ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
Süleyman Karagülle
2014 1.Baskı
1230 Okunma
TAHKİM HİZMETİ

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XIII

TAHKİM HİZMETİ

فلا و ربك  لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم

ثم لا يجدوا في أنفسهم حرجا مما قضيت و يسلموا تسليما

(4/65) النساء

“Evet, rabbin için beyinlerinde şecer edenler seni tahkim edip sonra kaza ettiğinde nefislerinde bir harec bulmadan teslim olmazlarsa iman etmiş olmazlar.” (4/65) Nisa

“Evet, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni arabulucu yapıp içlerinde bir sıkıntı duymadan kestiğin (hükme) uymazlarsa inanmış olmazlar.” (4/65) Nisa

ف Fa: Bundan önceki âyete bu âyeti bağlamaktadır. Bundan önceki âyetlerde resullerin kendilerine itaat edilmesi ile ilgilidir. Resul kelimesi Kur’an’da bucak başkanı için yani Cuma imamı için kullanılmaktadır. Her bucağın bir hukuk düzeni vardır. Bir başkanı vardır. Halk bucaklarını kendileri seçerler. Her zaman bucaklarını değiştirebilirler. Ama bucaklarını seçmekle oranın başkanlarını da seçmiş olurlar. Artık bu başkana itaat etmek zorundalar. İslâmiyet’in kabul ettiği imanın şartı; içtihatla hareket etmek, sözleşmelere uymak, başkana itaat etmek ve hakem kararlarına uymaktır. İşte burada bu âyet bunun hükmünü koyuyor. “Fa” harfiyle buna işaret ediyor. Bucak başkanının kararlarına herkes uyacak, uymak istemiyorsa başkanını değiştirecek. “Fa” harfi hükümlerin genişletilmesi içindir. Burada hükmü bütün bucaklara genişletmesi için “Fa” ile atıf yapmıştır.

لاLa”nın iki anlamı vardır. Biri, hayır anlamındadır. Öyle değil, demektir. Diğeri ise, elbette öyledir, demektir. Bu harf “Beyn”den oluşmuştur. Beyn bir yarığı ifade eder. Ortadaki “Y” çukurdur. Baştaki “M” ve sondaki “L” ise kenarı gösterir. İçerden çıkış olarak oluşu, dışarıdan iniş ise yokluğu ifade eder. Onun için “Ma” ve “La”lar hem olumluluk hem de olumsuzluk ifade ederler. Burada yeminden önce geldiği için te’kit için kabul etmek daha uygundur. Mamafih, yok sizin düşündüğünüz gibi değil, başkanın kararına uymayanlar iman etmiş olmaz, deniyor.

و Va; yemin “vavı”dır. Burada Allah rabbine diyerek yemin ediyor. Rab, yetiştiren ve terbiye eden anlamındadır. İnsanlığın yetişebilmeleri ve eğitilebilmeleri için sosyal düzene ihtiyaç vardır. Sosyal düzen başkanlık ve hakemlik müesseseleri ile kurulur. Allah bizim dikkatimizi itaatin hikmetlerine çekiyor.

ربك Rab, rebvetten gelir. Tümsek demektir. Tümseğe benzeyen ağaçlıkların da adıdır. Zamanla gelişme anlamında kullanılmıştır. Büyütme, eğitme anlamlarına gelmektedir. Başkanların ehil olan kimselerden, olması ve adil davranması gerektiğine işaret etmektedir. Başkana itaat aslında kişinin kendisine itaattir. Çünkü o başkana itaat etmezse başkaları da itaat etmez, o zaman başıboş kalır ve herkes karışıklık içinde olur.

ك Burardaki “K” harfi başta peygambere gider gibi görünüyorsa da, bunun bizim için imkânsız olduğu âşikârdır. Aramızda çıkan nizalarda ölü kimseyi hakem yapamayız. O halde buradaki “K” harfi bucak başkanını ifade eder. Bucak başkanı deyişimizin sebebi Cuma imamı olması dolayısıyladır. Çünkü Kur’an temelde namazda okunur. Ya beş vakit namaz cemaatına veya Cuma cemaatına hitap etmiş olur. Onun için “Kur’anen arabiyyen” denmiş; “Kitaben arabiyyen” denmemiştir. Duyma esastır. Bu âyet aynı zamanda başkanların peygamberlerin yerine geçtiğini de anlatmış oluyor.

لا La, nefy içindir. Muzarinin üzerine gelmektedir . Geniş zamanı da ifade eder. İman, güven altına alma demektir. Mena, evlerin ortak avlusudur. Bir şeyi oraya koymak emanet etmek demektir. Kişiler birbirlerine dayanışarak kendilerini güven altına almış olurlar. Yani başkana itaat ile güven ortaya çıkar. Burada başkana itaati esas alıyor. Askeri düzende doğrudan itaattir. Savaş hallerinde veya askerlikte öyle yapılır. Bu âyette ise tahkim sistemi getirilmiştir.

حكم Hakem, atlara takılan gemdir. Onu yönlendiririsin. Hükmetmek demek yönlendirmek demektir. Başkanların savaşşındaki görevleri hakemlik yapmaktır. Başkan nezaret eder. Doğrudan doğruya işleri yürütmez. Gözlerini şûra üyelerinden ayırmaz bile. Kendisine gelen davalara bakar. İnsanların arasında çıkacak ihtilâflara başkan hemen karar verir ve uygulanır. Mağdur olan olursa hakemlere gider ve mağduriyet hakemlerce giderilir.

Burada “seni hakem yapmadıkça” demekle, başkanın baş hakem olduğunu ve tarafların rızası ile seçilmiş bulunduğunu ifade eder. Bu aynı zamanda bucak değiştirmenin de meşruluğunu gösterir. Başkanın sadece mü’minlere hakem olduğunu ifade eder. Hz. Peygamber sadece Medinelilerin hakemi idi. Bu durum aynı zamanda “yerinden yönetim”i içerir. Çünkü burada bizzat kişinin kendisinin tahkimi sözkonusudur. Merkezden gönderilen kimsenin tahkimi sözkonusu değildir. Bucak yönetiminin esas alınmasına bu sebeple de zaruret vardır. Buradaki “Ka” zamiri ile “bucak başkanı” anlaşılmazsa âyetin ifadeleri yerine oturmaz.

شجر Şacar, ağaç demektir. Dal, budak demektir. Şacara fiili sosyal olayların yayılma istidadında olduğunu ifade eder. Nasıl vücudun bir yerindeki yara bütün bedeni rahatsız ederse, bir yerdeki bir niza da tüm topluluğu rahatsız etmeye başlar. Sonu gelmez olur. Bu sebeple yarayı hemen yerinde tedavi etmek gerekir. Başkan olmadan düzenin olmayacağı ifade edilmektedir.

“Kendi nefislerinde bir haraç bulmayacaklardır. Başkanın verdiği karar doğrudur, gerekeli idi.” diyeceklerdir. Başkanın verdiği karar Allah’ın verdiği karardır. Çünkü onun öyle karar vermesine izin vermiştir. Çünkü beni o başkanın eline düşürmüştür. Allah böyle istemiştir. Böyle olmuştur. Bütün olaylarda baştan tedbir alınacak, sonra da kadere razı olunacak. Hayır ve şerrin Allah tarafından geldiğine inanılacaktır.

قضيت Kadayte: Önce tahkimden bahsettiği halde, sonra kazadan bahsetmektedir. Bu da hakemlerin azledilemeyeceğini ve verdikleri karaların kesin olduğunu ifade etmektedir. Bu âyet hakemlerin verdikleri kararları kaza etmenin yani icra etmenin yine başkanlara ait olduğunu bildirmektedir.

Sonunda teslim olunması gerektiğini ifade etmektedir. Yani cebri infazın yerini rızai infaz almaktadır. Başkanın kararlarına veya hakem kararlarına rıza göstermeyenlerin iman etmedikleri ortaya çıkar. İrtidat demektir. Bunun katledilebileceği hükmü çıkar. Yani hukuk artık onu korumaz. Şüphesiz o kişi artık o bucakta korunmaz. Bucağı terk edip gitmesine izin verilir.

Bu âyet bize başkanın hukuk düzeninde nasıl hareket ettiğini gösterir. Bundan önceki âyet ise askeri düzende nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatır. Kur’an’da başkanın barış zamanındaki hakemliği yanında, hakemler müessesesi de Kur’an’da yer alır. Başkan için söylenen bu sözler aynen hakemler için de söylenir. Çünkü hakemlik müessesesini Allah ve resulü olarak ifade etmektedir.

Bu âyette tahkim sözü iman için şart koşulmuştur. O halde mü’minler hakimlere değil hakemlere gitmek zorundadırlar. Gitmezlerse mü’min olmazlar. Bu âyetin başka mânâ taşıdığını kim söyleyebilir? Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı da buna cevaz vermektedir. Hiçbir mazeret kalmamıştır. Sadece kısasa Türkiye Cumhuriyeti kanunları müsade etmediği için o hususta tahkime gitmemelerinde mazurdurlar. Sovyetler gibi tahkime cevaz vermeyen ülkelerden hicret etmek gerekir.

 

 

 

 

 

 

 

ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XIII

TAHKİM HİZMETİ

İnsanlar diğer insanlarla birlikte yaşamaktadırlar. İnsan aile içinde doğar ve aile içinde ölür. Aile iki ayrı kişinin birleşmesinden oluşur. Kişilerin birbirleri ile alışverişi olmadan varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir. Kişiler arasındaki bu ilişkiler uzlaşmacı olabilir. Çatışmacı olabilir. Çatışmacı felsefeye göre insanlar çatışırlar. Galip gelenler mağlup olanların üzerinde hakimiyetlerini kurarlar. Çıkar ortaklığı sebebiyle birlikte yaşarlar. Korkan artık korkutana teslim olmuştur. Böylece düzen sağlanmıştır. Baştaki çatışma kuvvetliyi ortaya çıkarmak içindir. Kuvvet de iki çeşittir. Bedeni kuvvet veya mali kuvvet. Sonunda galip gelen taraf diğer tarafı her yanıyla hükümranlığı altına almıştır.

Bu sistemde bu çatışıp birbirini hakimiyeti altına alma işlemi, küçük topluluklarda doğrudan sağlandığı halde, büyük topluluklarda ise bu hakimiyet zor sağlanmaktadır. Büyümenin güçlü kıldığını bilen herkes, istese de istemese de bir güçlüye uymak zorundadır. Bununla beraber toplulukların birleşenlere karşı birleşme zorunluğu nedeniyle nihayet insanları devlet aşamasına götürmüştür. Buradaki birleşme korkuya dayanmıştır. Bir arada yaşayan insanlar arasında daima çatışma ve çekişme olmuştur. Birliği sağlamak isteyenler aynı zamanda kişiler arasında hakemlik yapmışlardır.

Anlaşmazlıklarda üçüncü kişilerin araya girip barıştırmaları ve uzlaştırmaları insanın tabiatında mevcut olan bir haslettir. Kişi çarpışan bir kimseye taraf olmakta ve onun yenilmesi veya yenmesine ayrıca sebep olmaktadır. Bu çatışmada taraf olmanın sebepleri arasında denge sağlama başlıca rol oynar. Bugün onu yenen yarın beni de yok eder. En iyisi saldırana karşı birleşelim ki sonunda birinin zulmü hâkim olmasın. Bu saldırılara karşı birleşme fikri dayanışma fikridir. Devlet aşamalarından önce bu fikir dengeyi korumuştur.

Kan gütme topluluklarda bir tür cezalandırmadır. Haklarını teslim edecek bir devlet olmayınca herkes kendi hakkını kendisi almak zorundadır. Bu da ancak karşı tarafı öldürmedir. Biri o topluluğa göre suç sayılan bir fiili işledi mi hasmı onu öldürmelidir. Öldürmezse topluluk ona cephe alır ve öldürmeyen kişiyi sosyal baskı ile cezalandırır. O toplulukta yaşayamaz hâle gelen o kişi söylenenlere dayanamaz ve topluluk kuralına göre sonuç öldürme ile biter.

İşte sosyal baskı dediğimiz bu kural o kadar keskindir ki herkes topluluğun töresine harfiyen uyar. Topluluk devletin olduğundan daha fazla kendi kuralları içinde yaşar. Bu kuralların bir mânâ taşıyıp taşımaması önemli değildir. Sonunda kabileler arasında bu kan davasına dönüşür. Topluluğun işin büyümesini önlemek istemesi sebebiyle herhangi biri anlaşmazlıkta araya girer ve kişileri uzlaştırır. İşte ilk hakemlik böyle doğmuştur.

Kavga eden iki kişiyi barıştırmak için hemen kişilerin yakınları bir araya gelir ve bir kişiyi bir taraftan diğer kişiyi diğer taraftan seçerler. Bunlar topluluğu uzlaştırmak için görevli olan kimselerdir. Konunun üzerine eğilir, bunları uzlaştırır ve barıştırırlar. Konuyu ikisinin rızası ile hallederler. Kavganın büyümesini taraflar da istemediği için bu uzlaşma tarafların da işine gelir.

İlk insanlar meyvecilik yaparken, sonra avcılık ve çobanlık dönemlerine geçerken bu hakemlik sistemi başkanlığın yanında yürürlükte olmuştur. Yani kavga eden iki kişi sevdikleri veya saydıkları kimsenin verdiği hükümlere uymak zorunda oldukları gibi, uzlaştırıcı iki kimsenin de kararlarına uyma durumunda olurdu. İnsanlık 50 veya 60 bin yıl böyle yaşadı.

Ancak on bin yıldır insanlık yerleşik düzene geçti ve devlet aşamasına girdi. Son olarak bütün dünyada devlet aşamasına geçiş ancak yirminci yüzyılın sonlarında mümkün olmuştur. Sanayinin gelişmesi ile devlet her tarafa varabilmiş ve hakimiyeti altına almıştır. Varamadığı yerlerde de oradakiler dışarıya çıkamamışlardır.

Halbuki eskiden devletin varamadığı yerlerde saklanan kimseler zaman zaman oradan çıkıp medeni yerleri yağmalıyor ve tekrar geriye dönüyorlardı. Bu sebeple yirminci yüzyıla kadar dünyada hâlâ devlet öncesi durum süregelmekte idi. Bugün de hâlâ dağ eşkıyalığı sürüp gelmektedir. Çünkü dağ eşkıyalığının yanında kalem eşkıyalığı gelişmiştir. İnsanlık henüz huzurlu bir düzen kuramamıştır. Merkezi sistem, hakimlik sistemi sorunları çözemiyor. Teorik olarak yargının durumu iyice belirlenmiş ise de, pratikte yüksek yargıçlar bile bunu takdirden acizdirler. Arapçada “hâkim” veya “kadı” kelimesinin yanında bir de “hakem” kelimesinin bulunması, Kur’an tarafından yepyeni bir müessesenin oluşmasını beraberinde getirmiştir.

 

KUR’AN’IN DEVLET ANLAYIŞI

İnsanlık bir insan gibidir. Doğmuştur, gelişmiştir, büyümüştür ve ancak onbinlerce yıl sonra erginlik yaşına gelmiştir. İnsanlar başlangıçta kabile reislerinin emrinde yaşıyorlardı. Kabile reisi hem hükümdardı, hem de peygamberdi. Yani yönetimi içgüdü ve ilhamla yapıyordu. Henüz muhakeme ile ilmi gelişmeye ulaşılamamış olması nedeniyle insanlar ancak Allah’tan aldıkları vahiy yoluyla yönetebiliyorlardı.

Daha ilk insan ibadete başlamış ve dinin uyandırıcı etkisi içinde binlerce yıl huzur içinde yaşamıştır. Savaşlar bile onlar için şehitlik mertebesini alıyor ve huzur içinde ölüyorlardı. İnsanın diğer hayvanlardan farklı olarak hafızası ve muhakemesi vardı. Sebep-sonuç ilişkileri ile geçmiş ve gelecekleri hakkında bilgi sahibi olmuşlardır. Yazıyı bulmakla da beşeri hafıza doğdu. Bugün bilgisayarlarla bu hafıza yani beyin hafızası ile eşleşmeye başladı.

Yerleşik düzene geçince Allah Nuh Peygamber’i gönderdi. Nuh Peygamber’in görevi tarım dönemine geçen insanlar arasına hukuk düzenini yerleştirmektir. Hukuk düzeni demek, kişilerin birbirine tâbi olması yerine hukuk kurallarına tâbi olması idi. Çıkan nizaların kurallara göre çözülmesi idi. Genellikle bu kurallar Allah tarafından peygamberlere bildiriliyor ve peygamberler de halka anlatıyordu.

Peygamberlerin yanında krallar ortaya çıktı ve onlar da kural koymaya başladılar. İşte ister peygamberlerin koydukları kurallar olsun, hükümdarların koyduğu kurallar olsun, sorunlar kurallar içinde çözülmeye başlanmıştır. Küçük topluluklarda kuralları uygulayan peygamber veya hükümdar oluyordu. Topluluk büyüyünce kurallar yerlerine valiler atamaya başladılar. Böylece sorunlar onlar tarafından çözülmüştür.

Mezopotamya’da, Mısır’da, İbranilerde, Yunanistan’da, Roma’da, Bizans’ta tarih boyunca hukuk kuralları gelişmiştir. Bu kuralları krallar veya onların vekilleri getirmiştir. Kur’an nâzil olduğu zaman Arabistan henüz devlet aşamasına gelmemişti. İlkel hakemlik müessesesi mevcuttu. Kur’an bu hususta çok açık hükümler koydu.

1)    Kur’an’a göre her topluluk kendi başkanlarını kendisi seçecek ve kendi kuralları ile yönetilecek.

2)    İsteyen İslâm dinine girecek ve o zaman başkan olarak Hz. Peygamber’i kabul edecek.

3)    Hz. Peygamber eyaletlere valiler göndermiş ve onlar da peygamber gibi yapmışlardır.

4)    Mü’min olmayanlar dâva getirirlerse onların davasına bakıp bakmamakta serbest olacaktır.

5)    Çıkacak ihtilaflar ayrıca tarafların seçeceği iki hakem tarafından çözülecektir.

6)    Hakemler üçlenebilecektir.

7)    Savaş sonunda bile sosyal gruplar arasındaki hükümler hakemler yoluyla çözülecektir.

Kur’an’ın getirmiş olduğu açık hükümlere rağmen uygulamada hemen sapmalar başlamıştır. Bu sapmalar iki sahada çok açık bir şekilde görülür. Bunlardan biri bugünkü kâğıt para ve senetlerle ilgili selem hükümleri anlaşılamamış ve bugüne kadar uygulanamamıştır. Diğeri de, yargı ile ilgili hükümler anlaşılamamış ve yine bugüne kadar kadılık sistemi gelmiştir.

Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in uygulamasında başkan ve valiler dışında resmi bir görevli olmadığı halde, Halife Ömer kadılar atayarak yargı ile yönetimi birbirinden ayırmıştır. Bu uygulama bugün yargı gücü diye ayrı bir güç oluşturmuştur. Oysa Kur’an’da kadı bucak başkanıdır. Kabile başkanıdır. Yargının çalışması şöyledir.

a)    Soruşturma adil şahitler tarafından yapılmaktadır. Olayları bunlar tesbit etmektedirler. Hasımsız davalarda bir, hukuk davalarında iki, ve cezalarda dört soruşturmacının şehadeti ile olay sabit olmaktadır.

b)    Hükümler ise tarafların seçtiği hakemler tarafından verilmektedir.

c)    Kazai icra ise kabile yani bucak başkanları tarafından yapılmaktadır.

d)    Kazai icralara karşı gelenler ise dayanışma ortaklıklarından oluşan askeri güçle tenkil edilmektedir.

Şahitlik, hakemlik, kaza, velayet kelimeleri ile ifade edilen bir yargı sistemi Kur’an’ın yargı sistemidir. Devletin esas görevi budur. Kur’an’ın bu hükümleri 1400 sene bozularak ve değiştirilerek uygulanmıştır. Bugün insanlık ıstırap içindedir. Çözüm, Kur’an’ın bu öğretisine kulak vermektir.

