MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 35
(YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAMaNUv)
“Ey iman etmiş olan kimseler.”
“Yâ Eyyühâ” bu sûrede 18 defa vardır; 16’sı “Ey İman Edenler” olarak geçmekte, 2’si ise “Ey Resul” olarak geçmektedir. “Ey Resul” hitabı yalnız bu sûrede vardır. 16 “Ey İman Edenler”e karşı sekizde bir oranında “Ey Resul” geçmiş bulunuyor.
Bir topluluk vardır. Onlar Cuma namazını kılanlardır. Onlara topluca hitap ettiği zaman “Ey İman Edenler” diye hitap eder. Onların başkanlarına hitap ederken de “Ey Resul” diye hitap ediyor. Bundan önce “Ey Resul” diye hitap etmişti.
Kur’an’da “ey insan, ey nâs, ey nebi, ey resul ve ey mü’minler” geçmektedir. Bunların ayrı arı manalandırılması gerekmektedir.
- “Ey insan” dediği zaman doğrudan insanın şahsına hitap etmektedir. Sosyal bir varlık olarak değil de insanı, kişi olarak ele alır. Allah doğrudan onunla muhatap olur. Topluluklar ve diğer her türlü mükellefiyetler bir araçtır. İnsanı imtihan etmek için onu topluluk içinde yaratmıştır, ona topluluk içinde görevler vermiştir. Nasıl okul, öğretmen, dersler, imtihanlar sırf insanı yetiştirmek için varsa, tüm diğer olaylar da hep kişi içindir. İşte “ey insan” diye hitap ettiği zaman artık aracı kalmıyor, perde kalmıyor, insan doğrudan Tanrı’sıyla muhatap oluyor. İnsan Allah’a karşı mağrurdur, yanılmıştır, O’na tam teslim olamamaktadır, O’nun verdiği hükme teslim olamamaktadır. O zayıftır. Devamlı çaba içindedir. Tırnakları ile yolarak yaşamaktadır.
- İkinci kısım ise insanın topluluk içindeki durumudur. Allah insana topluluk içinde nasıl yaşayacağını dört yoldan öğretmiştir.
- “Ey nâs” diye hitap eder. Topluluk içinde herkesi ayrı ayrı muhatap alır. “Ey nâs, hepiniz silme giriniz” dendiği zaman her insan ayrı ayrı silme girecektir. Emirler topluluk içindir. Ama memur olan çok olduğu için emirler her birine ayrı ayrı racidir. Kişi burada içtihadını yapar ve ona göre amel eder.
- “Nebi” kişinin topluluk rehberlerinden yararlanma hakkıdır. Kişi karar veremediği zaman karar vermek için kendisinin seçtiği âlime danışır. Âlimin fetvası ile amel eder. Artık sorumlu olan müftüdür. Kendisi fetvaya göre amel ettiği için kurtulur. Ne var ki fetva alınan kimse ehil olmalıdır. Yani topluluk ona fetva verme ehliyetini tanımalıdır. Nebiden fetva almadan amel eden kendisi sorumludur. Fetva aldıktan sonra aksine amel etse de nebi tazmin etmez. Kişi hata etmişse sorumlu olmaz. Yani “nebi” doğruları haber verendir. Kişi isterse nebisinin fetvası ile hareket eder, hareketini sigortalamış olur, isterse etmez.
- Üçüncü karar veren kimse resuldür. “Resul” kendisine verilen yetkiler içinde tâbi olanlara emredicidir. Yapmamaları hâlinde kişi sorumlu olur. Ocakta ocak başkanına, bucakta bucak başkanına itaat edilir. İlçe ve il merkezlerine gittiğinizde oradaki il başkanına itaat edilir. Bölge merkezlerine veya devlet merkezine gidildiğinde devlet başkanına itaat edilir. Kıta merkezlerine veya denizlere transit yola gidildiğinde insanlık başkanına itaat edilir.
- Dördüncü karar veren topluluktur. “Ey iman edenler” diye hitap edilmektedir. İnsan, insan olarak yaptığı fiillerden dünyada sorumlu değildir. Ama insan topluluk içinde kurallara uymak zorundadır.
Bu sûre Medine’de nâzil olmuştur. Bu dört sûrenin dördüncüsüdür. Bakara Tevrat’ı anlatır, Âli İmrân İncil’i anlatır. Bunlar eski şeriatları bize öğretmektedir. Bize geçen hükümleri özel hukukta Nisa Sûresi’nde öğreniyoruz; “Ey nâs” diye başlıyor. Kamu hukuku bu sûrede öğretilmektedir; “Ey iman edenler” diye başlıyor. Kamu hukuku ve özel hukuk iç içe olduğu için de her iki şekli zikredilmiştir.
İlk sekiz sûre hükümler getiren sûrelerdir. Ondan sonrakiler ise onların müheymini ve musaddıkıdır. Dört sûre barıştaki hükümleri koyar. Sonraki dört sûre ise cihat sûreleridir. İkisi Âraf ve Enam devlet aşamasından önceki cihattır, kuruluş cihadıdır. Enfal ve Tevbe sûreleri kuruluştan sonra savaşı da içeren cihattır.
(Lav TatTaPiÜv)
“İttihaz etmeyin.”
“İttihaz etmek” edinmek demektir, “EPZ”dan gelen kelimedir. “Ehz” suların toplanıp göl hâline geldiği yerdir. “Ehaze” ahz etmek, avuçlamak demektir, iki eli birleştirip avuca almak demektir. Yaklaşık 500 gram kadar tahılı avuçlarınıza alabilirsiniz. Cuma ise yumulmuş yumruktur. “Cem etmek” demek avucun ile almak demektir. “Kabz” ise avuçlamaktır.
“Ehz” kelimesi burada edinmek demektir, onlar içinde dayanışmaya girmek demektir.
Hıristiyan veya Yahudilerle evlenme, onlarla yemek yeme dahi meşru kılınırken; burada onlardan uzak durma manâsındaki tearuzu çözebilmemiz için “ittihaz” kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir.
“Ehaze” almak demektir. “Huz biyedike” dendiği zaman avucuna al demektir. İftial bâbı olan “Huz” ne demektir, sülasiden farkı nedir?
“Ehz etmek” bir şeyi almak demektir. “İttihaz etmek” demek aynı yere girmek demektir. İttifak gibi yani iki taraf bir anlayışta olunca ittifak etti denir. İçtima etmek de bir araya gelmek demektir. Kendi istekleri ile bir çukura dolarlarsa ittihaz olur.’ Ehdanın muttahızı olmayın’ dendiği zaman bir kadını başkasıyla ortak dost edinmeyin, bir kadın iki kişi ile cinsi ilişki kurmasın demek olur. Kur’an’da kadınlar için de ehdan ittihaz etmesin denmektedir, erkekler için de aynı siga kullanılmaktadır. “Hıdn” kelimesi hem erkekler için hem de kadınlar için aynen getirilmiştir. Kadınlar ve erkekler bir hıdna girmesinler demek olur. “Hıdn” dostluk diye tercüme edilmekte ise de Kureyşlilerce manâsı çok açık bilinen bir kelime değildir. “D”ye en yakın harf “T” veya “Z”dir. “Hıtan” kayınpeder veya kayın baba demektir. Bu tür evlilikleri haram kılmaktadır.
“İttihaz etmek” demek bir kaba girmek demektir. Burada yasaklanmış, haram edilmiş olan budur. Bir insanın bir aşireti olur, çift vatandaşlığı olamaz. Bir adamın bir dayanışması olur, çift dayanışması olamaz. Burada yasaklanan budur. Yani ikili oynamayın, iki topluluğun müntesibi olmayın demektir.
Geçmişte çift vatandaşlık yoktu. Yahudiler İsrail’e göç etmediler. Zorlamalarla da olsa bulundukları memleketlerdeki çıkarları terk etmek istemediler. İşte Yahudiler çift vatandaşlığı icat ederek İsrail devletinin nüfusunu böylece çoğaltmışlardır. Kur’an bu tür çift taraflı olmayı yasaklamakta, bunu bilhassa Yahudi ve Hıristiyanlar için yapmaktadır.
(eLYaHUvDa Va elNaÖaRa)
“Yahudi ve Nasaraları.”
Yahudi ve Hıristiyanları edinmeyin demektir. “Ve” ile atfedilen iki kelime birlikte olması gerekmektedir. Eğer bir yerde Yahudi ve Nasârâ birleşmiş, bir birlik oluşturmuş ve bunu diğer insanlara karşı yapıyorlarsa, buna siz katılmayın demek olmuş oluyor.
Avrupa Birliği nedir?
İnsanların gelişmesi ile dünyada Hıristiyanlardan ve Yahudilerden başka topluluklar oluştu ve Avrupa uygarlığını tehdit etti. Birbirinin can düşmanı olan Yahudiler ve Hıristiyanlar bir olup Avrupa Birliği’ni kurdular. Buna karşı yine Hıristiyan bir topluluk olan Ruslara da Sovyetleri (SSCB) kurdurdular. Gayeleri dünya üzerinde Yahudi ve Hıristiyanların ortak uygarlığı olan Batı uygarlığının hâkimiyetini ve sömürüsünü sürdürmektir. “VeLâ en-Nasârâ” denseydi, ikisini ayrı ayrı veli ittihaz etmeyin olurdu. Burada VeLâ harfi getirilmediğine göre ayrı ayrı Yahudileri veli ittihaz edebilirsiniz, Hıristiyanları da veli ittihaz edebilirisiniz ama eğer ikisi birleşmiş ve bir dayanışma ortaklığı kurmuşlarsa bunu yapmayın demek olur.
Bugün Avrupa demek Hıristiyanların ve Yahudilerin birleşip ortaklaşa dünyayı sömürmeleri demektir. Karşılarında kimler vardır? 1) Çinliler vardır. 2) Hintliler vardır. 3) Afrikalılar vardır. 4) Polonezler vardır. 5) Müslümanlar vardır. Bunların içinde Türkleri dinsizleştirip kendilerinin sömürme dayanışması içine almaktadırlar.
Kur’an işte bu dayanışma içine katılmamamız gerektiğini söylüyor.
Biz tüm insanlara marufu emreder, tüm insanlardan münkeri nehyeder, tüm insanları hayra davet ederiz. Ayrımcılık yapıp yalnız Tevrat ve İncil ehlinin yanında olmayız.
İşte Kur’an’ın burada men ettiği husus budur.
Bugünkü bu Yahudi Hıristiyan birlikteliğine “Batı” diyoruz. O halde Kur’an açıkça Batı’yı evliya edinmeyin, onların dayanışmasına girmeyin diyor.
Sabahtan akşama kadar Avrupa Birliği’ne gireceğiz ve sömüreceğiz diye çırpınan, bu uğurda son olarak bakanlık bile kuran AK Parti’nin kulağına kar suyu kaçmıştır.
Sömürü sermayesinin yaptığı plan şudur. Yeryüzünü önce İslâm ve Hıristiyan diye ikiye ayırdı, belki bin sene onları savaştırarak kendisi yaşadı. Dinler arası savaşın işe yaramadığını görünce rejimler arası savaşı ortaya çıkardı. Erbakan, Humeyni ve Gorbaçov girişimleri ile rejimler arası savaş sona erince, şimdi de bölgeler arası çatışmayı planlıyor. İslâm âlemini ikiye ayıracak. Ural dağları ve Bulicistan demir perde olacak. Çin ve Hindistan birleşecek, Batı da birleşerek yeni denge kurulacak. Yapmak istediği plan budur.
Bu dengede Müslümanları Türklerin önderliğinde toplayıp doğu bloğunu güçlendirmektedir. “Büyük Ortadoğu Projesi” budur.
Sizin kulağınıza bir şey fısıldayayım; D-8’ler de budur.
Biz D-8’ler ilk kurulduğu gün de karşı idik, bugün de karşıyız.
Tekel sermayenin gayesi Hıristiyanlara hâkim olamayınca Müslümanları birleştirip güçlendirmek ve sonra Avrupalılarla bir araya getirerek dünyayı sömürmek idi. Erbakan’a D-8’leri bunun için kurdurdu. Erbakan’a sen bunu kur demedi ama dolaylı yoldan bunu hatırlattı ve Erbakan da işine geldiği için buna girişti. Bunu zaten Erbakan da açıkça söylemektedir. D-8’lerle bir güç oluşturup Avrupalılarla birleşmek ve Yahudi hâkimiyetini kırmak. İşte gaye sermaye ile farklılaşınca 28 Şubat olmaktadır.
Avrupa Birliği’nde iki baş var; İngiltere ve Almanya. Fransa Almanya ile ittifak hâlinde olduğu için İngiltere zayıf düşmektedir. ABD taraflısı olan İngiltere’yi güçlendirmek için Türkiye’nin AB’ye girmesini destekliyordu. Erbakan ile Türk ordusu ise AB’de Alman Fransız grubunu destekliyor. İşte bunun için şimdi desteklenmiyor.
Kur’an bize Yahudi-Hıristiyan ittifakından uzak durun diyor.
(EaVLiYAvEa)
“Veliler edinmeyin.”
“Veli” yönetici demektir. Küçüklerin ve zayıfların velileri vardır, onları velileri yönetir. Ocakların başkanı vardır, o velidir. Bucakların başkanı vardır, o da velidir. İlin başkanı vardır, o da velidir. Devletlerin başkanı vardır, o da velidir. Nitekim il yöneticilerine “vali” denmektedir. Veli ittihaz etmek demek, o valinin yönetimine girmek demektir.
Burada nehy edilen topluluk olarak velayet sistemidir. Yahudi ve Hıristiyanların birleşip başka kimseleri ezmek üzere kurdukları topluluk içinde olmayınız denmektedir.
Bir kuruluş Hıristiyan olur orada yer alabiliriz, Yahudi olur yer alabiliriz, Çin olur yer alabiliriz. Ama eğer Yahudi ve Hıristiyan birleşip ayrımcılık yapıyorsa biz onlara katılamayız. Çünkü onların birliği bir iman birliği değildir, onların birliği bir çıkar ve sömürü birliğidir.
O zaman ne yapacağız?
Oradan göç edeceğiz.
Evliyanın ikinci manâsı dayanışma ortaklıklarıdır. Bir bucakta veya il merkez bucaklarında veya ülkenin merkez bucaklarında bulunan halk dayanışma ortaklıkları kurarlar. Bu ortaklıklar siyasi partilerdir.
İşte aynı toplulukta yaşayanlar siyasi partilerini kurarken Yahudi-Hıristiyan ittifakı ile diğer halkları devre dışı yapma emelinde iseler onların partilerine katılmayın denmiş olur.
Mü’minler tüm insanları eşit mesafede görürler.
Erbakan D-8’leri değil, “Adil Düzen” devletlerini kurmalı idi. Hangi devlet hakemlik sistemini kabul ederse o devletle işbirliği yapmalı idi. Önce komşularla aramızda çıkan ihtilafları hakemlik yoluyla çözelim demeliydi. İşte onlar müslim devlet olurdu.
Biz bununla Erbakan’ı eleştirmiyoruz. O içtihadında öyle karar kıldı ve öyle hareket etti. Öyle gerekiyormuş ki Allah ona izin verdi. Biz burada bunları yazarken bundan sonrasında yapılması gerekenler için yazıyoruz. Erbakan’ın ondan daha ileriye neden gidemediğini söylüyoruz. AK Parti’nin akıbetine işaret etmek istiyoruz. Yoksa geçmişi eleştirme ve kimseyi suçlama durumunda değiliz.
(BaGWuHuM EaVLiYAxEu BaGWın)
“Onların bazısı bazısının evliyasıdır.”
“Hum evliyau beynehum” demiyor, “Onların bazısı bazısının evliyasıdır” diyor. Yani Yahudilerin hepsi böyle sömürü düzeni içinde değildirler. Hıristiyanların hepsi böyle sömürü düzeni içinde değildirler. Onlardan bir kısmı diğer kısımlarla birleşmişler, dünyayı sömürmeyi ve ezmeyi hedefliyorlar. Yoksa papalık onlardan değildir, patriklik onlardan değildir. Türkiye’deki hahamlığın da onlardan olduğunu sanmıyorum. Güney Amerika Hıristiyanları onlardan değildir.
O halde biz tüm Hıristiyanları ve tüm Yahudileri karşımıza alıp onlardan uzak duracak değiliz. Onlar arasında da bu tür çatışma mevcuttur. Biz o çatışmada zalimlerin yanında yer almamalıyız.
Evet, dünya ikiye bölünecek, III. bin yıl uygarlığı Adil Düzencilerle onlara karşı olanlar arasında çetin mücadele olarak geçecektir. Ne var ki bu ne ırklar arası ne de dinler arası savaş olacaktır. Coğrafi bölgeler arasındaki savaş olmayacaktır. Bazı Yahudilerle bazı Hıristiyanlar bir olacak ve “Adil Düzen”in gelmemesi için her türlü fitne ve fesatlıklarını yapacaklardır. Biz “Adil Düzen” için çalışanlar o sömürücülerle işbirliği hâlinde olmamalıyız.
Türkiye şimdi iki güç arasında çekişme aracı; ABD Türkiye’nin kendisinin uydusu olmasını istiyor, AB de kendisinin uydusu olmasını istiyor. Ruslar ve Çinliler ise bizim onlardan uzak durmamızı istiyorlar. Çin zaten tarih boyunca emperyalist bir ülke olmamıştır. Rusya da artık o güney denizlerine savaşla açılma siyasetini bıraktı, bizim kendisiyle ittifak hâlinde olmamızı istemektedir.
O halde bizim yapacağımız iş “Adil Düzen”i kabul eden her devlet ve bloklarla beraber olacağız. ABD’ye “Adil Düzen”i, “faizsiz kredileşme düzenini, “yerinden yönetimli hakemlik düzenini götüreceğiz. Kabul edenlerle beraber olacağız. AB ile de öyle, Rusya ile de, Çin ile de, Hindistan ile de, İran ile de, Yunanistan ile de, Ermenistan ile de hep aynı şeyi ortaya koyacağız. “Adil Düzen”i benimsemeyen Mısır veya Suriye, Yunanistan veya Gürcistan arasında bizim açımızdan bir fark yoktur.
AK Parti, Batı gücü ile ittifak edip dünyayı sömürerek Türk halkını rahat yaşatmak istiyor. Evet, bu anlayışlarında biz onların yanında olmamalıyız. AK Parti’ye oy vermemeliyiz. Saadet’e de oy vermemeliyiz. AK Parti alenen batıcıdır. Saadet de farkındadır veya değildir ama o da gizli batıcıdır. Saadet Partisi vardır, bundan sonra da var olacaktır. Batı AK Parti’yi ne öldürüp ne güldürmeyecek şekilde yaşatacaktır. Saadet Partisi de sadece Adil Düzen Partisi’nin kurulup gelişmesini önlemek için yaşatılmaktadır. Bir gün gelecek samimi Millî Görüşçüler bunun böyle olduğunu anlayacaklardır. İşte o zaman Adil Düzen Partisi’nin kurulmasını destekleyecekler, hattâ kendileri kuracaklardır.
Yaşlanmış ve ömrünü doldurmuş nineye ve dedeye hürmet edilir, onların geçmişte yaptıkları şükranla yâd edilir ama onlardan yeniden delikanlılık göstermesi beklenmez. Yaşlılar gençlerin çalışmasına ve gelişmesine mâni olmamalıdırlar.
Hâsılı, bu âyet bizim Avrupa Birliği’ne girmemizi, ABD’nin stratejik müttefiki olmamızı yasaklıyor. Onu destekleyen AK Parti’yi de desteklemememiz gerekir. Onun kapalı uydusu olan Saadet Partisi’ne de ümidimizi bağlamamalıyız.
Yalnız siyasette değil; ilimde, ekonomide ve dinde de “Adil Düzen” yani İslâm düzeni çalışmalarına hız vermeliyiz. Yalnız Ankara’da değil, Türkiye’nin 12 bölge merkezinde ADM (Adil Düzen Merkezi) veya şimdilik sadece ADAM (Adil Düzen Araştırmaları Merkezi) oluşturmalıyız.
(Va MaN YaTaValLa MiNKuM)
“Sizlerden kim onlara tevelli ederse.”
Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar olarak onlardan ayrılıp Hıristiyan-Yahudi ittifakı kuruyorlar. Birleştikleri nokta da şudur. Yahudiler yeni Mesih’in geleceğine inanıyorlar. Hıristiyanlar da Hazreti İsa’nın tekrar dünyaya geleceğine inanıyorlar. O halde ikisi de Mesih’in geleceğine inanıyor. Onlara göre bu durumda Mesih’in gelmesi için gerekli zulümler yapılmalıdır. Filistin halkı katledilmelidir. Müslümanlar o topraklardan uzaklaştırılmalıdır. Gelen Hazreti İsa ise Hıristiyanlar haklı çıkacaklar. Gelen Mesih’se Yahudiler haklı çıkacaklar. Böylece yanılmış olacaklar ama Mesih gelmiş olacaktır.
Hasan Mezarcı ile deneme yapıldı.
Yarın başka bir kişi bulacaklar, ‘Mesih geldi, İsa geldi!’ diyecekler ve tüm Hıristiyanları dünyaya saldırtacaklardır.
Müslümanlar arasında da böyle mehdiler üretiyorlar…
Adil Düzen Çalışanı kardeşlerimiz çok iyi bilsinler ki; ne Mesih ne de Hazreti İsa gelecektir, ne de Mesih’e benzetilen Mehdi gelecektir. Humeyni mehdidir, Bedüzzaman mehdidir, Erbakan mehdidir. Bundan sonra da mehdiler gelecek ve onlar da bunlar gibi olacaklardır. Kur’an bunlara “mehdi” demiyor, “hadi” diyor; “likülli kavmin hadin”.
Kur’an bu âyetlerle onların bu uydurmalarını reddediyor, bizlere de onların bu zulüm ittifakına katılmamamızı söylüyor.
(Fa EinNaHUv MiNHuM)
“O onlardandır.”
AK Parti yöneticilerinin çoğu, Avrupa-İsrail ittifakına takiyye olsun diye katılıyorlar. Bunun için Avrupa Birliği’ne girmek istiyorlar. Türk halkı da bunları bu halleri ile destekliyor. Türk ordusu kendisini ABD’den kurtarabilmek için AB’nin dostluğunu istedi. AK Parti daha kurulmadan AB kapılarında görünmeye başladı.
Evet, onlara göre bu siyaset doğru olabilir.
Ama biz ancak “Adil Düzen”i benimseyenlerin yanında olmalıyız.
Önce “Adil Düzen”i ortaya koymalıyız...
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı Türk halkına takdim etmeliyiz...
Bunun için bir partiye gerek vardır.
Bunu yapacak çok parti vardır:
Türkiye'deki faal siyasi partiler listesi
- Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı: Recep Tayyip Erdoğan
- Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı: Devlet Bahçeli
- Saadet Partisi Genel Başkanı: Mustafa Kamalak
- Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı: Haydar Baş
- Demokrat Parti Genel Başkanı: Namık Kemal Zeybek
- Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı: Osman Pamukoğlu
- Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı: Yaşar Nuri Öztürk
- Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı: Yalçın Topçu
- Halkın Sesi Partisi Genel Başkanı: Numan Kurtulmuş
- Türkiye Partisi Genel Başkanı: Abdüllatif Şener
- Yurt Partisi Genel Başkanı: Sadettin Tantan
- Millet Partisi Genel Başkanı: Aykut Edibali
Bunların görevi “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı oluşturup Türk milletine ve insanlığa arz etmektir. Ne yazık ki bunların hepsi tekel sermayenin desteği ile kurulmuştur. Bunların hepsi kendilerini tekel sermayeye beğendirme yarışındadır. Hiçbirisi Allah’ın rızasını kazanma yarışında değildir. Belki de bunun farkında değildirler.
Biz 12 yıldan beri her hafta 10 sahifelik Kur’an yorumu yapıyor ve Kur’an üzerinde duruyoruz. Bin sene önceki tefsirler üzerinde değil, bugün Kur’an bize ne söylüyor onun üzerinde duruyoruz. Bizden başka böyle bir çalışma yapan bir yer veya birileri varsa bize bildirsinler de biz onları internetten takip edelim, onlarla “Adil Düzen Anayasası”nın maddelerini tartışalım. Allah bu görevi bize vermiş, bu nimetten yukarıda saydığım partilerin yararlanmaları gerekmez mi? Bize katılıp veya bizi kendilerine katıp bizimle çalışmalara katılmaları gerekmez mi? Heyhat...
O halde bu partilerin görevi nedir?
Kur’an düzenini insanlığa duyuracak Adil Düzen Partisi’nin kurulmasını engellemek. Onların bu tutumları beni fazla ilgilendirmiyor ama Cengiz Demirci gibi kardeşlerimizin hâlâ bu oyunlardan haberdar olmaması Adil Düzen Çalışanı olarak beni düşündürüyor.
Evet, “Adil Düzen Araştırma Merkezi”ni kurmalıyız...
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı hazırlayıp insanlığa sunmalıyız...
Belli olmaz, belki de Allah bu görevi de İsrail oğullarına verir, onlar benimser, onlar kurar, III. bin yıl uygarlığının kurucusu onlar olurlar. Biz onlara yardımcı olmuş oluruz. İnsanlığa yapılacak herhangi bir hizmeti kimseye çok görme hakkımız yoktur.
(EinNa elLAvHa Lav YaHDIy eLQaVMa elJAvLiMIyNa)
“Allah zalim kavme hidayet etmez.”
Baştan yaptığımız varsayım teyit edilmektedir.
Biz Yahudilerle ve Hıristiyanlarla dayanışma içine girmekten men edilmiyoruz; biz zalim bir kavim ile dayanışma içinde olmak ve onlarla bir olmaktan men ediliyoruz.
Avrupa halklarıyla, Avrupa devletleriyle, Hıristiyanlarla velayet içine girmekten men edilmiyoruz; Avrupa’nın dünyayı sömürme siyasetine ortak olmaktan men ediliyoruz.
Onların zulmüne ortak olmaktan men ediliyoruz.
Nedir bu zulüm?
Vizesiz Avrupa’da veya Asya’da veya Afrika’da dostuma gidemiyorum. Sömürü sermayesi bir tezgâh kurmuş, insanları sınırlı görüştürme sistemini uyguluyor; Türkiye de ona uyuyor, tüm halklara zulmediyor.
İşte, Allah böyle zalim kavme hidayet etmez.
Gümrükleri koymuş kendisi haracını alsın diye, ülkeler arası ticareti sınırlamış, gümrük bakanlığını kurdurmuş, böylece gümrük kaçakçılığı ve şebekeleri doğmuştur.
Bundan daha büyük zulüm olur mu?
Başka ne yapmış?
ABD’de Merkez Bankası (FED) kurmuş. Hıristiyanlarla Yahudiler bir olmuş, dolar diye karşılıksız sömürü aracını icat etmişler. Dünya ülkelerinin merkez bankalarını oraya bağlamışlar. İnsanlar açlık ve işsizlik içinde onların bu tezgâhlarında inliyor.
Bundan büyük zulüm olur mu?
Daha ne yapmışlar?
Ekseriyet sistemini getirmişler. Benim bir rey fazlam var, yönetmek benim hakkım diye saçma bir kuralla insanlığı inim inim inletmektedirler. Yüzde ondan aşağı oy alanların ise söz hakları bile yok. R. Tayyip Erdoğan parmak uzatıyor, cumhurbaşkanı olunuyor; parmak uzatıyor, meclis başkanı olunuyor; onun ağzından çıkan sözler anayasa oluyor!
Bu ne biçim hukuk?
Bu ne biçim demokrasi?
Sonunda Obama ne derse o oluyor ama aslında Obama’yı oraya getiren gücün fısıltısı dünyayı kasıp kavuruyor.
Kur’an bunlara “zalim” diyor, kelimeyi kurallı erkek çoğulla getiriyor ve harfi tarifle marife yapıyor. Başkaları değil, bunlar yani bu beş yüz yıldır oluşmuş zulüm şebekesi kastediliyor. Kaçakçılık bunların eseri, terör bunların eseri, zina bunların eseri, işkence bunların eseri, bunlara benzer daha nice zulümler bunların eseri.
Onlara katılanlar, onların velayet çukuruna girenler de onlardandır ve zalimdir.
Evet, ne Avrupa ne de onların Türkiye’deki temsilcileri hidayete varacaklardır.
Biz Hıristiyan ve Yahudi işbirlikçi sömürünün yanında değiliz ama mazlum Hıristiyanların, mazlum Yahudilerin, mazlum Budistlerin, mazlum Hinduların yanındayız.
Ehli tarikat ve ehli diyanet beyanlarında tam aksini yapıyorlar. Avrupa uygarlığına katılıyorlar, Avrupa Birliği’ne karşı değiller, ABD strateji birliğine karşı değiller de; kilisede ibadetini yapan bir muhterem insan ile sırf Yahudi olduğu veya Hıristiyan olduğu için onlarla dost olunmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu onların gafletleridir, dalaletleridir. Halktan iyi olan kimseler bizim can ciğerimizdir. Kötülük için bir araya gelmiş ve birleşmiş kuruluşlar ise bizim baş düşmanlarımızdır.
***
(FaTaRa)
“Sen görürsün.”
Allah’ın bu emirlerine riayet etmeyip zalimler ile stratejik anlaşmalar yapar yahut Gümrük Birliği’ne girer de mesela Orta Asya’daki kardeşlerine karşı Batı’nın uyguladığı gümrükleri uygularlarsa -ki böyle yapıyorlar, böyle yapacaklar,- burada işte bu zalim insanların durumu anlatılmaktadır.
Evet, bugün görüyoruz ki insanlar bu zalim, bu eşkıya şebekesini sevmiyor ama istemeye istemeye onlara doğru koşmaktadırlar. Herkes baktığı zaman açıkça bunu görür.
Bugün Çin dünyanın dörtte bir nüfusuna sahip güya sosyalist bir ülke ama ABD ile sıkı fıkı. Çin ne yapıyor? ABD firmalarına kendi ülkesinde yatırım yapma izni vermiş. Yahudi ve Hıristiyan zulüm ittifakı Çin ile anlaşmış, Çinlileri karın tokluğuna çalıştırmaktadır.
(elLaÜIyNa FIy QuLUvBiHıM MaRaWun)
“Kalblerinde maraz olan kimseleri.”
Kur’an münafıklardan bahsetmektedir. Bunlar bizden görünüp, davranışları bizim gibi olup gizlice başka türlü düşünenlerdir, gizli yabancı işbirlikçileridir. Her topluluk içinde böyle münafıklar vardır. Örnek olarak AK Parti içinde, Saadet Partisi içinde böyle kimseler vardır. Bunlar aslında İslâm düşmanıdır. Şiddetli bir şekilde Millî Görüşe ve İslâmiyet’e karşıdırlar. Ancak çıkarları bu partilerde olduğu için bu partilerdedirler. Saadet Partisi içinde böyle bir grup vardır. Saadet Partisi hepten dağılmasın, yeni bir Adil Düzen Partisi kurulmasın diye görevli olarak bu partide kalanlar vardır. Bunlar bu partiyi aşırı olarak savunurlar. Bunlar “Adil Düzen”e karşılar. İşte bunlar münafıklardır. Eğer birisi ‘ben Millî Görüşçüyüm’ diyor ama “Adil Düzen”e karşı ise kesin teşhisi koyabilirisiniz; o kişi münafıktır.
Bunların içinde Erbakan’ı tanrılaştıran ve böylece İslâmiyet’e ihanete götürmek isteyen münafıklar da vardır. Erbakan hadidir ama tanrı değildir. Herkes gibi o da ölümlü idi ve öldü. Nitekim kendisi Millî Görüş kurulurken Akevler’e dayanmıştır, “Adil Düzen” getirilirken Akevler’e dayanmıştır.
Akevler’e karşı olanlar münafıklardır. Kalplerinde maraz olanlar ise faaliyetlerini açıkça yürütürler, alenen işbirlikçi olurlar. Kur’an münafıklar için der ki esfel içindedirler, yani kâfirlerden de kötüdürler. Kalplerinde hastalık olanlar aslında müslimdirler, sadece Allah’a tam olarak inanamıyorlar. “Adil Düzen”in başarıya ulaşamayacağına kanidirler. Onun için “Adil Düzen”i bırakıp “zalim düzen”in yanında yer alıyorlar.
Evet, biz bu Yahudi ve Hıristiyan zulüm ittifakına katılmamalıyız, onlarla bir olup da biz de zulüm etmemeliyiz. Ama biz şimdi onlarla savaşacak durumda değiliz. Biz “Adil Düzen”i getirdiğimiz zaman mazlum halk da “Adil Düzen”i kabul ederse onların zulmü sona erer. Ama mazlum halk “Adil Düzen”i kabul etmediği takdirde biz onları kurtaramayız.
O halde bizim yapacağımız iş sadece “Adil Düzen”i arz etmekten ibarettir. Zalimlerle mücadele etmek de bizim görevimiz değildir. Bu sebepledir ki biz Saddam gibilerini desteklemeyiz ama bulundukları makamlardan inmeleri için de çalışmayız. Mübarek, Kaddafi, Esad bizim tevliye edeceğimiz kimseler değildir. Onlarla mücadele edecek durumumuz da yoktur. Biz tüm insanlığı “Adil Düzen”e çağırmalıyız. Biz örnek olarak uygulama yapınca “Adil Düzen”e çağırmalıyız. Bugün ülkeler arasındaki demir perdeler kalkmıştır. Suriye ile aramızda vize bile yoktur. Şimdi Esad’eaceza veriyorlar; sen Türkiye ile vizeyi niye kaldırdın diye. Biz de şimdi onu koruyamıyoruz. O halde vizeyi kaldırmadan evvel Suriye halkı ve yöneticilerinin “Adil Düzen”i kabul etmiş olmaları gerekir.
Ahmet Davudoğlu “Adil Düzen”den haberdardır. Kafasında “Adil Düzen” çalışmaları ve çalışanlarından uzak durarak “Adil Düzen”in parçalarını uygulamaya çalışıyor, ikrar etmeden iman etmek istiyor. Biz bu siyasette başarı şansını görmüyoruz.
“Terahum” denmiş olması gerekirken “Terâ” denmiş, mef’ul hazfedilmiştir. “Rey” fiili müteaddi olduğu için oraya bir mef’ul takdir etmemiz gerekir.
Acaba mef’ul neden hazf olmuştur?
Hazf ettiğimizde ya zamiri koyarız ya da izhar eder mef’ul koyarız; “Terâ Ellezîne Fıy Kulubihim Meradun” olur. Burada değişik mef’ulleri takdir edebiliriz. Kalplerinde hastalık olanlar Yahudi-Hıristiyan zulüm birliğine katılanlardır. Uygun zamanlarda uygun mef’ulleri takdir edebilmemiz için mef’ul hazf edilmiştir. Zamir de takdir edebiliriz, o zaman ona göre değişik manâlar verilir.
Siz de bu mef’ulleri takdir ederek düşünün, yeni yeni manâları anlayacaksınız.
(YuSARiGUvNa FIyHıM)
“Onlar içinde musaraat ederler.”
“Sürat” Türkçede de kullanılmaktadır. Hızlı olmak demektir. Yarışta ise koşmaktır. “Musaraat” fiili yarışmayı ifade eder. Kalplerinden hasta olup da onları tevliye edenleri onların içinde yarıştıklarını görürsün. Bu cümle hâl cümlesidir. Mahzuf olan mef’ulün hâlidir. Demek ki mahzuf olanların da hâli olabilirmiş. “Ahmet geldi mi?” diye birisi sorsa; “Geldi” diye cevap verirsen faili hazf etmiş olursun, “Koşarak geldi” dersen mahzuf faile hâl getirmiş olursun. “Onların içinde yarışırken görürsün” deniyor.
Kanal7 televizyonunu seyrettim; ilâhi okuyanları yarıştırıyor! Onlar madem şarkıda, türküde ve daha başka şeylerde yarıştırıyorlar; biz de ilâhilerde yarıştıralım, biz de kıraatlerde yarıştıralım! Onlar gibi olmak ve İslâmiyet’i de onlar gibi yapmak yarışındadırlar!
20’nci yüzyılın son üçte birinde Müslümanlar yarışa girdiler; partiler kurdular, dernekler kurdular, vakıflar kurdular, yurtlar açtılar, dershaneler açtılar, okullar kurdular, şirketler kurdular... Hâsılı muasır medeniyetin tüm icaplarını yerine getirmeğe başladılar. Ne var ki bütün bunları onların düzeninde ve onların uygarlığı içinde yaptılar.
Parti kurdular ama Batı modeli parti kurdular.
Şirket kurdular ama Batı’daki faizli sistem içinde şirket kurdular.
Vakıflar kurdular ama bunlar Batı düzeninde İslâmî olmayan vakıflar oldular.
Oysa biz “Adil Düzen”e göre parti kurmalıydık, “Adil Düzen”e göre şirket oluşturmalıydık. Kurslarımızda masa sandalye değil rahle ve kilim olmalıydı; orada İngilizce, Fransızca ve Latince değil Arapça kitapları okumalıydık.
Bu sebepledir ki burada “ileyhim” denmemiş de “fîhim” denmiştir.
Evet, biz onlar gibi olduk, onlardan göründük. Avrupa Birliği siyasetini biz seve seve yapmıyoruz ama başka çıkış yolumuz yok derler. Bunların içinde bir kısım gerçekten böyle olanlar vardır. Onlar kalplerinde marazı olanlar değildir. Bir kısmı ise aslında onlar gibi olmak istemektedir. Onlardan olmak için onların içinde olduğunu söylemektedir.
Kur’an’ın ifadelerini iyi şekilde tezekkür etmemiz gerekir.
(YaQUvLUNe)
“Kavlederler.”
“Haşyeten en la tusıbehum dairetün” değil de “derler” diyor.
Gerçekten korktukları yoktur, sadece korkularını bahane ediyorlar.
O halde gerçekten tehlike olduğu zaman gerekli tedbirleri almak meşrudur.
İstiklâl Savaşı’ndan sonra inkılâplar yaparken onlardan olmak, İsrail devleti ile stratejik anlaşmalar yapmak, yani gerçekten tehlikeli olduğu zaman gerekeni yapmak yasaklanmıyor. Moğollar dünyayı kasıp kavururken, o zamanki Bağdat yönetimi bu katliamlara karşı çıkmıştır ve hilafet yok edilmiştir. Selçuklular ise Moğollara teslim olmuşlar, onlarla işbirliği yapmışlar, böylece varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bir müddet sonra Moğol asıllı İlhanlılar Müslüman olmuşlar, daha sonra da yıkılmışlardır. Selçuklular ise hâlâ varlıklarını sürdürmektedirler. Hazreti Muhammed de daima siyasi gücü gözetmiştir. Erbakan da ABD ile uzlaşarak Çekiç Gücü ülkemizden göndermiştir.
O halde kalplerinde marazı olanlar korkaklar demek değildir, korkulacak bir şey olmadığı halde onu bahane ederek onlarla bir olanlardır.
‘Efendim, “Adil Düzen” kavramını söylemeyelim, çünkü bizim partimizi kapatırlar’ diyenler, işte onlar kalplerinde hastalık olanlardır. Aslında onlar yani bizzat kendileri “Adil Düzen”e karşıdırlar ama partilerinin kapatılacağını bahane etmektedirler.
Önce şunu söyleyelim ki, bu partinin kapatılacağı meselesi tamamen uydurma bir hikâyedir. Mahkemenin gerekçesinde “Adil Düzen”i kapatma sebebi saymıyor, sadece “Adil Düzen”i bahane ederek şu suçları işlediler diyor. “Adil Düzen”i suç saymıyor, onu istismar ettiklerini söylüyor. Yani “Adil Düzen”de samimi değiller demek istiyor.
Kaldı ki gerçekten suç saysa ve kapanmasına sebep saysa bile, kararda zikredilmeyen husus karar değildir. Yargının kanun vazetme ve yasaklar koyma yetkisi yoktur. Kararda geçmiş olsa da mahkeme kararları geçmişe şamildir, geleceğe ait bir hüküm taşımaz.
Hiç kimse “Adil Düzen”in savunulmasının suç olduğunu söylememiştir. Ama bir grup Saadet Partili çıkmış ve “Adil Düzen”e karşı cephe almıştır. İşte onlardan samimi olanlar ama buna inananlar kalplerinde hastalık olanlardır, onlardan görevli olanlar da münafıktırlar.
(NaXŞAv EaN TuÖIyBaNAv DAvEiRaTun)
“Dairenin bize isabet edeceğinden haşyet ediyoruz.”
Evet, öyle derler.
Daha önce gelmiş olanlar şimdi de bizim başımıza gelir diyenler vardır.
Daha önce partiler kapandı. Biz de kapanmayalım diye işte bundan dolayı onların arabasına bindik, bir yerlere doğru gidiyoruz! Avrupa Birliği çabamız budur.
“Daire” döngü demektir.
Daha önce olanlar bizim başımıza da gelmesin diye korkuyoruz derler.
Şimdi burada denmekte olanın farklı olduğunu bilmemiz gerekmektedir.
Başörtüsü meselesini ele alalım. Başörtüsü sorununu çözme anayasa sorunu değildir, kanun sorunu değildir. Başörtüsü yasağı Bülent Ulusu’nun o zamanki başbakan olarak yaptığı bir genelgeden başka bir şey değildir. Başbakanın bugünkü bir genelgesi ile ortadan kalkar. Erbakan başbakan olduğu zaman şöyle bir genelge yayınlayacaktı: “O zamanki askeri şartlarla milletin güvenoyunu almamış bir başbakanın yayınladığı kararname yürürlükten kaldırılmıştır. Devlet görevlilerinin tâbi olacağı kıyafetleri her gün birlikte çalıştıkları daire yetkililerince düzenlenir. Konu idari yargının denetimindedir. Devlet kadrosundan maaş alanların dışında olanların veya muvazzaf askerlik yapanların dışındakilere daire yetkilileri de karışamaz.”
İşte böyle bir genelge başörtüsü hikâyesini veya başörtüsü sorununu bitirirdi.
Erbakan 11 ay iktidarda kaldı ve çok yoğun işlere girişti. Biz de hatırlatamadık. Mazurdur. Ama 10 senedir tek başına iktidar olup başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan neden böyle bir genelge yayınlamıyor?
Kenan Evren anayasayı önce oluşturduğu yirmi kişilik ilim adamlarına yaptırdı. Sonra halkın temsilcilerini atadı. Bunlar sivil kişilerdi. Meseleyi onlara götürdü. Yetmedi, halk oylamasına sundu. Yüzde 92 ile onay aldı. İşte Bülent Ulusu’nun o gün asker kafası ile yayınladığı bir genelgeye bile dokunamayanlar bugün anayasayı değiştireceklermiş, yeni anayasa yapacaklarmış!
Bu acayip durum iki sebeple ortaya çıkar. Askerlerle aralarını açmamak ve onları da ikna ederek değişiklikleri adım adım yapmak için böyle yapmış olurlar. Buna söylenecek bir şey yoktur. Çünkü gerçekten haşyet durumu vardır.
Önce ordu şöyle düşünür: Biz böyle bir şey yaparken dünyadaki durum ne olur? Kimler bize cephe alır, saldırabilir? Biz onlara karşı koyacak güçte miyiz?
İşte bu meşru düşüncedir.
AK Parti’nin askeri ikna etmesi de meşru düşüncedir.
Böyle değil de; başörtüsü sorunu kalsın, resmen yasak olsun, biz göz yumalım, halk böylece hep bizi seçsin diyorlarsa…
İşte buradaki sözler böyle diyenlere karşı söylenmiş sözlerdir.
Yoksa Hıristiyan veya Yahudilerle dost olmak asla yasaklanmamıştır. Tehlikeyi savmak için ehveni tercih etmek de yasaklanmamıştır. Yasaklanan, korkulacak bir şey olmadığı halde, korkuyoruz deyip sorunun üzerine oturmaktır.
Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmak gerçekten haşyet edilecek bir şeydir. Ama seçim barajını yüzde beşe indirmenin ne sakıncası vardır? Onlara göre istikrar mı bozulur, yoksa diktaları mı sona erer; işte burası tartışmalıdır.
(Fa GaSAy elLAHu)
“Belki de Allah.”
“Belki” kelimesinin aslı “bolaki”dir, köyümdeki yaşlılar böyle kullanırlardı. “Bolmak” olmak anlamındadır. “B” düşmüş “olmak” olmuştur. “Bolaki” kelimesi de; tereddüt yoktur, böyle olması gerekir, böyle olacağı beklenir anlamındadır.
Arapçada “Asâ” bu demektir. Kesin olarak haber verilmemekle beraber, başka bir olay olmazsa, başka bir sebep çıkmazsa onun olacağı anlamındadır. Biz “beklenir” diye tercüme ediyoruz. Muhtemel olan budur demektir.
“Asâ” kelimesindeki olasılık bizim için söz konusudur. Yoksa Allah daha karar vermemiştir. Kullarının amellerine bakarak karar verecektir. O takdirde gelecekte olacakları bilmemektedir demektir. Eğer bilmiyorsa o zaman olasılık sigasını kullanması gerekir.
Genel olarak bu soru kelamda çözülmüş değildir. Allah mürittir, istediği zaman istediği kararı alır. Karar almadığı için de o takarrur etmiş değildir. Dolayısıyla bilip bilmemesi söz konusu değildir. Zaman ve mekân dışında böyle olmasa bile bizim için Allah’ın meşietine göre olayların cereyan edeceğini kabul etmemiz gerekir, bize öyle görünür.
Genel olarak kural şudur. Allah tebliğ ulaşmadan evvel bir yeri helâk etmez. Tebliğ ulaşıp artık ıslah olmaları ihtimali kalmadığı zaman orasını ve oradakileri helâk eder.
Türkiye’nin bugünkü durumu budur. “Adil Düzen” henüz Türkiye ve dünyaya ulaşmamıştır. O halde şimdilik helâk edilmeleri söz konusu değildir. Bizi görevlendirmiştir. Biz görevimizi tamamladıktan sonra beklenen olacaktır.
Biz görevimizi yapmazsak Allah başkalarını görevlendirir ve onlar görevlerini yaparlar. Kur’an böyle söylüyor. “Adil Düzen”i ya Akevler göstererek anlatacaktır, ya da başkalarını getirecek ve onlar bu işi yapacaklardır.
Tebellüğü alan Saadet Partisi ve onun devamı olan AK Parti görevi yerine getirecek veya Allah başkalarını görevlendirecektir.
İşte “asâ”nın manâsı budur.
(EaN YaETiYa Bi eLFaTXı)
“Fethi getirmesi.”
Mekkelilerle Medineliler arasında şiddetli soğuk savaş devam ediyordu. Bazen bu savaş sıcak savaşlara dönüşüyordu. Medine’de Yahudiler vardı. Onlar bekliyorlardı. Mekkeliler galip gelsin istiyorlardı. Çünkü Mekke ile Medine arasında rekabet vardı. Yahudiler ise ezik durumda idiler. Eğer Mekkeliler kazanacak olsalar Yahudilerle işbirliği yapacaklar ve bu sefer dış güce dayalı olarak onlar Medinelileri ezeceklerdir.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışında da bu olmuştu. Azınlıklar Batılıların galip gelmesini istemişlerdi. Bin seneye yakın barış içinde yaşadıkları Türkiye’de şimdi onlar ezeceklerdi.
Bu savaşın sonu ne olacaktı?
Ya Mekke fethedilecek ve çatışma duracaktı, ya da...
İşte burada bahsedilen fetih yalnız Mekke’nin fethi değil, İslâm’ın Arabistan’da zafer kazanmasıdır. Mekke’den önce Arap kabileleri Mekke’nin zafer kazanmasını bekliyorlardı. Mekke fethedilince fevc fevc İslâm’a geldiler.
O halde burada bahsedilen bir kentin fethedilmesi değildir, İslâm’ın zaferidir.
İkinci fetih de İstanbul’un fethidir.
İstanbul’un fethine kadar İslâmiyet’in dünyaya hâkim bir din olacağına inananlar azdı. Ama İstanbul fethedilince, dünya artık Müslümanların süper güç olduğunu tasdik etmiştir.
İstanbul’un fethi beş yüz sene sürmüştür. Osmanlılar ancak Birinci Cihan Savaşı sonunda tahttan indirilebildi.
Şimdi yeni fetih beklenmektedir...
Bu yeni fetih ne olacaktır?
Türkiye devleti İsrail’e girdiği ve İsrail halkını orada barışa kavuşturduğu zaman “Adil Düzen”in fethi olacaktır. Yeryüzünde altın para, demir para, toprak para, buğday para yaygınlaştığı zaman Yahudilerin sermaye saltanatı sona erecektir. Yahudiler ancak İslâm’ın vikayesinde hayatlarını sürdüreceklerini anlayacaklardır.
Fetih olacaktır.
Fetih kanla değil uzlaşma ile olacaktır.
Kur’an’da bu fetih vaat edilmiştir; biz bunu daha önce defalarca yazdık.
(EaV EaMRin GıNdıHı)
“Yahut indinde bir emir.”
Eğer fetih olmazsa bir iş olur.
Ne iş olur?
Bir helâk işi olur.
Moğollar ortaya çıktı ve hilafeti kaldırdı. Hilafet zaten yok olmuştu. Hilafet Memlukların eline geçti. Moğollar Memlukları yenemediler. Hattâ Hıristiyanlarla bir oldular yine yenemediler. Sonra Osmanlı İmparatorluğu orasını fethetti ve hilafet Osmanlılara geçti.
Hilafet kaldırılınca bu görev Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne intikal etmiştir. Şimdi hukuken Cemil Çiçek Halife-i İslâm’dır, çünkü Büyük Millet Meclisi Başkanı’dır.
“Adil Düzen” geldiği zaman ne yapılacaktır?
İslâm halifesi seçilecektir. Bu halife insanlığın halifesi olacaktır. Dünyadaki üniversiteler kendi dini ve ırkı ne olursa olsun bir âlimini Mekke’ye gönderecektir. Bunlar yani bu âlimler Mekke’de insanlık merkez üniversitesini kuracaklar ve bir bucak oluşturacaklardır. İşte o bucağın başkanı İslâm’ın ve insanlığın halifesi olacaktır.
Tüm dünya bu adil dünya görüşü karşısında saygı duyacaktır. Irk ve din farkı gözetmeksizin Hz. İbrahim’in Mabedini tüm insanlığın emrine sunuyor.
İstanbul’daki bir adada bir Hıristiyan okulunun açılmasına izin vermeyen zihniyetlere karşılık, Mekke’de tüm dünyanın dinlerinin katıldığı bir üniversite ve onun başkanı da halife.
(Fa YuÖBiXUv GaLAv MAv EsArRUv)
“İsrar ettiklerine nadim olarak ısbah edeceklerdir.”
İçlerinde gizledikleri bir şey var. Mevcut duruma o kadar inanmışlardır ki başka türlü bir şey olacağını akıllarına bile getirmemektedirler.
1950’de Demokrat Parti iktidara gelince insanlar gözlerine inanamadılar. CHP gibi heyula bir güç DP gibi çapulculara iktidarı teslim edecek. 1960’a kadar hep inanmadılar. Hattâ 1960’ta haklı çıktıklarını zannettiler. Bugün ise Demokrat Parti yok olmuş, yerine AK Parti gelmiştir. Yarın o da yok olacaktır. Adil Düzen Partisi gelecektir.
İşte bu tutucular o gün ‘biz ne kadar da yanlış düşünüyormuşuz’ diyeceklerdir.
İçlerinde maraz olarak sakladılar. Batının mağlubiyeti söz konusu değildir. Lâiklerin zaferi kesindir. Bugün hâlâ şaşkın şaşkın AK Parti’ye bakıyorlar. AK Parti iktidara geldiği zaman Türkiye’de herkes Millî Görüş kaynaklı partiye karşı idi. Asker karşı idi, yargı karşı idi, üniversite karşı idi, TÜSİAD yeni darbelere hazırlıklar yapıyordu...
Ne oldu?
Önce ordu Millî Görüş kaynaklı partiyi tuttu. Halk anayasa ekseriyetiyle bu partiyi iktidara getirdi. Sermaye direnmeden teslim oldu. Üniversite ve yargı direndi. Bir gün geldi, üniversiteyi yöneten eşkıyalar başka sebeple hapishaneyi boyladı. Sonra üniversite teslim oldu. Daha sonra ne oldu? Yargı da millî iradeye itaat etti. Bugün artık AK Parti’ye karşı direnecek hiçbir kurum yoktur. Ne var ki AK Partililer şaşkın...
Neden?
“Adil Düzen”i öğrenemediler. Şimdi ne yapacaklarını bilemez bir şekilde şaşkınlıklar içindedirler. Zaman yaklaşmaktadır…
(Fİy EnFuSiHiM NAvDiMIyNa)
“Kendi nefislerinde pişman olacaklardır.”
“Adil Düzen”in kurucusu olmak gibi yüksek şereften mahrum olmalarına bin pişman olacaklardır. “Kendi nefislerinde” denmek suretiyle izhar da etmektedir.
Evet, bir gün gelecek “Adil Düzen” demokrasi ve lâikliğin çok üstünde moda olacaktır. Çünkü onun arkasında Allah’a inanmış Müslümanlar olacak, Hıristiyanlar olacak, Hindular olacak, Budistler olacak. Herkes kendi asıl dinlerine kavuşmuş olmanın sevinci içinde III. bin yıl uygarlığını kuracaklardır.
“Adil Düzen”e karşı direnenler ise pişman olacaklardır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92