Milli Gazete 2011 Yazıları
Reşat Nuri Erol
2011 1.Baskı
1204 Okunma
2011 Şubat

 

 

 

 

 

Muhterem İstanbul Tüccarları!

Reşat Nuri EROL
resaterol@akevler.org

 

ŞUBAT 2011

16.03.2006

 

 

 

 

 

 

 

Pendik Siyaset Okulu ve Adil (Ekonomik) Düzen

Reşat Nuri EROL

01.02.2011

Ortadoğu diktatörlük ve baskı rejimlerinin oluşturduğu yokluk, yoksulluk, açlık, işsizlik ve adaletsizlik sonunda “sosyal patlama ve depremlere” sebebiyet verdi...

Bu depremler ülkeden ülkeye sirayet etmeye devam edecek...

Aslında bu deprem, bu köşede hep hatırlattığım “sosyal tufan”ın küçük bir parçası...

Sadece Türkiye ve Ortadoğu değil, bütün dünya ülkeleri “sosyal tufan” ile iç içe yaşıyor ama körelmiş gözler görmüyor, sağırlaşmış kulaklar duymuyor, basiretleri bağlanmış beyinler algılayıp anlamıyor...

Sosyal tufana karşı yapılması gereken belli:

Önce “sosyal gemi”yi inşa ederek hazırlık yapılmalı…

Bilahare, tufan sonrası için “III. Milenyumun Medeniyet Projesi” hazırlanmalı…

İşte, bütün mesele, kırk yıldan beri hazırlamakta olduğumuz bu “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN MEDENİYET PROJESİNİ” görmek, anlamak, kavramak ve uygulamak…

“Oku!” emrinin muhatabı olan bir inancın mensuplarıyız, hem de sadece okul dönemlerinde değil, beşikten mezara kadar.

Dolayısıyla bunun gereğini hayatımızın her devresinde yerine getirmekle mükellef bulunuyoruz.

Hayatımızın ilmî, dinî, iktisadî ve siyasî bütün alanlarında okumayı ve çok yönlü okullaşmayı ihmal etmememiz “farz”dır.

***

Seçim atmosferine girmiş bulunuyoruz.

Zaman kısıtlı.

Bir taraftan sürekli okuyup çalışarak yeniden şuurlaşmak ve çelikleşmek, diğer taraftan öğrenilenleri ve bilinenleri halka ulaştırmak için çalışmak gerekiyor.

Saadet Partisi Pendik Teşkilatı bu amaçla İlçe Başkanlığı olarak, Siyasi İşler Sorumlusu Mahmut Kılıç’ın koordinatörlüğünde, on haftalık -örnek alınası- bir “Siyaset Okulu” açmış. Geçtiğimiz iki haftanın iki gününde, işte bu okulda “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN DERSLERİ” verdim. Toplam olarak dört dersimizde, genel olarak “ADİL DÜZEN” ve özel olarak “ADİL EKONOMİK DÜZEN” üzerinde durduk. Koordinatör Mahmut Kılıç dokuz soru hazırlamıştı, o soruların cevaplarını vermeye çalıştık.

1. Genel Anlamda “Adil Düzen” nedir?

2. “Adil (Ekonomik) Düzen”de devlet ekonomik sistemin neresindedir ve gelirlerini nasıl elde eder?

3. “Adil Düzen”de vergi sistemi nasıldır?

4. “Adil Düzen”de işsizliğe çözüm nasıl gerçekleşir?

5. “Adil Düzen”de devletin üretim için müteşebbise kredi ve imkan sağlama sistemi nasıldır?

6. “Adil Düzen”de enflasyon nasıl seyreder?

7. “Adil Düzen”de ihracat ve ithalat dengesi nasıldır?

8. “Adil Düzen”e geçilirse, mevcut iç ve dış borçlar nasıl ödenecek?

9. “Adil Düzen”e geçilirse, ekonomik anlamda tahmini ne kadar sürede “Yaşanabilir Bir Türkiye” oluşturulabilir?

Bu cevapların bir kısmını sizlerle paylaşabiliriz.

***

Yazımın başında, Türkiye dâhil, Ortadoğu ve dünya ülkelerindeki genel “sosyal sıkıntılardan” ve zaman zaman bunların oluşturduğu “sosyal patlama ve depremlerden” söz ettim. Bunların asıl kaynağının bütün dünyada var olan “zalim düzenlerin sebebiyet verdiği sosyal tufan” olduğunu, -bu köşede hep yaptığım üzere- bir defa daha hatırlattım.

Kapitalizm ve liberalizm can çekişiyorken, komünizm ve sosyalizm zaten tarihe gömülmedi mi?

Bu durumda biricik çare ve çözüm “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” değil mi?

Bugünlük, yukarıdaki sorulara iki kısa cevap.

Dokuzuncu sorunun cevabında, gerekçeleri açıkladıktan sonra diyoruz ki:

Bu uygulama örneği gerçekleştirilerek, on yılda Türkiye “ADİL DÜZEN”e geçmiş olur, yüz yılda da dünyada “ADİL DÜZEN”e geçmeyen ülke kalmaz kanaatindeyiz. Herkes, “Ben ADİL DÜZEN’in gelmesi için ne yapıyorum?” diye sormalı...

“ADİL DÜZEN’de enflasyon nasıl seyreder?” sorusunun cevabı:

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de enflasyon diye bir şey yoktur. Çünkü “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de karşılıksız para çıkmaz. Para olarak karşılığı olmayan arz edilmiş bir değer de yoktur. Normal arz ve talep kanunları eksiksiz çalışır. Zaten “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”in asıl üstünlüğü de buradadır.”

İşsizliğe çözüm başta olmak üzere, diğer bazı cevaplar üzerinde de duracağım…

 

 

***

 

 

 

 

ADİL DÜZEN’de kredi ve

ithalat-ihracat dengesi

Reşat Nuri EROL

02.02.2011

Dikkatimi çekti…

Genel olarak Ortadoğu ve özel olarak Kuzey Afrika ülkelerindeki (Mısır, Tunus, Sudan’daki) gelişmeler bir yana…

Orta Asya ülkesi Kırgızistan Başbakanı Almazbek Atambayev, bugünkü bir gazetede (01.02.2011) diyor ki:

“Türkiye bizim kutup yıldızımızdır, o ne kadar büyür ve gelişirse bize örnek olur, kardeşlerinin de önünü açar...”

22 yıldır sürgünde yaşayan ve dün ülkesine dönen Tunus En Nahda Hareketi Lideri Raşid Gannuşi, bir röportajda açıkça Türkiye’yi model aldıklarını söyledi:

“Türkiye örneği, tüm Arap dünyası tarafından örnek alınıyor... Türkiye’nin bizim nezdimizde büyük bir değeri vardır, Osmanlı’nın bizim için değeri çok büyüktür. Türkiye olmasaydı ben belki şimdi Hıristiyan olmuştum. Bu yüzden bizim için Allah’tan sonra Türkiye geliyor...”

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti yıkıldı, Ortadoğu’da suni/yapay devletçikler oluşturuldu ve bugünlere gelindi...

Ortadoğu ve bütün dünyada oluşturulan “dünya düzeni” yüz yılda çöktü; komünizm ve sosyalizmiyle mevta, Fatiha’sı okundu, geriye can çekişen faizci ve sömürücü küresel kapitalizm kaldı, onun da sonu yakındır…

Türkiye bugünkü hâliyle bile “kutup yıldızı” oluyor ve “model” oluşturuyorsa; “Adil (Ekonomik) Düzen”i uygulayıp gerçekleştirdiğinde neler olacaktır neler...

***

Neler olacağını görebilmemiz için çok yönlü olarak “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i var gücümüzle uygulamamız gerekiyor…

Dünkü yazımda (başlığında) “Pendik Siyaset Okulu ve Adil (Ekonomik) Düzen” dedim; okuldaki derslerde, üzerinde durduğumuz konuları hatırlattım…

İki soruya iki kısa cevap yazdım… Bugün iki sorunun daha cevabına bakalım...

Soru:

“ADİL DÜZEN”de devletin üreticiye kredi ve imkan sağlama sistemi nedir?

Devlet iki şekilde kredi açar.

Çalışana “Çalışma/Emek Kredisi” verir. Herkese meslek derecesi nisbetinde verir. Çalışan bunu ancak üretimde kullanabilir, genel hizmette kullanamaz. İsterse tarıma gider ve orada çalışır, isterse sanayiye gider ve orada çalışır, isterse inşaata gider ve orada çalışır. Ticarette çalışma kredisi verilmez.

İşçiye yalnız emek kredisi verilmez; işverenlere de çalıştırdıkları işçiler için gerekli “Ham Madde Kredisi” verilir. Böylece işletmeler sermayesizlikten değil, işçi bulamayışından dolayı tam çalışamazlar.

Bir de halka yani her aileye nüfusu başına “Sipariş Kredisi” verilir. Bunlar mağazalara sipariş verirler, paraları peşin öderler; onlar da tüccarlara kredi verirler, parayı peşin öderler; onlar da işletmelere sipariş verirler, paralarını peşin öderler. Dolayısıyla halka verilen kredi herkese verilmiş olur. Üretim/tüketim halk tarafından planlanmış olur.

İhracat ve ithalat halk tarafından planlanmış olur.

Krediler “faizsiz” ve “hacizsiz/icrasız”dır.

***

Soru:

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de ithalat ve ihracat dengesi nasıldır?

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de halk mağazalara sipariş verir...

Onlar da tüccarlara sipariş verirler...

İşçiler üretimde çalışırlar...

Malzemeleri için mağazalara sipariş verirler...

Böylece ülkenin tüm çalışanları için siparişler verilmiş olur.

Tüccarlar aldıkları bu siparişleri işletmelere yani üreticilere sipariş verirler...

Ne var ki insanların tükettikleri bütün mallar o ülkede üretilmez. Ülkede üretilen malları tüccarlarımız aldıkları sipariş paralarıyla alırlar. Götürüp satarlar. Sipariş aldıkları malları da getirirler.

Her tüccar sattığı kadar alacağından “dış ticaret dengesi” sağlanmış olur.

Ülkeler arasında borçlanmalar da yapılabilir. Biz İran’a TL veririz. İran da bize riyal verir. Karşılıklı kredileşme içinde dış ticaret dengesi devam eder. Eğer borçlanmak istiyorsak kur farkı oluştururuz. Onların bankasında bizim paramız toplanır. Onlara borç vermiş oluruz. Yahut tersini yaparız, borç alırız.

Bu şekilde faizsiz ve istismarsız kredileşme doğar.

Devamı var; gelecek yazı:

İç ve dış borçların ödenmesi ve diğer konular…

 

 

***

 

 

 

 

Adil Düzen Medeniyeti doğuyor…

Reşat Nuri EROL

03.02.2011

Sadece Mısır’daki firavun Hüsnü Mübarek değil, Ortadoğu’daki küçük-büyük bütün firavunlar gidici; “Firavunlar Düzeni” sona eriyor…

Bu “zalim düzen” I. Dünya Savaşı’ndan yani Osmanlı Devleti yık/tır/ıldıktan sonra kuruldu, II. Dünya Savaşı ile perçinlendi ama; sömürü sermayesinin “doğu-batı dengesi” yani “komünizm-kapitalizm” olarak kurduğu yapı sırayla yıkılıyor…

Ve “Yeni Bir Dünya Düzeni” kuruluyor…

Önce komünizm yıkıldı…

Şimdi de kapitalizm yıkılıyor…

Tabiat boşluk kabul etmediğine göre, yıkılanların yerine yenisi yapılmalı, kurulmalı, gelmeli…

Ve geliyor…

Kapitalizmin en büyük sömürü alanı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri değil mi, halkı Müslüman ülkeler değil mi?

İnsanlık âleminin “orta ümmet”i olarak geçmişte var olup bugün yeniden doğmakta olan “İslâm, Silm, Barış Düzeni”nin temsilcileri “Müslümanlar” düştükleri yerden yeniden kalkıyor, yeniden yapılanıyor, yeniden tarihteki misyonlarına dönüyorken; küresel sermaye yani vahşi kapitalizmin ana sömürü kaynağı sona ermiyor mu?

Sömürü ve “zulme” dayalı Batı dünyasının sömürü güneşi batıyorken; doğunun ve bütün dünyanın “adalete” dayalı yeni “Barış Medeniyeti” doğmuyor mu?

Evet, evet… “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN MEDENİYETİ” doğuyor…

Dünyadaki gelişmeler bir yana…

biz kendi işimize bakalım, Pendik Siyaset Okulu’nda sözünü ettiğim meselelerimizi düzenleyelim, ülkemizde “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i kuralım...

Dışa bağımlı en önemli sorunumuz neydi?

Dış borçlar!

Öncelikle bu sorunu çözelim.

***

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”e geçilirse;

mevcut İÇ VE DIŞ BORÇLAR nasıl ödenecek?

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de iç borçlar para/TL olarak ödenir. (Dikkat, burası ilk geçiş dönemine ait uygulamadır.) Onlar parayı tekrar bankamıza yatırırlar, böylece biz borç ve faizden kurtulmuş oluruz. Halkımız bu sayede değeri düşmeyen bir paraya sahip olur. Harcarlarsa harcarlar, bir zararımız olmaz. Ellerinde tutarlarsa da zararımız olmaz. Sadece faizi sıfırlamak ve parayı altına veya diğer ana mallara kote etmek yetecektir. Bunlar bu paraları ile döviz alıp dışarıya aktarırlarsa bu da bizim lehimize olur, çünkü dövizin faizinden kurtulmuş oluruz. Dövizin azalması dışında bir zararımız olmaz. Döviz satanlar gelip paralarını yine bize yatırırlar. Döviz satan ülkeden mal alırlar. Bu da yararımızadır. Görüldüğü üzere iç borç sorun değildir, faizi sıfırlamak dışında yapacağımız bir şey yoktur.

***

Ülkemiz için asıl sorun “dış borçlar”dır;

Dış borçlarımızı nasıl tasfiye edeceğiz?

Dış borçları dört şekilde tasfiye edebiliriz.

 

1. DIŞ BORCU İÇ BORCA ÇEVİRECEĞİZ.

Vatandaştan doları alıp borcumuzu kapatacağız. ‘Vadesi gelmedi!’ deyip almak istemeyen olursa, ‘biz artık faiz ödemeyeceğiz’ diyeceğiz. Savaş açabilirler ama canlarına okuruz ve o borçları savaş tazminatı olarak sıfırlarız.

 

2. FAİZLİ BORÇ FAİZSİZ BORCA ÇEVRİLECEK.

Bunun için paramızı altına kote edince dünyanın en kıymetli parası hâline gelecektir. Dış ülkeler de paramızı alıp saklayacaklardır. O sayede dolar gelecek ve borcumuz ödenecektir.

 

3. PARA BORCUMUZU MAL BORCUNA ÇEVİRECEĞİZ.

Yani onlara mal ödeyeceğiz. Yıl yıl borcumuzu üretimle kapatacağız.

 

4. BORCU İŞTİRAKE/ORTAKLIĞA ÇEVİRECEĞİZ.

Borca karşılık ülkemizdeki fabrikaların hisse senetlerini vereceğiz, faiz yerine kira payından yararlanacaklardır.

Türkiye’miz şimdilik bu borçları bir-iki sene içinde tasfiye etme gücüne sahiptir.

Ayrıca;

1. Türkiye’de bugün 15 milyon işsiz vardır. İş bulup bunları çalıştırdığımızda, her biri millî hâsılaya yılda 20 bin liralık gelir getirse, yıllık 300 milyar gelirimiz olur. İki yılda dış borcumuzu buradan kapatabiliriz...

2. Ülkemiz dünyanın merkezindedir. Orman ve dağlarımızda yüzer dairelik blok yapılar yapabiliriz veya birer dönümlük arazilere ahşap villalar yapabiliriz... Bunları kiracılara, arsaları vatandaşlarımıza temlik eder, onlar da turistleri barındırırlar; buraların kiraları karşılığında borçlarımızı kısa zamanda öderiz...

