Genç kuşakları kurşuna diziyoruz, farkında mısınız?
YUSUF KAPLAN
21 Mart 2016
Genç kuşakların İslâm'la ilişkisi sıfırlanmak üzere. Eğitim, medya ve kültür rejimi çocuklarımızı kurşuna diziyor!
Bakın size 2 yıl önce Bursa'da yapılan bir araştırmanın rakamlarını vereceğim, kafayı yiyeceksiniz!
Lise öğrencileri arasında yapılan bu resmî araştırmaya göre, liseli öğrencilerin % 9'u bonzai bağımlısı, % 35'i alkol alıyor, % 45'i sigara içiyor!
FELÂKETİN EŞİĞİNE SÜRÜKLENİYORUZ!
Nedir bu? Felaketin eşiğine sürüklenmektir! Bir toplumun geleceğini katletmesidir!
Bu arada PÇete, Anadolu'nun en parlak iki kuşağını aldı, zombileştirdi: Matematikçi, kimyacı, fizikçi yaptı! Elbette bunlar da lazım ama bunlardan önce sosyal bilimci, tarihçi, ilahiyatçı, siyaset bilimcisi, tarih felsefecisi, düşünür olacak önümüzü açacak parlak kuşaklar yetiştirmek zorundayız!
PÇete, 40 yıldır eğitim'le uğraşıyor ama önümüze İslâmî bir eğitim modeli koyamadı! Neden peki? İyi eğitim veriyor ama çocuklarımızı zombileştiriyor sadece! Protestanlaşmış tipler yetiştiriyor! Belki namaz kılan ama namazın anlamını, ruhunu idrak edemeyen tipler!
Diğer cemaatler de bu konuda sınıfta kaldı, maalesef!
Ama bu işe milletin kendisi sahip çıkmalı, tabandan köklü bir eğitim hamlesi başlatılmalı!
Velhasılı kelâm bu durum böyle gitmez!
10 yıl içinde gelecek yüzyılın tohumlarını ekemezsek, her şeyimizi kaybedeceğiz.
Türkiye'nin en temel, en hayatî, en âcil halledilmesi gereken sorunu eğitim sorunudur.
Türkiye'de sömürgeci ülkelerin yapamayacakları, yapmaya cesaret edemeyecekleri kadar çocuklarımızı kendi değerlerimizden, kendi dünyamızdan, kendi rüyalarımızdan uzaklaştıran laik, sömürgeci bir eğitim rejimi var!
ÇOCUKLARIMIZI ÖLDÜRÜYORLAR, BAYIM!
Bütün iddialarını yitirmiş, bütün ideallerini kaybetmiş, Batı karşısında aşağılık kompleksinin eşiğine sürüklenen kuşaklar yetiştiren ilkel, ruhsuz, ufuksuz bir eğitim sistemi bu!
Türkiye dışarıdan sömürgeleştirilemedi ama kendi kendini sömürgeleştirdi.
Sadece eğitim sistemi değil, kültür hayatı da, medya rejimi de bu ülkenin insanlarını kurşuna diziyor adeta!
Yoz ve sığ bir kültür hayatı, yabancılaştırıcı ve her şeyi banalleştirici bir medya rejimi, çocuklarımızı yani geleceğimizi yok ediyor!
Çocuklarımıza hiçbir heyecan, coşku ve ufuk sunamayan ruhsuz eğitim sistemi; hiçbir gelecek vaat etmeyen kör ve kötürüm kültür hayatı; hayal göremeyen, rüyaları olmayan, bütün sermayesini daha çok "köşe döndürecek” bön ve berbat projelere yatıran sarsak ve asalak medya rejimi çocuklarımızı gözümüzün içine baka baka elimizden alıyor; bizden, bizi biz yapan her şeyden koparıyor el ele, kol kola, omuz omuza vererek…
Sömürgeci eğitim sistemi, mankurtlaştırıcı savruk kültür rejimi, yabancılaştırıcı, bütün değerlerimizi çözücü salaş medya rejimi üçü birden adeta el ele vererek ruhumuzu, geleceğimizi, hayallerimizi, rüyalarımızı yok ediyor: Kendi çocuklarımız, elimizden kayıp gidiyor… Çocuklarımızı bizden koparıyor…
BATI'DA BÖYLE BİR ŞEYİ HAYAL BİLE EDEMEZSİNİZ!
Aberlard'ı, Racine'i, Lizts'i, Voltaire'i, Rousseau'yu, Balzac'ı, Descartes'i, Bergson'u, Derrida'yı, Godard'ı, Truffaut'yu öğretmeyen, bu kurucu figürlerin ürettiği ruhu solutmayan, gördükleri rüyaları her daim yeniden üretmeyen bir Fransız eğitim sisteminden, kültür ve düşünce hayatından, medya rejiminden sözedilebilir mi?
Bunyan'ı, Blake'i, Shakespeare'i, Locke'u, Hobbes'u, Byron'ı, Wordsworth''u, Elizabeth çağını, Victoria çağını, Turner'ı, Constable'ı öğretmeyen, yaşatmayan, yeniden üretmeyen bir eğitim sistemi İngiliz eğitim sistemi olabilir mi?
Bach'ları, Mozart'ı, Beethoven'i, Spinoza'yı, Luther'i, Kant'ı, Goethe'yi, Hegel'i, Nietzsche'yi, Husserl'i, Heidegger'i, Wagner'i öğretmeyen, yaşatmayan ve yeniden üretmeyen bir eğitim sistemi Alman eğitim sistemi olabilir mi?
