Mekke + Medîne = Medeniyet
Yusuf kaplan
22 mayıs 2015
Peygamberimiz, medeniyet kurmamıştı; ama din de kurmamıştı. Din'in önce “mekke süreci”nde hayat bulmasına, sonra da “medine süreci”nde hayat olmasına aracılık etmişti.
Peygamberimiz, zaten, bilfiil, “mekke süreci”ni de, “medine süreci”ni de hayata geçirmişti; medeniyet sürecinin ise temellerini atmıştı: Peygamberî çağrı, sadece peygamber çağına hasredilmemişti; bütün çağlara ve bütün insanlara hitap ediyordu.
Unutmayalım: Din, medîne ve medeniyet sözcükleri etimolojik olarak da, semantik olarak da, tarihî olarak da aynı anlam dünyasına ait sözcüklerdir. Bize yüklenen teklif, din''i hayata geçirmek. Medeniyet yok olduğu için, din, şu ân''da “Mekke”sinden de, “Medîne”sinden de yoksun.
BÜTÜN İNSANLIĞA HİTAP
Bu konu, çok önemli bir konu. Eğer, medeniyet süreci işletilemezse, hayata geçirilemezse, din varolamaz; varolsa bile varlığını koruyamaz ve diğer varlıklara hem ulaşamaz, hem de hayat sunamaz.
Başka türlü söylemem gerekirse... Aslolan şey, bizim müslümanca yaşayabilmemiz ve varolabilmemizdir. Kur''ân'ın, ilâhî çağrı''nın atlanan bir boyutu var: İlâhî çağrı, bütün insanlığa ve bütün varlıklara hitap eder. Eğer biz de, müslümanlar olarak, tek bir müslüman şahsiyet olarak bile, diğer bütün varlıkları ve bütün insanları, yani özetle içinde yaşadığımız dünyayı ihata edecek şekilde Kur''ân''ı anlama çabasını ıskalarsak, Kur'ân'ı anlayalamayız. Başka bir ifadeyle, Kur'ân'ın sadece müslümanlara hitap ettiğini düşünerek hareket edersek, Kur'ân'ı anlamakta zorlanırız.
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: Bir mümin, eğer, sadece İslâm'ı bilmekle yetinir; Kur'ân'ın sadece İslâm'la ilgili emirlerini ve nehiylerini alırsa, İslâm''ı hem anlayamaz; hem de hayatına aktaramaz; üstüne üstlük de, Kur''ân''ın müslümanları ve İslâm''ı konu edinen çağrılarının dışındaki çağrılarını ıskaladığı için, gözardı ettiği için, aslında Kur''ân''ın bizatihî kendisini, dolayısıyla ilâhî çağrı''yı ıskalmış, bir bütün olarak idrak edememiş olur.
Özetle, Kur'ân, sadece müslümanların ve İslâm'ın kitabı değildir. Kur'ân, elbette ki, münhasıran İslâm''ın kitabıdır; ama Kur'ân'ın hitabı, sadece müslümanlara değildir. Hâl böyle olunca, müslümanlar sadece İslâm''la ve kendileriyle ilgili hitapları muhatap aldıkları zaman, Kur'ân'ı bir bütün olarak muhatap almamış olurlar. Böylelikle, sorumluluklarını yerine getiremedikleri için, insanlığın felâkete sürüklenmesinin doğrudan sorumluluları olmuş olurlar.
ÇAĞRI ÇAĞLARI KUŞATIR
Mekke ve Medine süreçleri, vasatı oluşturur. Mekke sürecinde İslâm ferdî düzlemde hayat bulur; medine sürecinde ictimaî düzlemde hayat olur. Medeniyet sürecinde ise ferdî ve ictimâî düzlemler kürevî düzlemde hayatiyet kazanır.
