Hangi aşamadayız?
1246 Okunma, 10 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

16/6/2013

-Dünya değişiyor. Değişme merkezi Türkiye’dir. Darbeler dış kaynaklı idi. 80 darbesi ile bir devre dışı bırakıldı.

-Turgut Özal İhracat dolaysıyla ithalat politikasını uyguladı.

Turgut Özal küçük ve orta sermayeyi ezdi.

Turgut Özal İstanbul’daki dış bağımlı sermayeyi güçlendirdi.

Turgut Özal Kürtlere ayrıcalık sağlamaya çalıştı. Bunlar da onlara uydu ama ülkeyi demokratik yönetime götürdü.

 

-Erdoğan hedef alındı, kapatılmaya gidildi. Başaramadılar.

-Erbakan’ı etkisiz hale getirmek için Erdoğan’ı desteklediler. Halk ve ordu Erdoğan’ı anayasa ekseriyeti ile hakim kıldı. Daha önce sermaye ile ordu ele ele derin devleti oluşturmuştu. Şimdi ordu ile halk derin devlet oldu.

 

-Baykal’ı kimin tasfiye ettiğini bilmiyoruz.

-Sermaye, Derviş ekibini iktidar etmek istemiş Baykal önlemişti. Yerine Derviş’i getirdi ki kolay indirsin.

 

-Taksim Gezisi, başlangıçtı. Asıl saldırı Erdoğan’adır. Yeni ekiple Ak parti devam edecektir.

-Erdoğan kadrosu ile tasfiye edilecek, Derviş ekibini AK Parti içinde yerine getirecekti.

 

-Çatışmanın büyüğü cumhurbaşkanı seçiminde olacaktır.   Ak Parti anlayışında olan adayla Tayyip’i düşürebilirler.

-Tayyip’in gitmesi için karşısına Gül’ün aday olması gerekir. Muhalefet onu destekler Tayyip devre dışı kalır. İkinci yol ise namaz kılan bir orgenerali aday gösteren olursa onun karşısında hiç bir aday kazanamaz.

 

-Demokrasinin zarar görmemesi için parti tasfiyelerine birlikte karşı olmalıyız.

-Çözüm tektir. Adil Düzen çözümdür.

Devlet başkanı asker olmalıdır.

Genelkurmay Başkanı devlet başkanına bağlanmalı, Başbakan karışmamalı, asker de sivil işlere karışmamalıdır.

Kamil bir yerinden yönetim sistemi kabul edilmelidir.

Hakemlik sistemi getirilip yargı üstünlüğü sağlanmalı.

Seçim barajı kaldırılmalı.

Yönetime nispi sistem getirilmeli, ekseriyet sistemi kaldırılmalı. Hakemlik sistemi çalıştırılmalıdır.

 

22/06/2013

Sorular

-İngiltere’de dinlenen telefonun açıklanması ya ülkemize bilgi vermek ve bu kişilerin İngiltere ile işbirliği içinde olmadığı anlaşılıyor.

-Sermaye devlet adamlarını şaibeli hale getirmek için bu tür haberleri yayınlar. Kimi doğru kimi yanlıştır.

 

-Türkiye’deki olayların ekonomik çıkarla ilgisi yoktur. Türkiye’nin bloklaşmadaki yerini belirleme çalışması var.

-ABD’deki karşılıksız dolar gücünü elinde tutan sermaye; Orta doğuda savaş çıkarıp dünyada üçüncü cihan savaşını oluşturma, sonunda masaya galip getirdiği devletin gücüyle yeniden dünya haritasını çizerek, devletlerin ulusallaşmalarını önlemek böylece sömürmeye devam etmek istemektedir.

 

-Geçmiş darbelerde dış düzenlemeleri sağlamış askerler kullanılmıştır.

-Askerler birleşerek dediklerini yapmış, sağı gösterip solu vurmuşlardır. Bugün eğer AKP anayasa ekseriyeti ile iktidarda ise askerin uzun turacı siyasetinin sonucudur. İstiklal savaşıyla başlayan milli hakimiyet mücadelesi henüz tamamlanmamıştır. Süper güç olmadıkça da tamamlanmaz. Türkiye 300 milyon olmadıkça, Parası Euro ve Dolar seviyesine yükselmedikçe bağımsızlığı elde etmiş olmaz.

 

-Zıt görüşleri aynı merkez üretiyor, bunları çatıştırıyor ve dengeyi kuruyordu.

-Sermaye yeni görüş ortaya çıktığı zaman önce hiç bahsetmez, onu yokluğa mahkûm eder. Başaramazsa birden saldırıya geçer tasfiyeye girişir. Başaramazsa, bu sefer onların içine girer içten iktidarı ele geçirir. Böylece hedefinden saptırır. Başaramazsa komşu kuruluşlar arasında savaş çıkararak birini kırdırır. Türkiye’de bugün işbirlikçilerle işbirliği yapma arzusundadır. İşbirlikçiler onlara ihanet ediyorlar. İşte başarısızlıkların sırrı budur.

 

-Ülkemiz savaşın merkezindedir. Değişik güçler değişik operasyonlar yapacaklar. Hazırlıklı olmalıyız.

-Yüksek Değerlendirme Kurulu kurulmalıdır. Her parti bu değerlendirme kuruluna aldıkları oy nispetinde değerlendirici göndermelidir. Ayrıca ordudan en az siviller kadar kurmaylar gelmeli bir devlet siyasetini oluşturmalı. Genel Kurmay başkanına, başbakana ve devlet başkanına sunmalıdır. Son karar üçlü zirvede oluşturulmalıdır.

 

Tamamı için http://haber.stargazete.com/yazar/sorular/yazi-764641

 

Yorum:

Tayyip Erdoğan ne yapmalıdır?

              1- Tayyip Erdoğan iktidarı terk edip gitme gibi saçma kararından vazgeçmelidir. Erbakan’ı devre dışı etmek için uydurduğu şeriat dışı bu karar sonunda onun başını yer. İstiğfar etmeli ve inadından vazgeçmelidir.

             2- Baraj kalkmalı, oylayanlar oylarını başkalarına kullandırabilmelidir.

             3- Bakanlıklar ve Genel Müdürlükler alınan oy nispetinde bölüşülmelidir. Alınacak işçi ve teknik elamanlar o yörede aldıkları oy nispetinde onların tavsiyesi ile alınacaktır.

             4- Yerinden yönetim gelecek, merkez taşraya asla müdahale etmeyecektir.

             5- Hakemlik sistemi getirilmeli, yargı üstünlüğü sağlanmalıdır.

             6- Erdoğan Başbakanlığa da hiç olmazsa bir dönem ara vermelidir.

          7- Milli basın oluşturulmalıdır. Yazarlar basın kooperatifleri kurmalı, yayın organını yalnız bunlar çıkarabilmelidir. Devlet ancak bunlara reklam vermeli, devlet dağıtımı bunlara bedava yapmalıdır. Bu yazarları siyasi partiler aldıkları oy nispetinde seçmelidir. Bu yayın organlarına okuyucu nispetinde destek verilmeli. Televizyonları ancak bunlar işletmelidirler.

             8- Eğitim serbest olmalı devlet sadece imtihan yapıp ehliyet vermelidir.

      

 

 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
24.06.2013
07:38

AK PARTİ’Lİ MİLLETVEKİLLERİ NEREDE? Ekrem Şama Millî Gazete

24 Haziran 2013

Pazartesi 00:51 Öyle bir sürece girdik ki! Başbakan Erdoğan Birleşmiş Milletler’e, Avrupa Birliği’ne, Avrupa Parlamentosu’na, kısmen ABD’ye ve faiz lobisi adı altında ülkemizi yıllardır sömüren rantiyecilere meydan okumaya, onları ve kararlarını alenen reddetmeye başladı. El altından aldığımız sinyallere göre de yalnız kaldığını, geçmiş dönemlerde yaptığı bazı yanlışlar yüzünden bazı şeyleri yapmak veya yapmamak için olağanüstü baskılara uğradığını, kurtulmak için çırpındığını ima eder tavır ve davranışlarda bulunuyor. Zaten de son günlerdeki söylem ve duruşları bunu açıkça belli ediyor. Üzülerek ifade etmeliyiz ki, partisi içindeki Haçlı çevrelerinin borazanı olan “egemen” kişiler, Başbakan’ın çırpınışlarını boşa çıkarırcasına hâlâ her fırsatta, Avrupa Birliği’ne yalvarma sürecinin bundan etkilenmeyeceğini ve o yolda süratle ilerlenmesi gerektiğini ifade etme garabetinde bulunabiliyorlar. Başbakan zor bir dönemece girmiş bulunuyor. Ama bundan önceki hata veya zorlamalar neticesinde gelinmiş olan noktada bu dönüş sinyallerinin hayata geçmesi çok zor görünüyor. Çünkü Haçlı iliğimize kadar girmiş. Gerek içimize soktukları adamları, gerek koynumuza kadar yığdıkları silah, teçhizat ve askeri üsleri ve gerek yıpratılan ordumuz ile bu adımların atılması zor görünüyor. Türkiye’nin rotasının doğru yöne çevrilme ihtimalini gören Haçlı ve Siyonist çevrelerinin temsilcilerinin, iki de bir AK Parti’ye veya resmi makamlara gelerek olağan dışı “nezaket” görüşmelerinde bulunmaları aba altından sopa göstermekten başka ne ile açıklanabilir ki? En çok hayret edilen nedir biliyor musunuz? AK Parti milletvekillerinin ve yetkililerinin hiç seslerinin çıkmıyor olması. Hatırlayalım “tezkere” olayından sonra hizaya sokulan milletvekilleri, iktidarlarının yaptığı tüm yanlışları, karşı durmak bir tarafa alkışlarla tasvip ettiler. Haçlı işgal ve zulümlerine yapılan destekler, kardeş İslam ülkelerinin işgali ve sömürülmesine fiilen yardım edilmesi, D-8’in önünün kesilmesi, stratejik önemdeki sanayi ve haberleşme tesislerinin ve arazilerimizin potansiyel düşman çevrelerine satılması. Üstüne üstlük bu çevrelerin silah, haberleşme tesisleri ve askeri üslerinin topraklarımıza konuşlandırılması, bu silahların tetiklerinin de kendilerine verilmesi. Daha da vahimi, bu tesislerin ve silahların kullanımı için yabancı askerler ve onların arasında bulunduğuna kesin olarak inanılan ajan ve provokatörlerin yurdumuza kabul edilmesi. Hem de TBMM kararı olmaksızın. Komşularla aramızın açılması, mezhep savaşına gidecek vanaların açılmaya kalkışılması… Fahiş hataları sayıp listeyi uzatmak mümkün… Bütün bu hatalar işlenirken hiçbir milletvekilinin ya da il başkanının sesinin çıktığını biz hatırlamıyoruz. Muhalefet partileri de susarak tasvip ettiler bu yanlışları. Bir tek Saadet Partisi ve Milli Görüş camiası bütün gücü ile bu yanlışları haykırmış, meydanları patlatırcasına protesto etmiş ve çarenin bunlar değil, İslam Birliği’nin kurulması olduğunu, sağır sultanların bile işitebileceği ses seviyesi ile dünyaya duyurmuş. Şimdi milletvekilleri, il başkanları ve diğer AK Parti’li yetkililerine seslenmek istiyoruz: Görmüyor musunuz, Sayın Başbakan zor durumda! Haçlı ve Siyonist çevreler tehdit üstüne tehdit savuruyorlar! Siz ise Başbakan’ı yapayalnız bıraktınız! Sadece alkışlamakla yetiniyorsunuz! Nerede fikir üretimi, nerede meydanlara ve basın yayın kuruluşlarına gidip işin doğrusunu haykırmak? Nerede ülkeyi ve Başbakan’ı gerçekten sevmek? Başbakan tek başına yedi başlı deve karşı mücadele ediyor görmüyor musunuz? Suskunluğunuz yetmez mi? Başbakan çaresizlikten başka partilerin desteğini talep eder vaziyete düşmüş! Neden içinizdeki Haçlı sözcülerini susturacak fikirler gelmiyor sizden? Sadece milletvekili olmak için mi oradasınız? İçinizden bazıları sızlanıyor: Biz parmak kaldırıp indirmekten başka bir işe yaramıyoruz diye! Haydi silkinin, Başbakan’a destek verin! Sadece alkış değil eyleme geçin, ayağa kalkın! Haçlı ve Siyonist’e hak ettikleri dersleri verin! Gerçek çözümleri artık savunmaya başlayın! Zararı yok gerçek çözümün adına “Milli Görüş’ün çözümleri” demeyin! Ama doğru olan, ülkemizi ve tüm İslam âlemini kurtuluşa kavuşturacak olan bu çözümleri siz hayata geçirmeye çabalayın! Haçlı’yı durdurun, Siyonist’e gerekli tokatları indirin! O zaman en hararetli destekçilerinizin Milli Görüşçüler olduğunu göreceksiniz! İstifa edip gitmeye ve partinizi bölmeye hazırlandığınızı duyuyoruz! Bunu ancak “çoluk, çocuk” zihniyetliler yapar. Önce yanlışlarınızı düzeltin! Düzeltmeden giderseniz, Allah indindeki sorumluluğunuz size ait, ama İslam tarihi sizi hiç de hoş olmayan sıfatlarla anacaktır! Gidilen yolun ucu yok, görmüyor musunuz? Başbakan’ı “ibrik otu” tuzağından kurtarın! Aslınıza dönün! ÇIKMAZ YOL İzlediğin yol değilse Hakk, Tıkanırsın bir gün muhakkak!