Bu anaakım kurucu figürler Fransızların, İngilizlerin, Almanların iddialarının, ideallerinin, rüyalarının, hayallerinin ana kaynaklarıdır. Bu ana akım kaynakların dışında nice yan ve karşı-akım diyebileceğimiz isimler, ekoller, yaklaşımlar da var söz konusu edilebilecek. Ama bu kadarı kâfî.
BAŞIMIZA NASIL BİR TAŞ DÜŞTÜĞÜNÜ GÖRELİM ARTIK!
Biz bize gelelim… Ve başımıza nasıl bir taş düştüğünü görelim… Davud-u Kayserî, Kadı Burhaneddin, Molla Gurani, Molla Fenarî, Gazâlî, Yunus, Mevlânâ, Merâğî, Itrî, Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Galip, Levnî, Karahisârî, Taşköprülüzâde, Kâtip Çelebi kimdir acaba? Ne söyler bize bu kurucu figürler bugün? Ne anlam ifade eder yarınımız için?
Çocuklarımızı geçtik; elitlerimiz, aydınlarımız, yazarlarımız için hangi rüyalara, ideallere, ufuklara, yaratıcı atılımlara kaynaklık eder, etmiştir, edebilmiştir acaba?
Kurucu şahsiyetlerini tanımayan, onlarla aynı rüyaları paylaşamayan, onların hayallerini, heyecanlarını, coşkularını, ideallerini, çilelerini yaşayamayan, hissedemeyen, soluyamayan, yeni hayallere, rüyalara, coşkulara, ideallere dönüştüremeyen kuşaklar, kendilerini tanıyabilirler mi, dünyayı, dünyanın başka kültürlerini tanıyabilirler mi?
Shakespeare, kaç bin kez sahnelenmiş, yeniden yorumlanmıştır; Racine, aynı Yunan tragedyasını kaç kez yeniden sahneleme ihtiyacı hissetmiştir; Kant üzerine, Wagner üzerine, Goethe üzerine, Bach'lar üzerine, Locke üzerine, Byron üzerine kaç bin kitap yazılmıştır, kaç oyun sahnelenmiştir, kaç roman, şiir, felsefe metni yazılmıştır, kaç film çekilmiştir acaba, sayılarını bile bilebilmek o kadar zor ki şu internet çağında bile…
Ya peki, Merâğî kimdir, Levnî nedir, ne der bize, bilenimiz var mıdır gerçekten? Davud-u Kayserî, Kadı Burhaneddin bilinmeden, Osmanlı düşünce ve ilim hayatının nasıl teşekkül ettiği bilinebilir mi?
…………………
Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor… Kültür hayatımız,medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor, “durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye…
Bizim ahlâk, estetik ve adalet ilkeleri üzerinden insanlığa sunduğumuz görkemli ama bir o kadar da mütevazı; gittiği her yere ruh götüren, hayat bahşeden; yüzyıllarca hem zamanı, hem mekânı fetheden kurucu figürlerimizin inşa ettikleri kendi gök kubbemizi tanımadan, yaşamadan ve yaşatmadan geleceğe ne söyleyebiliriz ki biz?
Geleceğimizi nasıl teminat altına alabiliriz ki?
Çocuklarımızın ideallerinin, ruhlarının, rüyalarının ve hayallerinin öldürülmesini nasıl önleyebiliriz ki?
Unutmayalım: Kendi hayallerini kuramayanlar, başkalarının hayallerini yaşamaktan, dolayısıyla yok olmaktan kurtulamazlar.
http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/genc-kusaklari-kursuna-diziyoruz-farkinda-misiniz-2027628
YORUM;
Hz.Ebubekir’in bedeni!
Hz.Ebubekir’e nispet edilen bir söz vardır.
“Ya rabbi benim vücudumu cehennemde o kadar büyüt ki cehennemi ben
doldurayım oraya bir başkası giremesin”
Bizim camiada da her alanda tek adam ideali o kadar
büyütüldü ki etraflarında kimse kalmadı.
Dolayısıyla yetişme imkanları kalmadı.
Kendileri de darı bekaya irtihal edince tam bir çöküş
yaşanmaya başladı.
Halbuki İslam medeniyetinin peygamber ve ashabından sonraki
altın çağlarında o kadar çok mezhep ekolleri oluştu ki
bunların içtihatları doldu taştı ve bütün dünyaya yayılmaya başladı.
Nezaman bunlar zalim yöneticilerce susturulmaya başladılar
işte o zaman işler sadece tek adam ve çevresindeki dalkavuklarına kaldı.
Belki de 1000 yıllık bu hastalık Müslümanların kendi kendilerini
tüketme halini doğurdu.
Yazarımız Yusuf Kaplan hala filan kişi ülkemizin son şansıdır o
gitmesin o giderse ne devlet kalır nede millet diyor.
Bu yaklaşım önce Türk milletine sonrada İslam alemine
yapılmış en büyük hakarettir.
Ve iftiradır, ilk başta da Allahu tealaya.
Sanki Allah(CC) insanların kurtuluşlarını cüzi iradelerine bağlamamışta
bir kaç kişiye bağlamış gibi.
Bu en büyük problemin çözümü de yeniden o altın dönemdeki
gibi içtihadi ekollerin meydana gelmesi için canlarla başlarla çalışmaktadır.
Ve böylece İslam’ın idrakini çağlara söyletmektedir.
Buyurun Akevler bu uğurda 50 yıldır çalışıyor.
Akevler Adil Düzen çalışanlarının çalışmalarını
Allah(cc)bereketlendirecek ve nurunu
tamamlayacaktır inşallah…