Geriye kaldı işsizlik;

Gelecek yazı/lar/da işsizlik sorununu çözeceğiz…

Ve’s-selâm…

 

 

***

 

 

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-1

Reşat Nuri EROL

04.02.2011

İşsizlik sorunu, sosyo-ekonomik sorunlarımızın en başta geleni olarak çözümsüz varlığını sürdürüyor...

Son yazımın sonlarında ne dedim?

Ayrıca, Türkiye’de bugün 15 milyon işsiz vardır. İş bulup bunları çalıştırdığımızda, her çalışan millî hâsılaya 20 bin liralık yıllık gelir getirse, yıllık 300 milyar gelirimiz olur, iki sene içinde dış borcumuzu kapatırız...

AKP’nin medet beklediği IMF ne diyor?

İşsiz gençler saatli bomba gibi! Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, yüksek işsizlik ve artan fiyatlar gibi sorunlar, özellikle genç işsizler için “tıklayan bir saatli bomba” benzetmesi yaptı.

Gelecek 10 yılda 400 milyon genç insan istihdam piyasasına dahil olacak. Bu hükümetler için ürkütücü bir sorun. İşsizlik ve kötü sosyal koşullar içinde hayatlarını sürdürecek genç kayıp kuşak manzarasıyla karşı karşıyayız...

Toplumda eşitlik sağlamadan, başarılı bir ekonomik büyüme bekleyemezsiniz...

IMF Başkanı böyle diyor!!!

Yani; IMF’de sadece “tesbit ve teşhis” var, “tedavi ve çözüm” yok!

AKP anlayıp uyana!

IMF/AKP’de çözüm yok, iş yine başa kaldı…

Çözüm “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de…

Pendik Siyaset Okulu’nda bu “sorun”un cevabını “teşhis ve tedavi”yle verdik.

***

 

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

İşsizliğin bize göre 25 (yirmibeş) sebebi vardır.

İşsizliğin çözümü için öncelikle işsizliğin sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir.

 

Teşhis ve tedavilerimizi sıralayalım.

1) İŞÇİLİK SİSTEMİ İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR.

İşverenler istediklerine iş verir, istediklerine vermez. İşverenler sadece kendi çıkarlarını düşünürler.

-Bunun çözümü “Ortaklık Sistemi”dir. Ortaklık sisteminde kredi işçiye verilir. İşçi istediği firmaya ortak olur; hem sermaye ile katılır hem de emekle katılır. İşsizlik sorunu çözülmüş olur.

 

2) İŞSİZLİĞİN KAYNAĞI FAİZDİR.

Ambardaki mallar her gün pahalanmakta. Eski mallar satılmamakta. Yeni mallar üretilmemekte. İşsizlik böyle oluşmaktadır.

-Bunun çözümü “faizsiz kredi” vermek ve faiz yerine “kredileşme sistemi”ni getirmektir. Herkes mevduatı kadar faizsiz kredi kullanır.

 

3) İŞSİZLİĞİN BİR SEBEBİ DE PARADAN KÂR SİSTEMİDİR.

Paradan kâr ederseniz parayı piyasadan çekersiniz. Ekonomik döngü durur. Mallar üreticiden tüketiciye gitmez. Bir taraftan kriz, öbür taraftan kesatlık olur.

-Çözüm paradan değil maldan kâr sistemidir. Para aynı kalır, mal artar.

 

4) İŞSİZLİĞİN DİĞER BİR SEBEBİ DE TEKELDİR.

Tekel oluşunca, tekel kendi çıkarını sağlamak için üretimi yarıya indirip fahiş fiyatlarla kâr etmek ister. Bu da üretimi yarıya düşürür, dolayısıyla çalışacakların yarısı işsiz kalır.

-Bu sorunun çözümü için tekeli ortadan kaldırmak, faizsiz sermaye oluşturmak ve sermaye vergisini koymak gerekir.

 

5) İŞSİZLİĞİN BİR SEBEBİ DE KARŞILIKSIZ PARADIR.

Karşılığı bulunmayan para varlığın ana kaynağı olan emeğe ortak olmakta ve onu sömürmektedir. Emeğe para verilmediği gibi haksız yere de paralar verilmektedir. İşçilerin eline para geçmeyince üretilen mallar satılamamakta, satılamayınca da fabrikalar durmaktadır.

-Para faiz karşılığı değil, çalışan işçinin emeğin karşılığında çıkarılmalıdır.

 

6) SABİT KİRA İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR.

Kirayı ödeyemeyen işletme iflas etmekte ve orada çalışanlar işsiz kalmaktadır.

-Çare ve çözümü, kiranın cirodan ve üretimden verilmesidir.

7) SABİT ÜCRET İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR.

Üretim olsun olmasın, işçi maaşını almaktadır.

Bu uygulama da işletmeleri batırmaktadır.

-Çare ve çözümü, işçinin cirodan ve üretimden pay almasıdır.

Tesbit ve teşhislerimiz ile tedavi ve çözümlerimiz devam edecek…

 

 

***

 

 

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-2

Reşat Nuri EROL

05.02.2011

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

Saadet Partisi’nin düzenlediği Pendik Siyaset Okulu’nda “işsizlik sorunu” ve sorusunun cevabını “teşhis ve tedavi”yle birlikte verdik...

Bize göre işsizliğin tam 25 (yirmibeş) sebebi vardır; işsizlik sorununun çözümü için öncelikle işsizliğin sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir dedik...

“TEŞHİS ve TEDAVİ”lerimizi sıralamaya devam...

***

 

8) SABİT KÂR İŞSİZLİĞİN KAYNAĞIDIR.

İşletmeciler sabit faizleri ödemek zorunda olduklarından sabit kârlar elde etmek zorunda kalmaktadırlar.

Bu da küçük işletmeleri zora sıkmakta, sermayesi belli nisbetten az olan işletmeler iflas etmektedirler.

İyi biline ve iyi anlaşıla; bu faizli zalim düzende sonunda büyük sermaye de iflas edecektir.

-Çare cirodan paydır, yahut ham madde ile mamul maddenin değişmesidir.

 

9) İŞSİZLİĞİN SEBEBİ DEVLETİN ALDIĞI GELİR VERGİSİDİR.

Sermaye faizden kazanır, devlet vergi alır.

Devlet alır ve vergiyi kamuya harcar.

Oysa sermaye alır ve yığar, tekel oluşturur ve sadece sömürür.

Bu uygulama da üretimi yarıya düşürür.

-Bunun çözümü “gelir vergisi” yerine “sermaye vergisi”dir.

10) İŞSİZLİĞİN BİR NUMARALI SEBEBİ FAİZ PARASIDIR.

Faiz ödemeleri için o kadar paranın her yıl fazladan çıkarılması gerekir.

Bu da o kadar “enflasyon” yapar.

Ne kadar (yüzde kaç) “faiz” varsa o kadar “enflasyon” olur.

Enflasyon fiyat ve ücretleri belirsiz hâle getirir.

Sonunda sağlıklı iş anlaşmaları olmaz/olamaz, işler de yürümez, işsizlik olur.

-Bunun sorunun tedavisi, mal karşılığı para çıkarmadır.

Ambarda satılık malı olana karşılık devlet para basar ve verir.

Bu uygulama enflasyon yapmaz, çünkü piyasada artan para kadar satılan mal da artmış olur.

 

11) ELİMİZDEKİ PARANIN HER GÜN FAİZİNİ ÖDÜYORUZ! ÇÜNKÜ BU PARAYI BULUNDURAN ONUN FAİZİNİ DE ÖDEMEKTEDİR.

O halde para burada  çalışmadan yaşama yollarını sağlamakta, herkes çalışmaktan kaçmaktadır.

Bu sefer de işveren işçi bulamamaktadır.

Bu uygulama da işsizliğin başka bir kaynağıdır.

-Bu sorunun çözümü şöyledir:

Devlet topraklarını ve gayrimenkullerini isteyenlere satacaktır, satmak isteyenlerden de alacaktır.

Para taşınmaz karşılığı çıkacak, ne kadar gerekiyorsa o kadar çıkacaktır.

 

12) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA BONO SENEDİ GİBİ PARAYA KARŞILIK ÇIKARILAN SENETLERDİR.

Böylece para üretim olmadan reel ekonomiden kopuk olarak çoğalıp durmaktadır!

Bu uygulama da işsizliğin kaynağı olmaktadır.

-Çare ve çözüm olarak bu uygulamanın yerine “mal senedi” çıkarılacaktır.

Önerdiğimiz uygulamada sen kişi olarak şu kadar lira yani “para” borçlu olmayacaksın, şu kadar kilo yani “mal” borçlu olacaksın; “para” yerine “mal” borçlu olacaksın.

 

13) VERESİYE SATIŞ KARŞILIKSIZ PARA ÜRETMEDİR.

Yani mevcut olan mal parasız olan kimseye satılmakta, mevcut para sahipleri alışverişe gidince mal bulamamaktadır.

Eline zaten az para geçen işçi bu sefer o para ile hiç mal bulamamaktadır.

-Bunun çaresi altın karşılığı para çıkarmaktır. Veresiye satışlar durdurulmalıdır.

 

14) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA CEBRİ İCRADIR.

Borçlu borcunu ödeyemeyince mallarına ve üretim araçlarına haciz konup yok pahasına satılmakta, icralarla işletmeler ortadan kalkmakta, orada çalışanlar işsiz kalmakta, aileler yok olmaktadır.

-Çaresi; borcunu ödeyemeyen işletme yöneticisinin işletme ehliyeti iptal edilir.

İşletmenin başına başkası gelir.

Ona faizsiz krediler verilir, işletme devam eder.

İşletme ancak işçi yani “emek kredisi” bulamazsa durmalı veya yavaşlamalıdır.

***

Dikkat:

Bugünkü ilk madde teşhislerinde hep “FAİZLER” var; faiz, faiz, faiz!!!

Bitmedi; tesbit ve teşhislerimiz ile tedavi ve çözümlerimiz devam edecek…

 

 

***

 

 

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-3

Reşat Nuri EROL

06.02.2011

İşsizliğin 25 sebebi vardır, işsizlik sorununun çözümü için öncelikle işsizliğin sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir diyorduk;

“TEŞHİS” ve “TEDAVİ” devam ediyor...

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

 

15) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA SİGORTA SİSTEMİDİR.

Çalışana zorluklar çıkararak niye çalıştın diye ceza veriyoruz!

İşverene de niye işçi çalıştırdın diye ceza kesiyoruz!

Tüccar böyle bir cezaya maruz değil, çalışmayana ve üretmeyene bir ceza yok!

Bu uygulama da işletmeleri üretime değil, havadan para kazanmaya götürmekte, çalışanları ve üretim yapanları da çalışmaktan ve üretim yapmaktan caydırmaktadır.

-Bu önemli sorunun çare ve çözümü “genel sigorta”dır.

Herkese yeryüzündeki kira payından bir pay verilir.

Bugün çalışanlardan kesilir, çalışmayanlara verilir, yarın kendisi de çalışamaz olunca o günkü çalışanlardan pay alır.

“Zorunlu Primli Sigorta Sistemi” yani bugünkü uygulama işçinin ve işverenin elini kolunu bağlamaktadır.

 

16) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA GÜMRÜKLER VE VİZELERDİR.

Bu ülkede satılamayan mal gümrükler sebebiyle dışarı çıkıp satılamama, dolayısıyla işçiler işsiz kalmakta, yahut işletmeler gümrüksüz ham madde bulamadıklarından iş yapamamaktadır.

-Bu gümrük musibetinin çaresi ve çözümü vizeleri ve gümrükleri kaldırmaktır.

Halkın kolay seyahat etmesi ve yüklerini yani mallarını taşıyabilmeleri için kervansaray tipi uluslar arası bedava ulaşım ve mal nakliyesi imkanlarını sağlamaktır.

 

17) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA KİŞİLERDEN ALINAN VERGİDİR.

Kişi alınteri ile kazanmaktadır.

Bizim ondan vergi almamız demek, çalışanı cezalandırmamız demektir; ‘ne diye çalışıyorsun; çalışma, tembel tembel otur’ demektir!!!

-“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”de vergiyi kişiden değil işletmeden alırız...

Verdiğimiz hizmet (25 Genel Hizmet) karşılığı payımızı alırız...

Toprağımızın kirasını alırız...

 

18) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA MERKEZÎ EKONOMİDİR, İŞ VERME İLKESİDİR.

Merkez istediği kimselere istediği işi vermekte, onlara istediği malı ürettirmekte ve istediği kimselere zorla satarak ekonomiyi güya yürütmektedir.

Oysa merkez halkın ihtiyaçlarını bilemez, iş yapma ve üretim imkanlarını da bilemez.

-Bu önemli sorunun çaresi ve çözümü için “iş verme sistemi” yerine “iş bulma sistemi”ni geliştirmeliyiz.

Krediyi halka yani emeğe/işçiye vermeliyiz.

Halk yani emek sahibi istediği işverenle anlaşacak ve çalışacak, böylece işsizlik kalmayacaktır.

 

19) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI MUTLAK MÜLKİYETTİR.

Birisi bir fabrikaya sahipse onu durdurabilir, üretim yapmayabilir, istediği gibi değerlendirebilir!

Birisinin tarlası, tarım arazisi varsa, ekmeyebilir!

Birisinin arsası varsa inşaat yapmayabilir, yaptırmayabilir!

Bu da varlıkların değerlendirilememesine ve işsizliğe sebep olmaktadır.

-Bu olumsuzluğun çaresi olarak iki çeşit mülkiyeti tedvin etmemiz gerekir; “işletme mülkiyeti” ve “yararlanma mülkiyeti”.

“İşletme mülkiyeti” ehliyete dayanır, işletmeler işlet(e)meyenlerin elinden alınır.

“Yararlanma mülkiyeti” ise hisse sahiplerinin elindedir, semeresinden yararlanırlar, kimsenin mülkü elinden alınmaz.

 

20) İŞSİZLİĞİN BİR SEBEBİ DE BÜROKRASİDİR, ÜLKEMİZDEKİ ÇOK YÖNLÜ BÜROKRASİDİR.

Maaşlarını alan memurlar kendilerine göre devleti düşünmekte, işletmelere ve kişilere “kolaylık” değil de “zorluk” çıkarmakla görevlerini yaptıklarını sanmaktadırlar!

Bu zihniyet de işletmeleri çökertmekte, vatandaşları hayattan bezdirmektedir.

-Bunun çare ve tedavisi, devlet memurlarını devlet işletmesine ortak yani hisse sahibi yapmaktır.

Devletin gelirleri arttıkça memurların maaşları artmaktadır, devletin gelirleri azaldıkça memur maaşları da azalmaktadır.

Bir de devlet memuruna imtiyaz tanınmamalıdır.

Hakemlerin karşısında herkes eşit olmalıdır.

Memur yanlış yaptığı için değil, yapmadığı yani işini geciktirdiği için sorumlu olmalıdır.

Bitmedi; tesbit ve teşhislerimiz ile tedavi ve çözümlerimiz son yazıyla devam edecek…

 

 

***

 

 

 

 

İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi-4

Reşat Nuri EROL

07.02.2011

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”DE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM nasıl gerçekleşir?

 

21) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA YERYÜZÜNÜN DOLARA BAĞ/IM/LI MERKEZÎ PARALARLA İDARE EDİLMESİDİR.

Para geniş çevreye hitap edince küçük değerleri ölçemiyor.

Nasıl enterkonnekte şebekeden elektriği doğrudan alamazsak, dolarla da sıkıştığımızda tuvalet parasını bile ödeyemeyiz!

Gerisini siz düşünün…

-Tedavi: Ülkelerin paraları yanında; illerin de paraları olacak, bucakların da kendi paraları olacak, iller ve bucaklar kendi içlerindeki alışverişlerini kendi paraları ile yapacaklar, bucaktaki ithalatı ve ihracatı kendi paraları ile yapacaklardır.

 

22) İŞSİZLİĞİN ANA KAYNAKLARINDAN BİRİ DE ARSA İSTİSMARIDIR.

Merkezi yönetim her şeye engel olmakta, yerel yönetimler görev yap(a)mamakta.

Aylar, yıllar, on yıllar süren imar çekişmeleri işleri yapmayı önlemekte, arsalar pahalılaşmaktadır.

-Çaresi; parselasyon devlet bütçesi ile yapılacak...

Projeleri devlet yapacak...

Projeleri ve arsaları devlet hazır bulunduracak...

Yetkili mühendis istediği arsaya kazmasını vuracak, sadece belediyeye bildirecek; imara, plana ve projeye aykırı yaparsa belediye hakemlere gidecek, hakemler kararı ile durdurabilecek veya yıktırılacak...

 

23) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA ENERJİ İSTİSMARIDIR.

Bugün bir dolarlık benzine dört dolar ödüyoruz.

Bu her şeyimizi otomatikman en az yüzde 25 pahalılaştırıyor.

Pahalı olan malları ne içeride ne dışarıda satamıyoruz, satamayınca da işletmelerimiz duruyor, işsizlik artıyor.

Oysa elektrik ve mazotu çok ucuza, hattâ bedavaya versek, üretim birden artacak, işsiz insan kalmayacak, bizim vergi payımız da çoğalacaktır.

-Bunun için enerji üretimi “vakıf” şeklinde işletilmeli, işletmelere para ile değil de ödedikleri vergilere göre bölüştürülmeli.

Bu uygulamada tahsildara da gerek kalmaz.

 

24) İŞSİZLİĞİN BAŞKA BİR KAYNAĞI DA ULAŞIMDIR.

Serbest rekabet sağlanamaz.

Mesela elektrik dağıtımında serbest rekabet olamaz.

O zaman boğazını ele geçiren sıka sıka ülkeyi boğar.

-Çözüm olarak “Yollar Vakfı” kurulacak...

Osmanlı’daki “kervansaray” misali işletmeler sayesinde halk bedava seyahat edecek... İnsanlık tek vücut hâline gelecek...

Mallar ambara teslim edilince bir defaya mahsus olmak üzere nakliye payı alınacak, uzak yakın nakliye aynı olacak...

Birbirlerini sübvanse edeceklerdir.

 

25) İŞSİZLİĞİN BİR KAYNAĞI DA HİZMET TEKELİDİR.

Bugünkü bürokrasi ve memur zihniyeti uygulamasında, devlet veya özel kişi aracılığıyla yahut ülkemizdeki değişik istismarlarla “bir hizmet yeri” bir şekilde adeta işgal edilir.

Başkaları o göreve getirilemez ve “hizmet/sizlik tekeli” oluşur.

Bu uygulama da hizmetleri aksatır, işsizlik olur.

-Bunu önlemenin ve tedavi etmenin yolu “GENEL HİZMET”tir, serbest meslek faaliyetleridir. Genel Hizmetleri biraz açalım.

Devletin iki çeşit işi vardır:

Kamu Görevi ve Genel Hizmet.

Kamu Görevi güvenlik ve yargıdır.

Genel Hizmet ise serbest rekabetle yapılamayacak işleri vakıflarla yapmaktır. Ücretli insan çalıştırmak “ADİL DÜZEN”de yoktur.

Bunun yerine ya işler sıra ile yapılır (askerlik böyledir), ya da sorumluluk ilkesine göre ücret verilir (Genel Hizmet böyledir).

Herkesin doktoru vardır; hasta olsun olmasın, doktor kişinin sağlık müşaviridir.

Bir doktor kaç kişinin (sağlam olsun hasta olsun kaç kişinin) müşaviri ise bütçeden (sağlık bütçesinden) o kadar pay alır.

GENEL HİZMETLER dörtlü altı gruptur, toplam 25 tanedir:

1. Evrak, zimmet, envanter ve taşınmaz kayıtları...

2. İlmî, meslekî, siyasî ve dinî eğitim ve güvenceli ehliyet...

3. Takip, araştırma, ambar ve kasa hizmetleri...

4. Basın, yayın, ulaştırma ve haberleşme hizmetleri...

5. Planlama, sağlık, bakım ve güvenlik hizmetleri...

6. Noter, kontrol, soruşturma ve hakemlik hizmetleri...

7. Başkanlık…

İlgilenenlere Not: “GENEL HİZMETLER”in her birinin 10 sayfa (toplam 250 a4 sayfa) olarak izah edildiği seminer notlarımız vardır... İstanbul Yenibosna ve Üsküdar’da günlük/haftalık seminerlerimiz on yıldır devam etmektedir… Bilgi için; www.akevler.org veya (0532) 246 68 92

 

 

***

 

 

 

 

Faizli sistem kendi kendini öldürür!

Reşat Nuri EROL

08.02.2011

Türkiye’nin ekonomik iki büyük sorunu var:

İşsizlik/istihdam ve dış borçlar.

Tam da bu günlerde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ne dese beğenirsiniz?

Türkiye’de yüzde 11,2’lerde olan işsizlik oranının düşmediğini ve düşmesinin uzun zaman alacağını söyledi ve sorunun aşılması için fazla mesainin kaldırılmasını önerdi!

Babacan, işsizlik sorunun fazla mesainin kaldırılması ile çözülebileceğini söyledi!

Sayın Bakan, haftalık mesainin 10 saat azaltılmasını önerdi!..

İnanılması güç ama 9’uncı yılına giren AKP iktidarının işsizliğe bulduğu çözüm bu!

İşsizlik sorununa getirdiğimiz çözüm önerilerimizi burada tekrar özetleyecek değilim, kör ve sağır olmayanlar için bu köşemde yeterince hatırlattım!

Sayın Bakan “Türkiye’de işsizlik yüzde 11,2’lerde” diyor ama bize göre yüzde 50’lerde; çünkü 75 milyonluk ülkemizin çalışabilen nüfusu 30 milyon ve bunun sadece 15 milyonu iş bulmuş, geri kalan 15 milyon işsiz!

Ekonomiden Sorumlu Bakan dahil, Başbakan ve diğer bakanlar ülkemizin bir numaralı ekonomik sorunu işsizliğe böyle “çö-züm-süz-lük” üretmeye devam ederlerse, şimdiden müjdeyi verelim(!), aslında var olan çok yönlü “sosyal tufan” yanında “sosyal patlamaları” beklesinler!..

Bu durumda ne yapmalı?

Seçim aylarındayız, birkaç ay sonra (Haziran) seçim var...

Ya halkımız seçmen olarak bir an önce uyanıp bu sorunu çözecekleri iktidara getirmeli, ya da hep anlattığım “HALK EKONOMİSİ” organizasyonları ile yine halkımız başının çaresine bakmalı...

***

“İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi” yazılarımın ikincisine (05.02.2011) bakılırsa, ülke ekonomilerini çökerten “işsizlik” musibetinin ana faktörünün “FAİZ” olduğu görülecektir. Öyleyse bugün de bu faiz musibetinin bir başka yönü üzerinde duralım.

1980’lerde Almanya’da ilmî toplantılar yapılmıştı...

Erbakan Hocamız dünyanın en tanınmış ilim adamlarını davet etmiş ve onlara “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i tebliğ etmişti...

Almanya’da bulunan Ekonomi Enstitüsü yöneticisi Prof. Dr. Volker Nienhaus da davetliler arasında idi.

İlk görüşmemizde şunları söylemişti:

“Birinci gün konuşmalarında ben şimdiye kadarki bilgilerimle dinin bir ekonomik doktrini olacağını hiç zannetmezdim. Bugünkü konuşmanızda şöyle bir şeyi hissettim. Sosyalizmde faiz de kar da yasak, kapitalizmde ikisi de serbest. Sizin sisteminizde “faiz yasak kâr serbest” ilkesini getiriyorsunuz. Bu bir sistem olabilir.”

Böylece İslâmiyet’in 1400 sene önce tarif ettiği sistemi daha ilk konuşmalarımızdan anlamış bulunuyordu. Bu zeki ve Almanların meşhur âlimi ile akşamüstü otele geldik, gece yarılarına kadar görüşmemizi sürdürdük... Onunla (Prof. Nienhaus) tartıştığımız konu şuydu. Bir ülke düşünelim; bu ülke gelişmiş, tam istihdamı sağlayan bir ülke: Fabrikaları var... Tarım alanları var... Teknolojisi var... Sağlam parası var... Ne var ki 1930’lar Almanya’sı gibidir. Dünyada başka ülkelerde yatırım imkânı yok. Çünkü ya bırakmıyorlar yahut onlar da gelişmiş ülke. Bu ülke hâlâ “faizli ekonomi” uygulamasına devam ediyor...

Zenginler, parası olanlar paralarını bankalara yatırıyor, bankalar da girişimcilere kredi veriyor. Bankada sermaye sahiplerinin parası var. Yeni faizler de durmadan geliyor.

Eğer ülkede hâlâ işsiz varsa, hâlâ yeteri kadar fabrika yoksa iş kolaydır.

Bu gelen faizlerle yeni yatırımlar yaparsınız.

Eğer dışarıda sermaye isteyen ülkeler varsa oralarda yatırım yaparsınız.

Ama ülkede herkes işe sahipse ne yapacaksınız?

Fabrika kuramazsınız, çünkü yeni fabrikaya işçi bulamazsınız.

Ancak başka fabrikaların işçisine fazla para verir kendi fabrikanıza katarsınız. O fabrika kapanır. Demek ki işçiniz olmadığı için yeni yatırım yapmazsınız.

O halde sonunda ne olacak?

Faiz sıfır olacaktır!

Demek ki faizli sistem bir gün faize ortak bulamadığı için iflas eder.

Oysa sistem faiz üzerinde oturmuştu.

Yani faizsiz kimse kimseye kredi vermiyordu.

Bunun sonucunda yatırımlar duracak, üretim duracak, işsizlik patlayacaktır.

Faizli sistem işte bundan dolayı kendi kendisini ölüme götüren sistemdir.

 

 

***

 

 

 

 

Sorunların ana sebebi faizli sistemdir

Reşat Nuri EROL

09.02.2011

Faizli sistem kendi kendisini ölüme götüren sistemdir dedik, bir önceki yazıda...

Oysa faizsiz sistemde sermaye ekonomiye hâkim değildir.

Faizsiz sistemde sermaye sömürünün değil ekonominin aracıdır, sadece alettir, sadece hizmetkârdır; sömürü aracı değildir.

Ekonominin asıl hâkimi Marx’ın dediği gibi “emek”tir. Aslında bunu Marx dememiştir. Kur’an’daki bir âyette bunun böyle olduğu çok bir açık şekilde ortaya konmuştur:

“İnsan için emeğinden başka bir şey yoktur.”

-Faizsiz sistemde para/kredi emeğe verilmelidir.

-Emek varsa para da vardır ve faizsizdir.

-Emek yoksa değer/para da yoktur.

-Faizsiz sistemde zengin olan, sermaye sahibi olan, parayı kazanan parasını (faizli) bankada depolamaz; özellikle taşınmaz alır, böylece üretime katkıda bulunmuş olur.

***

Dünyadaki Merkez Bankaları ve bizim Merkez Bankamız (TCMB) ne yapıyor?

Faizli kredi açıyor!..

Faiz alıyor!..

Piyasadan para çekilmesin diye daha fazla “faizli kredi” açıyor!..

Enflasyon oluyor; bir ülkede o yıl ne kadar “faiz” varsa en az o kadar “enflasyon” oluyor ve bunu MB yapıyor!.

Faiz musibeti ve enflasyonla halkın elindeki paralar eridikçe eriyor...

Birkaç spekülatör zenginin ve tefecilerin ise paraları arttıkça artıyor...

Sonuç olarak, bugünkü “işsizlik musibeti” başta olmak üzere, çağımızdaki bütün ekonomik sorunların ana kaynağı, ana sebebi “FAİZ”dir, “FAİZLİ SİSTEM”dir.

Batı düzeni, Batı sistemi, yani “faizli vahşi kapitalizm düzeni” çıkmazda; çöküyor…

Küresel emperyalist kapitalizm bu çıkmazlara girince yeni alanlar açmaya çalıştı...

Ne yaptı?

Önce Türkiye, İran, Pakistan gibi ülkelere sermaye kaydırdı, oralara yatırım yaptı... Bu yatırımlardan nasiplenen Japonya, Kore, Endonezya, Malezya, Singapur gibi ülkeler bu sebeple gelişti... Son yıllarda da Çin başta olmak üzere yeni bazı ülkeler gelişiyor…

Ne var ki perde arkasında “sömürü sermayesi” var…

-Ve bu faizli sistemin geleceği karanlıktır.

-Gelecek vadeden hiçbir yönü yoktur.

-Batı düzeniyle birlikte çökmektedir.

-İnsanlık alternatif aramaktadır…

***

Sömürü sermayesi aslında neler olduğunu gayet iyi anlamakta ve çökmekte olduğunu bizzat kendisi de bilmektedir.

Bu durumda ömrünü uzatmak için ne yaptı, ne yapıyor?

Gelişmekte olan ülkeler bitip tükenince, sömürü sermayesi otlanacak yeni otlaklar bulmak için Sovyetler’i yani sosyalizm sistemini yıktı.

Kısa bir zaman için nefes aldı gibi göründü ama sonra eski Sovyet halkı toparlandı, bugünlerde yeniden canlanmaktadır...

Sömürü sermayesi, faizli sömürü sermayesine tutunacak dal bulamamakta.

Sovyet denemesi iyi sonuç vermedi.

Bu sefer Çin’e başka türlü yaklaştılar, fabrikaları ve üretimi Çin’e kaydırdılar, Çin’deki ucuz işçi/emek gücünü üretim alanı olarak değerlendirdiler, “Çin Malı” olarak kendileri dünyaya pazarlamaya başladılar...

Dünyanın o malları alabilmesi için “dolar”a ihtiyacı vardı.

Bunu sağlamak için de sömürü sermayesi sistem olarak mortgage (morgıç) kredileri başta olmak üzere her türlü faizli kredileri vermeye başladı...

Bu sömürü düzeninde dünyadaki fabrikalar kapanacak, tarlalar orman olacak, böylece sermaye tek işveren olarak dünyayı sömürmeye devam edecek ama nereye kadar?!.

Türkiye’de tarım ve hayvancılık alanındaki çöküşleri bir de bu bakış açısıyla değerlendirin bakalım…

SONUÇ olarak;

FAİZLİ SİSTEM kendi kendini öldüren, kendi kendisini ölüme götüren sistemdir, kendisini öldürmektedir ama kendisi ölüme giderken beşeriyete de büyük zarar vermektedir.

Bu sebeple acilen “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”e geçilmelidir.

 

 

***

 

 

 

 

Faiz batırır, köy sattırır!

Reşat Nuri EROL

10.02.2011

Günlerdir ne dedik?

“Faizli sistem kendini öldürür” dedik…

“Sorunların ana sebeb faizli sistemdir” dedik…

“İşsizlik sorununa teşhis ve tedavi” ile ilgili dört yazımın ana temasına bakılırsa, ülke ekonomilerini çökerten “işsizlik” musibetinin ana faktörünün “FAİZ” olduğu görülecektir dedik...

Demekle kalmadık; “çare ve çözümleri” de yazdık…

Kimler için yazdık?

Kör, sağır, dilsiz olmayanlar yani üç maymunları oynamayanlar için yazdık…

Sekiz yıl öncesinden minik ama ibretamiz bir hatıra…

İktidar yeni oluşmuş, hükümet yeni kurulmuş, herkes heyecan ve umut içinde…

O zaman olduğu gibi bugün ve şu anda bile ülkemizdeki en önemli 3-5 makamdan birini işgal eden yöneticilerimizden -ismi önemli değil, sonuç önemli- birinin en yakınlarından olan “Büyüğümüzü” ziyaret ediyor ve bir ara soruyorum:

‘Bunların başarılı olma şansı var mı?’

Cevap gayet sakin, kısa ve keskin:

‘Hak ile savaşanların, yani faizli düzenle ülke yönetenlerin başarılı olmaları mümkün mü?!.’

Saygıyla susuyorum; başka bir soru sorma veya yorum yapma cesareti bulamıyorum!

Aradan sekiz yıl geçti, sonuç ortada...

İşsizlik, istihdamsızlık, artan iç ve dış borçların yanında ‘faizli borç’ bataklıklarına saplanan işçi, memur, esnaf, emekli, köylü vatandaşlarımız ve yok olan iş yerleri, yok olan aileler…

“İşçi, memur, esnaf, emekli” yanında “köylü vatandaşlarımız” dedim, yani “fahiş faizli kapitalizm sistem sebebiyle çöken tarım ve hayvancılığımız” demek istedim...

“Faizli bankalar sebebiyle batan ve satılığa çıkarılan köyleri” duydunuz mu?!.

***

Antalya’nın ilçesi Elmalı’nın 300 haneli yani ortalama 1500 nüfuslu Düdenköy’ünde tüm topraklara “faizci sömürücü vahşi kapitalizmin bankaları” ipotek koyunca köy satılığa çıkarılmış!

Koca köy/ler satılık, alan yok!

Alıcı çıkmayan köyde muhtar maaşına bile el konulmuş! Köyde yalnız 3 kişinin borcu olmadığı açıklanmış!!!

Demek ki sonunda bütün köy arazileri “faizci sömürücü vahşi kapitalizmin bankalarının” mülkiyetine geçecek; köylüler de bu “bankaların” yani “faiz düzeninin” kölesi olacak demektir.

Antalya milletvekili durumu şöyle özetliyor:

“İnsanların canına tak etti, evi ocağı dağıldı, icralar geldi, hapse girdiler, iş yerleri kapandı, tarlalarını, bahçelerini, evlerini sattılar, çiftçilerimiz rezil oldu, battılar, tükendiler, bittiler...”

İstanbul’da Bakırköy ve Kartal ilçeleri ile birlikte Şişli’deki Çağlayan Meydanı’na “Avrupa’nın En Büyük Adliye Sarayları!” yapılıyor ya; demek ki ülkede çok büyük “adaletsizlikler” var, mevcut adliye binaları yetmez olmuş, herkes mahkemelik olmuş; büyük, çok büyük, Avrupa’daki en büyük adliye saraylarında “adalet” dağıtılacakmış!!!

Antalya’daki “İcra-İflas Daireleri” sayısı 7 (yedi)den 14 (on dört)e çıkmış!!!

Benzer haberleri her gün okuyup izliyorsunuz…

Çevrenizde en yakınlarınız veya komşularınızdan duyuyorsunuz; “zalim faizli düzen”den mağdur olmayan kaç kişi var?..

Daha önce bu köşede örnekleriyle birlikte yazdığım üzere;

Türkiye’nin hangi bölgesinde ve yöresinde bu “kapitalist zalim faizli sömürü düzenin mağdurları” yok ki?!.

***

Faizler…

İflaslar…

Hacizler…

İcralar…

İntiharlar…

Satılan iş yerleri ve fabrikalar…

Satılan köyler…

Sönen ocaklar…

İntihar eden insanlar…

Dağılan aileler…

Perişan olan çocuklar ve yaşlılar…

Ve;

“Bu faizci, sömürücü, iflas ve intihar ettirici, işyeri ve köy sattırıcı, en büyük adliye sarayları yaptırıcı, sekiz yılda icra ve iflas dairelerini yüzde yüz artırıcı fahiş faizci ve vampir sömürücü zalim düzen”de iyi yönetici olduklarını zanneden zavallılar…

Muhterem Büyüğümüzün bugün hatırlandığında daha çok ibret alınası sekiz yıl önceki kısa ve keskin değerlendirmesini bir kere daha hatırlayıp hatırlatmakta yarar var:

‘Hak ile savaşanların, yani faizli düzenle ülke yönetenlerin başarılı olmaları mümkün mü?!.’

 

 

***

 

 

 

 

Faiz batırır, köy sattırır!-2

Reşat Nuri EROL

11.02.2011

BU, ÜLKE BATIŞININ SESLERİDİR!

Bizde hangi hareket başlar bilemem, bu ülkenin batış sinyalleridir, daha çok banka, daha çok yardım…

Önce borçlandır, sonra elindeki ekmeği al!..

Daha çok kapitalist sistem; zengin daha da zengin, fakir daha fakir...

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, yakında ülkenin genelini bankalar alır…

Sonra ne olur görelim bakalım?!.

İhracat patlıyor; nerde, birkaç zenginin elinde!

Öyle bir sistem getiriyorlar ki al asgari ücreti sesini çıkarma, asgari ücret sadece bir kişin aylık masrafına yetmez.

Yakında bir yerlerden bir şeyler patlak verecek.

Hakan Meriç

 

Sanki sadece orası (Antalya köyleri) mi?

Gelin Sakarya köylerini bir gezin bakalım; orada 3 kişi borçsuz çıkmış, yine iyi, burada borcu olmayan bulamazsınız. Ahmet Hamdi

 

İŞTE AKP’NİN TÜRKİYE’Sİ!

Her şey yolunda, her şey güllük gülistanlık, herkes memnun halinden, kimse şikâyetçi değil bu durumdan, ne zengini ne fakiri, çünkü % 40 oy veriyor bugünkü hükümete. Dış borcu gelir diye gözümüzün içine bakarak söyleyen bir hükümete başka ne diyelim.

Ülkenin % 90’ı kredi kartı veya (faizli) kredi borçlusu... Çözüm bulmak yerine bir de fırçalıyorlar halkı. Ne diyelim, millet uyansın da “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i savunanları iktidara getirsin inşaallah. Yasin Nergis

 

YETEEER, BU ACI GERÇEKLERİ GÖRÜN ARTIK...

Milleti bu hale tefeci zihniyetli bankalar getirmiştir, bu yalnızca görünen tarafı, ya görünmeyen tarafı…

Millet borçlardan bunalmış, çıldırıyor, sesini kimselere duyuramıyor, tüm kredi kapıları yüzlerine kapanmış, çaresiz, sokaklarda para dileniyor…

Gurur yapıp durumunu gizleyen ve insanı içten içe yiyip bitiren, tek çare olarak intihar ve şiddete yönelen insanları bu yetkililer nasıl göremezler?

Bu ne ilgisizlik?

Büyüyen ekonomide kimler büyüdü, kimler mutlu Allah aşkına? Bu vebal çok ağırdır.

Saygılarımla…

Alaattin Üsküdar

 

DEVLET MUTLAKA BİRŞEYLER YAPMALI.

Yabancı birine 1 m2 arsa satılsa, birileri çıkıp ülke elden gidiyor diyor. Köyün tamamına el koyan bankalar acaba yerli sermaye mi? Bankalara 1 cm2 toprağa bile el koyamama yasağının olması lazım. Arsa ve ev karşılığı dışında her şeye ipotek koyabilsin bankalar ama ülkenin 1 cm2’sine veya tek odalı ahırına bile el koyma yetkisi olmamalı, ipotek etmemeli.

Trakya bölgesinin neredeyse tamamı gavur bankalarına ipotekli. Faizde zaten hayır olmadığına göre... Ellerindeki topraklar da ipotekli... Direkt İngiliz hesabına…

Furkan Çelik

 

DURUM ÇOK KÖTÜ!

Ben çiftçiyim. Üreten değil tüccar ve aracı kazanıyor. Destekler çok büyükmüş gibi! Destek vermesinler, ürünlerimizi hakkıyla gerçek değerinden satalım yeter. Mazot yetmiyor, çok para, 1000 metrekare bir yeri işleyim ekmek için 10 litrenin üzerinde mazot yakıyoruz. Gübre almış başını gidiyor. Tüccar bizden 350-450 TL’ye buğday aldı.. Ekmeğe zam.. Stokları dolu.. TMO kota uyguluyor...

Çok sorunlarımız var, çoook.. Batan batana..

Özel bankalara yem oluyoruz, çare yok! Ahmet

 

AYNISI HER YERDE!

Eminim ki tüm Türkiye, özellikle kırsal kesim aynı sorunla boğuşuyor. Borç, borç, borç... Siz toplumu üretmeden tüketmeye yönlendirirseniz olacağı bu olur. Bizim köy de 200 hanelik. Borcu olmayan ya 3’tür ya 4 kişi. Daha fazlası çıkmaz. BORCA DAYALI (KEMAL) DERVİŞ MODELİ’nin en alası ile AKP döneminde uygulandığı ne kadar gizlense de er veya geç ortaya çıkacak. İnşaallah milletimiz için çok geç olmaz. Efsane

 

ARTISIYLA EKSİSİYLE AKP Bir ülkede bankalar karlarıyla zirve yapmışsa, ülke banka cenneti haline gelmişse, bu ülkede işsizlik almış başını gitmişse, tüketim malları pahalılıkta birinciyse ve bu anketlerde bu parti hala birinciyse; insanın kendi kendini sorgulaması ve öz eleştiri yapması gerekmez mi? Serdar Han

 

Faizci bankalar sebebiyle batan ve satılığa çıkarılan köylerle (Antalya’nın ilçesi Elmalı’nın köyleriyle) ilgili haberi bir haber sitesinden aldım. Haberin altına pek çok yorum yapılmış. O yorumların birkaçını, ayrıca yorum yapmaya gerek görmeksizin sunmuş oldum.  

 

 

***

 

 

 

 

Faiz; tarımı, bütçeyi, her şeyi batırıyor

Reşat Nuri EROL

12.02.2011

FAİZ musibeti merkezli son dört yazımdan önce de, bu konuda yani fahiş faizler ve ona bağımlı olarak tarım ve hayvancılığımızdaki çöküş ile ilgili önemli yazılar yazdım.

Bazı okuyucularım onları kısaca hatırlatmamı istediler.

Önce başlıklarını hatırlayalım:

- Toprak, tarım ve ‘tarım stratejisi’ (18.04.2010)

- Tarım stratejisi ve Adil (Ekonomik) Düzen (20.04.2010)

- Tarımdaki strateji ve planlamaya devam… (22.04.2010)

- TARIMDA FAİZ, İCRA VE İFLASLAR… (23.04.2010)

- Tarım, ‘ET’ ithalatı ve TEHLİKE (05.05.2010

- Tarımdaki çöküş nedir? (08.05.2010)

- Tarımı canlandırmak ve hep canlı tutmak (11.05.2010)

“TARIMDA FAİZ, İCRA VE İFLASLAR” yazım, Ege Bölgesi’ndeki Gediz Ovası sınırlarında, Manisa’nın Saruhanlı ilçesi tarım arazilerindeki faiz, iflas ve icralar ile ilgiliydi…

Aynen Antalya Elmalı ilçesi köylerindeki fahiş tarım faizleri ve ipotekler sebebiyle satılığa çıkarılan köyler gibi...

Özetle şöyle: Ege Bölgemizin bu münbit ovasındaki (Gediz Ovası) Saruhanlı’dan bir değil tam 16 bin çığlık, 16 bin feryat yükseliyor!.. Manisa Saruhanlı’da kayıtlı 17 bin ÇİFTÇİMİZ ve bunların tam 16 BİN İCRA DOSYASI var!.. Faizli krediler, borç batağı, icralar, iflaslar ve intiharlar!..

Peki, bu çiftçilerin “faizli/icralı/ipotekli kredi borcu” ne kadar?

Saruhanlı’daki çiftçilerin toplam borcu ise 350 milyon TL’yi buluyor!!!

***

Bu yazıyı yazmakta olduğum bugün (11.02.2011 Cuma), Millî Gazete’deki bir haber ile bir makale, bu konu ile irtibatlı olarak özellikle dikkatimi çekti.

Önceki yazılarımda ülkemizdeki sadece belli bölgelerde değil; Trakya ve Sakarya’dan Doğu Anadolu’ya kadar bütün bölgelerimizde tarım ve hayvancılığın çökmekte olduğunu hatırlattım.

Millî Gazete’deki söz konusu haberde de, Sakarya Saadet Partisi İl Başkanı İsmet Aksoy, Sakarya bölgesinde tarım üretiminin yok olmak, hayvancılığın da bitmek üzere olduğunu duyuruyor, sebep olarak da ‘yüksek faizli tarım kredilerini’ gösteriyor...

Millî Gazete yazarı Abdülkadir Özkan ise bugünkü yazısının başlığında, “Bütçeden tarıma 10, faize 84 milyar pay!” diyor, devam ediyor: “Ancak bütçede ayrılan diğer harcama kalemlerine bakıldığında ortaya üzüntü verici bir manzara çıkıyor. 2011 bütçe harcamaları 312 milyar lira olarak belirlenmiş durumda. Bu rakamdan çalışan personele 84 milyar lira ödenecekken faize de 84 milyar lira ayrılmış. Buna karşılık kamu yatırımları 21 milyar, çiftçinin üretiminin desteklenmesi için de 9.8 milyar lira öngörülüyor... / Vahşi kapitalizmin ülkemize yansıması olan uygulanan ekonomik politikaların ülkeyi getirip borç bataklığına sapladığını, 73 milyonun sadece devlete borç verenlerin faizleri için yırtınırcasına çalışmak zorunda kaldığını söylersek haksızlık mı etmiş olacağız?.. / Yaptıkları iş kılıfına uydurulmuş tefeciliktir. 2011 yılı bütçesindeki harcama kalemleri bunu gösteriyor... Milli Gazete görevini yapmaya devam ediyor…

- “2011 bütçesi de FAİZ ve RANTİYEye!” (16.12.2010) başlıklı yazımda, aynen Abdülkadir Özkan’ın yazdıklarını hatırlatmış, ülkemizin fahiş faizlerle nasıl sömürülmekte olduğunu yazmıştım...

Mezkûr o yazımdaki iki ara başlık şöyle:

- BÜTÇENİN ÇOĞU FAHİŞ FAİZLERE!

- HÂSILANIN YÜZDE 92’si RANTİYEYE!

***

- “Faizli zalim soygun düzeni” (07.04.2010) başlıklı yazımda, aslında dünyadaki faizli sömürü çarkının nasıl işlemekte olduğunu yazmıştım; ilgilenenler tekrar bakabilir:

Dünyanın, bütün insanlığın bir yılda ödediği “FAİZ” 80 trilyon dolar!!!

Vahşi vampir kan emici kapitalizm, “FAİZLER” sayesinde ülkemizi ve dünyayı böyle sömürüyor…  

 

 

***

 

 

 

 

Tarım ve hayvancılık nasıl batıyor?

Reşat Nuri EROL

13.02.2011

Türkiye kısa zamanda tarım ve hayvancılıkta kendine “yeten”, hatta bunları “ihraç” eden bir ülkeden, “tarım ve hayvancılıkta kendine yetmeyen”, bu ürünlerle birlikte pek çok gıdaları “ithal” eden bir ülkeye dönüştürüldü.

Bu süreç “Kemal Derviş Kanunları” ile iyice hızlandırıldı ve kanuni alt yapısı oluşturuldu.

Dokuzuncu yılına giren AK Parti iktidarı bu sömürgeci uygulamayı aynen devam ettiriyor…

Tesbit olarak meselenin özü ve özeti bu kadar!

Türkiye kısa zamanda bu hâle getirildi…

AK Parti iktidarı devam ediyor…

Onlara bakılırsa kendilerince “hizmete devam” diyorlar ama kime?!.

Tarım ve hayvancılığımızdaki çöküş ve batışın bazı detaylar aşağıda…

***

Tarım ve hayvancılık üreticilerinin sorunları hep ana gündemlerin dışında bırakılıyor. Hâlbuki sadece tarım ülkesi olduğumuz geçmiş dönemlerdeki gibi günümüzde de tarım kesimi çok önemli bir iş alanı, istihdamın yüzde 26’sını oluşturuyor.

Tarım ve hayvancılık sektöründeki üreticilerin meseleleri iktidarla birlikte her nedense gerek yandaş medyada gerekse çıkar paralelliği içindeki candaş medyada yer bulamıyor bir türlü.

Acaba neden?!.

Varsa yoksa borsa çıktı, döviz düştü, ihracat patladı, kalkınma yüzdesi ve milli gelirimiz şu kadar arttı vs teraneleri ile faizci kumarhane vahşi kapitalizminin kurnazlık, fırsatçılık, kap-kaççılık, al-satçılık, üçkağıtçılık yani “üçkağıt ekonomisi” aldatmacaları, balonları ve pembe haberleri!..

İthalattaki patlamaları, cari açıkları, bütçe dengesizliklerini, her türlü faizli kredi ve yine faizli kredi kartı borçlarının sebebiyet verdiği ipotek, iflas, icra, haciz ve intiharlarıyla dağılan aile ve iş yerlerini gören yok!!!

Hâlbuki yoksulluğun da, işsizliğin de, istihdamın da, yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmemizin de, tarımda yeniden kendi kendimize yetebilmenin de yolu tarım ve hayvancılık sektörünün sağlıklı ve istikrarlı gelişmesinden geçiyor...

Geçmesine geçiyor ama…

***

2002-2010 yılları arasındaki tabloyu ayrıca aşağıda vereceğim. Tabloda gübre, mazot, sulama vs tarım üretimindeki girdi rakamları var. Bu rakamlar Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) tarafından tespit edilmiş. TZD de, TÜİK ve bayi verileri ile DSİ’nin her yıl ürün bazında sulama ücret tarifelerinin resmi gazetede yayınlanan rakamlarını kullanılarak bu tabloyu hazırlamış. AKP iktidarı döneminde Buğday fiyatı %111 düzeyinde artarken, gübre, mazot, sulama gibi temel girdilerin maliyet artışı ortalama %200 civarında gerçekleşmiş!.. AKP iktidara geldiğinde 2002 yılında 1 kg buğday ile 1.09 kg Üre gübresi alınabilirken, bugün 1 kg buğday ile sadece 0.66 Üre gübresi alınabiliyor. 2002 yılında 45.58 kg buğday karşılığı ile 1 dekar alan sulanabilirken, 2009 yılında 70.18 kg buğday ile 1 dekar alan ancak sulanabiliyor.

Buğday fiyatlarında 2002–2010 yılları arasındaki artıştan, %50 daha fazla artan girdi maliyetleri, tarım ve hayvancılığımızdaki fakirleşmeyi, çöküntüyü ve batmayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Son olarak “FAİZ BATIRIR, KÖY SATTIRIR!” yazılarımda yazdığım üzere; faizci vahşi kapitalizm uygulamalarıyla iyice yoksullaşmış, çiftine-çubuğuna icra gelmiş, faizci bankalara tarlasını, arazisini, nerdeyse bütün köyünü ipotek etmiş tarım ve hayvancılık sektöründeki üreticilerimiz tamamen sahipsiz ve çaresiz bir durumda; bekliyor...

Ne/yi bekliyor?

Tarım ve hayvancılık sektörlerindeki üreticilerin meselelerini kim, ne zaman, nasıl dile getirip sahip çıkacak diye sabırla ve tevekkülle bekliyorlar...

Yani “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i getirip uygulayacak olanları bekliyor…

Ve’s-selâm…

 

 

2002

2010

Artış Oranı

Buğday (TL/kg)

0.26

0.55

%111

Üre (TL/kg)

0.176

0.66

%275

DAP (TL/kg)

0.354

1.00

%182

Kompoze 20/20 (TL/kg)

0.254

0.72

%183

Mazot (TL/lt)

1.25

3.15

%152

Sulama ücreti (TL/ dekar)

11.85

38.60

%226

 

 

***

 

 

 

 

Mısır(1): Doğu, Batı, Erbakan ve gelecek…

Reşat Nuri EROL

16.02.2011

Önce çok kısa bir özet yapalım.

İnsanlık, tarihi evreleri geçirerek bugünkü seviyeye ulaşmıştır.

Dinlerden (yani peygamberlerden ve din adamlarından) sonra insanları hanedanlar (firavunlar, sultanlar, imparatorlar, krallar vs) yönetmeye başladı.

Hanedanlardan sonra sermaye (küresel sömürü sermayesi ve onun diktatörleri) yönetiyor...

Bundan sonra sıra ilmin yönetmesine gelmiştir/gelmektedir...

Doğu yani Mısır’daki gelişmeler vesilesiyle ele alacağımız konunun bir yönü böyle. Bu özeti ve özü bir kenara not edelim. Çünkü meseleyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

Küresel tekel sermeye, bugünkü “kuvvet uygarlığı”nın özellikle sistem/düzen kurucusudur. Sermaye Doğu’dan, özellikle Müslümanlardan aldığı ilim ve birikimi Batı’ya götürmüş, “sanayi devrimi”ni gerçekleştirmiş ve sonunda bütün dünyayı kendi çiftliğine dönüştürmüştür.

Madem Mısır’daki son gelişmelerden ve halk hareketinden söz edeceğiz; Batı’daki Reform ve Rönesans döneminden sonra, 1789 Fransız İhtilâli’ni hatırlamadan olmaz!

Fransız Devrimi veya Fransız İhtilâli, Fransa’daki mutlak monarşinin devrilip yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi’nin reformlara gitmeye zorlanması, Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktası, milliyetçilik akımlarını başlatan devrim…

Şunları da kısaca hatırlamamak olmaz:

1979 İran İslâm İnkılâbı…

1917 Rus/Sovyet Devrimi veya Bolşevik İhtilali ile başlayıp 1989 Berlin Duvarı’nın yani komünizmin yıkılışı ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması…

Batı’daki sosyalizm, komünizm, kapitalizm ve şimdi de küreselleşme!..

Birkaç asırda oluşan ve şimdi çökmekte olan Batı’nın kısa ve öz tarihi bu kadar!

Sömürü sermayesi ne yapmış?

Önce derebeylerini bertaraf etmiş, sonra imparator ve kralların canına okumuş, sonra onların yerine Hitler ve Mussolini dahil diktatörleri üretmiş; şimdi de ne yapacağını bilememekte!..

Avrupa’da ve özellikle İngiltere sonrasında; ABD’de oluşturduğu mafya ve CIA organizasyonları ile Doğu ve Batı’daki dünya diktatörlerini desteklemiş...

Sonunda dünya uyanmış ve sömürü sermayesine karşı cephe almaya başlamış...

***

İLK KIVILCIMI ERBAKAN ÇAKMIŞTIR

Dünyada sömürü sermayesine karşı ilk cephe alan Necmeddin Erbakan’dır.

- İlk mumu Erbakan yakmış, ilk kıvılcımı o çakmıştır...

- Ondan sonra Gorbaçov sosyalizm baskısına son vermiştir...

- Avrupa yeniden Papa’nın etrafında toplanmaya başlamıştır...

- ABD’de Obama başkan seçilmiştir; sembolik ve siyasi değeri vardır...

Bütün bu değişimler ve gelişmeler dünya diktatörlerini desteksiz bırakmıştır.

Kur’an diyor ki: “İşte sana bildirdiğimiz bu haberler, helâk olmuş diyarların haberleri. Onların kiminin izleri hâlâ dururken, kimi biçilmiş ekin gibi yok olmuştur.” (Hud,100)

***

FİRAVUN MÜBAREK GİTTİ!

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

İşte, dün (1989) Batı dünyasının yarısı mesabesindeki Sovyetler Birliği bölgesinde sosyalizm/komünizm çöktükten sonra, şimdi yani bugün de Batı dünyasının geriye kalan diğer yarısı faizci vahşi kapitalizm de çatırdamakta, çökmekte, yıkılmaktadır...

Dikta rejimleri ve diktatörler yıkılıp gitmektedir...

Bu sefer Tunus ve Mısır’da ayaklananlar dışarıdan destekli değildir; dış desteği kesilen diktatörlere karşı halkın ayaklanmasıdır.

Artık dünya/insanlık bir daha diktatörlüklere zor dönecektir.

Bazı geri dönüş teşebbüs ve denemeleri olabilir ama sonu başarısız olacağı için kısa zamanda vazgeçilir.

Kur’an diyor ki:

“Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları boşa gitti. İşte o Firavun ve takımı yenilip küçük düştüler.” (Araf, 118, 119)

Evet, Firavun Mübarek gitti; benzer biri gelse bile o da gider!

Asıl sorun şudur:

Bundan sonra ne olacak?..

Musa ve Harun kim olacak, onların “düzen”i ne olacaktır?..

 

 

***

 

 

 

 

Mısır(2): Batı’nın sömürü çağı sönüyor…

Reşat Nuri EROL

17.02.2011

Batı çöküyor… Batı birkaç asır önce yükselmeye başladı, ancak her yükselişin bir de inişi ve çöküşü vardır.

Önce Büyük Britanya çöktü, sonra Sovyetler Birliği; şimdi de AB ve ABD çöküyor, Batı çöküyor…

Batı’nın sömürü çağı ve dünya egemenliği sona eriyor…

Doğu’da, düşünen akıllar gören gözler için yeni bir çağ başlıyor…

Bunun böyle olduğunu sadece biz değil, Mısır’ın bitişik komşusu İsrail’deki Ari Şavit bile apaçık görüyor ve diyor ki:

Batı’nın dünya egemenliği sona erdi, Batı’nın egemenlik çağı sönüyor…

İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz, Mısır’daki halk isyanın getirdiği ve getireceği sonuçları yorumlayan oldukça çarpıcı bir analiz yapmış.

Ari Şavit’in makalesinde, artık “Batı’nın gücünü kaybettiği” ilan edilmiş.

Şavit, ABD ve müttefiklerinin yani topyekün Batı’nın giderek eriyen gücünün ardından, yeni güç odaklarından birinin Türkiye olacağını da belirtmeyi ihmal etmemiş.

 

ORTADOĞU’DAKİ DÜZEN ÇATIRDIYOR

İsrailli birinin bunları görmesi ve devamındaki gözlemleri önemli: Gözlerimizin önünde iki büyük süreç yaşanıyor. Bir tanesi, Arap dünyasındaki özgürlük devrimidir. Tiranların Arap dünyasını kontrol ettikleri yarım asrın ardından, iktidarları giderek zayıflıyor. 40 yıldan beri istikrarı giderek bozulan Ortadoğu’da ortaya çıkan çürük, bugün istikrara dönüşüyor. Arap halkları, eskiden kabul ettikleri şeyleri artık kabul etmeyecek. Arap elitler daha fazla sessiz kalmayacak. On yıldan beri yer altında gelişmekte olan süreçler bir özgürlük intifadası olarak aniden ortaya çıkıyor. Modernleşme, küreselleşme, telekomünikasyon ve İslâmlaşma, durdurulamayan bir kitle hareketi oluşturdu...

Tunus’un “Bastille hapishanesi”nin düşmesinden sonra, Kahire’nin Bastille’i de çöküyor. Zamanla diğer Arap Bastille’leri de çökecek.

Mısır’da yaşanan olaylar, Filistin’de 1987’de yaşanan intifadaya benziyor.

Ancak hükümetin çatırdaması, 1989 yılında Sovyetlerin Doğu Avrupa’daki çöküşünü hatırlatıyor... Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ortadoğu’daki eski düzen çatırdıyor...

1950’lerde generallerin, sömürge güçlerine dayanan Arap monarşisini yıktıkları devrim gibi, 2011’de de meydanlarda yaşanan devrim, ABD’ye sırtını dayamış olan Arap tiranlarının sırtını yere getiriyor.

 

BATI DÜNYASI GERİLİYOR...

Tanık olduğumuz ikinci süreç, Batı dünyasının yaşadığı gerilemenin hızlanması.

Yaklaşık 60 yıl boyunca, Batı, dünya genelinde, mükemmel olmaktan uzak bir istikrar kurdu. Bu istikrar, refah ve maksimum barış içeren bir tür imparatorluğa dönüştü.

ABD’deki ekonomik kriz yaşandığı dönemde, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’nın yükselmesi, bu imparatorluğun zayıfladığının kanıtı oldu.

Yine de, Batı uluslararası alandaki egemenliğini bir şekilde sürdürmeyi başardı.

ABD dolarının yerine geçecek bir para birimi bulunamazken, Kuzey Atlantik’in yeni liderinin kim olacağı hâlâ belli değil.

Batı ülkelerinin Ortadoğu’yla baş edememesi, onların artık lider olmadığını gösteriyor.

Dünyanın süper güçleri, gözlerimizin önünde “palavra güçler”e dönüşüyor...

 

BATI KAYBETTİ, BATI ARTIK BİR GÜÇ DEĞİL

Batı’nın sergilediği duruş, insan haklarına gerçekten bağlılık gösteren bir ahlâki bir duruş değil. Batı’nın konumu, eski başkanlardan Jimmy Carter’ın dünya görüşünü hatırlatıyor: Güçlü tiranlar, ılımlı, zayıf olanları görmezden gelirken, cahillere yaltaklanıyor. Carter’ın Şah’a ihaneti başımıza Ayetullahları getirdi...

Batı’nın Mübarek’e ihaneti daha olumlu bir sonuç getirmeyecek...

Bu, Batı’nın Ortadoğu’daki tüm müttefiklerine ve gelişmekte olan dünyaya ihaneti...

Mesaj açık ve net: “Batı” kelimesi artık bir kelime bile değil; Batı’yla yapılan ittifak artık ittifak değil. Batı, artık kaybetti. Batı, artık dünyada öncü olan ve istikrar sağlayan bir güç değil.

Arap özgürlük devrimi, Ortadoğu’yu tamamen değiştirecek.

Batı dünyasının içinde olduğu gerilemenin hızlanması dünyayı değiştirecek.

Elde edilecek sonuç; Çin, Rusya ve Brezilya, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlere doğru bir yönelim başlayacak...

Ancak genel çıktı, Kuzey Atlantik’in politik egemenliğinin on yıllarda değil, birkaç yıl içinde yıkılması olacak...

Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda, Batı’nın egemenlik çağı sönüyor.

 

 

***

 

 

 

 

Mısır(3): Türkiye “model” olacak/mış!..  

Reşat Nuri EROL

18.02.2011

Ortadoğu’da, dünyanın ortasında önemli gelişmeler oluyor, bu arada ülkemiz Türkiye de bu gelişmelerin ortasına oturuveriyor!

Vardığımız genel sonuç ve olacak olan şöyleydi:

Topyekün Batı’nın ve Kuzey Atlantik’in politik egemenliğinin on yıllarda değil, birkaç yıl içinde yıkılması olacak; Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda, Batı’nın egemenlik çağı söndü, sönüyor...

Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlere doğru bir yönelim başlayacak...

Ortadoğu nüfusunu düşünelim; her dört Ortadoğuludan biri Türkiye’de, biri İran’da, biri Mısır’da, dördüncüsü de diğer İslâm ülkelerinde yaşıyor...

Mısır’ın ve diğer Ortadoğu İslâm ülkelerinin durumu malum!

Geriye Sünni Türkiye ve Şii İran kalıyor. İslâm ülkelerinin nüfusları Sünni ağırlıklı olduğuna göre; gözler ve gönüller Türkiye’de!..

Aradan nice yıllar geçti, az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik; insanlık olarak ülkemizde, Ortadoğu’da ve bütün dünyada nice haller yaşadık, günümüze geldik ve bir de baktık ki; Türkiye olarak “model” tartışmalarının içindeyiz, bir yaşımıza daha girdik. Artık komşularından, Batı’dan, dünyadan etkilenen değil, komşularını ve dünyayı etkileyen, hattâ model olan Türkiye konumundayız; ya da birileri bizi Ortadoğu ülkelerine model gösteriyor!

***

Sahi…

Biz zaten on yıllardan yani Habib Burgiba [d. 1903-ö.2000, Tunus Devleti’nin kurucu ilk devlet başkanı (1957-1987)] döneminden beri, halk ayaklanmasının başladığı Tunus’ta uygulanan baskıcı rejimin modeli değil miydik, Tunus’ta bizim katı Kemalizm modelimiz uygulanmıyor muydu!?.

Ama Tunus halkı ayaklandı ve o modeli yıktı!!!

O model yıkıldığına göre; İsmet İnönü’nün Şeflik ve tek parti modeline verelim desek, o modeli de bizzat Türk halkı 1950’de yıktı! 1960, 1971, 1980 darbeleriyle yıkılan modellerimizden birini versek; o modeller de iyi olsaydı, hâlen devam ediyor olurlardı. S. Demirel, B. Ecevit, T. Özal, T. Çiller, D. Bahçeli, M. Yılmaz vs modellerini geçiyorum…

Model olarak “muhafazakâr” olduğunu iddia eden ama üzerindeki “MİLLÎ GÖRÜŞ” gömleğini bile muhafaza edemeyen, “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” ceketini başından itibaren hiç giymeyen AKP model olacakmış!

Bu model önerisine derim ki;

Hadi canım sen/siz de!

Neden?

Nedenini bu köşenin dikkatli müdavimleri olan okuyucularım gayet iyi biliyor ama bilmeyenler için bir defa daha hatırlatayım.

Türkiye’nin onlarca sorunu (bize göre yüz sorunu) yanında, dört ana/temel sorununun olduğunu hep söylüyoruz, hep yazıyoruz, bıkıp usanmadan hatırlatıyoruz:

-İşsizlik, istihdamsızlık,

-Dış ve iç borçlar,

- Millî olmayan medya ve

-Adil olmayan yargı, anayasa ve yönetim modeli!..

Adında hem “adalet” hem “kalkınma” hem de “ak” kelimeleri bulunan bir parti sekiz yıldan beri iktidarda ama;

-Millî ve manevi değerlerimiz ile eğitim ve ahlâki durumumuz ortada…

-“Adalet ve anayasa” meselesi, yani yargı ve “genel yönetim modeli/sistemi/düzeni” yerlerde sürünüyor…

-“Kalkınma” konusu da, “işsizlik ve istihdam başta olmak üzere, durmadan artan fahiş faizli dış borçlara, cari açıklardan bütçe açıklarına ve ithalat patlamalarına” kadar apaçık ortada değil mi?!.

Sizce genel durum “ak”“kara” mı?..

Diğerlerini, diğer maddi ve manevi sorunları, yani topyekün “SOSYAL TUFAN”ı boş verin gitsin!

Soruyorum…

Yukarıda kısaca özetlediğim bu Türkiye mi “model” olacakmış…

Tekrar ediyor ve diyorum ki;

Hadi canım sen de, hadi canım siz de!..

***

Geriye ne kaldı?

Geriye kalanı unuttuğumu zannetmeyin.

Çünkü kendimi bildim bileli, hiçbir an ve hiçbir şekilde, hiç aklımdan ve gönlümden çıkmıyor ki; her gerçek Millî Görüşçünün de aklından ve gönlünden çıkmamalı!

Mısır’la ilgili ilk yazımda ne demiştim?

Dünyada sömürü sermayesine karşı ilk cephe alan Necmeddin Erbakan’dır. İlk mumu Erbakan yakmış, ilk kıvılcımı o çakmıştır.

Erbakan Hocamızın bize ve dünyaya önerdiği “MODEL” neydi?

“YENİ BİR DÜNYA” için “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”...

 

 

***

 

 

 

 

Mısır(4): Dünyadaki bütün “mesele” bu!

Reşat Nuri EROL

19.02.2011

Mısır başta olmak üzere, Tunus ve Libya’dan Yemen ve Bahreyn’e kadar bütün Ortadoğu ülkelerinde “ölümlü” -son bilgilere göre sadece Mısır’da 387 kişi öldü- halk hareketleri oluyorken, biz Türkiye’de kendimizi ‘bu ülkelere model olma tartışmaları’ içinde bulduk!

Hangi Türkiye, hangi model?!.

Dünkü yazımda bu tartışmalara ben de dalmış oldum.

Meselenin daha başka yönlerine açıklık getirmek üzere devam etmemiz gerekiyor…

İyi anlamak ve kavramak gerekiyor.

HAKK’ın yeryüzündeki halifesi olarak HALK, Ortadoğu ülkelerinde gücünü yeniden keşfediyor, her türlü haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı, “hak ve adalet arayışı hareketi”ni başlatmış oluyor...

Teşbihte hata olmaz; -Türkiye örnek alınacak veya örnek olarak gösterilecekse- aynen, kırk yıl önce Erbakan’ın önderliğinde başlayan ve hâlen devam eden “MİLLÎ GÖRÜŞ HAREKETİ” gibi…

Hareket “halk hareketi”, hareketi yapan halk da “Müslüman” olunca, İslâm ve İslâmcılık hareketi akla geliyor.

Müslümanlar İslâm’dan uzaklaşma veya gevşeklik göstermelerinin bedelini, bütün Ortadoğu’ya hükmeden Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve ardından gelen “sömürgecilik, despotizm/diktatörlük ve zulüm” ile ağır şekilde ödediler. Türkiye Müslümanları bu çöküş ve yıkılışın ardından İstiklâl Savaşı ve mücadelesi ile ilk öncülüklerini yaptılar; sonra, özellikle tek parti döneminde yaşadıkları zulümlerin ardından başlattıkları Millî Görüş Hareketi ile öncülüklerini sürdürmeye devam ediyorlar…

Mısır’la ilgili ilkyazımda ile bundan önceki son yazımda ne demiştim?

Dünyada sömürü sermayesine karşı ilk cephe alan Necmeddin Erbakan’dır. İlk mumu Erbakan yakmış, ilk kıvılcımı o çakmıştır.

Model olacaksak, Erbakan’ın bize ve dünyaya önerdiği “MODEL” neydi?

“YENİ BİR DÜNYA” için “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”...

İşte bu, yani ADİL (EKONOMİK) DÜZEN!

Erbakan’ın tesbit ve benzetmesiyle, Batı faizli zalim düzenini temsil eden timsahın iki çenesinden biri olan “komünizm” yıkılıp gitti, geriye sadece “kapitalizm” kaldı!

Mücadele “sömürücü ve kan emici vampir vahşi kapitalizm” ile “Müslüman halk ve dünyadaki diğer mazlum halklar” arasında.

Bütün mesele bu!

“Küresel sistemin post-İslâmcılık düşü” yazısında (17.02.2011), Akif Emre meselenin bu boyutunu çok güzel özetlemiş: “Daha genel bir perspektiften bakıldığında; Ortadoğu’daki siyasal dönüşümün neo-liberal politikalar çerçevesinde küresel kapitalizmin etkinlik alanıyla çakışmasıyla, Müslüman toplumların bu tür ekonomik ilişki biçimine entegre edilip edilememesi sorunuyla doğrudan ilintili olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kapitalizmin en büyük özelliği farklı kültür ve sistemleri eklemleyerek içselleştirme becerisini göstermesinde yatar. Avrupa merkezli bu sistem Kuzey Amerika’ya kaydıktan sonra artık yeni alanları bünyesine katma ihtiyacı hissettiğinde Soğuk Savaş bitirilmiş, Sovyet bloğuna dâhil devasa bir coğrafya sisteme dahil edilmişti. Yeni dönemde ulusdevlet-kapitalizm ilişkisi farklı bir boyuta evrilirken, aynı zamanda stratejik rekabetle birlikte stratejik kültür-toplumların da sisteme dâhil edilme zamanı geldiği anlaşılıyor. Stratejik kültür değerine sahip Müslüman coğrafya zihinsel olarak, hayat algısı ve insan tekine yüklediği anlam itibariyle kapitalist insan (ve toplum) tipiyle çatışıyor; bu anlayışa meydan okuyor. Hâlâ değer yargıları, medeniyet anlayışı bakımından sisteme tümüyle entegre edilemeyen, hatta “alternatif olma” (challange) iddiasını sürdüren “tek model” olarak kaldı.../ Burada sorun Müslüman toplumların neo-liberal politikalara karşı takınacakları tavırla yakından alakalı. Yani Müslüman hayat tarzının kapitalizmin temel değerleriyle ne kadar uyumlu olup olmadıkları meselesidir.../ Bu nedenle siyasal sistemin şeklî özellikleri, kültürel kodları ne olursa olsun, Müslüman coğrafyanın ve İslamcı hareketin dönüşerek küresel kapitalizme entegre olup olamayacağı ve bu sistemin motor gücü haline gelip gelemeyeceği meselesi tartışılmaktadır.

Sonuç:

“Kapitalizm”e karşı ‘tek alternatif model’ var; ADİL (EKONOMİK) DÜZEN!

İnsanlık karar verecek, “vahşi/zalim kapitalizm” mi, “ADİL DÜZEN” mi?

Dünyadaki bütün “mesele” bu/dur!

 

 

***

 

 

 

 

HELAL KAZANÇ

Reşat Nuri EROL

20.02.2011

Millî Gazete’nin ilan sayfasında birkaç gündür görüyorsunuz:

Helal Kazanç!

Ümraniye Anadolu Gençlik’te bu akşam vereceğim seminerin konusu “Helal Kazanç!”

Mısır meselesi ile ilgili yazacaklarım bitmedi, o konuya tekrar döneceğim.

Bugünkü seminer vesileyle yazdığım notların bir kısmını paylaşabiliriz.

Müsaitseniz, seminere beklerim…

***

İnsanlar birlikte çalışıp üretmek, ayrı ayrı tüketerek yaşamak durumundadırlar.

İlk topluluklarda herkes ayrı ayrı üretir ve ayrı ayrı tüketirdi.

Üretilen mallar satılırdı.

Asıl geçinme ve tüketim kişinin kendi ürettikleriyle olurdu.

Bugün ise insanların hemen hepsi bir iş yerinde çalışıyor, birlikte üretim yapıyor, sonra aldığı ücretle üretilen malları satın alıyor ve tüketiyor.

Bugün üretimin olması için çalışana bir “ücret” verilecektir.

Sonra üretilen mallara da bir “fiyat” konacaktır.

Bir adamın “kazancı” demek, evine getirdiği, evin ihtiyacını karşılayan, iş yerlerinden çalışarak elde ettiği “gelir” demektir.

Ben bunu kazandım demek, ben eve bunu getirdim demektir.

Bunu belirleyen de işyerinde aldığı “ücret” ile bakkal, market, çarşı, mağaza ve diğer her türlü alışveriş yerlerinden satın aldığı malların “fiyatı” demektir.

***

Şimdi...

Bir kimse bir gün çalışmış, 40 lira ücret almış; sonra markete gidip 2 kilo et almıştır. Bir başkası da çalışmış ve aynı işi yapmış ama 30 lira kazanmış; sonra markete gitmiş ve 18 liraya 1 kilo et alabilmiştir.

İşte, burada birinci şahıs ikincisinin hakkını yemiştir. Çünkü üretimdeki katkıları aynıdır ama aldıkları ücret ve dolayısıyla satın alabildikleri et miktarı farklıdır.

O halde…

Faizli düzende kimse ben helal kazanıyorum diyemez.

Çünkü…

Faizli düzende ücretler adil ve dengeli değildir.

Faizli düzende fiyatlar da adil ve dengeli değildir.

Ne var ki burada halkın bir kusuru yoktur.

Önce…

Gerçekte “benim hakkım budur” deyip o kadar “ücret” talep edemez.

Çünkü…

Ne kadarının kendi hakkı olduğunu takdir edemez.

Ondan sonra…

Et örneğimizdeki eti veya herhangi bir şeyi alırken de “fiyatı” kendisi tayin etmiyor.

***

Bu durumda İslâm’da helal kazancın mânâsı nedir?

Bundan bin sene önceki “helal kazanç” ile bugünkü “helal kazanç” anlayışı tamamen farklıdır, farklı şekilde düzenlenmesi gerekir.

Acaba bugün helal kazancı nasıl temin ederiz?

Çevremiz ve işimiz, sağımız ve solumuz, içimiz ve dışımız, her şeyimiz faizli sistem!

Cebimizdeki yirmi lira da faizli paradan oluşuyor; paraların hepsi haramın temsilcisi!

O halde, ben bir yerde para ile çalışıyorsam, helal kazanca sahip değilim demektir.

Birine bir şeyi para ile satıyorsam, elde ettiğim helal kazanç değildir demektir.

Hele bugünkü parayla borçlanma ise tamamen haram hâle gelmektedir.

O halde ne yapacağız?

Anlaşmaları “para” ile değil, herhangi bir “ürün” ile yapmamız gerekir. Satın alırken de “faizli para” ile değil, yine “belirlenmiş bir mal” ile satın almamız gerekmektedir.

Bugünkü sistemde helal kazanç mümkün olmadığına göre; bu durumda ne yapacağız, kazanmayı bırakacak, aç mı kalacağız?!.

Kur’an emirleri ve yasakları koyarken, zaruret hâllerinde bu yasaklar uyulanmayabilir diyor. O halde, önce şunu bileceğiz; bugün ben helal kazanacağım diyemiyorum, bu sistemde ve bu “faizli düzende” bunu yapmak mümkün değildir.

Yapacağımız iş; bugüne kadar olduğu gibi helal-haram demeyip çalışmaya, kazanmaya ve yaşamaya devam etmek... Ancak bunun da bazı sınırları vardır.

Gelecek yazıda o sınırlar ve çözümler üzerinde duracağım.

 

 

***

 

 

 

 

Haramlardan nasıl kurtulacağız?

Reşat Nuri EROL

21.02.2011

Ne diyorduk?..

Bugünkü faizli düzende kimse ben helal kazanıyorum diyemez...

Bu faizli zalim düzende helal kazanç mümkün olmadığına göre; bu durumda ne yapacağız, kazanmayı bırakacak, aç mı kalacağız?!.

Hayır!

Bugünkü yazımızda çözümler üzerinde duralım…

Haramlarla yaşamanın sınırı nedir?

O topluluk nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşayacağız. Eğer onlar kendilerine bir şeyi haram ediyorlarsa biz de haram edeceğiz, helal ediyorlarsa biz de helal edeceğiz. Öylece o düzende çalışmaya devam edeceğiz. Başka türlü yaparsak yalnız kendimize zarar vermeyiz, ailemiz ve en yakın çevremiz başta olmak üzere başkalarını da zarara sokarız.

Evet, yaptıklarımız helal değildir, haramlar içinde yaşıyoruz...

Ama yaptıklarımızdan dolayı sorumlu değiliz...

Allah bize izin vermiştir.

Allah bu gibi durumlarda bize mağfiret etmiştir.

Öyleyse, ‘efendim, bu helaldir bu haramdır’ demeyip yaşamaya devam edeceğiz...

Ancak, bunun cevabını aklımıza ve gönlümüze yatacak şekilde daha sağlam ve daha sağlıklı kavramamız için “zaruretin fıkıhtaki hükmünü” bilmemiz gerekir. Zaruret kadarının helal olması için mümkün olduğu kadar en az haram işlenmelidir.

Burada iki şeyi hatırlayalım:

-Fetvayı/içtihadı fetva verene veya müçtehide sor ama en sonunda aklına/gönlüne sor.

-Sakın unutmayalım: İsraf haramdır ve Allah israf edenleri sevmez…

Ayrıca; komşusu açken tok yatan “bizden” değildir!

Yani…

Ondan sonra da bu durumdan kurtulmak için çaba göstermemiz gerekir.

***

Bu durumda ancak şöyle hareket edersek helal kazançla yaşıyoruz demek olur.

Önce cari sistemde/düzende helal-haram demeden çalışıp kazanmalıyız...

Sonra harcarken israf etmeden asgari şartlar içinde yaşamalıyız...

Artan kısım ise helal kazanç sistemi/düzeninin getirilmesi için harcanacaktır.

Demek ki yapacağımız veya mutlaka yapmamız gereken şey çok sade ve açıktır.

Cari faizli sistemde/düzende var gücümüzle çalışacağız. Mevcut düzenin kurallarına uyulacak. Yani hırsızlık yapılmayacak, hile yapılmayacak, sahtekârlık vs yapılmayacaktır. Kazancımızı eksik etmeyeceğiz. Çünkü o zaman fakirleşiriz ve daha çok sömürülürüz. Ancak kazandıklarımızı harcarken çoook ama çok dikkatli olmamız gerekir. Haram yoldan kazandıklarımızın ancak zaruret kadarını kendimiz için kullanırız.

Gerisini “helal kazanç düzeni”nin yani “ADİL DÜZEN”in, “ADİL EKONOMİK DÜZEN”in gelmesi için harcarız…

Müslüman olmak kolay ama ya “mü’min” olmak; mü’min olmanın iki şartı neydi?

Önce malını, sonra canını Allah yolunda harcamak…

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi… Yani…

***

Acaba haramlardan nasıl kurtulacağız?

Bunun için iki görüş vardır:

1. Holding, şirket, parti, vakıf, dernek kuralım, iktidar olalım, muktedir olalım, helal kazanç temin edecek hâle gelelim... Müslümanların ve onlara yakın duranların görüşü budur.

2. Bizim yani ‘AKEVLER ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI’nın görüşü de buna benzer ama bundan biraz farklıdır. Önce bir kooperatif kurmalıyız, orada “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i “teori ve ilim” olarak öğrenmeli, sonra “pratik ve amel” olarak önce kendi aramızda, kendi ocak ve apartmanımızda uygulamalıyız. Daha sonra kendi sokak ve semtimizde, kendi mahallemizde veya köyümüzde, kendi bucağımızda, kendi ilçemizde, kendi ilimizde, kendi ülkemizde uygulamalı ve en sonunda bütün dünyaya “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i getirmeliyiz...

 

 

***

 

 

 

 

Helal kazanç için çare ve çözüm

Reşat Nuri EROL

22.02.2011

Helal kazanç meselesinin ana mihverinden ayrılmadan, bugünkü şartlarda yapabileceklerimiz ve yapmamız gerekenler üzerinde durmaya devam edelim.

Bugünkü “kapitalist faizli zalim düzen ve sistem”de helal kazanç temin etmek mümkün değildir. Faizli sistemde, sistem içinde o düzene uymak şartı ile en çok lazım olduğu kadarını temin etmek; sonra israfa, lükse, gösterişe, aşırı harcamalara vs benzer şeylere sapmadan, sadece zaruretler kadar ailemize ve çevremize harcamak gerekir. Geri kalanı “kapitalist faizli zalim düzen ve sisteme alternatif” olmak üzere çalışmalar yapan bir “kuruluş”ta (mesela bir “kooperatif”te) değerlendirmek gerekir.

Örnek olarak “kooperatif çalışması” yapıyorsak, o kooperatif “ilmî-amelî, teorik-pratik yönlerden helal kazancı temin edecek şartları” hazırlayacaktır.

İlk yapılacak iş, kooperatif üyelerinin/ortaklarının birbirleri ile yani kendi aralarında yaptıkları muameleleri helal kazanca göre yapmaları gerekir.

Şöyle ki; üye/ortak kardeşine faizli borç vermeyeceksin, faizsiz vereceksin...

Kardeşine ayıplı mal vermeyeceksin, hataları ve eksikleri gizleyerek mal satmayacaksın...

Tüm anlaşmalar fıkha uygun yapılacak...

Ona mal satarken veya ondan mal alırken; ona çalışırken veya o sana çalışırken karşılığı olmayan parayı kullanmayacaksın, değerlendirmeyi karşılığı olan bir “değer”le yapacaksın...

Bunu yapmak için kooperatifte ortak hesap açacaksınız. Ortaklar ellerindeki paraları oraya yatıracaklar ve bu biriken paraları birbirlerine faizsiz kullandıracaklar. Paranın değeri korunacak, para bir mala kote edilecek; altına, demire, buğdaya ve emeğe kote edilebilir.

Kendi aralarında sözleşmeleri yaparken fıkha uygun bir şekilde yapacaklar. Mesela, inşaat müteahhidine arsalarını verirken, herhangi geçerli bir mazeretten dolayı inşaatı zamanında yapamazsa ceza koymayacaklar, sadece mukaveleyi feshetme maddesi konacak.

Biz emeğe -sadece emeğe ve helal kazanca dayalı- üretimlerimizi birleştirip bir firma imiş gibi mallarımızı birlikte satmalıyız. Sonra ihtiyaçlarımızı ve her türlü ham maddelerimizi tek bir firma gibi almalıyız. Biz para ile satmamalıyız, para ile de almamalıyız. Bir senet çıkarıp o senetle satacağız ve o senetle alacağız. Böylece faizli paradan kurtulmuş oluruz.

Dikkat…

Biz bunları yaparken kimseye zarar vermiyoruz.

Sadece kendimizi haramlardan koruyoruz.

***

Günümüz şartlarda bir soru/sorun ortaya çıkıyor.

Bugünkü muamelelerde neyin helal neyin haram olduğunu bilmiyoruz.

Bunu nasıl tesbit edeceğiz?

Hocalarımız bin sene evvelki sorunları, yani tarım dönemi hukukunun/fıkhının çözümlerini çok iyi biliyorlar...

Biz bugünkü sanayi döneminin sorunlarını sorduğumuzda, halk tabiriyle kara kitapta kendince bulduklarını veya bulamadıklarını bazıları “haram” ediyor, bazıları “helal” ediyor.

Helal edenlerin fetvaları işimize yarıyor ama acaba gerçekten öyle midir?!.

Haram edenlerin fetvaları ise işimize yaramıyor; onlara uyacak olursak bu sefer de iş yapıp kazanamayacak, iş hayatını başkalarına bırakacak, kendimiz açlıktan öleceğiz!

Öyleyse çare ve çözüm nedir?

***

Yukarıda örnek olarak ele aldığımız “kuruluş” veya “kooperatif” ne yapacak?

1. Helal ve haramlar üzerinde teorik/ilmî çalışmalar yapanları destekleyecek.

2. İlim/teori çalışanları içtihat edecekler, biz de pratik olarak uygulayacağız...

3. Bunun için önce kooperatif kurmalıyız veya var olanları değerlendirmeliyiz.

4. Bu sayede ilmî-amelî, teorik-pratik araştırmalarla helal kazanç ortaya çıkar.

“Bismillah” deyip başlamak için daha ne bekliyorsunuz?..

“Helal kazanç” için “çare ve çözümler” üzerinde durmaya devam edeceğiz…

 

 

***

 

 

 

 

Helal kazanç için çare ve çözüm-2

Reşat Nuri EROL

23.02.2011

Helal kazançtan evvel, “helal harcama”nın da nasıl yapılacağını öğrenmeliyiz.

Evet, israf haramdır ama acaba harcama yaparken israf nedir, neler israftır?

Mesela, televizyon, araba, bilgisayar, cep telefonu vs israf mıdır?

Bunların tesbiti de kafamıza estiği gibi değil, yine fıkıhla yapılmalıdır.

Peki, bunun/bunların tesbitini kim ya da kimler yapacak?

Bunun tesbitini de ilgili kuruluşumuzun veya bizim önerdiğimiz kooperatif yapılanmamızın desteklediği fıkhı gerçekten bilen âlimler/bilginler yapacaktır.

Bunun için önce birlikte oturacağımız bir apartman, bir ocak yapmalıyız veya var olanları buna göre organize etmeliyiz, yeniden yapılandırmalıyız.

Ortalama veya asgari olarak on kadar “aile” oraya taşınmalıdır.

Orada, o binada, o mekânda beş vakit namazı birlikte kılıp her gün beş defa bir araya gelmemiz, helal ve haramları öğrenmemiz gerekir.

Namaz bunun için farz kılınmıştır; her gün bir araya gelmek ve ilmî-amelî, teorik-pratik çalışmalar yapmak...

İslâmiyet Mekke’de namazlarla başladı…

İslâmiyet Medine Devleti döneminde namazlarla devam etti...

Yani…

İslâmiyet Medeniyeti namazlarla başlayıp devam etti ve günümüze kadar ulaştı...

Beş vakit namazı Hz. Peygamber ve ashabı gibi her gün bir arada kılmadıkça, yani emrolunduğumuz üzere her gün toplanmadıkça; okuyup öğrenmedikçe ve orada öğrendiklerimizi uygulayıp yaşamadıkça; “helal kazanç” ve olması gereken diğer şeyleri elde edemeyiz. Beş vakit namazı birlikte kılarken, beşikteki çocuklar da katılacak, yaşlı dede ve nineler de toplantıya katılacak. Yediden yetmişe, yani beşikten mezara kadar ilim ve amel, teori ve pratik budur. İlim talep etmek kadın-erkek her müslime farzdır.

Nasıl ve nerede?

İşte, yukarıda öz olarak ve özetle anlattığım şekilde, yerde ve düzende.

***

 

MEKÂN-İMKÂN-İNSAN VE HİCRET!

Böyle bir “mekân”a sahip olmak için “imkân”ı olanlar sermayelerini birleştirip böyle bir apartman yapmalılar veya var olanları bu şekilde yeniden yapılandırmalılar…

Sonra o mekânı buna inanan “insan” unsuru ile değerlendirmeliler...

Oraya taşınanlar hiç çekinmeden kendi evlerini satıp oradaki daireyi satın almalılar…

Kirada olanların oraya taşınmaları zaten kolaydır, sadece yerlerini değiştirecekler.

İşte, çağımızda yapmamız ve gerçekleştirmemiz gereken “hicret” budur.

Bu evi/daireyi/apartmanı yapmak için helal para kazanın demiyoruz.

Ama kazandığınız paraları harcarken helal yere harcayın diyoruz.

İşte, asıl böyle bir aşirette/ocakta/apartmanda veya köy/kasabadaki mekânda helal hayat imkânı vardır.

Ama “helal kazanç” için ise daha büyük bir yere ihtiyacımız vardır.

Bunu gerçekleştirmek için beş dönümlük bir yer bulmalıyız.

Burada 13-15 katlı bir apartman yapmalıyız.

Her katta on daire yani on aile bulunacak.

En alttaki iki-üç kat “iş yerleri” olacak...

En üstteki çatı katı ise “sosyal hizmetlere” ayrılacak...

Burada, bu binada iki şey yapacağız; hem “yaşayacak” hem de “çalışacağız”...

Böylece artık helal kazanca ve helal harcamaya hep beraber geçmeye başlarız...

***

 

MÜSİAD, ASKON, TUSKON, TOKİ, KİPTAŞ, İTO ile benzerleri ve diğerleri…

Başta Konya holdingleri (mesela İttifak Holding) ile nice benzerleri ve diğerleri…

-Bunları yapmak için daha ne bekliyorsunuz; “mekan” ve “imkan”ınız mı yok?!.

Ey HALK/IM!

Onlar yapmıyorsa, gelin el ele verip “biz” yapalım;

“BİZ” YAPALIM...

İstiklâl şairimiz Mehmet Akif ERSOY diyor ki;

“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol,

Yol varsa budur! Bilmiyorum başka çıkar yol!”

Ve’s-selâm…

 

 

***

 

 

 

 

Helal-haram, emir-yasak, yönetim ve düzen

Reşat Nuri EROL

24.02.2011

İnsanda dört meleke vardır; his, fikir, irade ve ünsiyet.

Dört irfan müessesesi vardır; sanat, dil, teknik ve hukuk.

Dört ümran müessesesi vardır; din, ilim, ekonomi ve siyaset.

Bunların her birinin konuları ve usulleri/metotları farklıdır.

Din sevgiye, ilim tartışmaya, ekonomi yarışmaya, siyaset ise güce dayanır.

Din “neyin” yapılmasına karar verir, ilim “nasıl” yapılacağını ortaya koyar, ekonomi “kimin” yapacağını belirler, siyaset yani yönetim ise “bölüşmeyi” sağlar.

Kur’an’a göre “emirler ve yasaklar” vardır, “helaller ve haramlar” vardır.

Emirlerin hikmeti “maruf” olmasıdır, nehiylerin hikmeti “münker” olmasıdır.

Haramların illeti “tayyibat”tır, haramların illeti “habisat”tır.

Helal ve haramlar dinlerin konusudur.

Emir ve yasaklar ise siyasiler/yöneticilerin konusudur.

Emirlere uymayanlar cezalandırılır, yasaklara uymayanlar da cezalandırılır.

Helal ve haramların karşılığı ise dünyada değil âhirette görülür.

Haramları yapanlar cehenneme, helallerle yaşayanlar cennete giderler.

Cennet ve cehennem siyasilerin konusu değildir.

Siyaset helal ve haramlarla şu bakımdan ilgilenir.

Devlet haramları işleyenlere ceza vermez ama onları hukuken korumaz.

Konusu haram olan bir dava açılmaz, mahkemeler onları dinlemez.

Hazreti Musa “düzen”le görevliydi, “din” onun konusu değildi. O sebeple Tevrat cennet ve cehennemden bahsetmez, helal ve haramları da sadece devletin onları koruması ve korumaması bakımından ele alır.

 Hazreti İsa ise sadece helal ve haramlardan bahsedip emir ve yasakları teyit eder. Yani emirler farzdır, yasaklar haramdır ama dünyevi cezası ile meşgul olmaz.

Hazreti Muhammed’in bize ulaştırdığı Kur’an ise hem şeriatı hem de tarikatı bünyesinde bulundurur, Kur’an hem “düzen” kitabıdır hem de “din” kitabıdır.

Siyasiler ona “düzen” gözü ile bakarlar, tarikatlar (dini kuruluşlar) ise ona “ittika” gözü ile bakarlar.

İşte…

İslâm’da helal ve haram dediğimiz zaman esas olarak bu ana ayırımı yapmalıyız.

Tekrar edersek.

İslâm hem “din”dir hem de “düzen”dir.

1. İslâm dini (takva tarafı) yalnız Müslümanlara hitap eder, onlara ne yapacaklarını anlatır, bunları “helal” ve “haram” olarak ortaya koyar.

Bunların cezası dünyada değil ahirette verilir; yahut doğal olarak dünyada cezalandırılır, mesela sigara ve içki içen hasta olur. Helal ve haramlar mezheplere ve dinlere göre değişir. Bazı mezheplere göre haram olan diğer mezheplere göre helal olur. Herkes kendi içtihadına göre hareket edeceğinden ahirette de sorulmayacaktır. İnsan içtihat yapıp yamadığından sorumlu olacaktır, içtihadındaki hatasından sorumlu olmayacaktır. İçtihadına göre amel etmemiş olmasından sorumlu olacaktır. Bu alan tarikatların yani dini kuruluşların görev alanıdır.

2. İslâm düzeni ise yalnız Müslümanları değil, bizimle beraber yaşayan bütün insanları ilgilendirir; dinleri ve ırkları ne olursa olsun, isteyen insanlar düzenden eşit şekilde yararlanırlar.

Onlar Kur’an’ın dinine göre amel etmekle yükümlü değildirler, amel etmeleri caiz de değildir. Ancak burada herkes düzene uymak zorundadır. Düzende emir ve nehiyler/yasaklar söz konusudur. Bu alan siyasilerin görev alanıdır. Siyasiler siyaset yaparken kendi tarikatlarını ve inançlarını esas almazlar, şeriata/hukuka göre hükmederler.

3. İslâmiyet’te sistem/düzen bucaklarda tesis edilir.

