Sorun Türkiyenin müslüman kalıp kalmayacağı ile i
1249 Okunma, 0 Yorum
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Ali Bülent Dilek

Sorun, Türkiye'nin Müslüman 'kalıp kalamayacağıyla' ilgilidir

08 kasım 2013-11-12 yusuf kaplan

Türkiye, hayatî sorunlar yaşayan ama bu sorunlarla yüzleşmekten sürekli olarak kaçınan bir ülke.

GERÇEK'LERİYLE YÜZLEŞEMEYENLER, GERÇEKLİK'LERİN ÖNÜNDE SÜRÜKLENİRLER

…………………………….

TEMELLERİNİ YİTİREN TOPLUMLAR, VARLIKLARINI DA YİTİRİRLER

Toplumların tarihî, kültürel, entelektüel ve ahlâkî temel gerçek'leri vardır. Bu gerçekler, varoluşsaldır ve toplumların tarihte varlık göstermesini sağlayan temel yol haritaları işlevi görür.

Temel varoluşsal gerçek'lerini yitiren toplumlar, konjonktürel gerçeklik'ler tarafından kolaylıkla teslim alınırlar ve zamanla varlıklarını da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamazlar.

Çünkü tarihî, kültürel, entelektüel, ahlâkî, sosyal ve estetik gerçekler, bir toplumun varoluş ilkelerinin, iddialarının ve rüyalarının temel kaynağını oluşturur.

Bu varoluşsal gerçeklerini yitiren bir toplum ayağını yere sağlam basamaz; böyle bir toplumun geleceğe emin adımlarla yürüme zemini sarsılır. Sonuçta, bu tür bir toplum, hem ruhunu hem ayağını basacağı yeri hem de hayallerini yitirmekten kurtulamaz. Ve başkalarının varoluşsal gerçek'lerinin ürünü olan geçici, ayartıcı, konjonktürel gerçeklik'leri tarafından önce uyuşturulur, uyutulur, sonra da yutulurlar.

AHLÂK TARTIŞMASI DEĞİL, TÜRKİYE'NİN GELECEĞİYLE İLGİLİ BİR TARTIŞMA

Türkiye'de Başbakan'ın öğrenci yurtları ve evleriyle ilgili olarak başlattığı 'ahlâk tartışması', basit bir ahlâk tartışması değil, Türkiye'nin ne'liğiyle, nereye gittiğiyle, geleceğiyle ilgili bir tartışmadır aslında.

Söylemek bile gerekmiyor: Normal şartlarda, hiç bir insanın özel hayatına müdahale edilemez. Kişilerin özel hayatlarına, hayat tarzlarına, duygu ve düşünme biçimlerine müdahale aslâ kabul edilemez.

Ancak Türkiye'de şartlar normal değil. Türkiye'nin anormal şartlarda yaşadığını unutuyoruz. Türkiye'deki şartların ne kadar anormal olduğunu görebilmek için Türkiye'nin gerçeklik'lerin ayartıcı tuzağından kurtulup, temel varoluşsal gerçekleriyle yüzleşmesi, yüzleşebilmesi şarttır.

'SEKÜLER DEVLET, MÜSLÜMAN TOPLUM'

Meselâ şöyle bir soru üzerinden gidelim: Türkiye, Müslüman bir ülke midir, Batılı bir ülke mi?

Bu sorunun cevabını dürüst bir şekilde ve cesaretle verebilecek durumda değiliz. Değiliz çünkü Türkiye'de bütün kesimler şimdiye kadar sürekli olarak takiyye yaptılar; gerçeklerle yüzleşmekten sürgit kaçtılar, kaçındılar.

Ama bir ülkede gerçeklerden sonsuza dek kaçmak, ülkenin geleceğini tehlikeye atmakla sonuçlanır yalnızca.

Türkiye'yle ilgili ilginç bir kitaba imza atan Peter Mansfield'in bu soruya verdiği cevap çok açık ve net: 'Seküler devlet, Müslüman toplum'.

TÜRKİYE, BU ŞİZOFRENİYLE UÇURUMA YUVARLANABİLİR SADECE!

İşte Türkiye'yi, Türkiye'deki şartları anormalleştiren ve yaşadığımız sorunları sürgit içinde çıkılmaz hâle getiren yakıcı ve yıkıcı gerçek tam da burada gizli: Tam anlamıyla şizofren yani kişilik bölünmesi yaşayan bir ülkedir Türkiye.

Önce bu gerçeği görelim.