Reşat Nuri Erol
24.06.2013
08:29

ADİL (EKONOMİK) DÜZEN AÇISINDAN

İNCELEMENİZ RİCASIYLA...

http://haber.stargazete.com/yazar/yabancilarin-75-turk-halkinin-750-milyar-dolar-karsiligi-varligi-var-/yazi-764993

Reşat Nuri Erol
24.06.2013
08:35

Sermayenin komplosu Bir ilim adamı acaba çarşafa dolanan siyasete mi kilitlenecek, yoksa yaklaşan fırtınayı mı haber verecek? 2012 yılının başından beri Türkiye’nin bir ‘Orta Gelir Tuzağı’na düştüğünü ve artık büyüme kabiliyetini kaybettiğini, halkın sermaye yorgunu düştüğünü ve bu sahipsizliğin patlamaya doğru gittiğini, şehrin yağmalanmasına dayanan kuralsız ve ilkesiz bir inşaat cinnetiyle kalkınma olmayacağını söyledik. Hangisi yanlış çıktı?

YAZI BÖYLE BAŞLIYOR...

TAMAMI İÇİN:

http://www.zaman.com.tr/ibrahim-ozturk/sermayenin-komplosu_2103606.html

Reşat Nuri Erol
24.06.2013
08:39

YAZI ŞÖYLE BİTİYOR...

Ancak 28 Şubat sürecinde sütre arkasına saklanarak hain emellerine ulaşmaya çalışan dış güçler, bugün Taksim Gezi Parkı olaylarında topu tüfeği ve medyasıyla açıktan bir saldırıya geçmiş görünüyorlar. Onlar için her yol mübah. Yeter ki Erdoğan iktidardan düşsün mantığı ve stratejisiyle Türkiye'de kardeş kavgası çıkarmaya çalışıyorlar. En büyük destekçileri de Erdoğan'ı sandıkta alt edemeyeceğinin bilincinde olan CHP içindeki ulusalcı ve Ergenekoncu kanat. Tarihin hiçbir döneminde iç ve dış güçler Türkiye'de bu kadar açık olarak demokratik bir şekilde seçimle iş başına gelen iktidarı yıkmak için işbirliği içinde olmamışlardı. 28 Şubat'ta darbeyi gerçekleştiren askerler yargı önünde hesap verirken başta apoletli medya olmak üzere sivil darbecilerden ve derin yapının merkezinden henüz hesap sorulamadı. Sorulamadığı için de milli irade ve demokrasiye yapılmak istenen her suikastın altından çıkmaya devam diyorlar. Unutmamalıyız ki komplo ve komploculuk kavramları yakın tarihimizde, ABD ve İngiltere derin yapıları tarafından keşfedilerek, hedef alınan ülkelerde propaganda amaçlı bir silah ve araç olarak kullanma stratejisi ve taktiği halen devam ediyor.

KOMPLOCU LOBİLER

BÜLENT ORAKOĞLU

TAMAMI İÇİN;

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/B%C3%BClentOrako%C4%9Flu/komplocu-lobiler/38295

Tayibet Erzen
24.06.2013
09:56

Yiğit Bulut’un ilgili yazısında özellikle;

Halka arz, Bölge Borsası, Elektronik pazarlar, Konsolidasyon

gibi kavramlar tam da Adil Ekonomik Düzen felsefesine uygun. İnsanlık buna artık iyice ihtiyaç duyuyor.

Reşat Nuri Erol
25.06.2013
08:12

İLGİNİZE VE DİKKATİNİZE...

http://haber.stargazete.com/yazar/urfada-saz--istanbulda-caz-festivali/yazi-765412

http://haber.stargazete.com/yazar/galata-bankerleri-ve-kazananlarin-isyani/yazi-763430

Reşat Nuri Erol
28.06.2013
02:24

Devlet ‘faiz lobisinin’ içinde!

YAZI ŞÖYLE BAŞLIYOR:

Başbakan olup bitenleri yerlilerin de içinde yer aldığı küresel kapitalizmin, sermayenin, faiz lobisinin bir komplosu, bir kalkışması olarak gördüğünü beyan etti. Herkes ‘sus’ derken, hakkında en çok yazı yazdığım konu sermaye, faiz komplosudur. Sonuçlardan geriye doğru gidersek görülen şudur: Gerçekten de belli bir aşamada gelişmelerden nasibini almak üzere leş kargaları gibi memleketin üzerine çöken yerli ve yabancı medyayı, siyasetçileri ve sermayedarları gördük. ...

... VE ŞÖYLE BİTİYOR:

Devam edelim, faiz ve sermaye lobisi hem dünyada hem de Türkiye’de vardır. Kaç yazı yazıp ‘Nefes alamıyoruz, yabancılaştık ve kendimizi çaresiz hissediyoruz. Gassalın elindeki meyyit gibiyiz, kurtar bizi. Rekabet Kurumu’nu çalıştır. Kuralları koy ve uygula. Kamu tekellerini satıp özel sektöre tekel yaratma’ diye çağırmaktan nefesim kalmadı. Daha yeni Rekabet Kurumu birçok bankaya ‘tekelci davranarak faiz oranlarını belirledikleri’ gerekçesiyle ceza verdi. Ceza kesilen ‘faiz lobisinin’ içinde tam 3 adet dev kamu bankası bulunuyor: Halk, Ziraat ve Vakıfbank. Bunları ‘hükümet adına’ kendi atadığı kişiler yönetiyor. Halka zarar vermiş, lobicilik yapmışlar, iyi mi! Konuya odaklanalım. İfrat ve tefrit olan kapitalizm ve komünizm arasındaki sarkaçtan kurtularak bir orta yol bulmalıyız. Bunun için taklitten uzak telif hareketlere yönelmek gerekiyor. Gayesi insanlığın huzur ve mutluluğu olan din, bunun için korunması gereken 5 temel esas koymuş. Bunlar ‘olmazsa olmaz’ kök değerler, yani taşıyıcı kolon (kayyum) niteliğinde: Canın, aklın, dinin, neslin ve malın (sermayenin) korunması. Sonuncu bugünkü gündemimiz: İslam’da serbest mülkiyet esastır. Veda Hutbesi adlı insanlık manifestosunda Peygamberimiz, ‘kanınız, malınız ve namusunuz korunmuştur’ buyuruyor. Ancak bu, şartlara tabidir. Toplumun bütüncül mutluluğunu bozduğunda müdahale gelir. Nitekim Allah geçiminize vasıta kıldığı mallarınızı ‘aklı ermezlere vermeyin’ buyuruyor. Ta ki, zenginlik küçük bir azınlığın arasında dönen zulüm aracı olmasın. Sermaye tabana yayılsın. Çok çalışın kazanın, toplumun, fukaranın rızkını çalmayın. Hükümetlerin bunu doğru modeller eşliğinde hayata geçirmesi gerekiyor.

PROF. İBRAHİM ÖZTÜRK

TAMAMI İÇİN:

http://www.zaman.com.tr/ibrahim-ozturk/devlet-faiz-lobisinin-icinde_2104636.html

Reşat Nuri Erol
28.06.2013
22:29

Çok dikkat çeken yazı... Yalnızlaşan Tayyip Erdoğan’ı Okumak 28 Haziran 2013 Cuma 19:45 Tayyip Erdoğan’ın siyasi imajının yirmi bir günde büyük bir değişime uğradığını, sadece ”on yılda yapılanlar, on günde yıkıldı” diyen Abdullah Gül kavramış olmasa gerek… Yalnızlaşan Tayyip Erdoğan’ı Okumak Tayyip Erdoğan’ın siyasi imajının yirmi bir günde büyük bir değişime uğradığını, sadece ”on yılda yapılanlar, on günde yıkıldı” diyen Abdullah Gül kavramış olmasa gerek… Herkesin kendi meşrebince “son çırpınış”, ”tabanını diri ve uyanık tutmak”, ”kökü dışarıda komployu bozmak” veya “balatayı yakmak” şeklinde okuduğu siyasi ve psikolojik gidişatın etkilerini ‘yerinde’ görmek için, Kayseri mitingini AKP’nin oy deposu semtlerden birinde, bir pastanede izledim. On yılda gecekondudan bir AVM’ler ve toplu konutlar cennetine dönüşen İstanbul’un bu büyük ilçesinde sessizlik hakim. ”Tayyip Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz” propagandasından gaz alan bir tavırdan çok, gelişmeleri sessizce izlemek ve beklemek isteyen bir tavır egemen. Sahibinin ve müşterisinin koyu AKP’li olduğunu bildiğim bu pastanede, Tayyip Erdoğan’ın ajitatif konuşması sükût altında izlendi. Kimse coşkuya kapılmadı, herkes önündeki çayı içti ve derin düşüncelere daldı. Belli ki bu üslûp, her şeyin eskisi gibi olacağı konusunda kimseye güven vermiyordu… Tayyip Erdoğan’ın kişiliğini ve siyasi reflekslerini irdelemeye hakkı olanlardan biri olarak görürüm kendimi; çünkü yükselişe geçtiği yılları, gazeteci olarak çok yakınında izledim. Pek çok yurtdışı seyahatinde heyetinde bulundum, Anadolu’nun neredeyse bütün illerini birlikte dolaştım.Zaman insanı daha öfkesiz ve daha serinkanlı yapıyor. Geçip giden yılların etkisiyle, geçmişe ve geleceğe daha objektif bakmaya başlıyorsunuz. Beklentileriniz azaldığı için denge hesapları yapmaktan vazgeçiyorsunuz. O bakımdan, Tayyip Erdoğan’ın geldiği noktayı, yıllarca zulme ve haksızlığa uğramış bir muhalif değil, “tarafsız bir gazeteci” olarak irdelemeye çalışacağım.Kendisini izlediğim yıllarda bir özelliği dikkatimi çekmişti: Tayyip Erdoğan, hiç ama hiç okumuyordu.Elinde ne bir kitap, ne bir dergi gören olmadı. Yurtdışına yapılan uzun yolculuklarda, Dışişleri bürokratlarının gidilen ülke hakkında özenle hazırladıkları raporların kapağını bile kaldırmadı. Başbakan’a hazırlık yaptırmak için uçağın ön kısmına giden büyükelçiler, elleri boş ve bıkkın şekilde geri döndüler. Dünyanın neresinde olursak olalım THY tarafından yetiştirilen günlük gazetelerin ruloso bile bozulmazdı. Dönüşe geçildiğinde, bakardık ki kimsenin dokunduğu yok, korumalardan biz isteyip okurduk gazeteleri. ANA uçağında veya Başbakan’a tahsis edilen başka bir uçakta, özellikle Emine hanımın yer aldığı seyahatlerde Marie Claire, Cosmopolitan gibi moda ve kadın dergileri de bulundurulurdu. Gazetelerin katları bile bozulmazken, bu dergiler uçağın ön kısmında elden ele dolaşır, Emine hanım ve ona yaranmak isteyenler tarafından merakla incelenirdi. Bunu, Tayyip Erdoğan’ın giderek kararan ve kendi içine kapanan çizgisini izah edebilir bir husus olduğu için anlatıyorum. Okumayan, internet kullanmayan, televizyonda sadece eşinin ve kızının izlediği dizilerden haberdar olan, yabancı dil bilmeyen, bir konuyu uzmanlarından dinlemeyi kompleks haline getirip ”bana mı öğreteceksin” kavgası çıkaran bir adamın tükenişe doğru gidişini anlamak bakımından anlatıyorum.. Örneğin, bütün bu yirmi günlük sarsıcı süreçte, Tayyip Erdoğan’ı en fazla sinirlendiren şey olayların “siyasi değil, sosyal olduğunu” söyleyenler oldu. Mehmet Ali Alabora’ya bunun için taktı, Başbakanlık’taki toplantıda sendikacı bayana bunun için hışımlandı. Oysa ne var bu tespitte? Aksine, Tayyip Erdoğan’ı daha rahatlatması gerekmiyor mu? Sorunun uyguladığı politikalardan veya kendi şahsından değil de toplumun değişim isteğinden kaynaklandığını ifade etmesi bakımından daha ‘kurtarıcı’ değil mi? Hayır. Buradaki sorun “sosyolojik” kelimesinde. Hızla kültürel köklerine dönme eğilimine girmiş olan Başbakan, bu kelimeyi “kendi yetersizliğine” yapılmış bir vurgu olarak algılıyor. Bitirdiği söylenen ve neresi olduğunu yıllardır tam anlayamadığımız “yüksek okulda” bu tür bilimsel eğitimler verilmediğinin ima edildiği vehmine kapılıyor. Onun için “Biz, sosyolojiyi sizden mi öğreneceğiz” diyerek hiddet ve şiddet serdediyor. Bozulmuş bir ezberle, belki de programlanmış bir beynin miadını doldurması ile karşı karşıyayız.. Tayyip Erdoğan’ın en büyük siyasi yeteneği, kendisine sufle edilenleri iyi alan ve rolünü iyi oynayan bir aktör olmasıdır. Her zaman küresel programlar çerçevesinde hareket etti. Kendisini her zaman bu programlara göre konuşlandırdı.