3 bin ile 10 bin arasında nüfusu olan topluluklar bir kabile/bucak oluştururlar ve onlar kendi şeriatlarını/hukuklarını kendileri ortaya koyarlar. Şeriatın/hukukun dört ana kaynağı vardır; 1) akrabalık, 2) komşuluk, 3) emek, 4) sözleşme. Bunlar sayesinde “hukuk” oluşmaktadır.

4. Sözleşmeler de kademelidir.

1) Bir kimsenin “içtihadı” kişinin topluluğa teklifidir. Benimle ilişki kuranlarla içtihadıma göre ilişki kurarım demektir.

2) Sonra “sözleşme”dir. Sözleşme o iki kişi için hukuktur.

3) Bir topluluktaki “icmalar” toplu sözleşmelerdir. Bunlar da hukuktur.

4) Hakemlerin onayladığı “istişareli kararlar” da şeriattır, hukuktur.

“Helal kazanç”tan yola çıktık, buralara geldik; “ilim” ve “sistem/düzen” işte budur.

 

 

***

 

 

 

 

Daha ne bekliyorsunuz?!.

Reşat Nuri EROL

25.02.2011

Allah’ın rahmeti her şeyi içine almıştır, her şeyi kuşatmıştır, her şeyi kaplamıştır. Helal ve haramlar, emir ve yasaklar insanlar için rahmettir. Allah insanın yararına olan hiçbir şeyi haram etmemiştir, hiçbir şeyi yasaklamamıştır. Allah insanlar için yararsız olan hiçbir şeyi emretmemiştir. O’nun her şeyi rahmettir; azabı da rahmettir, acısı da rahmettir. Acı duyuyorsak bizi uyarmak içindir. Cehennem bile birçok yönüyle O’nun rahmetidir. Allah her şeyi insanların, meleklerin, cinlerin ve ruhların iyiliği için yapmaktadır. İşte bundan dolayı “helal veya haramlar” dediğimizde, aynı zamanda “Allah’ın rahmeti” demiş oluruz.

Madem ki Allah’ın rahmeti her şeyi kaplamıştır, her şeyi kuşatmıştır; bu rahmet mekânların yanında bütün zamanları kapsadığı gibi kıyamete kadar gelecek olan bütün zamanları ve mekânları da kapsamaktadır. Allah’ın rahmeti sayesinde helalleri ve haramları, emirleri ve yasakları insanlar her çağda anlayıp kavramakta ve hayatlarına uygulamaktadırlar.

Gerçekten, Kur’an nâzil olduktan bir asır sonra “müçtehitler” geldiler, “fıkıh ilmi”ni oluşturdular, “helaller ve haramlar” ortaya kondu, “emirler ve yasaklar” ortaya kondu, bu sayede geçmişte koca bir “Hakka dayalı medeniyet” inşa edildi, gelecekte de bu sayede “Hakka dayalı yeni bir medeniyet” inşa edilecektir.

“Tarım dönemi”nin ardından, bugün de zamanımızın yani “sanayi dönemi”nin, “bilgi çağı”nın helallerini ve haramlarını Allah’ın rahmeti sayesinde yine “fıkıh ilmi” bildiriyor. Çağımızın emirlerini ve yasaklarını biz şimdi Kur’an’dan öğreniyoruz; müçtehitlerin öğrettikleri fıkıh usulü, fıkıh metodolojisi ile öğreniyoruz.

“ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” işte budur.

***

Buradan, bu pencereden, bu bakış açısıyla meselelere bakıldığında, “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” Allah’ın bize ulaştırmış olduğu rahmetin adıdır.

Hatalar bizim, doğrular O’nundur.

Biz okumalarımız, araştırmalarımız, çalışmalarımız, denemelerimiz, uygulamalarımız ve en sonunda önerilerimizle ‘böyle yapalım, böyle yapılsın, böyle yapılırsa iyi olur, çağımızın sorunları ancak bu şekilde çözüme kavuşturulabilir’ dediğimiz zaman; bütün bunları sadece insanlara rahmet olsun diye söylüyoruz… Söylemeye ve Allah’ın rahmetini hatırlatmaya hep devam edeceğiz…

Demek ki neymiş?

ADİL DÜZEN… ADİL EKONOMİK DÜZEN…

Allah’ın zamanımıza, bize ve bütün beşeriyete sunduğu rahmetmiş.

***

Allah’ın bu rahmeti olmasaydı…

Çağımızda “SOSYAL TUFAN” seviyesinde zulümlere sebebiyet veren ve artık yıkılıp gitmiş olan “komünizm” veya “sosyalizm” (Sovyetler Birliği) ile hâlen yıkılmakta olan “faizci zalim kapitalizm” ile onun irili ufaklı bütün versiyonları olan nice “izm/lere” karşı nasıl ve nereden “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN önerisini” ve “III. Bin Yıl Medeniyet projesini” sunacaktık; nasıl ve nereden “alternatif” takdim edecektik?  

İşte…

Helal ve haramlar, emir ve yasaklar insanı “doğal ve sosyal” her türlü kötülüklerden koruyan “kale”dir.

Bunun böyle olduğuna inanmak, iman etmek, kabul etmek ve oraya girmek “ittika”dır; bütün bunların genel sonucu da “Allah’ın bize rahmeti”dir.

Helal ve haramlar başta olmak üzere, Allah’ın hükümlerini kabul etmeyen, helal ve haramlara uymayan, emir ve yasakları dinlemeyenler, “doğal veya sosyal tufanlar” içinde helâk olacaklardır.

Nitekim “komünizm ve kapitalizm” başta olmak üzere bütün “izm”ler, bütün “rejimler” ve onlara dayalı bütün “diktatörlükler” bir bir yıkılıyor…

İstisnasız herkese ve bütün beşeriyete sesleniyoruz:

Allah’ın rahmetine yani “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”e sığınmak için daha ne bekliyorsunuz; ne bekliyorsunuz?!.

 

 

***

 

 

 

 

Yeni ekonomi düzeni gerekli

Reşat Nuri EROL

26.02.2011

Anadolu Gençlik İstanbul Şubesi, Çalışan Gençlik Komisyonu, “Helal Kazanç Seminerleri” düzenledi; seminerler halen devam ediyor...

Geçen hafta sonu, Ümraniye Anadolu Gençlik Şubesi’nde “Helal Kazanç” deyip konuştum ve yedi yazı yazdım...

Meseleyi toparlayalım; bu yazı -şimdilik- sonuncu yazı olsun, bilahare devam ederiz…

***

İnsan topluca üretip ayrı ayrı tüketecek şekilde yaratılmıştır. İnsandan başka böyle özellikleri olan bir varlık yoktur. İnsan diğer canlılardan dört özelliği ile ayrılır.

1. İnsan hem topluluk içinde yaşar hem kişiliğini korur. Oysa diğer canlılar ya topluluk içinde yaşarlar kişilikleri kalmaz, ya da ayrı ayrı yaşar toplukları olmaz. Topluluk içinde yaşadığı halde kişiliğini muhafaza eden ve hür olan yalnız insandır. Bu da ancak kurallara uymakla sağlanır. Kuralların bozulduğu yerlerde yöneticilere uymakla “düzen” devam eder.

2. İnsanın diğer bir özelliği olarak, insanlar ortak çalışarak birlik oluştururlar, sonra bölüşerek ayrı ayrı tüketirler; insanların böyle bir “düzen”leri vardır. Bu da canlılar içinde yalnız insana mahsus bir özelliktir. Diğer canlılar ortak çalışırlarsa ortak tüketirler.

3. İnsanın başka bir özelliği de iç içe teşkilatlanmasıdır. Bu sayede tüm insanlar tek ümmet olmuşlardır. Başka canlılarda iç içe organizasyon yoktur. Bu “düzen” de ancak kurallara uyarak hareket etmekle gerçekleşir, yöneticileri dinlemekle sağlanır.

4. Nihayet insanlar “düzen” olarak birbirleri ile ya ayrılırlar ve ayrı yaşarlar veya savaşırlar. Oysa insan dışındaki diğer bütün canlılar ya savaşırlar yahut uyum içindedirler. Bu maddelerde işaret edilen hususlar; eğer kurallara uygun hareket edilmezse, yetkililerin kararlarına uyulmazsa, yapılan işlerde uyum olmaz, birinin yaptığı diğerine uymaz, hattâ diğerinin yaptığını da bozar ve ameller bâtıl olur; “düzen” sağlanamaz.

Avrupalılar planlı, programlı, projeli, kurallı, uyumlu ve düzenli işler yaptıkları için hâkimdirler, bizden zahiren kat kat ileridedirler. Müslümanlar ise medeniyet ve düzenlerinin yaşlanması sonunda, eski kurallar uygulanamadığı için kuralsız yaşamaya başlamışlardır.

“Düzen” kurmaya çalışanların en çok karşılaştıkları zorluk; kuralsız hareket etmeye, disiplinsiz hareket etmeye alışmış insanları kurallı ve disiplinli şekle getirmektir. Basit bir üretim uygulamasında da bu böyledir. İstişare ile kurallar konmalı, kurallar ittifakla oluşmalı ama sonra herkes o kurallara uymalı, yahut herkes kendi koyduğu kurala uymalıdır. Nitekim savaşlar da disiplin ve eğitimle kazanılır. Kurallı hareket ve uyumlu hareket edilirse zafere ulaşılır. Yani Allah’a itaat etme ve yetkiliye itaat etme prensibi. Herkes kendi kurallarına

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

başkalarının uymasını istemekte, başaramayınca da terk edip ayrılmaktadır. Kuralsız hareket ettiklerini gördüğünde çalışma arkadaşları terk etmektedir.

İlmî araştırma ve çalışmalarda ne kurallar vardır ne de itaat vardır. Herkes kendi araştırdığını, öğrendiğini ve bildiğini savunur. İlmî araştırma ve çalışmalarda kuralların içine gömülmek hatadır. Yeni delil yeni ilmî sonuca götürür.

Dinde ise kurallar vardır, itaat yoktur; insanlar içtihatlarına uyuyorsa itaat ederler. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. İtaat askerlikte ve iş/ekonomi hayatında vardır.

Askerlikte yöneticiler öndedir, sonra kurallara uyulur.

Ekonomide ise kurallar öndedir, yöneticilere kurallar çerçevesinde uyulur. Ekonomide kurallara itaat hâkimdir, askerlikte ise komutana itaat hâkimdir.

Tekrar başa dönelim ve soralım;

“Yeni Ekonomi Düzeni”ne neden ihtiyaç vardır?

Tarım döneminden sanayi dönemine geçilince kimse kendi ürettiğini tüketmiyor, başkasının işinde çalışıyor; bunun sonucunda “sömürü ve işsizlik sorunu” ortaya çıkıyor…

Kur’an işsizlik sorununu çözecek ve mucizesini gösterecektir.

İşsizlik sorunu içinde halkın Kur’an düzenine gelmesi beklenemez.

Cahiliye dönemindeki Mekke’de sahte mabutlar putlardı; her kabilenin putu vardı, kabileler bu putlara tapıyorlardı.

Dünün sahte tanrıları “putlar” idi, bugünün sahte tanrısı ise “karşılıksız faiz parası”dır.

Bugünün insanları paraları olursa her sorununu ve sosyal hastalığı tedavi edeceklerini sanırlar; oysa o “sahte para” tedavi etmez, sadece hastalığın ömrünü uzatır.

Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed gibi; çağımızın bu putunu ancak “alternatif sistem, ‘ADİL EKONOMİK DÜZEN’ kuruluşları” ile yıkabiliriz.

Ve’s-selam…

 

 

***

 

 

 

 

Birkaç kelime, kavram ve bir âyet

Reşat Nuri EROL

27.02.2011

İslâm…

İslâm düzeni…

İslâm “devlet düzeni” ve MÜSLÜMANLAR…

İslâm âlemi, mevcut “zalim düzenler” (“izm”ler) ve İNSANLIK…

*

Veya…

Tarih; İslâm tarihi…

Coğrafya; İslâm coğrafyası…

Osmanlı Devleti… Batı emperyalizmi…

Hak-bâtıl, doğu-batı, adalet-zulüm, demokrasi-diktatörlük…

*

Yahut…

BOP… GOP… GOKAP… Ve Başkan ile onun Eş Başkanlığı...

YOP (Yeni Ortadoğu Projesi)… Ve “Allah’ın BOP”u...

Tunus-Bin Ali... Mısır-Mübarek... Libya-Kaddafi...

Yıkılan komünizm, kapitalizm ve tüm uzantıları…

İslâm âleminde yıkılan Batı destekli diktatörler…

Mısır(1): Doğu, Batı, Erbakan ve gelecek…

Mısır(2): Batı’nın sömürü çağı sönüyor…

(Not: Son iki satır 16 ve 17 Şubat 2011 tarihli yazılarımın başlıklarıdır. Ondan sonraki iki yazımın başlıkları da şöyleydi: Mısır(3): Türkiye “model” olacakmış!.. Mısır(4): Dünyadaki bütün “mesele” bu! Dördüncü yazıyı şöyle bitirmişim; ‘Sonuç: “Kapitalizm”e karşı “tek alternatif model” var; Adil (Ekonomik) Düzen! İnsanlık karar verecek, “kapitalizm” mi, “Adil (Ekonomik) Düzen” mi; bütün “mesele” bu!’)

Yedi gündür hayırlı bir vesileyle ara vermiştim, kaldığım yerden devam ediyorum…

*

Ve…

Kur’an’dan bir âyet:

“Onlar mekr/tuzak/plan/proje yapar…

-Allah da mekr/tuzak/plan/proje yapar ve…

Allah mekr/tuzak/plan/proje yapanların hayırlısıdır.”

***

Harflerin ve sembollerin neler ifade ettiğini anlamakta zorlananlara minik bir hizmet ve kolaylık sunalım: BOP; Büyük Ortadoğu Projesi, GOP; Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, GOKAP; Genişletilmiş Ortadoğu Ve Kuzey Afrika Projesi… Şimdi de YOP/Yeni Ortadoğu Projesi!.. Ve ilk Proje Başkanı ABD Başkanı Bush ile onun Eş Başkanları!!!

Her şeyi benim açıklamamı beklemeyin, gerisini de siz araştırın; sadece eş başkanlardan birinin Türkiyeli olduğunu bilin (ve kim olduğunu tahmin edin) yeter!..

Türkiye’de 1 Mart (2003) Tezkeresi

Irak ve Afganistan işgal ve katliamları; İncirlik’ten kalkan katliam uçakları

Ve Tunus, Mısır, Libya başta olmak üzere diğer Arap ülkelerindeki son gelişmeler…

İlgilenmeye, anlamaya, kavramaya ve yazmaya devam…

***

Bugün meramımı kelimeler, kavramlar, semboller ve kısa ifadelerle anlatmaya çalışıyordum.

Aslında “arif” olanlara çok da “tarif” gerekmediğini bilen ve inananlardanım.

Unuttuğumu sanmayın; asıl söyleyeceklerimi, yazacaklarımı, hatırlatacaklarımı “hitamuhu misk olsun” diye sona sakladım, sona bıraktım:

Erbakan…

Millî Görüş…

ADİL (EKONOMİK) DÜZEN…

D-8, D-60, D-160 ve Yeni Bir Dünya…

Ve “Yeni Bir Dünya Düzeni”;

“ADİL DÜZEN MEDENİYETİ”…

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Milli Gazete 2011 Yazıları
1-2011 Ocak
1320 Okunma
2-2011 Şubat
1204 Okunma
3-2011 Mart
1224 Okunma
4-2011 Nisan
1295 Okunma
5-2011 Mayıs
1180 Okunma
6-2011 Haziran
1248 Okunma
7-2011 Temmuz
1139 Okunma
8-2011 Ağustos
1146 Okunma
9-2011 Eylül
1193 Okunma
10-2011 Ekim
1198 Okunma
11-2011 Kasım
1214 Okunma
12-2011 Aralık
1137 Okunma

© 2024 - Akevler