Eğer bu yakıcı ve yıkıcı gerçeğin bizi nasıl bir çıkmaz sokağın eşiğine, kör döğüşünün ortasına fırlattığını, yapay sorunların ayartıcı tuzağına sürüklediğini göremezsek, yapay sorunların gerçek sorunlara dönüşmesinin önüne geçemeyiz ve bu fâsit daire bizim bütün gücümüzü, enerjimizi ve birikimimizi bitirmekle ve bizi birbirimize düşürmekle sonuçlanır sadece.

VAROLUŞSAL CİNAYET: KÜLTÜREL İNTİHAR

O hâlde burada sorulması gereken soru şu: Peki, Türkiye, bu kişilik bölünmesinin eşiğine nasıl sürüklendi?

Bin yıldır bu topraklarda devlet de, toplum da Müslümandı. Ama Cumhuriyet'le birlikte, devlet sekülerleşti; sonra da toplumu tepeden tırnağa kadar sekülerleştirme mücadelesi verdi.

Başbakan'ın çıkışına, 'özel hayatımıza, hayat tarzımıza müdahale ediliyor' diye karşı çıkarak ortalığı vaveylaya verenler, önce bu toplumun temel varoluşsal gerçeklerine, kültürel dinamiklerine, diline, İslâm'ın ruh üflediği, şekillendirdiği düşünce, sanat ve toplum hayatına tepeden nasıl müdahale edildiği yakıcı ve her şeyimizi yıkıcı gerçeğini görmek zorundadırlar.

Bu toplumun yüzlerce yıllık mücadelenin, çilenin ve birikimin sonrasında geliştirdiği medeniyet ufku, iddiaları, dinamikleri yok edilmedi mi bu ülkede?

Kim yok etti bizim temel varoluşsal gerçeklerimizi? Batılı sömürgeciler değil, yerli sömürgeciler.

Dünyanın hiç bir büyük ülkesinde, yaşanmayan, yaşanması bile tahayyül edilemeyecek varoluşsal bir cinayet, Tanpınar'ın deyişiyle, tastamam 'kültürel intihar' değil de nedir bu?

BÖYLE GİDERSE, YOK OLURUZ!

Başbakan'ın başlattığı 'ahlâk tartışması'yla bütün bunların ne alakası var, diyorsanız, zokayı yutmuşsunuz demektir.

Sorun, basit bir ahlâk tartışması değil, Türkiye'nin ne olduğu, nereye sürüklendiği, kısacası geleceğiyle ilgili varoluşsal bir meseledir.

Türkiye, kültürel ve sosyal olarak bir çıkmaz sokağın, bir uçurumun eşiğine doğru sürükleniyor hızla: Tam gaz, hızla ve hazla sekülerleşiyor, yozlaşıyor, çürüyor, dekadansla dansın ortasına yuvarlanıyor.

Genç kuşaklar avucumuzun içinden kayıp gidiyor. Eğer bu gerçeği göremiyorsak, geçmiş olsun bize! Genç kuşakların, bu ülkede İslâm'ın hayat verdiği medeniyet ruhuyla, dinamikleriyle, iddialarıyla ilişkisi sıfırlanıyor.

Ve bu süreç, AK Parti iktidarı döneminde uygulanan ekonomik, siyasî ve kültürel liberalleşme politikaları nedeniyle ürpertici, kontrolden çıkacak boyutlar kazandı.

BAŞBAKAN'IN VE TÜRKİYE'NİN PARADOKSU

Öyle zannediyorum ki, Başbakan, bu her şeyi çözücü, bütün temel varoluşsal gerçeklerimizi, dinamiklerimizi yok edici bu yıkıcı gerçeği gördü ve Türkiye'nin seküler, yoz, sahte postmodern, pagan neo-liberal söylemlerle, tam bir çıkmaz sokağın eşiğine doğru sürüklendiğini farketti.

Burada büyük bir paradoks var. Başbakan'ın paradoksu değil bu yalnızca. Türkiye'nin paradoksu aynı zamanda.

Şöyle bir paradoks bu: Türkiye, dünyada her şeyini kaybetmiş tek ülkedir. Gökkubbesi çökmüş, rotasını yitirmiş, ekonomik olarak, eğitim ve medya rejimi açısından, hâriciye rejimi bakımından bağımsızlığını kaybetmiş dünyanın tek ülkesi Türkiye'dir. Türkiye'de 'ipler', hâlâ bu ülkenin çocuklarının elinde değil o yüzden.

TÜRKİYE, İÇERİDEN TESLİM ALINMIŞTIR!

O yüzden Türkiye'nin her bakımdan bağımsızlaşabilmesi, yalnızca içeride gerçekleştirilecek atılımlarla çok zordur.

Çünkü Türkiye içeriden teslim alınmış bir ülkedir.

Türkiye'nin kreması, yani entelijansiyası, (ekonomik, medyatik, kültürel, sanatsal iktidarları ve iktidar aygıtları) neredeyse sadece bu ülkenin medeniyet dinamiklerini, ruhunu ve iddialarını dinamitlemekle meşgul, sömürgeci bir entelijansiyadır.

Dünyanın hiç bir yerinde, bir ülkenin entelijansiyası, o toplumu var kılan entelektüel, kültürel, sanatsal, sosyal, ahlâkî ve estetik temel varoluşsal gerçekleri dinamitlemez, dinamitleyemez. Böyle bir şeyi düşünmek bile saçmadır.

Özetle, Türkiye, içeriden, teslim alınmış, zincire vurulmuş bir ülkedir. O yüzden Batılılar tarafından sömürgeleştirilemeyen ve kendi kendini sömürgeleştiren yıkıcı, akıllara ziyan bir tecrübe yaşıyor Türkiye. Bu tecrübe, Türkiye'nin elini, kolunu bağlıyor, hareket alanını sıfırlıyor.

TÜRKİYE'NİN, ZİNCİRLERİNİ KIRABİLMESİ İÇİN...

Bu nedenle, Türkiye'nin içerideki zincirleri kırabilmesi için dışarıdan dolanması, dışarıda önemli atılımlar yapması gerekiyor/du. Hükümet –bir yığın tartışılacak yanı olmasına rağmen- bu konuda önemli adımlar attı. Ta Afrika'ya kadar uzandı, ölçek büyüttü ve ufuk açtı. Az şey değil bu.

O yüzden Türkiye'nin dışarıdan içeriye doğru gerçekleştirdiği bu yürüyüş farkedildi küresel sistemin aktörleri tarafından ve Türkiye'nin dışarıda gerçekleştirdiği yürüyüş durdurulmaya çalışılıyor.

Ama Türkiye, dışarıda yaptığı bu yürüyüşü Çin, Japonya, Hindistan, Rusya ve Brezilya ile önce ekonomik, sonra stratejik ve siyasî ortaklıklara dönüştürebilirse, bunun içerideki zincirlerin kırılmasına ve Türkiye'nin ufkunun ve önünün açılmasına katkısı büyük olacaktır.

Sözün özü: Türkiye, içerideki zincirlerinden kurtul/a/madığı, bunun için de Türkiye'nin ne olduğu, nereye doğru sürüklendiği ve geleceğinin nerede gizli olduğu gibi temel varoluşsal soru/n/larının izini süremediği sürece içeride sürgit yaşanan fâsit daireden, kör döğüşünden kurtulamaz; gerçek'leriyle yüzleşemez ve yapay olarak icat edilen konjonktürel -yerel ve küresel- gerçeklik'lerin ayartıcı ve yok edici kıskacında debelenir durur sadece!

Özetle: Sorun, bu ülkenin Müslüman kalıp kalamayacağıyla, yeniden kurulan dünyada kurucu bir rol alıp alamayacağımızla ilgilidir vesselam.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/sorun-turkiyenin-musluman-kalip-kalamayacagiyla-ilgilidir/40573

yorum;

Türkiye Seküler devlet ve  Müslüman toplum mu?

Ak partinin paradoksu aynen Chp’ nin ki gibi”batılı gibi olup

Batıyı yenme”paradoksudur.

Yani Ak parti(Milli Görüş’ün taklidi versiyonu)

muhalefetteyken aşırı şekilde tenkit ettiği Chp zihniyetinin

iktidara geçince başka bir versiyonu olmuştur.

Neden?

Kendi misyonunu tam olarak çalılşmadan iktidar

olduğu/oldurulduğu için.

Allah milli görüşçülere daha önce Anap iktidarında verdiği

“olma”mühletini bu sefer “Akparti”iktidarında

vermiştir.

Ama nafile  bu son fırsatta kaçmıştır.

Demek ki yeni bir dönem yeni bir kadroyla gelecek.

Bu da”ADİL DÜZEN PARTİSİ”yle olacak inşallah…

 

Ali Bülent Dilek






Sayı: 230 | Tarih: 10.11.2013
Yusuf Kaplan
Sorun Türkiyenin müslüman kalıp kalmayacağı ile i
Türkiye seküler devlet ve müslüman toplum mu?
1249 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Yapıdaki Değişim
Araştırma
1121 Okunma
7 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
"Hedefsizlik sendromu" muhafazakârları da etkiliy
“Toplum bilir.”ciler Toplumbilimcilere karşı
1009 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
‘Sen kızının...’ diye başlayan soruya cevaplar
Allah’tan akıllı olduğunu sanmak
1004 Okunma
4 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Üniversiteler, Din, Ordu, Yargı Siyasete Âlet Edi
Din Ayrı Politika Ayrı
987 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler