Medrese ve tekke olmadan aslâ!
YUSUF KAPLAN
27 MART 2015
Türkiye’deki -özellikle zihin-özürlü entelijansiya tarafından- çarpık anlaşılan konulardan biri medrese konusu.
Medrese, yaklaşık bin küsur yıl İslâm medeniyetinin temellerini atan bir eğitim kurumunun adı. Ve İslâm medeniyetinin geliştirdiği, medeniyeti yeşerten, filizlendiren ve geliştirerek yeni ufuklara eriştiren özgün bir eğitim modeli.
MEDRESENİN ÇÖKMESİ: MEDENİYETİN ÇÖKMESİ
Bugün medrese’nin -özellikle de Türkiye’de- yaşamıyor -hatta izlerinin bile silinmiş- olmasının nedeni, İslâm medeniyetinin çökmesidir. Türkiye’nin dışında İslâm dünyasında medrese -şu ya da bu şekilde de olsa- varlığını sürdürüyor ama hiçbir yaratıcı atılıma, öncü açılıma öncülük edebilecek, önayak olabilecek, kaynaklık yapabilecek bir niteliğe sahip değil.
Medeniyetin çökmesi, medresenin de çökmesini beraberinde getirdi kaçınılmaz olarak. Ya da tersi daha doğru galiba: Medresenin çökmesi, medeniyetin temellerini sarstı ve çökmesiyle sonuçlandı.
Ulema gitti, “film koptu”: Medeniyet gökkubbemiz çöktü, üzerimize yıkıldı: “Baş’’la “gövde” birbirinden ayrıldı. Müslümanca biliş, duyuş, düşünüş, zevk ve beğeni biçimlerimiz yokoldu. Çöl’e mahkûm olduk...
Asıl yakıcı mesele şu, burada: Müslüman toplumlar, medreseye yeniden diriltici bir ruh üfleyemezlerse, yeniden esaslı bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremezler. Müslümanca duyuş, düşünüş ve varoluş biçimini, ancak İslâmî bir eğitim modeli geliştirebildiğimiz takdirde yeşertebiliriz yeniden.
……………….
HABITUS, KÜLTÜREL EKOLOJİ YA DA MUHİT
Ayrıca Lapidus’un -İletişim Yayınları’ndan Yasin Aktay’ın çevirisiyle yayımlanan- İslâm Toplumları Tarihi başlıklı özgün çalışmasında da enfes bir şekilde gösterdiği gibi, talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi alma ve bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme (öğrenme ve alma), temellük etme (özümseme ve kendine maletme) ve temessül etme (başkalarına sunma) ilişkisidir.
Zirve bir âlimin dizinin dibine oturan parlak bir talebe, medresede, sadece ilim tahsil etmez; o ilmi vareden ruh âlemini, hayat iklimini, zihin, davranış ve yaşayış biçimlerini de tahsil, tevarüs, temellük ve temessül eder.
Medrese, ille de Bourdieu’nun ünlü terimini kullanmam gerekirse, tastamam bir habitus’tur: Bir kültürel ekoloji kaynağıdır. Talebenin, bir medeniyetin hayatının ve hakikatinin, hassasiyet ve dikkatlerinin, idrak ve varoluş biçimlerinin geliştirdiği ve yaydığı havayı da, bu havanın ürettiği ritimleri de öğrendiği, soluduğu, duyduğu ve başkalarına da duyurma coşkusu ve heyecanıyla dolduğu bir habitus, bir ilim, irfan ve hikmet muhit’idir.
Medresede, talebe, ilim öğrenmez sadece. Karakterini, kişiliğini, duyarlıklarını da tahkim eder. Bir geleneği yaşar ve yaşatacak bir ruhla, idealle ve vecdle dolar ve kendini aşar.
Ayrıca medresede hem multi-disipliner, hem de inter-disipliner bir eğitim modeli, geçişken ve disiplinlerin birbirini karşılıklı olarak besleyen imajinatif bir eğitim programı geliştirilmiştir.
İşte bu medrese modeli, bugün Batı’da özellikle de Amerika’da doktora programlarında bir şekilde uygulanan ya da uygulanmaya çalışılan bir modeldir. Lapidus, biraz önce zikrettiğim çalışmasında bu meseleyi etraflıca anlatır. Böyle bir şeyin olması doğaldır. Çünkü Batı’daki -modern Batı’yı kuran- Paris, Oxford, Padua, Bologna, Palermo, Marburg üniversitelerinin modeli, Bağdat, Kurtuba, Ezher ve Mağrip’teki medrese modelidir.
YENİ GAZALî’LER, İBN ARABî’LER VE ITRÎ’LER OLMADAN ASLA!
Sonuç olarak, bizim tarihte geliştirdiğimiz eğitim modeli, esas itibariyle medrese ve tekke modelidir.
Müslüman toplumlar, eğer yeniden toparlanacaklarsa ve tarihe tarihi yapacak bir aktör olarak gireceklerse, bunun öncelikli yolunun, ‘’entelektüel’’ tipinden değil, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin, yeni Gazâlî’lerin, İbn Sina’ların, Mevlânâ’ların, İbn Arabî’lerin, Ebu Hanife’lerin, Itrî’lerin, Şeyh Galip’lerin, Bediüzzaman’ların yetiştirilmesinden geçtiğini iyi bilmeliler.
Başka türlü bir arpa bile yol alamayacağımızı, yalnızca bu ülkenin enerjisini su gibi harcamış olacağımızı, sürgünümüzü uzatacağımızı iyi bilelim, aklımızı başımıza devşirelim, kendimize gelelim; sözün özü, ‘’evimiz’’e dönelim önce, ‘’kendi’’mize, diyorum.
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/yusufkaplan/medrese-ve-tekke-olmadan-asl%C3%A2-2009758
yorum;
Ölüyü diriltmek!
Yeni medeniyet yeni müesseselerle gelir.
yeni müesseseleride rasihun seviyesindeki
alimler oluşturabilir.
Kur’an ilimlerinde derinleşme ve yoğunlaşma
olmadan da “rasihun”seviyesinde
alimler yetişemez.
Bu yolda yaklaşık 50 yıldır çalışan
Akevlerden başka bir kuruluş yoktur.
Peygamberler “musaddıkın”’dır.
Filozoflar”mükezzibin”’dir.
Gelin ey müslümanlar filozofların
yolunda direnmeyi bırakın.
Akevler-Musaddikın kervanına ve çalışmalarına,
çalışanlarına katılın.
Başka bir yol gözükmüyor.
Gören varsa bizede haber versin ona da bakalım.
Vesselam…