Medeniyet, bütün çağları ve bütün çağların insanlarını ihata eder. Her medeniyetin kendine özgü bir çağı, kendine özgü bir zeitgeist''ı vardır; ama bir medeniyet, ancak diğer çağlara enlemesine ve boylamasına, derinlemesine ve yoğunlaşarak açılabildiği, diğer çağlarla ilişkiye, irtibata, temasa geçebildiği ândan itibaren olur, oluşur ve varolur. Bütün çağlara açılamayan medeniyetler, kendi çağlarını, kendine özgü bir çağı da kuramazlar.
Mekke ve Medine süreçleri, esas itibariyle müslümanı ihata eder; müslümana ve müslümanlara hayat bahşeder. Medeniyet süreci ise, müslümanların aynı zamanda müslüman olmayanlara da hayat bahşettikleri bir “imkân”dır. Medeniyet''in ruhunu, Mekke ve Medine süreçlerinde oluşturulan vasat''ın ruhu oluşturur.
…………..
Mekke'siz ve Medine'siz medeniyet olmaz. Medeniyet olmadan da İslâm''ın çağrısı, bütün insanlığa ulaşamaz; dolayısıyla İslâm''ın çağrısının sürekli olarak kendisini tazeleyebilmesi imkân dahiline giremez. Medine sürecinde, İslâm, müslümanlar için hayat oldu; gayr- müslimler ise hayat buldu. Medine, gayr-ı müslimlerin mekke''sidir. Medeniyet ise, gayr-i müslimlerin medine''sidir.
Her dinin medinesi vardır; olmak zorundadır. Din''lere [inançlara, düşüncelere] saldırmak, hayat hakkı tanımamak demek, medinelere hayat hakkı tanımamak demektir. Medine, peygamberlerin yurdudur. O yüzden Kitabımız, bütün peygamberlerin, medîne''lere / şehirlere gönderildiğine özenle dikkat çeker. Peygamberler, medineye, medeniyet tohumları ekerler. Medeniyet tohumları, medinenin hayatiyetini sürdürme kaynaklarıdır. Hayatiyetini sürdüremeyen medine, hayatını da, dolayısıyla varlığını da yitirmekten kurtulamaz. Medeniyetin yitmesi, medinenin çökmesiyle, dinin de çözülmesi ve yok olmasıyla sonuçlanır. Medeniyet yittiği için İstanbul / medîne bitmiştir; din çözülmüştür.
Özetle, “mekke”, oluş / kevn'dir; “medine” varoluş / mekândır; medeniyet ise oluş'u ve varoluş'u varkılma imkânıdır.
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/yusufkaplan/mekke-med%C3%AEne-medeniyet-2010943
yorum;
Her dinin Medinesi!
Yazarımız istiyor ama ne istediğini tarif edemiyor.
Yani bizim “bucaklar sistemi”’ni istiyor.
İslam Düzeni 3000 kişiye bile
inancına göre bir şehir kurma hakkı tanımıştır.
Mevlana ne olursan ol gel diyor ya.
İslam düzeni de 3000 kişiyi bul şehrini kur diyor.
Hangi dinden olursan ol.
İstersen ateist ol.
İstersen yeni bir din oluştur.
Ama hukukunu da oluştur ve gerek ferdi gerekse toplumsal
münasebetlerinde koyduğun kurallara uy.
Bu sistemin ilk uygulamasını Hz.Peygamber
Medinede kurmuş,uygulamış ve göstermiştir.
Hulefa-i raşidin’den sonra iş bozulmuş ve
çatışmalar baş göstermiştir.
Müçtehit imamlar döneminde ise
halkta bu yönde bir talep meydana gelememiştir.
Kur’an O zamanda o yüzü ile tecelli etmiş.
bugünde Adil Düzen yüzüyle tecelli
etmektedir.
Oluş daha tamamlanmamış.
Netice alınamamıştır.
Neticenin başarı oranı bizlerin çalışmalarına bağlıdır.
Allah çalışmalarımızı ve çalışanlarımızı
mübarek etsin…