değil sözleşmeye riayetsizlikten dolayı zarar meydana gelirse, bu azsa kendisi öder. Çoksa bucak dayanışması öder. Daha çoksa il dayanışması öder. Daha çoksa ülke dayanışması öder. Daha da çoksa insanlık dayanışması öder.
3- Önce prim ödenmez. Olay olur da zarar doğarsa ortaklar bölüşerek öderler. Ödeyenlere yük olmasın diye zararın büyüklüğüne göre genişletilir. Yine de yetmezse taksitler çoğaltılır, zaman uzatılır. Eğer zarar olmazsa kimse bir şey ödemez. Ortaklar birbirine kefil oldukları gibi aynı zamanda birbirinin denetçisi olurlar. Ortak ortaklığı kendisi seçmekte ve istediği zaman değiştirebilmektedir. Böylece insanın özgürlüğüne dokunulmamaktadır.
4- İslamiyet’te yasalar yoktur. Herkesin kendi sözleşmesi vardır. Özel hukuk özel sözleşmelerden oluşur. Ortak sözleşme kabul edenler dayanışma ortaklığını oluştururlar. İspat külfeti kiminse, onun dayanışmasının hükümleri uygulanır. Özel hukukta hürriyet böylece sağlanır. Kurallı hareket et ki ne yapacağını bilelim, seninle ilişkiyi ona göre kuralım. Ama kuralı sen koy diyoruz. Hayır, ben kural koymam diyorsa bizim bucaklardan uzaklaş diyoruz. Bu sebepledir ki, ilmi dayanışmaya ortak olmak zorunludur. Ortaklığı sen kurarsın veya seçersin. Suç işlediğin zaman da senin diyetini ödeyecek bir akilen olması gerekir. Siyasi akileye katılmanın da zorunluluğu vardır, aksi halde o bucakta kalamazsın. Ancak mesleki ve dini dayanışmaya katılma zorunluluğu yoktur."SÜLEYMAN KARAGÜLLE-http://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/652/CokYor/10053/Suleyman-Karagulle/DAYANISMA-ORTAKLIGI?seoContent_ASPxGridView1=page18
Bunu şemada görmek daha kolaydır;
Nuh peygamber kavmini 950 yıl davet etmiş,hiç bir davetçi üzülmesin
ve davetine devam etsin.
Gelin Yusuf hocam; arkadaş ve çevrenize de vesile olun, Akevler Adil Düzen çalışanlarının
53 yıldır çalıştığı, merhum Erbakan hocamızın mirası ve vasiyyeti olan Adil Düzeni
biran önce kuralım da müslümanların ve tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olalım inşaallah...