Şimdi bu global desteğin flulaşmaya başlamasıyla öfke ve paniğe kapıldığını, köklerini ve kendisini besleyen alt kültürü referans almaya başladığını görüyoruz.. Öyle ki, “gömlek gibi çıkarıp attığını” ilan ettiği Milli Görüş’ün bile gerisine düştü. Şu anda siyasi kimlik ve kişiliğinin en alt tabakadaki katmanından sesleniyor. Ankara, İstanbul, Samsun ve Kayseri mitingleri Türk siyasi tarihine din istismarının hangi noktalara varabileceğini gösteren birer suimîsal olarak geçecektir. Tayyip Erdoğan, bu kışkırtmacı tavrı, ayrıştırmacı dili, kendi gidişatı başta olmak üzere ülkenin yakın geleceği konusunda sadece bizlere endişe vermiyor; zira biz kendisini yeterince tanıyoruz. Tayyip Erdoğan’ın, kötü Türk filmlerindeki “yobaz” tiplemesine giderek daha çok benzeyen yeni profili, bizlerden çok böyle bir kumaştan “demokrat” ve “gelecek yüz yılın” lideri tiplemesi çıkarmaya kalkışmış veya bu projeye samimiyetle inanmış olanlara endişe veriyor. “Demokrat başbakan” libasının dikişleri büyük bir çatırtıyla söküldü çünkü. Bu çatırtıyı duymamak için sağır olmak gerekiyor. Beğenelim veya beğenmeyelim, on yıllık AKP iktidarı döneminde topluma dayatılmaya çalışılan sahte demokrasinin lafzı bile bireyler üzerinde ‘eğitici’ bir işlev gördü. Herkes kendince ‘modernleşti’, bir şeyler öğrendi. O bakımdan, Tayyip Erdoğan’ın kullandığı lisan, kendi zannettiği gibi sadece “kentli elitleri” değil, AKP’nin artık kendisini “şehirli” sayan, son on yılda sinemaya gitmeye, çocuğunu özel üniversitelerde okutmaya, haremlik-selamlık şeklinde de olsa yüzme havuzlarına bile girmeye başlayan ”yeni nesil muhafazakarları” da ürkütüyor. Yıllardır kandırıldıkları “demokrasinin” dili değil çünkü bu… Tayyip Erdoğan’ın mağma tabakasına doğru son sürat koşuşunu, bu yeni nesil de endişeyle ve alt üst olmuş bir şekilde izliyor.. Artık herkes şunu görüyor ki, iktidarda geçen on yıl Tayyip Erdoğan’ın siyasi kültürüne hiç bir şey katmamış.Aynı kalıplar üzerinden siyaset yapmakta ısrar ediyor ve toplumun da kendisi gibi aynı noktada kaldığına inanıyor. Toplumla kendisi arasında, kendi kafasında kurduğu bir vesayet ilişkisi tesis etmiş. Gezi Parkı olaylarının başladığı ilk günlerde ”Ne istediniz de vermedik?” şeklindeki yaklaşım bunun en bariz örneği. Toplumun taleplerini, demokrasilerde yeri olmayan bir ”bahşetme-şükretme” denklemi içinde anlamaya çalışıyor. İktidarının ilk yıllarında, elit azınlıkların iki yüzlü ve dışlayıcı yönetimlerinden sıkılmış geniş halk kitlelerine hitap ettiği düşünülen ”Delikanlı tavırları halk seviyor” formülüne kendisini fazla kaptırmış ve bu yöntemin geçen on yıla rağmen siyasette halen geçerli olduğunu sanıyor. Yeni bir neslin geldiğini, kabadayı ve dayatmacı tavırların artık itici olmaya başladığını göremiyor. Daha kötüsü, toplumun tortularında kalmış 1950′li yılların kaba anti- komünist propagandalarından beslenen müptezellliğin, sapkın ahlakçılığın geçerli olduğunu düşünüyor. “Kapıya şapka asma” iğrençliğinin 2013 yılı versiyonları ile kitleleri ayartmaya, gaza getirmeye, kandırmaya çalışıyor. Bu inanç ve umutla siyasi lisanını bayağılaştırdıkça bayağılaştırıyor. “Bikini” üzerinden prim yapayım derken, kendisini yıllardır destekleyen modernist-liberal-kozmolit- elitist kesimi de ürküttüğünü fark edemiyor. Açığa çıkan bir başka durum, Tayyip Erdoğan’ın tahminlerin de ötesinde yalnızlaşmış olmasıdır. Bütün kararları tek başına vermek, farklı fikir ve inisiyatiflerin varlığını kabul etmemek, dışlayıcı, korkutucu, kibirli ve değersizleştirici yaklaşımları, yakın çevresini bile ”Çevresi yanlış yönlendiriyor” diyenleri veya suçu “danışmanlarına” yüklemeye çalışanları yanıltacak kadar canından bezdirmiş. Zannedildiğinin aksine çevresinde Tayyip Erdoğan’ı yanlış veya doğru yönlendirecek bir “danışmanı” filan yoktur. Tayyip Erdoğan, danışmanlarına kendisine “akıl verme yetkisi” bahşetmez çünkü. Böyle bir girişimi direkt “haddini bilmezlik” ve “saygısızlık” addeder. Aklının ve bilgisinin Başbakan’a çok şey katacağına inanarak göreve başlamış, kısa sürede çanta taşıyıcılığına düşmüş, uzun vadede de uzaklaştırılmış veya kendisi çekip gitmiş nice danışmanlar gördük. Bu anlamda bir ‘danışman çöplüğü’ gibidir Erdoğan’ın çevresi. Yok sayılmak ve değersizleştirilmenin sadece yakın çevresinde değil, parti teşkilatlarında da kendisini hissettirmeye başladığı saklanılmaz bir gerçektir. Gezi Parkı olaylarının patlamasıyla Erdoğan ile parti teşkilatları arasında ilk sınav verilmiş ve bu durum olayların yoğun akışı içinde dikkatli gözlerden bile kaçmış görünmektedir. Fas dönüşü, teşkilatlarına görkemli bir karşılama talimatı verdiği halde ikircik yaşandığı unutulmasın. Önce teşkilatların karşılamaya hazırlandığı duyuruldu, sonra böyle “örgütsel” bir karşılamanın yapılmayacağı bildirildi. Hatta Tayyip Erdoğan, kendisini dişe dokunur bir kalabalığın karşılayacağından o kadar emin olamadı ki,Tunus’tan hareketini saatler sonrasına tehir etmekle kalmayıp, Türk hava sahasına girdikten sonra bile İstanbul’a mı, yoksa Ankara’ya mı ineceğine karar veremedi. Nihayet İstanbul’a inmeye karar verdikten sonra Tayyip Bey ve eşi bir süre uçaktan çıkmayıp, Egemen Bağış’ı önden göndererek yeterli sayıda insanın toplanıp toplanmadığını kontrol ettirmek zorunda kaldılar. Parti teşkilatlarının Tayyip Erdoğan’ın yokluğunda,olayları diyalog yoluyla yatıştırma kararı alan Arınç-Gül ikilisine itaat etmiş olması, Tayyip Bey tarafından ileride hesabı mutlak görülecek bir husustur. Teşkilatları tarafından belki de ömründe ilk kez yarı yolda bırakılmış olan Erdoğan, her ne kadar “kitlesel karşılanma” sorununu Melih Gökçek’in lojistik desteğiyle aştıysa da kendisini yepyeni ve oldukça tehlikeli bir pozisyonun içinde de buluvermiştir ki o da şu: Yıllardır nasıl tasfiye edeceğini bilmediği, partisine göz diktiğinden adı kadar emin olduğu Melih Gökçek’e -amiyane deyimle-gebe kalmak! Nitekim, İstanbul mitingi farklı etkenlerden dolayı ayrı tutulacak olursa; Kayseri, Samsun ve Erzurum mitinglerine beklenen katılımın gerçekleşmemesi Melih Gökçek faktörünü yakıcı biçimde gözler önüne sermiştir. Tayyip Bey bundan sonra, güç göstermek istediği organizasyonlarda Melih Bey’in desteğine ihtiyaç duyacak gibi görünmektedir. Özün sözü Erdoğan şu an, bütün tepkilerin neredeyse tek ve ortak hedefi olarak, giderek müptezelleşen dili ile dinci kesimlerin dar tabanına hapsolmuş ve de Melih Gökçek’e muhtaç bir şekilde yapayalnız ortada durmaktadır. Tıpkı rahmetli Ecevit gibi “sağlık sorunları” gündeme getirilir, dahası ”iş göremez raporundan” bahsedilir olmuştur. Hem de bizlerin ve Tayyip Bey’in azılı muhalifleri tarafından değil, Abdullah Gül’e yakınlığı ile bilinen Fehmi Koru tarafından! Gelinen nokta itibarıyla, Gezi Parkı olayları bastırılsa, Tayyip Bey eskiden olduğu gibi yeniden tek başına her konuda karar verir duruma gelse bile sorunların bitmeyeceğinden , bizzat Tayyip Bey’in kendisi tarafından bitirilmeyeceğinden emin olunmalıdır. Çünkü Tayyip Erdoğan, çok geniş bir cepheye karşı tek başına savaş açmış durumdadır. Önünde zor, yıpratıcı ve ne gibi bir hasarla sonuçlanacağı kestirilemeyen bir “intikam” süreci vardır. Bir kere kitlesel eylemlerin hesabı, duvara slogan yazan 17 yaşındaki çocuklardan, köşe yazarlarına, dizi film oyuncularına kadar herkesten sorulmaya kalkışılacak, yeni ve sonu gelmez “Ergenekonvari” soruşturmalara yeltenilecek.. Facebook’undan twitter’ına, yabancı medyasından AB yetkilisine her kişi ve kurumla hesaplaşmaya girişilecek; toplumun artık korku duvarını aştığı kabullenilmeyerek yangına körükle gitmeye devam edilecektir. En önemlisi de eğer bizler Tayyip Erdoğan’ı tanımışsak, Fas gezisi sırasında ve ilerleyen süreçte kendisini “arkadan vurduklarını” düşündüğü pek çok kişiyle “iç hesaplaşmaya” girişecektir. Bülent Arınç ne kadar inkâr ederse etsin, diyalog yoluna yeltendiği için Tayyip Erdoğan tarafından mutlak surette ‘cezalandırılmak’ istenecektir… Aynı şekilde, ”Demokrasi sadece sandık değildir” diyen Abdullah Gül’ün isminin de defterin baş kısmına yazıldığı kesindir. Olaylar esnasında “şakacı çocuklardan” bahseden gazeteleri, yayınlarını kesip olayları genişçe veren televizyon kanallarını, yakalanıp getirilen eylemcilere takipsizlik veren savcıları, ”gösteri yürüyüşü anayasal haktır” şeklinde kararlar yazan hakimleri, cüppeleri ile yürüyüş yapan avukatları, “durakların yerini bile halka soracağız” diyen belediye başkanlarını saymıyoruz bile… “Tayyip Erdoğan’ın bu kadar büyük bir hesaplaşmaya girecek gücü var mı?” sorusunun cevabını ise bilmiyoruz… Aslında kendisi de bilmiyor… Ama deneyeceğini ve toplumun isyan duygusunu diri tutmaya devam edeceğini biliyoruz… (twitter.com/fasibel, http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10369 Fatma Sibel Yüksek)

