‘Sen kızının...’ diye başlayan soruya cevaplar
1004 Okunma, 4 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

08.11.2013

-SEN niye hep kızı soruyorsun ki ağa? Niye oğlanı sormuyorsun? Oğlan yapınca “Aferin kerataya” oluyor da, kız yapınca ne oluyor? Ne yani? Kıza günah olan, oğlana günah değil mi?

-Kızım ya da oğlum reşitse... Kızım ya da oğlum üniversite okuyacak yaşa geldiyse... O kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar verecek durumdadır... Ben kızımın ya da oğlumun polisi değilim, babasıyım ağa...

-Ben istemem... Sen de isteme... O da istemesin... Ama isteyene de devlet, polis marifetiyle mani olmaya kalkışmasın... İsteyenin karşısına da mahalleli çıkmasın... İsteyene de hayat zindan edilmesin... Ne dersin ağa?

-Ben istemem de sen devlet olarak bu işe niye karışıyorsun ağa? Ben aciz miyim ki sen polisinle, savcınla, zaptiyenle olaya müdahil oluyorsun? Benim fiske bile vurmadan yetiştirdiğim çocuğumu, üstelik üniversite okuyacak duruma gelmiş çocuğumu, sen devlet olarak karakola mı çekeceksin ağa?

Yazının tamamı için Not supported field expression!

Yorum:

Allah’tan akıllı olduğunu sanmak

Gündem değişti. Öğrenci evleri gündem konusu oldu. Devlet nasıl karışır insanların özel hayatına denmeye başlandı.

Peki, o zaman şu çelişki niye?

Bir kız anne ve babasının da rızasıyla 18 yaşından önce evleniyor. Sonra hamile kalıyor. Başlıyor bütün basın ve yayın “çocuk gelin dramı” diye. Size ne?

Kız hamile kalmış. Hastaneye geliyor. Eğer 18 yaşından küçükse hastane karakola bildirmek zorunda. Sonra polis geliyor. Mahkemeye sevk, tutuklanmalar ve kocasına hapis. Kadın doğum yapıyor, çocuğun babası hapiste. Niye hapiste? Kendini Allah’tan daha akıllı zanneden aklı evveller 18 yaş sınırını koymuşlar. Herkes de akıl tutulması yaşayarak bu sınırı kabul etmiş. Oysa yaratan Allah bir kadına çocuk doğurma özelliğini hangi yaşta vermişse o artık çocuk değildir.

Allah mı iyi biliyor yoksa kendini Allah’tan daha akıllı zannedenler mi?

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
10.11.2013
07:38

Ekşimeyen yoğurt,

kokuşmayan yumurta,

45 günde büyüyen tavuk

yemezler!

Başlıktaki sözler onkoloji uzmanı Dr. Yavuz Dizdar’a ait. Yemezler! adıyla bir kitap yazan Dizdar, sütten yoğurda, yumurtadan sucuğa pek çok yiyeceğin daha biz satın almadan önce üreticiler tarafından raf ömrünü uzatmak için bozulduğunu söylüyor. Dizdar, bunun sonucu olarak kanserin grip gibi yaygınlaştığını, bilim insanlarının ise hala vurdumduymaz davrandığını anlatıyor. Kaynak: Ekşimeyen yoğurt, kokuşmayan yumurta, 45 günde büyüyen tavuk yemezler! - Pazar -

Star Gazete http://haber.stargazete.com/pazar/eksimeyen-yogurt-kokusmayan-yumurta-45-gunde-buyuyen-tavuk-yemezler/

http://haber.stargazete.com/pazar/eksimeyen-yogurt-kokusmayan-yumurta-45-gunde-buyuyen-tavuk-yemezler/haber-804892

Reşat Nuri Erol
10.11.2013
07:40

-Salam, sosis, süt, yumurta gibi yiyecekler için yenilebilir olup olmadığının evdeki kediye danışılmasını tavsiye ediyorsunuz. Kedi uzun ömürlü sütü hayatta içmez! Ama gerçek sütü koyarsanız önüne, dalar. Piyasa işi ucuz salamı verirseniz kedi yemez. Ama gerçek salamı verirseniz ki kilosu 50 lira, kedi susta duruyor. Bunu hayvan fark edebiliyor, biz fark edemiyoruz. -Neden fark edemiyoruz? Çünkü aklımız bağlı. Her şeyi bilimsel araştırma kapsamında düşünüp hijyenle üstünü örtüp ambalajlı ve mikropsuz derken öyle bir yere getirmişiz ki gıdayı... Düşünün gıdada o kadar ağır değer kaybı var ki içinde bir şey üreyemiyor! -Piliç konusunda hastalar adına kızgın, vatandaş adına kırgın, endüstri adına üzgün olduğunuzu söylüyorsunuz. Neden? Kızım bir hafta sonu elindeki tavuk butunu kemirdi de kemirdi. Uzaktan bakıyorum but bitmiş ama kız hala kemiriyor. Takılmak için ‘Yavrum onda bir şey kalmamış, ne açgözlüsün, kemiği de mi yiyeceksin?’ dedim. ‘Baba ekleminden et fışkırıyor’ deyince aylarca araştırdım ve bunun yenilmez bir şey olduğuna kanaat getirdim. Aslında yediğimiz tavuk değil. Zaten tebliğde de piliç, beyaz et, kanatlı diye geçiyor. Tavuk olduğunu zanneden biziz. Çünkü adam 45 günde tavuğu yetiştiriyor. Normalde hayvan 45 günde ancak yumruk büyüklüğünde olabilir, bir yılda büyüyebilir. Biyolojinin sınırını geçmiş! Bunu yaparken amacı fizyolojinin esaslarını anlamak değil üç-beş gram fazla et elde etmek. Adamların yaptığı iş tıbba yeni bir soluk getirebilecek kadar önemli bilgiler içeriyor. Bu işten aldığım esas feyz, bunları okurken adamların biyolojinin esaslarına dair birtakım noktaları gördüklerini anlamam. Antibiyotiğin büyütme amaçlı kullanıldığını ben piliç endüstrisinden öğrendim. 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi!

Reşat Nuri Erol
10.11.2013
07:41

KANSER ARTMADI, PATLADI -Onkoloji uzmanısınız. Günümüzde kanserde nasıl bir artış var? Artış değil patlama var. Grip gibi salgın hastalığa dönüşmüş durumda. İstanbul’da 20 merkez var, hepsi ağzına kadar dolu. Özellikle karaciğer, pankreas, böbrek, cilt kanserlerinde artış sözkonusu. Sigara yasaklarından sonra sigara tüketimi düştü, kapalı ortamlarda sigara içilmiyor. Türkiye ciddi alkol tüketen bir ülke de değil. Ama gıdadaki değişiklik, olağanüstü! Markette satılan bozadan yoğurda her şey aşırı fiziksel işlemden geçiriliyor ve değer kaybediyor. Endüstri yiyecek bozulmasın diye, biz satın almadan önce peşinen bozuyor. Beslenme bu kadar değişmişken beslenmenin hep aynı kaldığı varsayımından hareket ederek hastalıkları tedavi etmeye çalışıyoruz. Paça yok, yoğurt bozulmuş, ekmek beyaz ekmeğe dönüşmüş, uzun ömürlü gıdalar gelmiş, kemik suyuna çorba yapan yok, kuru fasulye pişiren yok, kırmızı eti az tüketebiliyorsunuz. E neyle besleneceksiniz? Hammade kaynağında bu kadar değişiklik varken siz bu vücuttan hangi hastalığın çıkacağını nasıl varsayabilirsiniz ki? Bilim boşluğa düşüyor. -Peki süt ve süt ürünleriyle ilgili araştırmalarınızın sonuçlarına meslektaşlarınız ne diyor? Geçen yıl 20’nci Ulusal Kanser Kongresi’ne süt, piliç ve yoğurt konusundaki analizi tebliğ olarak gönderdim. Alt tarafı beş dakika dinleyeceklerdi, onu bile dinlemek istemediler. Üç bildiri de geri çevrildi. Ülkenin bütün insanları, medya böyle bir konuyu konuşuyorken konuyu reddetme şansı bile olamaz, buna hakkı yok. Çünkü o kongreler bizim ödediğimiz paralarla yapılıyor. Onlar gidecek balo usulü ortamlarda günlerini gün edecekler ama vatandaşın ana konuları hakkında bildiri dinlemeyi reddedecekler ki bu konunun kanserle ilişkilendirilmesi de son derece mümkün. Böyle bir şeye hakları yok ki! Hangi cüretle yapabilirler? 20 yıl onkolojinin içindeyim, o kongrelerde konuşulanlar arasında ciddi bir farklılık yok. Her yıl milyonlarca dolar tıbba harcıyoruz, hangi hastalığın önlenmesi ya da tedavisinde elle tutulur bir şey var? Diyabet ve obezite aldı başını yürüdü, kanser patladı. Peki biz bu harcamaları ne için yapıyoruz? GELENEĞE BAKIN, TAM BUĞDAY TERCİH EDİN -GDO ile ilgili gerçek nedir? Farelere 90 gün yedirildiğini, fareler ölmeyince yenilmesine sakınca olmadığının söylendiğini belirtiyorsunuz. Bu, insanlık suçudur! Fareye 90 gün yedirmekle hiçbir şey olmayabilir. Ama aynı şey tavuklarda yapıldı, tavuklardan tümör fışkırdığını blog yazılarından öğreniyorsunuz. Avrupa GDO konusunda son derece temkinli, kendi topraklarında tutmamaya çalışıyor. Ama endüstriyel kartel Avrupa’yı da ele geçiriyor. Afrika’ya da şimdi ‘Afrikalı açları doyuracağız’ diye girecekler. GDO insan vücudunun sistemini değiştiriyor. Siz bir tohumun genetiğiyle oynadığınızda dengeyi bir tarafa doğru kaydırıyorsunuz. Bugün soyayı salatanın üzerine koyup yemiyoruz ama yem, piliç endüstrisinin bütününe hakim. Emülgatör olarak paket gıdaların büyük bir bölümünde bulunuyor. -Sizin gibi konuyla ilgili kitap yazanlardan biri ekmek yemeyin diyor, diğeri şeker yemeyin. Biz kime inanacağız? Geleneğe bakacaksınız. Gelenekte Anadolu’da ekmek yenmiştir, bir sakıncası yoktur. Ama piyasada tam buğday unu ekmeğinden bahsediyorum. Kimse kırılmasın ama Anadolu’da ekmek yapma yöntemleri bellidir, Hititlerden günümüze böyle yapılmıştır. Günümüzdeki ekmek değişikliği unun içine katılan ağartıcılar, birtakım maddelerle tamamen değişmiştir. Besleyici bir özelliği de yok.

Mete Firidin
15.11.2013
15:47

Yazınız başlangıçta doğru gibi geliyor fakat eksik. Çünkü doğurma yeteneği bütün canlılarda da var. Bu onların akılca olgun oldukları anlamına gelemez. Geri zekalı insanlar var. Doğurma yetenekleri var. Bunların evlenip çocuk bakmaları mümkün değildir.

Kısacası Bir ayette deniyorki:yetimlere mallarını teslim etmeden önce onların olgun olup olmadıklarını sınayın.

Yani insanların kişisel özgürlükleri kendilerinin gerçek anlamda reşit olmalarına göre tesbit edilmeli ve evlenme hakkıda buna göre tanınmalıdır.

Olgun olduğuna karar verecek bir psikiatrik kurum olmalıdır. buradan alınan rapor ile yaşa bakılmaksızın ergenliğe ermiş evlenmek isteyenlere evlenme hakkı verilmelidir.





Sayı: 230 | Tarih: 10.11.2013
Yusuf Kaplan
Sorun Türkiyenin müslüman kalıp kalmayacağı ile i
Türkiye seküler devlet ve müslüman toplum mu?
1248 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Yapıdaki Değişim
Araştırma
1120 Okunma
7 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Barlas
"Hedefsizlik sendromu" muhafazakârları da etkiliy
“Toplum bilir.”ciler Toplumbilimcilere karşı
1008 Okunma
1 Yorum
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
‘Sen kızının...’ diye başlayan soruya cevaplar
Allah’tan akıllı olduğunu sanmak
1004 Okunma
4 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
Üniversiteler, Din, Ordu, Yargı Siyasete Âlet Edi
Din Ayrı Politika Ayrı
986 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler