Ruşen Çakır - rcakir@gazetevatan.com
23.02.2012
Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu’yla MİT krizini ve
AKP-Gülen cemaati ilişkisinin dününü ve geleceğini konuştuk...
Yeni Şafak gazetesi yazarı medyada MİT krizi üzerine en özgün ve kapsamlı değerlendirme yapan isimlerden biri olarak dikkatleri çekti. Biz de kendisiyle bu krizin ve dolayısıyla AKP-Gülen cemaati ilişkisinin dününü, bugününü ve yarınını tartıştık:
AKP ile Gülen cemaati arasında bir çatışma olduğunu düşünüyor musun?
Evet, düşünüyorum. İşe “Neden çatışma var” meselesinden başlamak gerekiyor. Bunun içinse biraz geriye gitmek lazım. 2002 ile 2007 arasında bir yanda AK Parti reformlar yaparken eski düzenin kurumları olan asker, yargı ve üniversiteyle bir tür süngü savaşına girmişti. Diğer yanda 1999’da yurtdışına çıkmak zorunda kalan Fethullah Gülen’e yakın emniyetçilerin 2002-2003 yıllarındaki Sarıkız, Ayışığı gibi kendi varlıklarını da özellikle hedefleyecek askeri darbe girişimlerini saptadıkları, buna bağlı olarak cemaatin sosyolojik ve yarı-politik dokusundan çıkıp çok daha aktif bir örgütlenmeye gittiklerini, yani kendilerini agresyon içinde savunmaya yöneldiklerini görüyoruz. İşte cemaatteki bu yönelişle AK Parti’nin askerle karşı karşıya kalışının paralelliği, zaten tabii olan ama bu koşullarda çok daha pekişen bir işbirliğine yol açtı.
Ben ikisini 27 Nisan muhtırasının buluşturduğunu düşünüyorum...
27 Nisan’ın önemli bir rolü oldu ama öncesi de var. Dediğim gibi 2003-2004 yıllarında Şener Eruygur zamanında jandarma kökenli bazı darbe girişimlerinin tezgahlandığı bilgisi bazı polis mahreçli internet sitelerinde dolaşıyordu. Yani iki güç de asker, yargı, üniversite gibi eski düzenin kurumlarına karşı paralel kavgalar veriyordu. Ayrıca siyasi iktidar o dönemde ne askere, ne MİT’e güvenemeyeceği için yönelebileceği tek kurum polisti. Sonunda polis içindeki bu yapılanma ile AK Parti’nin arayışları buluştu. 27 Nisan muhtırası bunu çok daha güçlendirdi. Nitekim açık savaşın başlama noktası 27 Nisan muhtırasıdır. Ardından AK Parti’ye kapatma davası, Ergenekon davası gibi karşılıklı salvolarla bu kavga sürdü.
Her ne kadar mecburen ortaya çıkmış olsa da bu ittifakın başarılı olduğunu görüyoruz. Sonuçta askeri vesayet büyük ölçüde geriletildi, hatta tasfiye edildiğine inananlar da var...
Muhakkak, meşruiyetlerinin temelinde de bu başarı var. AK Parti, bugün eleştirilen özel yetkili savcılık ve mahkemeler düzenlemesiyle, buradaki aktif yapılanmayla yol alabildi. Bu ikili açıkçası Türkiye’nin sivilleşme, geçmişle yüzleşme sürecinde çok önemli, tarihi roller oynadılar. Demokrat kamuoyundan da büyük destek gördüler. Ancak şunu da belirtmeliyim. Bence bu aktif yapıyı sadece cemaat üzerinden tanımlamak doğru değil. O emniyet-yargı yapısında çeşitli katmanlar var. Örneğin sosyolojik bir doku var, Orta Anadolu kökenli, müteddeyyin ve orta-alt sınıflardan gelen hakim ve savcıların elde ettikleri güçle geçmişte maruz kaldıkları toplumsal ve siyasal tahkir arasındaki elektrikli ilişkiler var. Ancak burada örgütlenmesi, çekim gücü ve ana dalga olması itibariyle ve sahip olduğu stratejilerle itici güç elbette cemaattir.
Ben yazılarında cemaat yerine “otonom yapı” kelimesini özellikle bu nedenle kullandım. Ayrıca tabii şu da var: Gülen cemaatini bir polisiye grupmuş gibi ele almak hiç doğru değil. Bu cemaatin milyonlarca üyesi var, pek çok insan bu olaylardan tümüyle uzak, hizmet uğruna malını, mülkünü veriyor, bu meseleyi evladından bile öne alıyor. Onları tahkir etmek hiç de doğru değil. Nitekim cemaat benim gözümde her zaman Türkiye’de İslami hareketin modernleşmesinin; İslam ile Batı, İslam ile teknolojinin bir tür sentezinin ve yeni Türk muhafazakârlığının köklerinin oluşmasının bir aracı oldu, hâlâ da böyle. Bugün sorun bu dokunun cemaat olma sınırlarını aşması, politik olarak aktif hale geçmesidir. Çünkü bir yerden sonra sosyolojik örüntü, doku gölgede kaldı ve politik yön ön plana çıktı.
Bu özellikle Gülen cemaati gibi bir cemaat için çok tehlikeli bir durum değil mi?
Elbette tehlikeli. Kontrol dışı bir doku oluşuyor. Güçlü olduğunuz emniyet, adliye ve mülki amirliklerdeki kişi profiliyle oralarda üretilen politika, sıkça cemaatin istediği ve söylediğinin ötesine geçecek araçlar üretebilir. Bir polis sadece cemaat menbusu değil, bakışıyla da bir polistir. Şunun farkına varmalı cemaat: güçlenme, yayılma, kadrolaşma arayışı güvenlik birimleri ve stratejileriyle yapılıyorsa, kendisini kontrol eden, uygulamalarla tanımlayan doku olmaya başlıyor. Dahası cemaatin siyasi alandaki genel görüşleri asayiş mantığına endeksleniyor. Yani polisiye düşünmeye teslim oluyor. Ve cemaat son dönemlerde olduğu gibi ülkede ciddi bir otoriterleşme kaynağı olmaya başlıyor. Bu, Gülen’i seven pek çok insanı tedirgin edecek bir durumdur. Sonuç olarak cemaat içinde, adeta kontrol dışı mekanizmalar ürettiği düşünülebilir. Son krize baktığımızda “Neden bu çılgınlık?” diye soramadan edemiyor insan. Çünkü bu bir intihar. Bu sorunun üç cevabı olabilir. Birincisi, son derece merkezi bir otorite var ve bu otorite son derece planlı bir şekilde, adım adım giderek bu hamleleri yapıyor. Ancak senin de yazmış olduğun gibi, Fethullah Gülen’in fazlasıyla işin merkezinde olduğunu kabul etmekle birlikte cemaatin çok büyük ve geniş bir network (ağ) olduğunu ve bu networkün de kişilere geniş inisiyatif imkanları sağladığını düşünüyorum. Böyle olunca ikinci cevap çıkıyor karşımıza. Buna göre polisteki yapılanmanın attığı her adım cemaatin diğer parçalarını bunun arkasında durmaya sevk ediyor. Üçüncü alternatif de MOSSAD, Ergenekon gibi üçüncü aktörlerin sürece dahil olmasıdır ki bu bana hiç ikna edici gelmiyor. Cemaatten yana bildiğimiz kalemler, basın grupları, isimlerin sanki tek bir tornadan çıkmış gibi ortak bir davranış kodu içinde olmaları ilk iki ihtimali daha öne çıkarıyor.
Devamı için http://haber.gazetevatan.com/Haber/432670/1/Gundem
Yorum:
Safları Belirleme Zamanı
Safların iyice belirginleşmesi için böyle dalgalanmaların olması gerekir. Kimin ne niyette olduğu bile net değil. Niyetler aynı olsa bile yöntemler farklı, o yüzden bu farklılıklar da, ayrılıklar da gayet normal.
Neler olacağını kestirmek şimdiden çok zor olsa bile, ilahi adaletin şaşmayacağı kesin. Her şey kötüye giden sistemin batışını hazırlıyor. Bizim sistemi değiştirmek gibi bir kaygımız ve çabamız olmayınca Allah şartları ona zorlar hale getirir ve biz kerhen de olsa sistemi değiştirmek zorunda kalırız veya birileri değiştirir, biz itaat ederiz.
Tüm olumsuzlukları olumlu yorumlayıp çalışmaya devam etmeliyiz.