Reşat Nuri Erol
29.06.2013
05:52

Bir ilim ve irfan çınarı:

Mehmed Emin Er hocaefendi http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MufitYuksel/bir-ilim-ve-irfan-cinari-mehmed-emin-er-hocaefendi/38369

MÜFİD YÜKSEL

Ve bir yıldız daha kaydı. İlim/irfan ve tarikat geleneğimizin son halkalarından birini daha kaybettik. Kürt ulemâ ve Nakşibendi-Hâlidî geleneğinin son temsilcilerinden biri olan Allâme Şeyh Mehmed Emin Er Hocaefendi ahirete intikal etti. Aynı zamanda çok eski bir baba/aile dostunu da kaybetmiş olduk. Ashâb-ı Suffe'den, Nizâmiye medreselerinden beri gelen ilim ve irfan müesseselerimiz 90 yıldır kapatılmış olduğundan, sistemin yasakları ve modern eğitimin de etkisi ile bu geleneğin, halkanın arkası gelmiyor maalesef… Kaybedilenlerin yeri bir türlü doldurulamıyor. Bir yerde kesiliveriyor. İnkıtaa uğruyor. İrfan ve maneviyat iklimi çekildiğinden adeta soluksuz kalıyoruz. Artık ne doğru dürüst, asırlarca var olan, icâzet geleneği/zinciri ne de irfan, Marifetullah âleminin nurlu silsilesi kaldı. Yeni kuşaklar, modernliğin, yeni çağın boğucu, profan-seküler ikliminde sürekli kaybediliyor, Allah'tan (C.C) uzaklaşılıyor. 1910 yılında Diyarbakır Çermik kazasının Kuliyan karyesinde Zaza kökenli bir ailede dünyaya gelir. Çocuk yaştan itibaren ilim öğrenme aşkı ile medreselere gider. Diyarbakır, Siirt, Antep, Mardin civarında medreselerde okur. Norşinli meşâhir-i meşâyih-i Nakşibendiyye-i Hâlidiyyeden Şeyh Muhammed Ziyauddin Hazretlerinin (Vefatı: Norşin 1924) ecille-i hulefâsından Şeyh Ahmed El-Haznevî'nin ismini ve şöhretini duyunca Suriye'ye gider; önce onda, sonra da talebesi ve halifesi Şeyh Molla Abdürrezzak Efendi'de (Vefatı: Kızıltepe 1980) okur. Uzun süren medrese hayatında çok fazla sayıda kitap tedris eder. Şeyh Ahmed El-Haznevî'nin yanında Nakşibendiyye-i Hâlidîyye tarikatına intisap eder, onun yanında seyr u süluk'a başlar. Ancak, Şeyh Ahmed El-Haznevî 1950 yılında vefat edince, onun manevi işareti ile o sıralarda Cizre'de irşad ile meşgul, meşâyih-i kirâmdan Şeyh Muhammed Said Seyda El-Cezerî'nin yanında seyr u sülukunu sürdürür ve tarikat icâzeti alır. Tarikat silsilesi Mevlâna Hâlid Eş-Şehrezorî El-Bağdâdî'den itibaren şöyle'dir: Mevlana HâlidEş-ŞehrezorîEl-Bağdâdî (Vefatı:1242/1827) Şeyh Hâlid El-Cezerî (Vefatı:1255/1839) Şeyh Salih Es-Sibkî (Vefatı:1269/1853) Şeyh Muhammed Aynî (Vefatı:1276/1859) Şeyh Hâlid Ez-Zibârî (Vefatı:1285/1868) Şeyh Ömer Ez-Zengenî (Şeyh Muhammed Seyda'nın pederleri) Şeyh AbdülhakîmEd-Dérsevî Şeyh Muhyiddîn El-Cezerî Şeyh Muhammed Nurî Ed-Dérsevî (aynı zamanda Şeyh Seyda El-Cezerî'nindayısı ve kayınpederi) Şeyh Muhammed Said Seyda El-Cezerî (Vefatı: Cizre 1968) 1952 yılında, rahmetli babamın (Vefatı: İstanbul, 25 Aralık 2004,) Bitlis-Norşin'de medresede ders verdiğini duyar ve derslerine katılmak için Norşin'e gelir. Babam zaten medrese kitaplarını okumuş olduğunu ve tekrar okumasına gerek olmadığını, kendisine sadece Bediüzzaman'ın 'İşarâtu'l-İ'câz Fi Mezâni'l-İcâz' adlı tefsirini okutacağını söyler. Mehmed Emin Er Hoca, babamdan Bediüzzaman'ın Arabî İşarâtu'l-İ'câz tefsiri ile Zülfikar mecmuâsını okur, merhum dayım Şeyh Maşuk Efendi'den de (Şeyh Ahmed El-Haznevî'nin halifesi, Vefatı: Mekke, Aralık 1975) SaaduddînTaftazânî'nin 'Şerhu'l-Akâid' adlı meşhur eserini okur ve sene sonunda, babamın kaleme aldığı icâzetnâmeyi Şeyh Maşuk Efendi'nin elinden alır. 1954 yılında yine pederimin tavsiyesi ile Isparta'ya, Bediüzzaman'ı ziyaret maksadıyla gider. Eğridir'de Üstad ile görüşür. Sonrasında ise irtibatını hiç kesmez, hatta mürşidi Şeyh Seyda El-Cezerî ile Bediüzzaman Hazretleri arasındaki irtibat ve mektuplaşmalara vesile olur. 1961'de mürşidi Şeyh Seyda'nın direktifi ile Gaziantep Nizip'in Kertişe köyüne yerleşir, uzunca bir zaman o köyde imamlık, tedrisat ve irşad vazifesini deruhde eder. Bilahare müftülük vazifesine tayin edilir ve Oğuzeli müftüsü olur. Çok fazla sayıda talebe yetiştirir. 80'li yıllardan itibaren dünyanın birçok ülkesine seyahatlerde bulunur. Hatıraları, röportajları çeşitli gazete ve mecmualarda neşredilir. Çok sayıda ilmi ve tasavvufi Arapça eser yazdı. Kendisi Arapça, Farsça, Türkçe, Zazaca ve Kurmanci dillerini bilirdi. Gerek Ankara'da, gerekse İstanbul'da zaman zaman kendisini ziyaret ederdik. Son olarak geçen yıl temmuz ayında Fatih'te misafir olduğu torununun evinde ziyaretinde bulunmuştum. Bazı hatıralarını nakletmişti. Yaşı oldukça ilerlemiş olmasına rağmen son derece kuvvetli bir hafızası vardı. Elektronik araçları bile hala rahatlıkla kullanabiliyordu. 'Bu onun son İstanbul seyahati olacak' denmişti. Gerçekten de kerâmet izhâr edercesine öyle oldu. Dün Hakk'ın rahmetine kavuştu. Bir ilim ve irfan çınarı daha yeri doldurulamayacak şekilde gitti. Şeyh-i mumaileyhe Cenâb-ı Hakk'tan (C.C) rahmet-i bîpayân, tüm ailesine sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.

Reşat Nuri Erol
29.06.2013
06:13

Orgeneral Özel'den Türkiye'nin silah üretimine hayranlık Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Türkiye'nin füze, tank, gemi ve diğer silah sistemlerini tasarlayıp üretebilen bir ülke haline geldiğinden duyduğu memnuniyeti anlattı.

http://haber.rotahaber.com/orgeneral-ozelden-turkiyenin-silah-uretimine-hayranlik_380017.html





Sayı: 210 | Tarih: 23.06.2013
Mahir Kaynak
Hangi aşamadayız?
Tayyip Erdoğan ne yapmalıdır?
1246 Okunma
10 Yorum
Süleyman Karagülle
Yusuf Kaplan
Ok yaydan çıkmadan,Türkiye,derhal erken seçimlere
Anayasa seçimi
1216 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Neden bitmiyor?
Bitirmeyecekler
1098 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Barlas
Hangi kapıyı çalsam "Buruk Acı" ve "Acı Tebessüm"
Yapmadan Söylemeyelim
1036 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Türkiye’yi birbirine düşman iki millete ayırdılar
Kuran Medeniyetiyle Tek Olabiliriz
969 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler