Kaos, despotun merdiveni, diktanın habercisidir.
Baskı rejimleri, kargaşadan ve kargaşanın halkta yarattığı tedirginlikten beslenir.
Her türden belirsizlik ve korku iklimi, otoriter rejimlere zemin hazırlar.
Sokakta güvenli yürüyemeyen, her an bir saldırı bekleyen savunmasız kitleler, “Yeter ki canım, malım güvencede olsun” kaygısıyla, kolayca özgürlüğünden vazgeçebilir; kendini baskıcı bir rejimin, eli sopalı bir liderin kucağına atabilir.
12 Eylül, böylesi bir teslimiyetin tarihiydi.
Türkiye’nin bugünkü kaosunda, benzer bir gidişatın ipuçları var.
***
7 Haziran’da sandıkta sözümüzü söyledik:
İktidar sarhoşluğuna kapılmış, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış, adalet çizgisinden sapmış, her diplomatik kararında yanılmış bir kadroya “Dur” dedik.
Daha çoğulcu ve dengeli bir Meclis’i görevlendirdik.
Sonuç ne?
Sandıkta bu iradeyi yansıtan halk, halen kanamalı bir hasta gibi inliyor.
Seçmenin el freniyle durdurduğu parti, zorla iktidarını sürdürmeye çalışıyor.
“Artık gelmiyor” diye teselli bulduğumuz tabutlar yeniden gelmeye, anaların, eşlerin feryatları yine işitilmeye başlıyor.
Ve o coşkuyla göreve buyur ettiğimiz Meclis yok devrede...
Ülkenin kontrolü, oylarımızla devreden çıkardığımız iradede...
***
Meclis’in sağ cenahı, ısrarla seçmenin iradesini duymazdan geldi. Bütün partiler, sanki koşullarda bir değişiklik olmuş gibi, “Yeniden seçim” havasına girdi.
Hangi yüzle gelecekler ki sandığa?..
İradesine aldırış etmedikleri seçmenin huzuruna?..
Seçmen o oyları, gencecik çocuklar bombalansın, Rıza Sarraf hiçbir şey olmamış gibi deniz sefası yapsın, barış yürüyüşleri yasaklansın, asker sınırda savaşsın diye mi verdi?
Sandık yeniden kurulursa halk, çözümden, barıştan, sorumluluktan kaçanları cezalandırmayacak mı sanki?
***
Bu gerçeği en iyi Erdoğan biliyor.
Geniş tabanlı bir koalisyonun da, yeni bir sandığın da kendi hegemonyasını gemleyeceğini, onu Saray’da huzursuz edeceğini görüyor.
Başka bir yol arıyor.
Eski defterlerin açılmayacağı, tersine “Beceremedik, gel kurtar” yakarışlarının duyulacağı bir yol...
Bir alabora hali...
Bir tür dumanlı hava...
Mutabakat metinlerini yırtması, arabulucuları tanımaması, çözüm sürecini baltalaması, barış mitinglerini yasaklaması, yeniden güvenlik ekibini toplaması ondan...
Tabanında psikolojik akrabalık bulunan IŞİD’e operasyon yaparken, bunu Kandil’le dengelemeye çalışması da ondan...
Ve ne yazık ki dağda ekmeğine yağ süren bir şahinler kanadı bulmakta da zorlanmıyor.
***
4 yıllık çatışmasızlığı yaşadıktan sonra, ihtiraslar uğruna yeniden 30 yıllık kanlı ortama dönülmesine razı mı olacağız?
Seçim sonuçlarının, yani halk iradesinin hiçe sayılmasına, Saray’ın sistem üzerindeki illegal rolünü tırmandırmasına, yaşanan onca baskının, yolsuzluğun, hukuksuzluğun unutturulmasına, yeniden kaos ortamına sürüklenen ülkenin iplerinin güvenlikçilerin eline bırakılmasına göz mü yumacağız?
Meclis, bu hafta ilk büyük sınavına giriyor.
Seçimde aldığı övgüyü hak edip etmeyeceğini, ülkeyi kaosta bırakıp bırakmayacağını hep birlikte göreceğiz.
Seçim, Saray, savaş faslı bitsin artık...
Barış, demokrasi, özgürlük istiyoruz.
Yaptığınızla Övünün
30 Yılı aşkın bir süredir, Türkiye'de yaşanan can ve mal kayıpları ile birlikte hakim olan huzursuzluğun biteceğine dair bir umuttu ''Çözüm Süreci''. Çünkü Çözüm Süreci, Allah'ın indinde geçerli tek düzen olan ''BARIŞ''ın habercisiydi. Tarafların ikisinin de söylemlerinden Barış eksilmiyordu. Fiiliyatta eksiklikler vardı. Atılması gereken adımların yetersizliğini aylar önce tekrar yazmıştım.
Samimi insanlar, düşmanın neler yapabileceğine aldırış etmemeli. Düşmanın hile ve oyunlarını çözmek için zaman kaybetmemeli. Sadece bildiği doğruları uygulamalı. Bu uğurda inandıkları doğruları hayata geçirmek için mücadele etmeli. Allah, genelde başarı ile ilgilenmez. Davadaki samimi mücadeleye bakar. O, kanun koyar, kendi kanunlarına kendisi de uyar.