Mahalle...
Çocukluğumuzun yakan toplu, saklambaçlı, bilyeli düş ülkesi...
İçinden çıktığımız, temiz, masum, kirlenmemiş koza...
Bizi sımsıkı sarmalayan, içinde kötülük barındırmayan, şimdi yalnızca nostaljik dizilerde yaşayan kundak...
Mutfaktan yayılan mis kokunun ardından çalan kapı... “Çocuğun canı çekmiştir” tebessümüyle sunulan tabak... O tabağın ille bir başka ikramla geri gidişi...
Komşu dayanışması, ramazan sofrası, şen bakkal, veresiye defteri...
Korunduğumuz, sığındığımız liman...
***
...dan ibaret sanıp övgüler düzdük hayli zaman...
Oysa mahalle, aynı zamanda duvarda komşunun mahrem seslerine kulak kabartan meraklı bardaktı.
Apartmana girip çıkanı denetleyen haris göz...
“Sizin kızı pastanede bi oğlanla görmüşler” ispiyoncusu...
Her farklılığı varlığına tehdit sayan ve kurtuluşu, onları yok etmekte bulan kalın gri duvar...
Bizi sımsıkı sarmalayan, içinde her kötülüğü barındıran, şimdi sadece nostaljik dizilerde allanıp pullanan kundak...
...bizi içinde sıkıştırıp hareketsiz bırakan, elimizi kolumuzu bağlayan, ömür boyu hareket alanımızı sınırlayan kundak...
***
Kentsel dönüşüm, mahalleyi berhava ediyor şimdilerde...
Semaya yükselen rant hırsının evladı steril siteler, ne mahalle kahvesi bırakıyor, ne komşuluk ilişkisi...
Hayatımız “TOKİ”leşiyor.
Tarumar edilen kentlerin getireceği toplumsal çalkantının, sosyal ilişkiler ağındaki alaboranın orta yerindeyiz.
Kent dönüşüyor; ama kentlinin uyumu gecikiyor.
Mahalle gitti; ama baskısı yaşıyor.
***
Dünkü gazetede Mardin’den İstanbul’a kaçan ikilinin otogarda kanlar içindeki fotoğrafını görmüşsünüzdür.
Ölümle biten bu öykünün ardında, baldızla ilişkiden aile içi şiddete, kız kaçırmadan “namus cinayeti”ne kadar pek çok tanıdık motif var. Ama gerekçe ne olursa olsun, 25 yaşındaki Hamdullah’la 19 yaşındaki Ceylan’ı defalarca bıçaklayan 4 erkek, muhtemelen “devletin kendilerine verdiği yetkiyi kullanarak”, “polis, asker, alperen olarak”, mahallenin, ailenin, kızlarının namusuna sahip çıktıklarına inanıyorlardı.
Bıçakları, palaları sallarken, mahalleden alkış alacaklarını, devletin koruması altında olacaklarını biliyorlardı.
Mahallenin adaleti bu işte...
Palalı namus bekçilerinin sivil inisiyatifi...
Çağdaş bir toplum için, bu anlayışı ihya değil, “ifna” etmemiz gerekiyor.
İfna
''Hırsızın hiç mi suçu yok'' diyesi geliyor insanın. Baldızla yaşanan yasak aşkın cezası şüphesiz bu değil. Ama çok masummuş gibi lanse edilmesi de adil değil. Toplumsal işleyiş ve sonuçları değerlendirilince çok da ferdi bir vaka değil.
Yasama – Yürütme organları ile çağdaş! aydınların istekleri çok farklı. Ne ilginçtir ki ikisi de yanlış.Toplumu özgürlük ilkesi adı altında yozlaştırma, hayasızlaştırma ve dinsizleştirme çabası gösteren aydınlar ile toplumu batılılaştırma eğilimindeki yöneticiler aynı yolun yolcusu. Yaptıkları yanlışlar yetmiyor da yanlışlarında birleşmemeleri de tam bir ironi. Zinaya serbestlik verip meşru ticari meta haline getirenler ve zinaya özgürlük yaftasını yakıştıranların topluma verdiği zarardaki ortaklığı ise şaşırtıcı.
Ahlaki değerler ve suç unsurlarının çokluğu, adaletsiz işleyen ceza kanunlarının ve hizmetkarlarının mesuliyeti. Mahallelerin sıcaklığının yanında gizli kapaklı fitne oluşumu ve yüksekçe binaların oluşturduğu soğuk havanın yanında oluşmayan fitnenin artı-eksi değerleri ise nötrdür. Bütün bunlarla birlikte her evde bulunan ve her ailenin olmazsa olmazı bilinçsiz internet kullanımı ve televizyon kanallarının da desteği ciddi boyutlarda.
Sanalda gerçeküstü tahayyül ürünü insanlar, moda tutkunu ve çıplaklık hayranı sapık tüccarlar da bu ahlaksızlığın dinamosu niteliğinde.
Alınacak önlemlerin liste başında cehaletin ifnası ve Adil Kuran Düzeni için ataletten sıyrılmış ''öyleyse bir işi bitirince diğerine koyul'' ayetinin muhataplarının çalışmaları var..!