Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Yusuf kaplan
29 haziran2014
Asya'nın uçlarında bir ülkedesiniz... Uzak Asya'nın içlerinde herhangi bir ülkede... Tayland'da, Singapur'da, Vietnam'da, Kamboçya'da veya Malezya'da bir noktada...
GÖZLERİNDE DEHŞET VE KORKU, ELLERİNDE KUR'AN...
Saatlerce yol almışsınız.. ülkelerindeki zulüm ortamından Türkiye'ye ulaşabilmek amacıyla insanın tüylerini ürperten bir yolculuk yaparak sonunda sınırı aşmayı başaran mazlum kardeşlerinize küçük de olsa bir umut ışığı yakabilmek için...
Sonunda mülteci kardeşlerinizin 40'ının birden, hepbirlikte tek bir odaya tıkıldığı, tek bir odada sırt sırta vererek nefes alıp verebildikleri göçmen hapishanesinin penceresinden sizi görünce pencereye üşüşen mazlum kardeşlerinize selam vererek, Türkiye'den geldiğinizi, onları buradan kurtarmak için binlerce kilometre yolu teptiğinizi söylüyorsunuz...
Önce irkiliyor kardeşleriniz... Siz kimsiniz, neden buradasınız, diye soruyorlar tedirgin bakışlarla... Pencereye üşüşen genç, yaşlı ve çocuk göçmenler, sadece sıcaktan, terden yarı ıslak atletleriyle size bakıyorlar şaşkın ama az da olsa ümitli bakışlarla...
Kimilerinin ellerinde Kur'an var... Belli ki durmadan Kur'an okuyorlar...
İstisnasız hepsinin gözünde dehşet, korku ve ürperti kolgeziyor...
Yazar olduğunuzu söylüyorsunuz... Seviniyorlar belli belirsiz... Ne yazarı, diyorlar, birbirlerine bakarak...
………………………….
Bu arada İHH ekibinden diğer arkadaşlar da pencereye koşuyorlar... Bazıları fotoğraf çekiyor... Ülke TV'den gelen, gördüğü manzara karşısında yüreği yanan, yangın yerine dönen genç arkadaşımız çaktırmadan pencerenin demir parmaklıklarından içeriye doğru uzatmaya çalışıyor kamerayı...
Bir süre çekim yapıyor gizlice sağına soluna bakınarak... Devam et, diyoruz kameranın etrafını kuşatan, kamerayı askerlerden, resmi görevlilerin hışmından korumak için insandan duvar ören İHH ekibimizin elemanlarıyla...
Mülteciler, hem seviniyor hem de tedirgin oluyorlar yüzlerinde patlayan fotoğraf makinalarının ve kameranın patlayıp sönen ışıklarından...
40 kişi bir odada... Dile kolay... Allah'ım bu ne çile böyle! 40 kişi tek bir odada... Yan yana... sırt sırta... birbirine sarılarak, birbirinin kardeşliğine sığınarak kan ter içinde, dönen pervanelerin altında yaşamaya, soluk alıp vermeye, Türkiye'ye gönderilecekleri umudunu yitirmemeye çalışıyor, insanlığın son adası, en güvenli limanı Türkiye'ye varacakları günü iple çekiyor...
MAZLUMLARIN DEMİRLEMEK İÇİN CAN ATTIĞI SON LİMAN: TÜRKİYE
Bu umut, onları ayakta tutuyor; dirençlerine direnç, imanlarına iman katıyor...
Tek bir odaya 40 kişinin doldurulduğu, sadece bu odada uyudukları, bu odada yemek yedikleri, bu odada ibadet ettikleri, bu odada Türkiye'ye ulaşma düşlerini besleyip büyüttükleri 'bir gün mutlaka' özgürlüklerine kavuşacakları ve özgür yaşayacakları son limana Türkiye'ye özgürlük gemisinin demirleneceği umuduyla günlerini sayıyorlar...
Pencerenin demir parmaklıkları arasından hikayelerini anlatmalarını istiyorsunuz... Buraya nasıl düştüklerini, kendileriyle ilgilenen olup olmadığını, Türk büyükelçiliğinin kendilerinden haberdar olup olmadıklarını... Sıkıntılarını... İhtiyaçlarını... Acil isteklerini... Soruyorsunuz.
Sorular bunaltıyor, hatta ürkütüyor olmalı ki... 'Bi dakika' deyip geri çekiliyorlar... Namaz kılmak istediklerini söylüyorlar... Namazdan sonra konuşalım, diyorlar...
Biri ezan okumaya başlıyor...
Ama çaktırmadan istişare ediyorlar... Anlaşılan istişare etmeleri yasak. Ezan'ın, namaz kılma'nın istişare için bir taktik olduğunu tahmin ediyorsunuz...
Sonunda içlerinden biri bir kağıt uzatıyor. Üzerinde bir telefon numarası var. Bu numarayı arayın, sonra görüşelim, diyor yağız bir delikanlı...
CANLARINI TEHLİKEYE ATAN İKİ KAHRAMAN!
İHH kafilesinin başkanı kardeşimiz telefonu arıyor... Telefondaki kişinin bu kardeşlerimizi özgürlüklerine kavuşturmak için gecesini gündüzüne katan, kelimenin tam anlamıyla bir Kahraman olduğunu anlamakta gecikmiyoruz...
Ve kendisiyle randevulaşıp bir yerde buluşuyoruz. Yanında rahmetli Erbakan Hoca'nın cenazesine ta Malezya'dan koşup gelen Hoca'nın yetiştirdiği, dizinin dibinde büyüyen bir mücahid var: Anadolu'nun bağrından kopup gelen, müslümanların dertleriyle yerinde bizzat ilgilenen, kardeşlerinin özgürlüklerine kavuşmaları için kaç kez çeşitli istihbarat elemanlarını atlaymayı, bir kaç gün önce gizli polisin kurşunundan kurtulmayı başaran yağız bir Anadolu çocuğu...
Canlarını ortaya koyan iki güzel insan, iki gerçek kahramanla buluşuyoruz belirlediğimiz bir noktada...
İŞTE BU ÇAĞIN GERÇEK SAHABELERİ VE ENSARLARI!
Orada bölgenin yerli müslümanlarının cesur ve gözkamaştırıcı desteklerine, mücahedelerine bizzat şahit oluyoruz.
Bu güzel insanlara burada yardım eden fedakar, cefakar ve kelimenin gerçek anlamıyla mücahide müslümanlardan biri, bir hanım kardeşimiz, evini, ülkelerindeki zulümden kaçan kardeşlerimize veriyor; kendisi bir başka Müslüman kardeşinin evine yerleşiyor!
İnanılmaz bir fedakarlık ve kardeşlik örneği bu. İnsana, bu çağda da ne sahabeler, ne ensarlar var dedirten, insanın gözlerini yaşa boğan bir kahramanlık misali. Üstelik de zalimlerin gizli polislerinin, istihbarat köpeklerinin adım adım takip ettikleri, bu güzel insanların bizzat kendi hayatlarını da tehlikeye atmaktan çekinmedikleri gönendirici, asil bir ensar hayatı bu!
Akşama doğru, ülkelerindeki zulümden özgürlüğe koşma, Türkiye'ye kavuşma mücadelesi veren iki Kahraman kardeşimizle belirlediğimiz yerde buluşuyoruz; özgürlük mücadelesi veren, ülke ülke, dağ dağ, ova ova demeden dolaşan, yılmadan, usanmadan, korkmadan özgürlüğe koşan, bu uğurda inanılmaz engelleri aşan bu mazlum insanlara özgürlük mücadelelerinde her türlü yardımı, üstelik de son derece tehlikeli şartlarda vermekten çekinmeyen bu iki mücahidle, akıncıyla, alperenle...
DOĞU TÜRKİSTAN CEHENNEMİ... BU ACIYA YÜREK DAYANMAZ!
Bir süre sonra bulunduğumuz yere eşiyle ve üç çocuğuyla birlikte özgürlüğüne kavuşmanın eşiğine gelen, özgürlükleri için insanın tüylerini diken diken eden, insanı acıya ve gözyaşına boğan aziz ve asil bir mücadele örneği ortaya koyan kardeşlerimiz giriyor.
Her türlü vahşi zulme maruz kalmış, 30'lu yaşların ortasında bir baba, anne ve üç küçücük körpe çocukları...
Sadece bir hadis okumanın, bir ayet okumanın üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılmak için yeterli olduğu zulmün sınır tanımadığı bir ülkenin mazlum çocukları bunlar... Kur'anların yakalanmamak için koparılarak sayfa sayfa ezberlenebildiği Doğu Türkistan'ın çilekeş mücahidleri...
Sayısız alimin, Müslüman önderin salt Müslüman oldukları için, Müslüman kimliklerini koruma mücadelesi verdikleri için hapishanelerde, inanılmaz işkencelere maruz kaldıkları bir cehennem burası...
NEREDESİNİZ EY İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ, NE DÜMENLER ÇEVİRMEKTESİNİZ?
Sözümona liberallerin özgürlükleri için dünyayı ayağa kaldıran yine sözümona Batılı insan hakları örgütlerinin Doğu Türkistan'lı Müslümanların yaşadıkları zulme, işkenceye, katliama, cehennem hayatına sessiz kaldıkları bir zulümler ülkesi...
İşte bu cehennemden kaçmak, kurtulmak, özgürlüklerine kavuşmak için büyük engelleri aşarak, dağda bayırda, sınırlarda, hapishanelerde insan demeye bin şahit isteyen vahşi yaratıklarla boğuşan ve sonunda özgürlük yolunda ilk adımını atan bu kardeşimizle, eşiyle ve üç küçük çocuğuyla karşılaşma an'ımız, çok ürpertici oluyor.
'DEV'İN HIÇKIRIKLARI KARŞILIĞINI BULACAK!
Kaç gündür aç olduklarını öğreniyoruz... Hemen yemek ısmarlıyoruz... Kardeşimiz ve eşi, günlerdir aç, susuz kaldıkları için bir deri bir kemik kalmışlar...
O yüzden bir yemek yiyişleri vardı... Ki asla Anlatılamaz. Anlatmaya yürek dayanmaz... Bakamadık bile nasıl kaşık salladıklarına...
Bir kardeşimiz odadan fırladı, kendini dışarı attı hemen hıçkırıklara boğularak... Ve 'sen bir devsin, yükü ağırdır devin' diye mırıldanarak uzaklaştı oradan...
İHH kafilesi olarak seferber olduk... Ellerindeki, eteklerindeki her şeyi verdi arkadaşlar hapishanedeki mazlumlara ulaştırılmak üzere...
Yetmedi... Bu mazlum kardeşimizin, eşinin ve körpe çocuklarının bütün ihtiyaçlarını karşılamak için o çarşı senin, bu pazar senin diye seferber oldular...
SICAK YATAKLARINIZDA RAHAT UYUYABİLECEK MİSİNİZ HALA!
Ey sıcak yataklarında rahat uyuyan... refah içinde, bolluk içinde yüzen...
dünyanın dört bir köşesinde zulüm altında inleyen kardeşlerinin dertlerinden bihaber keyif sürebilen... tüketimin kölesi haline gelen... küçük insanlar!
Kalkın ve kendinize gelin! Kalkın
ve yeryüzüne dağılın! Acı, işkence ve açlığın pençesinde kıvrandığını öğrendiğiniz kardeşlerinize Rahmân'ın rahmet kanatlarını gerin lütfen!
İNSANLIĞIN YÜZAKI İHH'NIN KAPISINI ÇALIN!
Ne yapabilirim diye düşünmeyin! Bir İHH şubesine uğrayın! Müslümanların, mazlum insanların yüzakı, İHH'nın kapısını çalın.
Ve deyin ki, 'bu zulme yürek dayanmaz. Ben de varım!'
Unutmayın sakın: Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Dün olduğu gibi, yarın da hakikatin, adaletin ve kardeşliğin bayrağını göndere yalnızca biz çekeriz... diyerek yollara düşün!
İnsanlık, hakikatin hakikati çocukları, bu 'dev'e gebe çünkü!
Uyuma daha fazla! Kalk ayağa ve hakikatin şarkısını besteleyebilmek, mazlumların elinden tutabilmek için koyul yollara!
Biliyorum, yol uzun; yolculuk çileli...
Ama bundan daha asil, bundan daha diriltici ve hayat bahşedici bilmiyorum başka bir yol! Bundan emin ol!
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/sen-bir-devsin-yuku-agirdir-devin/54558
yorum;
Tahkim toplantısı ve yeni 40 yıllık dönem!
Yusuf Kaplan,Fehmi Koru,Ali Bulaç,Hüseyin Gülerce,Mustafa Karahasanoğlu
Ve Abdurrahman Dilipakı bekledik,gözlerimiz aradı ama gelemediler.
Aslında toplantının gayesi, derneğin niyeti ve Süleyman karagülle hocamın konuşmasının
içeriğide Cemaat ve Akparti arasındaki çatışmayı durdurma ile ilgiliydi.
Elimden geldiği kadar duyurdum.
Televizyon olarak sadece samanyolu çekim yaptı.
Bir kaçta gazeteci idi herhalde ses alma cihazlarını
Masaya koyan.
Samanyolu ve Zamanda göremedim.
Haber 7 de bir haber.
Ama Karagülle sanki hiç katılmamış.
Haber 7 den alıntı birkaç mahalli haber.
Çağrılıpta gel/e/meyen veya çağrılmadığı halde gelen.
Abdulaziz hocayla, Ali rıza demircan hocayla
diyaloglarımız.
Av.muharrem balcının “tahkim”çabası
Ve Müslüman avukatlardan dahi cevap bulamayan
neticesi.
Adil Düzenle ilgi tenkit yapan akademisyenler
“Başkan Prof. Dr. Sabahattin ZAİM
Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN
Sekreterler
Doç. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, Doç. Dr. ÖmerDİNÇER, Doç. Dr. Ahmet TABAKOĞLU
Prof. Dr. Fahrettin ATAR Prof. Dr. Mehmet YAZICI Doç. Dr. M. Akif AYDIN Doç. Dr. İrfan GÜNDÜZ Doç. Dr. Nazif GÜRDOĞAN Yrd. Doç. Dr. Raşit KÜÇÜK Dr. Mehmet ERDOĞAN Dr. Faruk BEŞER Kerim AYTEKİN
İstanbul, 1993”
Ve içeriğine ait bir klasör.
Yıllardır arayıp bulamadığım “ADİL-İLMİ-SİYASİ-DİNİ,AHLAKİ DÜZEN-1993-NECMETTİN ERBAKAN-MİLSAN-ANKARA”
Kitapçığının Abdulaziz hocanın klasöründen çıkması.
Ve hepsinin kopyalanıp değerlerdirmeye alınması.
Bence yeni 40 yıllık dönem bu toplantıyla fiilen başladı.