Beni Ankara Şehir Hastanesi’ne emanet ediniz
851 Okunma, 1 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

21.03.2019

SAĞLIK Bakanı Fahrettin Koca, “Gel, Ankara’da yeni hizmete giren Ankara Şehir Hastanesi’ni beraber gezelim” deyince...

Atladım gittim Ankara’ya...

*

“Şehir hastanesi” denilince benim aklıma biraz gelişmiş bir devlet hastanesi geliyordu.

Beni Ankara Şehir Hastanesi’ne emanet ediniz

Meğer olay, bambaşka imiş...

*

Ankara Şehir Hastanesi...

Yatak kapasitesi bakımından Türkiye’nin en büyük, dünyanın üçüncü büyük hastanesi...

Yüzölçümü bakımından ise dünyanın en büyüğü...

*

Tek bir hastane değil bu...

Bir büyük hastaneler kompleksi...

İçinde hepsi birbirinden devasa ve tam teşekküllü olan Kalp ve Damar Hastanesi var, Onkoloji Hastanesi var, Kadın Doğum Hastanesi var, Çocuk Hastanesi var, Nöroloji Ortopedi Hastanesi var...

*

Hastanenin her köşesi geniş, ferah...

Hasta odaları beş yıldızlı otel konforunda... Özel hastaneleri bile solluyor bu açıdan.

Görev yapan hekimlerin bazıları özelden kamuya transfer edilmiş.

Ameliyathaneler son teknolojiyle donatılmış.

Radyoloji alanında Türkiye’deki sayılı cihazlar var hastanede.

Beni Ankara Şehir Hastanesi’ne emanet ediniz

*

Bu büyük sağlık kampüsü, tam teşekküllü bir şekilde hizmete girdiğinde günlük 30 bine yakın hastaya hizmet verecekmiş.

Yatak sayısı ise 3 bin 633...

*

Ankara Şehir Hastanesi’ni gezince...

- Önce “Bu sağlıkta bir devrim” dedim...

- Sonra “Artık özel hastaneler için bile çıta, işte bu hastanedir” dedim.

- En sonunda da “Lütfen beni Ankara Şehir Hastanesi’ne emanet ediniz” dedim.

*

Bu söylediklerimi tebessüm ederek dinleyen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise...

“Sadece siz değil, yabancı hastalar da kendilerini bu hastanemize emanet edecekler. Çünkü bu hastanenin sağlık turizmi alanında da büyük atılım yapmasını sağlamak için her türlü hazırlığı yaptık” dedi.

Yazının tamamı için tıklayın

 

Yorum:

Büyük hastaneler sağlığı çökertir

Büyük hastane iyi sağlık hizmeti demek değildir. Hatta tam tersidir.

Sağlık hizmeti büyük hastanede hastane içinde zor ulaşılan bir hizmettir. Hastane içi ulaşım sıkıntılıdır. Hastane içinde doktorlar ve hemşireler hastaya ayırdıkları süreden daha fazla yürümeye vakit ayırırlar.

Zaman içinde büyük hastanede hem hekimler tükenir hem de hastalar tükenir.

Şehir hastanelerinde başka bir sıkıntı daha vardır. Pek çok hastanenin yerine devasa tek bir hastaneye ulaşım da sıkıntılıdır.

Yapılan diğer bir hata hastane sayısının, yatak sayısının artırılması ile kaliteli sağlık hizmeti verileceğinin sanılmasıdır. Oysa kaliteli sağlık hizmeti hastaya en yakın yerde mümkünse evinde verilen sağlık hizmetidir. Hastanın sorunları yerinde çözülmeli, hastane hastane gezdirilmemeli, eğer hastaneye gönderilecekse yakınındaki hekim tarafından nokta atışı gönderilmelidir.

Oysa bugün hastalar kendileri hastaneden randevu almakta ve kendilerini hayatında ilk kez gören bir hekim tarafından birkaç dakika içinde onların sağlığı için çok ciddi kararlar alınmak zorunda kalınmaktadır. Bunun neresi kaliteli sağlık hizmetidir.

Diğer bir facia kimyasal ilaçlarla kronik hastaların sağlıklarının bozulmasıdır. Doktora kronik hastalığı olan bir hasta gitmekte ve doktorun da hastaya bu kısa süre içinde bir ilaç vermesi gerekmektedir. SGK tarafından ödeme kapsamında olan bir ilaç hastaya verilmekte ve hastanın kronik sorunu bu ilaçla kökten çözülmemekte sadece palyatif olarak hasta düzeltilmektedir. Hasta bunu sürekli olarak kullanmakta ama bir süre sonra yanına yeni bir ilaç eklenmektedir. Her geçen sene ilaç sayısı artmakta ve asla ilaçlar azalmamaktadır.

Tüm sistemin, hastaya yaklaşımın değişmesi gerekmektedir. Kesinlikle ve kesinlikle doğru bir sistem kurulduğunda bırakın açılacak olan şehir hastanelerini mevcut hastanelerin pek çoğu bile gereksiz olacaktır. Aksi takdirde hastaneye başvuran hasta sayıları her geçen gün artacak, 16 yılda doktora ilk başvuru nasıl yılda150-200 Milyonlardan 750 Milyonlara çıkmışsa 5-10 yıl içinde rahatlıkla 1.5 Milyarlara ulaşılacaktır.

Sağlık sisteminden daha da önemlisi tarım ve hayvancılığın aslına döndürülmesidir ki eğer bu sağlanırsa zaten insanların hastalanması azalacaktır ve hastanelere olan ihtiyaç çok ciddi boyutlarda düşecektir.

Büyük hastanelerin sağlık sistemine nasıl zarar vereceği kısa zaman sonra ortaya çıkacaktır maalesef. Şimdiden bunun görülmemesi hatta çok iyi olduğunun iddia edilmesi ise trajikomiktir.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
25.03.2019
07:11

http://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/10933/SonEk/11763/Sabri-Kaya/SATILIK-HASTALIKLAR-HEKIMLIK-OLDU-YASASIN-DOKTORLUK-


Sabri Kaya 
SATILIK HASTALIKLAR HEKİMLİK ÖLDÜ YAŞASIN DOKTORLUK ! 
19.2.2019 
163 Okunma, 0 Yorum

Küreselleşen dünyada hekimlik mesleği, hastalıkları önleyen ve sağlığı koruyan bir sanat olmaktan çıkarak hastalara ilaç ve yüksek teknoloji giydiren bir konfeksiyona dönüştü. Hekimin ilgisi ve iyileştirici gücü ise ilaç, teknoloji ve paraya devredildi. Artık hekimin saygınlığı bile kariyeri, şöhreti ve aldığı ücreti kadar...

İnsanı Tanrının emaneti olarak gören, onu korumaya kendini adayan, dertlere derman kutsal otorite artık yok. Geleneksel tıbbın ‘hastalık yoktur hasta vardır' anlayışında, genetik ve bünyesel farklılığı nedeniyle her hastanın hastalığı farklıydı. Bu yüzden hekimler de hastanın dilinden ve ruhundan anlayan, onun bünyesine göre davranan kutsal bir otorite idi. Bu anlayışın hakim olduğu dönemlerde hastayı korkutan dev hastaneler, cihazlar ve fabrikasyon ilaçlar yerine, hekimin ilgisi ve şefkati vardı.

Hastaları fabrikasyon robotlara benzeten yeni anlayış ise, konu mankeni yaptığı hastaları geri plana iterken, hastalıkları ve şablon tedavileri ön plana çıkardı. Artık hastalar, hastalıkları bile birbirinin kopyası olan, aynı tornadan çıkmış robotlarmış gibi, aynı şablon tedavilerin konu mankeni. Seri üretimi yapılan ilaç ve teknolojinin maksimum tüketimi için, yaşam tarzının piyasaya sürdüğü hasta kuyruklarını kar amacıyla işleyen dev hastaneler fabrika gibi çalışıyor. Paket fiyatlarla kurulan hastalık borsasında satılık hastalıklar, hasta ve hastanelerin beğenisine sunuluyor. Seç, beğen, al! Hastaneler ucuz fiyat biçilen hastalıklardan şikâyet ederken, hastalar köşe bucak fark almayan hastane arıyor. Yaratılan moda herkesi hasta ediyor. Hastayı müşteriye indirgeyen bu yeni anlayış, korku tüneline sokulan müşteriler için satılık hastalıkları, ilaçları, teknolojiyi dayatıyor.

Hekimlik sanatı da sanat olmaktan çıkarak alışveriş merkezleri gibi dev hastanelerde seri imalata geçen konfeksiyon işine dönüşüyor. Maneviyattan yoksun bu anlayış, hastaları, kesilip biçilen konfeksiyon ürünü, hekimleri de hayat kurtarma ve sağlığa kavuşturma şevk ve heyecanından yoksun konfeksiyon işçisi olmaya zorluyor. Sevilen, sayılan ve kutsal bir otorite gibi duran hekim algısı artık yok!

Hekim yüzünüze değil bilgisayarın ekranına bakarken sizinle değil bürokratik işlemlerle ilgileniyor. Soğuk makinaların içinde, bilgisayarların teşhis ve tedavisine sunulan, ölçülüp biçilen, borsada işlem gören ve menkul değerlere çevrilebilen hastalık dünyasında yaşıyoruz.

Sağlık ise paranın gücüne göre alınıp satılan tüketim malzemesi oldu. Sosyal güvenlik kurumunun paket programına giren hastalar, hastalık borsasında ödenen para kadar hizmet alabiliyor. Hastanelerin sağlıksız salonlarında ‘sıradaki gelsin' komutuyla harekete geçen hastalar, dev süpermarketlerde alışveriş krizine girmiş müşteriler gibi köşe bucak şifa arıyor. Artık hekimin ve hastanın robotlaştığı, sağlığın ise metalaştığı duygusuz ve vicdansız bir dünyada yaşıyoruz. Bu yenidünya, kanıta dayalı bilim ve tıbbı tabulaştırırken sektörün yönlendirdiği milyar dolarlık araştırmaların özeti olan bilimsel rehberleri kutsal kitaba dönüştürüyor. Dün yumurtayı yasaklayan, bugünse helaldir diyen kutsal(!) metinler karşısında, hastalar ne yapacağını ve kime inanacağını bilemiyor.

Araştırmaları, ilaçları ve teknolojiyi kutsayan bu yeni tıp anlayışı, sağlığı korumak ve hastalıkları önlemek yerine, gittikçe büyüyen dev bir sektör yaratıyor. Sağlığın önündeki en büyük engel; hayatımızın her noktasına burnunu sokan, kurallar koyan, özgürlüğü kısıtlayan, tehdit eden ve hatta aforoz eden işte bu modern tıp anlayışı. Daha fazla kar etmek hırsıyla her alana yayılan anlayış, sağlığı yarış pistine çevirirken sağlık çalışanlarını da para hırsıyla koşturulan yarış atı yapıyor. Bu yarışta kullanılan ‘Performans' adı verilen kırbacın amacı, trilyon dolarlık küresel değirmeni döndüren bu yorgun atları koşturmak. Bu değirmen, gerçekte hastalıkları değil sağlık ve hayatımızı öğütüyor. Uygulandığı her yerde hasta sayısını ve ölümleri azaltmıyor, aksine artırıyor.

Hastayı para olarak gören küresel anlayış, hekimin iyileştirici gücünü de paranın gücüne devrediyor. Paranın karşılığı ise her zaman sağlık olarak dönmediği için, hastanın hekime olan saygı ve güveni sarsılıyor. Müşteri haline getirdiği hastayı kışkırtarak çatışma ortamı yaratan bu anlayış, her iki tarafı mahkemelik hale getiriyor. Hastalıktan beslenen sistem, ahlaki ve insani değerleri yok ederken doktorları maksi puan peşinde koşan paramatik robotlara dönüştürüyor. Hekimler ise yaptıkları her hizmetin parayla ölçülmesinden ve paragöz olarak anılmaktan rahatsız. Hekimler beyinlerine taksimetre takılmasını istemiyor. Bilimi esas alan ve sağlığa odaklanan doktorlar, para etrafında dönen bu dünyada yaşamak istemiyor. Herkesi hasta, hastayı müşteri ve her şeyi de para olarak gören küresel anlayış, sağlık ve hayatımız önünde en büyük engel. Bu engel sanıldığı gibi tıp kurumu veya bilim dünyası değil, tıp ve bilimi de zorla bu yola sevk eden küresel sağlık anlayışı. Hastalıkları önlemek ve sağlığı korumak için çırpınan hekimliği öldüren küresel anlayış, kendi çıkarlarına göre formatladığı doktorları cepheye sürüyor. Savaşın adı: Hasta et, tedavi et, cebini doldur. Sloganı ise: Haydi aslanlar hasta üstüne. Hastalıktan beslenen ve hastaların kanı, canı, gözyaşını paraya çeviren küresel anlayışın gayesi sağlık değil, bitmek bilmeyen kazanma hırsı. Sağlık ve hastayı metalaştıran bu sistem, pazarlama görevi verdiği hekimi komisyoncu duruma düşürüyor. Kutsal vakıf şifahanelerinin yerini, kar etmezse kapanacak olan hastaneler alıyor. Bu dev hastanelerin sağlığı koruma ve hastalıkları önleme işlevi ise budanmış durumda. Sosyal Güvenlik Kurumları ve hazinenin oluk gibi akıttığı harcamaların devamı için gerekli olan bu! Yoksa hastaya susayan, sürekli hasta üreten ve hastalıktan beslenen bu sistem her an çökebilir. Oysaki bu sistem yüzünden devlet ve toplum yapısı çöküyor, kimse farkında değil.

Hastalıklara harcanan para, 10 kat artmasına rağmen, halkımız eskisinden daha sağlıklı değil. Hatta giderek daha hasta bir topluma dönüşüyor. Bu sonuçlara yol açan bataklığı kurutmak yerine, salgın haline gelen hastalıklarla uğraşmaktan sağlık sistemimiz yorgun.

Hayatımızı karartan felaketin boyutunu çizelim: Bu sinsi sağlık savaşında ülkemizin sadece kalp damar sağlığı alanındaki kayıpları bile, günümüzün işgallerinden, tsunamiden ve beklenen depremde tahmin edilen kayıplardan daha fazladır. Kanser, akciğer, böbrek, ruh hastalıkları... Çığ gibi artıyor.

Hekimin misyonu sağlık,

Doktorun vizyonu hastalık

Peki, hastalık ve kötülüklerle nasıl mücadele edeceğiz? İyilik - sağlık sistemini nasıl kuracağız? Sosyal, ruhsal ve çoğu bedensel hastalıklar ve kötülükler, kaderin değil kötü yaşam tarzının eseri. Küresel yaşam tarzı sadece bizi değil, dünyayı da hasta ediyor. Bu yüzden, Dünya sağlık teşkilatı ve tüm bilimsel kuruluşlar, hastalıkların önlenmesinde ilk önce ve ısrarla buna yol açan yaşam tarzının değişmesini şart koşuyor. Çünkü yaşam tarzının dayattığı riskler ortadan kalkarsa hastalıklar azalıyor, Peki bataklığı kurutmadan yaşam tarzını değiştirmek ve hastalıkları önlemek mümkün değilse, hastalıklara mahkûm muyuz?

Hasta eden yaşam tarzını değiştirin diyen bilime rağmen neden değiştiremiyoruz? Bilim adamları mı anlatamıyor, yoksa biz mi anlamıyoruz? Onların söylediği şeyleri yapmak neden bu kadar zor? Bizi ve dünyamızı boğan bu deli gömleğini nasıl çıkarabiliriz?

Modern ve çağdaş diye peşinden koştuğumuz bu yaşam tarzı, neden bizi ve dünyamızı hasta ediyor? Ve neden biz hala ona ulaşmayı gaye ediniyoruz? Sorgulanması gereken Da Vinci'nin şifresi işte bu! Sağlık ve hayatımız bu şifrenin çözümüne bağlı. Ya bu şifreyi çözüp sağlıklı bir toplum olacağız, ya da her çeşit hastalık ve kötülüğün kurbanı olacağız. Çözüm diye dayatılan her şey, trilyon dolarlık sektörü şişirmekten başka işe yaramıyor. Artan sağlık harcamalarına rağmen, insanlık daha sağlıklı değil.

Ülkemizde son 9 yılda hastalıklara harcanan para % 800 artmasına rağmen hastalıklar daha da arttı. Hastalıktan beslenen canavar doymak bilmiyor. Bunca hastalığa yol açan bataklığı kurutmak, kimsenin aklına gelmedi.

50 yıldır yapılan; sivrisinek mücadelesi. Bataklık oluşumunun engellenmesi ise çok daha ucuz ve kolay olmasına rağmen bu mücadele ilk defa başladı. Hastalık ve kötülükten beslenen hastalık lobisi ve uzantılarını rahatsız eden işte bu! Çünkü bataklık kurutulursa bunlar yok olacak. İşte yaygaranın sebepleri: Sivrisinek bulutlarıyla mücadele ilaçtan, teknolojiye trilyonlarca dolarlık dev bir sektör doğuruyor. Hastalıkların önlenmesi ise bu dev sektörü çökertiyor

ABD sağlık sektörü büyüklüğü 2.5 trilyon $. Gerisini siz hesaplayın. Uğruna kanlı savaşların yapıldığı petrolden bile büyük bir sektör. Kaynakları küresele pompalayan bu emme basma tulumbanın sürekli çalışması, hasta etme ve sonra da tedavi etme oyununa bağlı. Yoksa nazik bir şekilde cepleri boşaltan sistem temelden çöker. Hastalık ve kötülük lobisi ise bu sistemin bekçisi ve yılmaz savaşçısı. Hastalık ve kötülüklerin arkasında hep bu lobi var. Çünkü bunlar hastalık ve kötülükten besleniyor. A'dan Z'ye bizi ve dünyamızı hasta eden, zehirleyen neyi değiştirmek isterseniz hemen karşınızda bu çıkar şebekesi çıkıyor. Çünkü bunların çıkarı hastalık ve kötülük. Hastalık ve kötülük canavarının yaşaması, hastalık ve kötülüklerin artmasına bağlı. Hastalık lobisinin silahı ise insanı hasta eden zararlı maddeler. İçki, sigara, fastfood, katkı maddeleri, GDO... Bu sağlık düşmanlarını kısıtlarsanız hemen yaygara başlıyor. Hastalık lobisi ve küresel medyanın ürettiği bu yaygarada Evrensel hukuk küresel şirketlerin çıkarlarını korurken, sahte aydınlar ve Anayasa mahkemesi de evrensel hukuk diyerek hastalık üreten riskleri başımıza musallat ediyor. Peki, evrensel hukuk ve kirli çıkarlar uğruna hasta mı olacağız? Hâlbuki Anayasa, halk sağlığını koruyun diye emrediyor. Anayasa mahkemesi bu görevini ne zaman hatırlayacak? Bizi yutmaya çalışan yaşam tarzına direnmek ve sağlıklı yaşam alanları yaratmaktan başka çaremiz yok. Özgürlüğe atılan ilk adım bu. Sayısı belirsiz oyunların perde arkasını gösteren sihirli bir gözlüğe ve sağlıklı hayata geçişin yol haritasını çizen bir kılavuza ihtiyaç duyuyoruz.

‘Hasta eden yaşam tarzı nasıl değişir' yani ‘nasıl sağlıklı oluruz' sorusu içine, gerçekte ‘nasıl özgür oluruz' şifresi gizlenmiş bulunuyor. Sağlık ve hayatımızı kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz? Asıl Da Vinci'nin şifresi bu. Bu şifreyi çözmeden sağlıklı ve özgür yaşamak mümkün değil. ‘Şunu yiyin, bunu yapmayın' diyen sağlık kitapları, sağlık ve hayatımızı kilitleyen kara kutunun şifrelerini ne yazık ki çözemiyor. Bizler bu öneriler peşinden koşarken, yaşam tarzımız hastalık üretmeye devam ediyor. Sigaradan alkole, uyuşturucuya…

Hayatımızı kirleten kanallara akıllı filtreler takmadan sağlıklı bir hayata geçemeyiz. Sağlık ve hayatımızı kirleten kanalizasyonu önlemeden bu savaşı kazanamayız: Ülkemizin havasını, suyunu, gıdasını zehirleyen çevre savaşı, esrar, eroin, kokain, sigara ve alkolü dayatan uyuşturucu savaşı, bilimsel mandacılığı dayatan bilim savaşı, Türk toplumunu süründüren hastalık savaşı ve bundan rant sağlayan küresel sağlık anlayışı… Bu savaş, hastalık ve kötülük canavarıyla kurbanları arasında. Her çeşit yöntemin kullanıldığı bu karanlık savaşın hedefi; bedenimizi ve zihnimizi ele geçirmek. Taşıdığımız bedeni kim yönetecek? Patron kim olacak? Dış dünyadan beynimize yüklenen programlar mı, yoksa biz mi? Bu zihinsel savaşın özgür irademizi esir aldığı bir dünyada, özgürlük ve demokrasi olur mu? Bu açıdan bakılırsa sorun özgürlük sorunu, çözüm de bilim ve akıl oyunu. Bu mücadele, hayatımızı esir alan yaşam tarzına karşı vicdanımızın isyanı ve masum savaş ilanıdır. İrademizi ele geçirmeye çalışan zihinsel esarete karşı irademizin özgürlük savaşıdır. Bu savaşın galibi, insan bedenine ve onu yöneten beynine hükmedecektir. Bu savaşı; ya biz kazanacağız ve gerçek anlamda özgür olacağız, ya da ipleri dış dünyanın eline teslim edecek ve modern köleler olacağız. Yaşam tarzının beynimize ve bedenimize dolanan iplerini, ya derin irademizle keseceğiz, ya da küresel robot olacağız. Seçim bizim. Kötülük ve hastalığın çaresi önlemektir. İslam'ın, aklın ve bilimin gereği de budur. Geleceği planlarken kötü sonuçlarla uğraşmak yerine, bunları oluşmadan önlemek gerekir. Kötü örnek, emsal olmaz! Hastalıkları önleme ve sağlığı koruma savaşı ciddi bir şekilde yapılırsa, sağlığın önündeki engeller kalkacak, toplum daha sağlıklı olacaktır. Hasta sayısı hızla azalacaktır. Bilimsel veriler çok açıktır. Aklı başında birçok ülke şimdi bu yolu seçmiş bulunuyor.

Tıp eğitimi ve sağlık sistemini hastalık odaklı olmaktan kurtaracak ve sağlıklı toplumu temel alacak MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ, bakalım bu görevi nasıl yerine getirecek? Hastalık ve kötülük lobisinin oyunlarıyla, dizilerle, maçlarla, sihirli gıdalarla, içki ve uyuşturucuyla uyutulan bir toplumun uyanması zaman alacaktır. Üstün hekimler hastalıkları önler, vasat doktorlar hastalıkları erken teşhis ve tedavi eder, diğerleri ise hastalıklardan yarar sağlar. (Huang Dee, 4600 yıl önce, Çin'in ilk tıp kitabı)

* • Kaynak: Prof.Dr.Kemal Yeşilçimen

Sağlığı koruyan, hastalık üreten bataklığı önleyen bağımsız ve özgür düşüncelerin, ülkemizin en ücra köşesine kadar yayılması için yapılması gerekenler

:  Bireysel farkındalık ve erdemli birey eğitiminin aktif olarak yaygın bir şekilde başlatılması  Öze dönüş (fıtrat) bilincinin oluşturulmasI

  Bireyin özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılarak akleden, düşünen, sorgulayan çevresi ile barış için yaşama bilincinin yaygınlaştırılması

 Kimyasal ve sentetik gıda, temizlik ürünleri, kişisel bakım ürünlerine karşı toplumsal protestoların örgütlü bir şekilde yönetilip küresel firmaların ürünlerine karşı boykotların başlatılması

 Ekolojik tarım yapılarak toprağın ve çevrenin geri kazanılması  Hastalıkların % 70 i beslenme kaynaklıdır. Her bireyin organik gerçek gıdaya erişiminin sağlanması hastalıkların önlenmesinde mutlak bir zorunluluktur

 Köylere dönüş ve tarımsal faaliyetlerin teşvik edilerek kırsal kalkınmanın devlet tarafından desteklenmesi gerekir.  Geleneksel yöntemlerin uygulanması, yerli tohum ve yerli hayvan ırklarının ıslahının yapılması yörelere uygun ürünlerin teşvik edilerek üretimin sağlanması gerekir.

 Kooperatifler kurularak tüm üreticilerin ortaklık statüsü ile üretim yapılması ürünlerin direkt olarak tüketicilere pazarlanması sağlanmalıdır.

 Koruyucu sağlık (hastalıkların önlenmesi) ve geleneksel tedavi yöntemlerinin yaygınlaştırılması

 Hacamat, sülük tedavilerinin sosyal güvenlik kapsamına alınması ve tüm toplumun periyodik olarak bu tedavilerden yararlanması sağlanmalıd

.  Doktor ve hastahanelere yapılan yatırımlar yerine bireyin doktora olan ihtiyacının azaltılması gerekir. Bu amaç ile sağlık endüstrisine aktarılan kaynakların sadece % 25 lik diliminin tarıma ve çevreye aktarılması mutlaka sağlanmalıdır.

 Çevre ve doğal yaşamın koruma altına alınması için çevreyi ve doğal yaşamı tehdit eden tüm sanayi tesislerine biyolojik arıtma tesisleri kurulumunun sağlanması gerekir.

 Tüm eğitim kurumlarında öğrencilere organik ve geleneksel beslenmeleri için okul kantin ve yemekhanelerinde ekolojik ürünlere geçişin sağlanması teşvik edilmelidir

Sabri Kaya 14.02.2019

 





Sayı: 510 | Tarih: 24.03.2019
Mehmet Barlas
Kılıçdaroğlu’nun var olması Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hak
İcraat zamanı da gelecek mi?
853 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
Beni Ankara Şehir Hastanesi’ne emanet ediniz
Büyük hastaneler sağlığı çökertir
851 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Yusuf Kaplan
Dünyanın Müslümanlaşması korkusu!
TERÖRE ÇÖZÜM ADİL DÜZEN DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI
830 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ergün Diler
Beş göz
Sermaye-Devletler çatışması
761 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Uğur Dündar
İstanbul’un güzel abisi!.. 24 Mart 2019
Ekrem İmamoğlu
761 Okunma
Hüseyin Bağdatlı


© 2024 - Akevler