08.10.2013
Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasındaki gerek iç gerekse dış siyasette, her alanda kamuoyuna yansıyan temel farkı gözden kaçırmamalıyız. Bunu "Düzeni değiştirmeden sürdürmek" ile "Yeni siyaset oluşturmak" arasındaki fark olarak nitelemek pek yanlış olmaz.
Eski siyasetin formülasyonunu, rahmetli Celal Bayar'la yaptığım ve yayınladığım söyleşide derinine anlamıştım.
Özetle hatırlatayım. İnönü'den sonra Başbakan olan Bayar, Atatürk'e "Yetkilerim nelerdir" diye sorar. Atatürk de "Valileri, emniyet müdürlerini ben tayin ederim, bunlara karışma, ordudaki tayinleri terfileri ben belirlerim, bunlara karışma, büyükelçileri ben tayin ederim, dış siyasete ben karar veririm, bunlara da karışma. Gerisini bildiğin gibi yap" der.
Çok partili demokrasiye geçildikten sonra da seçilmiş siyasetçiler Atatürk'ün yerine "Derin Devlet"in geçmiş olduğunu kabullenmek zorunda kaldılar.
Dış vesayet
Siyasete ait olması gereken alanlar da "Güvenlik" kapsamına bırakıldı. Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri ve Devrim Kanunları ile bu düzen zaten yasal zemine oturtulmuştu.
Dış politikada ise seçilmiş siyasetçilere Atatürk'ün yerine Beyaz Saray'daki ABD Başkanı'nın "Dış siyasete karışmayın" dediği varsayıldı.
Türkiye dış politikayı "Amerikan İttifakı doğrultusunda dünya ile ilişkileri sürdürmek" şeklinde anladı. Askeri darbeler de "NATO'ya bağlıyız" açıklamaları ile yapıldı.
İçinde bulunduğumuz zaman sürecinin eskisinden en büyük farkı, Türkiye'nin politikacılarının da "Siyaset oluşturmak" cesaretine artık sahip olmaları ve bunu icraata sokmalarıdır.
Tamamı için: Not supported field expression!
Yorum:
İç çekişmeler
Normalde olması gereken ülkemiz siyasetinde hiç yapılamadığı için yani hiç iktidar iradesine bırakılmış bir siyaset izlenmediği için bugün yapılan bir iki sert çıkışa sevinir hale gelmişiz. Meğer yıllardır ne tutuk bir haldeymişiz. Hala mevcut yönetimi beğenmiyoruz ve birçok şeyin değişmesi gerektiğini savunuyoruz. Belli ki bunu yönetim de istiyor ama elden gelen bu kadar.
Geçtiğimiz günlerde ‘Demokratikleşme Paketi’ adı altında hükümetin planladığı reformlar halkla paylaşıldı. Tepkiler beklendiği gibiydi. Muhalefet değişimleri ‘yetersiz ve gereksiz’ bulurken, işin iyi tarafını görebilenler ‘güzel bir başlangıç’ yakıştırmasını yaptı. Bazı çevreler zaten yapılabilen, yasal olarak engeli olmayan durumlara anayasal düzenleme getirilmesini işgüzarlık olarak değerlendirirken, “Neden sizin iktidarınızda bu değişimler şiddetle vaat edildiği halde bir türlü yapılamadı?” sorusuna ancak “Ömrümüz yetmedi.” komedisiyle cevap verebildi.
Belli ki Türkiye’nin işi çok. Dış düşmana falan gerek de yok. Biz daha içimizde birçok şeyi çözememişiz. Aynı safta olduğu sanılanlar bile ‘Biz’ kavramını millete hizmetin önüne geçirdikten sonra sandığın ne dediği kimin umurunda. Herkes kendi açısından bakıyor. Ne yapıldığından önce kimin yaptığıyla ilgileniliyor. Ne sonucun, ne de memleketin bundan nasıl yarar veya zarar göreceğinin bir önemi var. Burada dürüstlük yoksunluğundan daha fazla bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Bunun adına ikbal avcılığı mı demeli, kıskançlık mı demeli bilemiyorum ama bence bu tutum hem iç hem de dış siyasette dış güçlerin etkisinden çok daha tehlikeli.