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE YARGI

Osmanlılardaki kadılık sistemi devam ederken, Türkiye’ye tercüme kanunlar gelmeye başlamıştır. Bu kanunları kadılar bilmediği, hakimler de fıkhı bilmedikleri için nizamiye mahkemeleri kurulmuştur. Çift yargı sisteminde de bilgisiz hakimler ve kadılar yer almıştır. Türkiye’yi yönetenler hep batıdan para almak ve onu aralarında bölüşmek üzere devamlı ihanet içinde olmuşlardır. Balkan Savaşı’ndan önce Avrupalılar Türkiye’ye bir kredi vaad etmişlerdir. Şart olarak Türk adliyesini düzeltmesini istemişlerdir. Bunun için bir hukukçu Türkiye’ye gelmiştir. Bunun aslı görevi Türk adliyesini bozmak, onun yanında Türk ordusunu İstanbul’dan uzaklaştırmaktır. Bugünkü hukuk sistemimiz o zamanki casus hukukçunun saçmalıklarından ibarettir. Türk hukukunu bozduktan sonra Türkiye’ye büyükçe bir kredi verirler.

O sırada Cezayir’de İtalyanlar saldırıya geçerler. Türkiye ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Casus hukukçu akıl verir. Avrupa bu kadar para yatırdı. Türkiye ile savaş yapmazlar. Siz askerinizi Afrika’ya gönderin! İşte bu hileye kanan imparatorluk yöneticileri askerlerini Afrika’ya gönderince batılılar 1911’de saldırıya geçmiş ve İstanbul’a kadar gelmişlerdi.

Batılıların tek silahı Türkiye’deki yargı sisteminin bozukluğu olmuştur. Mustafa Kemal bunların bu bahanelerini yok etmek için kanunları kelimesi kelimesine tercüme ettirdi. Kadılığı kaldırdı. Yalnız nizamiye mahkemelerini bıraktı. Siyasi bakımdan başarıya ulaştı. Batının bahane edeceği bir şey kalmamıştı. Ne var ki, Türkiye’de yargı düzelmemiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

a)     Türkçeye tercüme edilen kanunların geçmişi olmadığı için ne mânâya geldiğini ne halk ne de hukukçular bilmektedir. Fakültelerde okunanla hayat tamamen kopuk bulunmaktadır.

b)     Osmanlıcada hukuk dili çok gelişmiş olduğu için tıpta olduğu gibi Latince hukuk dili olarak alınamamıştır. Batıdan aktarılan hukuktaki mefhumlarla Türkçedeki mefhumlar çok farklıdır. Batıda evlilik eşlerin birbirlerine başkası ile ilişkide bulunmayacakları taahhüdüdür. Oysa Tükçede evlilik eşlerin birbirleriyle cinsi ilişki kuracaklarına ait bir sözleşmedir. Halkın anladığı başka kanunların söylediği başkadır.

c)     Batıda gelişmiş hukuk onların sorunlarını çözmekte, bizde gelişen hukuk olmadığı için adeta cahiliye dönemindeyiz.

d)     Bin sene önce tedvin edilmiş İslâm hukuku artık ne biliniyor ne de geçerlidir. Yüz sene evvel tedvin edilmiş batı hukuku ne biliniyor ne de geçerlidir.

e)     Bunun dışlında kötü muhakeme usûlü davaları onyıllara sığdırıyor.

f)      Kötü avukatlık sistemi adaleti çökertiyor.

g)     şvet mafyası hakimleri tehdit altında bulunduruyor.

h)     Halkın devlete güvensizliği yargıya da aksediyor.

Hâsılı, hukuk düzeninde sokakta yürüyen adam diyor ki, bana bir şey olmaz, çünkü beni koruyan devlet var, yargı var, diyor. Bu sokak adamı şunu diyor; ben suç işlesem kurtulamam, çünkü Türkiye’de devlet var, olaylara hâkim diyor. Maalesef, Türkiye’de sokakta yürüyen adam diyor ki; bana bir şey olsa bu devlet beni koruyamaz, bu yargı koruyamaz. Ben suç işlesem de nasılsa rüşvetle kurtulurum. İşte bugün bu durumdayız. Bu şartlar altında iktidarların değiştirilmesi mümkün değildir.

Oysa şunu söylemek isterim ki, Türkiye’de mevcut mevzuat kötü değildir. Kötü yorumlanıyor. Türkiye’de hakimler kötü değildir. Karşısına davalar ters geliyor. Bir de baskı içindedir. Rüşvet mafyasının baskısındadırlar. Her gün bozulmakta olan yargı henüz çökmemiştir. Halk olarak düzeltme gücüne sahibiz. Bunun tek ilacı, hakemlik müessesesini çalıştırmaktır. Herkes her sözleşme yaptığında sonunda ihtilaflar hakemler yoluyla halledilir, denmelidir. O zaman davanız sizin seçtiğiniz hakemler tarafından çözülür. 

Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı hakemliği aynen kabul etmiştir. Sadece sözleşme esnasında sözleşmede yer verme zorunluğunu getirmiştir. Hakem kararları yargıtaya temyiz edilmektedir. Yargıtayın onaması hâlinde hakem kararları mahkeme kararlarından hiçbir farkı olmadan geçerlidir. Görülüyor ki, Türkiye devletinde sorun cehalettir. Kötü niyettir. Hainliktir. Akit yapanlar karşı tarafı sıkıştırma araçlarını baştan hazır tutuyorlar. Karşı tarafa saldırma yollarını saklı tutuyorlar. Anlaşma yaparken hakem maddesini koymuyorlar. Dava açıldığında hakemlere râzı olmuyorlar. Sonra dava yıllarca sürüyor. Çeşitli etkiler giriyor. Deliller kayboluyor ve insanlar sefalet içinde yaşıyor. Yargının bu sürüncemede oluşu yalnız sosyal sorunlar meydana getirmiyor. Bu nizalar sayesinde nice işyerleri durmakta, sonunda iflas etmektedir. Bizim ortaklara tavsiyemiz, hakemsiz hiçbir anlaşma yapmamalarıdır.

 

HAKEMLİĞİN YARARLARI

Hakemliğin birçok yararı vardır. Biz burada bunlardan bir kısmını madde madde sıralayalım.

1)    Hakimler günde otuz davaya bakıyor. Olayları birbirine karıştırıyor. Değişik etkiler altında kalıyor. Adil karar veremiyor. Oysa hakemler sadece bir davaya baktıklarından incelemeyi sağlamca yapıyorlar ve sağlıklı karara varıyorlar.

2)    Mahkemeler on yıllarca sürüyor. Çoğu usulden karar bağlanıyor. Adli karar verilmiş olsa bile uzadığından zulüm oluyor. Oysa hakemler meseleleri en kısa zamanda karara bağlıyorlar. Haksızlık olsa bile haksızlık mevzii olarak kalır. Sadece yılların stresi bile o haksızlığı ortadan kaldıracak durumdadır.

3)    Hakimler bilinmiş ve tanınmış kimseler olmadığı için vereceği kararlardan daima kişiler kuşku ile bakar. Oysa hakemler taraflardan seçilmiş olduğu için tarafların mahkemeden şüphelenmesi sözkonusu değildir. Verdikleri karar onları ister istemez tatmin eder.

4)    Avukatların kazancı davalardan olduğu için içgüdüleri onları daima nizaya doğru sürükler. Tarafların mağduriyetinden ziyade kendi kazançlarını düşünürler. Oysa hakemler tarafların seçtikleri olduğu için ve geçimleri davalardan olmadığı için tarafsız hükmederler.

5)    Mahkemelerde yığılmış dosyalar vardır. Hakim olaya nüfuz edemediği, mevzuatı bilemediği, kararın kendisine neler getireceği hakkında bilgisi olmadığı için çareyi ertelemede bulmaktadır. Avukatlar da suyun kaynağını kurutmamak için davaları sürüp götürmektedirler. Oysa hakem sistemi geliştirilirse mahkemedeki olaylar azalacaktır. Avukatlar da hakemlikten kazanacakları için davalar kısa sürecektir. Böylece Türk adliyesinde düzelme sözkonusu olacaktır.

6)    Hakemlerin kolayca ve çabuk karar almaları sebebiyle olaylar hukuk yoluyla çözülecek ve halkın arasında barış doğacak. Mafya icrası duracaktır. İleride hakem kararlarını icra eden bir mafya oluşsa bile zararsız olacaktır. Bugün mafya kendisi kararlar vermektedir.

7)    Birçok işyerleri bugün sadece hukuki nizadan dolayı muattaldır. Çözüm beklemektedir. Bunlar ne yargıcın ne de avukatların sorunu olmamaktadır. Oysa bir işyerinin durması yalnız tarafları rahatsız etmez. O işyerinin satıcı müşterisini, alıcı müşterisini, çalışanlarını, devletin gelirini rahatsız eder. Hakemlik müessesesi bu sorunları çözecektir. İşyerleri çalışmaya devam edecek, haklar adilane bölüşülecektir.

8)    Hakemlik müessesesinin toplulukça benimsenmesi ile hukuk bilgisi yaygınlaşacak ve o zaman hukuk devleti yaşanır hâle gelmiş olacaktır. Hukuk devleti demek kişinin davranışlarının kendisine ne getireceğini önceden bilmesi ile mümkün olur. Kanunlarda yazılı olsa bile uygulayanlar onları bilmezse neresi hukuk devleti olacaktır?

Hakemlik sisteminin bu kadar yararlı olmasına rağmen, bir topluluk hakemlikten hakimliğe kaçıyorsa o toplulukta totaliter ruh var demektir. Yani halkın istediği adil davranarak hukuk düzeni içinde yaşamak değil de yöneticilerin gözüne girerek onların lütufları ile yaşamak istemektedir. İşte bu insanın topluluktan, düzenden, hukuktan, yani Allah’tan değil de insandan beklemesi, insanı tanrılaştırmasıdır. İşte bu zihniyet şirktir ve peygamberlerin savaşı bu zihniyetedir. Ne yazık ki bin yıldan beri İslâmiyet’i kabul eden ve hukuk düzeni içinde yaşamak için savaş veren Türk halkı hâlâ şirk ruhunu taşımaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında yer almış ve Türk yargısı halinde benimsenmiş olmasına rağmen biz hakemliği önerdiğimiz zaman öcüden bahsediyoruz gibi gelmektedir. Adeta sanki Türk hakimini kabul etmeyip hakemlere gitmek devlete isyanmış görmektedirler. Kendilerine ne kadar anlatsak inanasıları gelmemektedir. Çünkü Türkler asker bir millettir. Böyle halkın yöneticilerle eşitliği gibi şeyi havsalaları almıyor.

Türkiye’de adil düzeni onun için getiremiyoruz. Türkiye’de kimse kimseyi kendisine eşit kabul etmez. Emrederseniz, emirlerinizi dinler; emretmezseniz, o o zaman o size emretmeye kalkışır. “Ne ben ona ne de o bana emretme hakkına sahip değiliz.” sözünü bir türlü anlayamaz. Siz despotik ruha sahip değilseniz yandınız. Siz şirk koşmuyorsanız, şeyhlerini övmüyorsanız yine yandınız.

Bu özellik yalnız Türklere ait bir özellik değildir. Her insanda vardır. Türklerdeki anormallik, bunun dini bir vecibe olarak görülmesidir. Oysa bu şirktir. En büyük günahtır. Kimse kimsenin hakimi değildir. Herkesin hakimi Allah’tır. Her gün Fatiha Sûresi’nde; “Yalnız sana tapar ve yalnız senden yardım isteriz.” Deriz. Bunun başka mânâsı var mıdır? Hakemlik müessesesine inanmayan kimsenin bizimle bir ilişkisi yoktur. Hakemliği kabul etmeyen kimse ile hiçbir anlaşma yapmayacaksınız.

 

İSLÂM VE TÜRKİYE

Her düşünce ve anlayış tarihte mutlaka değiştirilmiştir. Bugün biliyoruz ki Hıristiyanlık Hazreti İsa’nın Hıristiyanlığı değildir. Bugün Türkiye’deki Atatürkçülük de Mustafa Kemal’in Kemalizmi değildir. 1950’den sonra tamamen değiştirilen Kemalizm Atatürk adına yapılmıştır. İslâmiyet de böyledir. Bu değişme;

a)    Dört halife zamanında başlamıştır. Hz. Ebu Bekir halefini seçtirmiştir. Hz. Ömer kadılığı icat etmiştir. Hz. Osman bürokrasiyi getirmiştir. Hz. Ali merkezi değiştirmiştir. Bununla beraber bu dört halife zamanında İslâmiyet kendi özelliğini esasta korumuştur.

b)    Emevi ve Abbasiler saltanatı getirmiş ve yönetimi İslâmiyet’in dışına çıkarmışlardır.

c)    Türkler içtihadı kaldırmış ve İslâmiyet’in esasını değiştirmişlerdir.

Demek ki bu değişme özelliğinde İslâmiyet de kendisini kurtaramamıştır. Ne var ki, İslâmiyet’in değişmeyen Kur’an’ı vardır. Lafzıyla ve anlamıyla dimdik ayaktadır. Değil bin sene milyon sene geçse isteyen istediği zaman ona dönebilir, tekrar İslâmiyet’i bulabilir. İlk değişen de yargılama sistemidir. Hakemliktir.

Bugün Türkiye İslâm devleti değildir. Bu Türkiye’nin lâik bir devlet olmasından değil de, Kur’an’ın istediği bir devlet olmamasından İslâm devleti değildir. Osmanlılar Cumhuriyetten daha çok İslâmi olmayan devlet idi. Bugün yeryüzünde Müslüman devletlerin içinde en ileri İslâm devleti Türkiye’dir. İslâmi devlete en yakın devlet belki de İsveç’tir. Belki de İsrail’dir.

Kur’an’ın bize öğrettiği esaslar vardır. Müslüman olmak için İslâm ülkesinde yaşamak gerekmez. İslâmiyet’i kendiniz bilecek ve yaşayacaksınız. Başkalarına anlatacaksınız, ama hiçbir zaman İslâmi olmayan düzende iktidara talip olmayacaksınız. Demokratik usulle İslâm düzenini getirmeye çalışacaksınız. Ama İslâm düzeni kabul edilmeden iktidar olmayacaksınız. İslâm düzenini de uzlaşma ve icma ile kabul edilmelidir. Adı İslâm olan değil de gerçekten İslâm olan düzenini kabul ettireceksiniz. Bu da gerçek demokratik düzendir.

Varsayınız ki eski Sovyet ülkesinde yaşıyorsunuz, size İslâmi yaşama imkanı verilmiyor. O zaman da oradan hicret edeceksiniz. Mevcut düzen ne kadar kötü ve zalim olsa siz o düzene karşı gelmeyecek ve isyan etmeyeceksiniz. Ya sabredip İslâmiyet’i anlatmaya devam edeceksiniz veya o ülkeyi terk edeceksiniz. İnanmayan insanlara zorla İslâmiyet’i uygulatma sözkonusu değildir. Bu hal iktidar olduğunuz zaman da böyledir.

İslâmiyet’te yerinden yönetim vardır. Özel hukuk zaten halkın kendi mezhebine göre oluşmuştur. Devlet ona karışmaz. Sadece icra safhasında müdahale eder. Kamu hukuku da bucaklara göre değişmektedir. Her bucağın kendi kamu hukuku vardır. İl veya devlet merkezleri taşradaki bucaklara karışmazlar. Yani kanton düzeni vardır. Onun için İsviçre en çok İslâmiyet’e yakın bir devlettir, diyoruz.

Türkiye’de de kanunlar batıdan tercüme edildiği için eğer halk doğru yorumlasa, uygulayıcılar doğru yorumlasa Türkiye de İsveç kadar İslâm devleti olur. Ama cehalet sebebiyle ne halk ne de uygulayıcılar kanunları okuyup anlama seviyesinde olmadığı için günümüzde bazı sıkıntılar vardır. Oysa Müslümanların bir görevi de muhalif olanlara tabi oldukları düzeni tanıtmaktır. Bazı örnekler verelim.

Belediye nikahı ile evlendiğiniz zaman erkek ikinci evlilik yapamaz. Ama belediye nikahı ile devlet değilseniz istediğiniz cinsi ilişkiyi kurabilirsiniz. O halde İslâmi evlilik yapmazsınız dört eşle yaşarsınız. Tüm hukuki ilişkiler Türkiye’de doğar. Nitekim batıda %60 hattat %80’i böyle İslâm nikahı ile yaşıyor. Kilise nikahını yapmıyor. Ama böyle bir uygulamayı Müslümanlar kabul etmiyor, hemen belediyeye koşuyor. Sonra da şikayetçi olunuyor. Tuhafı, dinsiz laik düşünürler evliliğe karşı olmaları gerekirken, resmi nikahlı olmayan kimseleri nikaha zorlamaktadırlar.

Hakemlik konusu da böyledir. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı hakemliği kabul etmiş iken Müslümanlar bundan yararlanarak bütün işleri hakemlikle yapmaları gerekirken kimse hakemlere gitmiyor. Sonra da devletin İslâm devleti olmadığından şikayet ediyor. Bazı aklı evvel yargıçlar vardır. MİT’ten biraz işaret alınca hakemlikte şeriat vardır diye onu kabul etmemek için kendilerini zorluyorlar ama, onlar emekli olduklarında hesaplarını âhirette vereceklerdir. “Niçin cari mevzuatı uygulamadınız?” diye onlardan hesap sorulacak. Ama Türkiye’de hakemlik devam ediyor.

 

HAKEM KARARLARINI UYGULAMA

163’üncü madde yürürlükte olsa ben bunları yazmamda hiçbir mahzur olmazdı. Ama beni kooperatifi şeriata göre yönetiyorsunuz diye Devlet Güvenlik Mahkemesine gittim. Oysa o zaman da Türkiye’de bunları yazmam söyleme ev uygulamam suç değildir. Çünkü Anayasamızın 24’üncü maddesi devletin temel düzeni diyordu, kooperatifin temel düzeni demiyordu, hatta kamunun temel düzeni demiyordu, idarenin temel düzeni demiyordu. Çünkü yerinden yönetimlerde dini yönetim kurmada mahzur görülmemiştir. Çünkü isteyen yerini değiştirir ve kendi istediği düzende yaşardı. Ama baştan beri söylediğim cehalet vardı. Vatandaş okur-yazar değildi. Hakimler de onlardan farksızdı. Kanunları yorumlama güçleri yoktu. İşte bu hakimler şeriata göre kooperatifi yönetiyor diye kendi kararlarını bozmaya kalkıştılar. Ne var ki, mumları yatsıya kadar sürdü ve söndü. 163’üncü madde kaldırıldı. Hakemlik zorlaması uluslararası baskı ile Türkiye’de yerleşti. Türklerde bir atasözü vardır: Güneş çuvala sığmaz.

Her Müslüman Türkiye’de her işini hakemlere hallettirmelidir. Yukarıda saydığım sebeplerle bu Türkiye’deki yargı karışıklığına son vereceği gibi, Müslüman da gönül rahatlığıyla Türkiye’de yaşama imkanını bulur. Hakem kararlarına iki şekilde baş vurulmaktadır. Sözleşmelerde hakem şartı koyarsınız. Sonra bu maddeden vazgeçemezsiniz. Hakemlerin isimlerini veya atama şeklini sözleşmede yazarsanız, ona uyulur. Atama şeklini yazmazsanız mahkemeye başvurursunuz karşı tarafın hakemini mahkeme atar.

Bunun dışında çıkacak ister hukuki ister cezai davalarda hakemlere gidebilirsiniz. Yani ikiniz Müslüman iseniz hakemlere gitme zorunluğunuz vardır. Hakemlerin kararlarına uyarsınız. Gerçi ceza davalarında veya evlilik gibi yarı kamu davalarında varılan kararlar geçersizdir. Mesela, hakem kararları ile boşanma mümkün değildir. Ama siz hakem kararlarını alırsınız. Artık taraflar mahkemeye gider, biz boşanıyoruz derler ve mahkeme de boşar. Ceza davalarında hakem kararı varsa suç itiraf edilir, hakem kararı beraatsa davadan vazgeçilir, savcı kamu davasına devam eder.

Böylece Müslümanlar Türkiye’de İslâm esaslarına göre yaşama imkanını bulur. Şunu da hemen belirtelim ki, bu hak yalnız Müslümanlara tanınmış bir hak değildir. Komünistliği isteyen kimseler de komün hayatı yaşayabilirler. Kendileri bir kooperatif kurup site kurabilirler. Orada yaşayanlar için kendi sistemlerini koyarlar. Uymayanları kooperatiften çıkarırlar. Orada uyanlar kalır. Yani kooperatiften ayrılmak serbestliğini tanımak ve çıkarma haklarını kullanmak şartı ile istedikleri düzenlerini kurabilirler. Saf komünist iseler evlilik olmayacak, mülkiyet olmayacak, din olmayacak ve yönetim olmayacak. Bu ütopik kent denemesini her zaman yapabilirler.

Siteleşme ve hakemlerle istenen düzeni oluşturma sistemi dinamizm içinde gereklidir. İnsanlık teknolojide büyük ilerleme kaydetmiştir. İnsanlık tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir. Artık onbin yıllık tarım hukuku insanların ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Yeni düzen gelmelidir. Ancak bu yeni düzenin ne olduğu bilinmiyor. Yarım asırdır yeniden yapılanma edebiyatı var, ama kendisi yok. Bu yeni düzeni kim getirecek, nasıl gelecek? Eskiden yeni düzeni peygamberler getiriyordu. Şimdi peygamber yok. Gelmeyecek. Yeni düzeni ilim getirecektir. İlim ise denemedir. Sosyal olaylarda deneme ancak uygulama ile olur. Değişik kentler kurulur. Buralarda kendi sözleşmeleri uygulanır, hakemlerle yargı yürütülür. Sitelerdeki başarı diğer sitelere örnek olur.

Hakemliğin bugün uygulanması zorunludur. Eskiden serbest sözleşme yoktu. Şimdi pek çok kanunların yanında sayısız sözleşmeler vardır. Hakimin bunları okuyup bilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla davalar çeyrek asrı aşıyor. Oysa hakemler zaten o işin içinde olan kimselerdir. Okuyup anlama kolaylığına sahip olurlar. Kararlar hem çabuk verilir hem de adil olur. Bizim bu hususta bir önerimiz vardır. Türk adliyesini basit bir madde düzeltebilir.

Bugün mukavelenin sonunda “İhtilaflar İzmir mahkemelerinde çözülecektir.” denirse, orada çözülür; “Hakemlerce çözülür.” denirse hakemlerce çözülür. Hiçbir şey denmezse, mahkemelerce çözülür. İşte bu son cümle değiştirilecek. Hiçbir şey denmezse, o zaman hakemlerce çözülür. Maddeyi yazalım.

“Sözleşmelerde dava mercii göstermemişlerse dava hakemler nezdinde açılır.” Buna bir madde daha ilave etmemiz gerekir. “Bilirkişiler ehliyetliler arasından taraflarca atanır.” İşte bu basit değişiklik Türk adliyesini dünyanın en gelişmiş adliyesi hâline getirir. Bununla beraber bizim işimiz şimdilik böyle bir maddenin getirilmesi için siyaset yapmak değildir. Bizim işimiz ortaklarımızın hakemlik müessesesini benimsemelerini talep etmektir. Bunun için çalışmaktır.

 

HAKEMLİK EHLİYETİ

Bütün genel hizmetler gibi hakemliğin de teminatlı olması gerekir. Bu bir hizmettir. Hatanın asgariye inmesi gerekir. Hakemlik için de teminatlı ehliyete ihtiyaç vardır. Gaye olayların önlenmesidir. Yani insanlar hasta olmamalıdır. Önleyici tedbirler alınmalıdır. Gaye halkın hukuki hatalar yapmamasıdır. Onun için baştan ne yapacaklarını bilmeleri gerekir. Teminatlı hukuki fetva verilecektir. Yani kişi “ben bunu yapacağım” deyip hukuki sonucunu soracaktır. Bu sonuca cevap verilmelidir. Kişi davrandığı zaman ne gibi bir sonuçla karşılaşacağını baştan bilmelidir. Esasen hukuk düzeninin mânâsı budur.

Hakem aynı zamanda hukuk danışmanıdır. Ama aldığı fetvanın teminatlı olması gerekir. Yani hukuka aykırı olması halinde sorumluluk fetva veren kuruluşa aittir. Bundan önceki hukuk düzeninde kişi kendisi mevzuatı bilir ve yorumlar, ona göre hukuki olarak davranırdı. Oysa şimdi böyle yapılması mümkün değildir. Sözleşmeler de serbest olunca mevzuat alabildiğine çoğalmıştır. Kişilerin bunları bilmesi imkansızdır. Bunun için hukuk ekolleri oluşacaktır. Diğer hizmetlerde olduğu gibi semtlerde temsilcileri bulunacaktır. Herkesin bir hukuk temsilcisi olacaktır. Herhangi bir hukuki sorunla karşılaşğında ona soracaktır. O da ilçedeki görevli hakeme sorulacaktır. Böylece her türlü davranış hukuka uygun olacaktır.

Şüphesiz ilçedeki hakem genel hukuka vâkıf hakemdir. Kendisinin pratik bilgileri vardır ama o da her sahada mütehassıs değildir. Önce hukuk dışı konularda ilçedeki diğer hizmet görevlileri ile istişare edecektir. Kendisi de onlara müşavir olacaktır. Takas yoluyla hukuki konularda bilgisini tamamlayacaktır. Hukukçu hemen bütün diğer hizmetlilerle birlikte danışarak çalışmak zorundadır. Bir muhasip hukukçusuz yapamaz, bir hukukçu da muhasipsiz yapamaz. Keza bir doktor da devamlı hukukçu ile çalışmak zorundadır. Bir hukukçu da doktorla birlikte çalışmak zorundadır. Canlılar damarlarla merkezden beslendikleri gibi hücre zarları yanlardan da alışveriş yaparlar.

İlçedeki hukuk görevlileri bölgedeki mütehassıslara danışırlar. Mesela, hukuk konulara ayrılır ve her konunun mütehassısı bulunur. Fıkıhçılar hukuk ilmini önce usul sonra da füru diye ikiye ayırırlar. Usul da iki kısma ayrılır. Hukuk kurallarının ve hükümlerinin dillerle ifadesi kısmı. Burada bir hükmü nasıl ifade edeceksin veya ifade edilmiş bir metni nasıl yorumlayacaksın? Bu konu daha çok dili ilgilendiren konudur. Yazı, davranış, dil ve kıyas ilimleri esas alınır. Böylece dört ihtisas doğabilir. Usulün diğer bölümünde ise kişinin hastalık ve uyku gibi arazları ele alınır, buna göre hükümlerin değişmesi üzerinde durur. Diğeri davranışları sınıflandırır. Tesbit bu kısımla meşgul olur. Hükümleri sınıflandırır. Nihayet mevzuatı sınıflandırır. Dört ihtisas da burada doğar. Bunun dışında muamele, münakeha, ceza ve hizmetler ile ilgili hükümler ele alınır. Usulleri farklı olan bu konular ayrı ihtisas konusu olur.

İşte bölgede mütehassıslar  bulunur. Her konuda ona yakın mütehassıs bulunur. İlçedeki görevli bunlardan birini kendisine danışman seçer. On kadar danışmanı olur. Takıldığı hususlarda onlara danışır. Ayrıca kıta merkezlerinde de bu ihtisas konularının otoriteleri bulunur. Onlar hizmetten çok araştırma ve içtihat yaparlar. Bölgedeki mütehassıslar bilinenleri bilirler. Yeni konular ise içtihat konusudur. Ancak ilmi otoritelere ulaşş kimseler yorum yapabilirler. İşte istişare hizmetleri böyledir. Teminatlıdır. Hata yapılırsa dayanışma ortaklıkları bunları tazmin ederler. Kişi tam hukuk düzeni içinde yaşar. Davranışta bulunduğu zaman ne ile karşılaşacağını baştan bilir. İşte bizim böyle hukuk istişare ekollerini oluşturmamız gerekir. Kooperatifler çoğalırlarsa bu danışma müesseseleri de o derece çoğalır. Bunun için devlet olmaya gerek yoktur. Hukuk danışmanlığı serbesttir.

Diğer taraftan nizaların çoğu bilgisizlikten doğar, herkes kendisini haklı zannettiği için niza olur. İki tarafın semtteki temsilcileri ilçe temsilcilerine sorar ve aynı sonucu alırlarsa niza bitmiş olur. Davaya gerek kalmaz. Osmanlılardaki müftüler bunu yapıyorlardı. Sadece danışıyor ve aldıkları fetvalara uyuyorlardı. Uymayan kadıya gidiyor ve dava açıyordu. Şayet ilçedeki hukuk görevlilerinden farklı fetva çıkarsa o zaman dava sözkonusu oluyordu. O zaman bir başhakem seçiliyor ve dava açılıyor olacaktır. Dava bucaklarda görülecektir. Duruşma bucaklarda olacaktır. İlçedeki hakemler oraya gelecek, semtteki davalı ve davacılar oraya geleceklerdir. Dava haftalık toplantı günü görülecektir. Gerekirse bölgedeki mütehassıs hakem oraya gelecektir. Kıta merkezindeki otorite hakemler de oraya geleceklerdir. Hepsi görevli hakemin danışmanı olacaktır. Kararı ilçedeki hakem verecektir. Duruşma bucak başkanının riyasetinde olacaktır. Karar bucak başkanı tarafından yerine getirilecektir.

 

HAKEMLİK GELİRLERİ

Her işletmenin bir hukuk danışmanı olacaktır. Küçük işletmelerde bu hakem temsilcisidir. Orta işletmelerde görevli hakemdir. Büyük işletmelerde danışman hakemdir. Üst işletmelerde araştırmacı hakemdir. Orta işletmelerde ayrıca hakem temsilcileri de vardır. Büyük işletmelerde görevli hakemler vardır. Üst işletmelerde de danışman hakemler vardır. Yani bir taraftan her yerde bir hakem temsilcisi bulunuyor, arkasında hakemlik teşkilatı yer alıyor.

Üretim yapan işletmeciler sanayi ve inşaat işletmelerinde beşte bir, tarımda onda bir genel hizmet payını verirler. Bu pay yirmibeş genel hizmete bölünür. Başlangıçta eşit olarak bölünür ve her hizmet kendi payını almış olur. Hakemlik gelirleri buradan oluşur. Yani genel üretimin sanayi ve inşaatta 125’te bir, tarımda 250’de bir hakemlik genel hizmet karşılığıdır.

Elde edilen hukuk danışmanlık payının yarısı ortak fonda toplanır. Küçük işletmelerin hukuk danışmanlık payları bucak merkezinde, orta işletmelerin il merkezinde, büyük işletmelerin devlet merkezinde, orta işletmelerinki insanlık merkezinde toplanır. Bundan sonra bunlar kişilerin hukuk danışmanlarına bölüştürülür. Herkesin bir hukuk danışmanı görevlisi vardır. Onlara verilir. Bu bölüşmede ilçedeki görevli hakemler ortak fonlarını bölüşürler. Bu fonda toplanan meblağın yarısı halka hukuk danışmanlığı karşılığı bölüştürülür. Diğer yarısı ise hakemlik hizmeti karşılığı verilir.

Hukuk danışmanlığı faslı tamamen kişi başına eşit olarak bölüştürülür. Bu hak döllenen çocuklardan başlar, miras taksimine kadar sürer. Hakemlik fonunda toplanan meblağın bölüşülmesi dayanışma ortaklıklarına verilir. Dava açma hakkı siyasi dayanışma ortaklıklarına aittir. Kişi bir dava açacaksa kendi siyasi dayanışma ortaklık sorumlusuna başvurur. Bu hakemler kişilerin kendi hakemleri olmayacaklardır. Tarafların hakemleri dışında hakemler olacaktır. Baş hakem de bunlardan seçilecektir. Bu hakemlerin ücretleri siyasi dayanışma ortaklarınca ödenecektir.

Siyasi dayanışma ortaklarında bulunan hakemlik fonunda artan olursa, hakemlik yaptıkları kimselere fazlaca vereceklerdir. Yani hakemlik giderleri sınırlı olup hakemlere ancak o bölüştürecektir. Sadece hakemler arasında çalışmalarına göre bölüştürülecektir. Bir ilçede yirmiye yakın hakem olmalıdır. İkisi tarafların hukuk danışmanı olduğu için hakem olmayacaktır. Seçilecek kimselerin sayısı on kişiden az olmaması için en az 15 kişi olmalıdır.

Gelirler ilçedeki görevliye gelecektir. Görevli bu gelirlerin beşte birini semtlerdeki temsilcilere bölüştürecektir. Beşte birini de bölgedeki danışmanlara bölüştürecektir. Danışmanlar da beşte birlerini kıta merkezindeki danışmanlara bölüştüreceklerdir Büyük teşebbüste elde edilen hukuk danışmanlık payının yarısı orada hizmet edenler arasında çalışma saatleri nisbetinde bölüştürülecektir. Çalışma saatleri resmi ücretle değerlendirilecektir. Sadece sorumlu yılda iki bin saat çalışş kabul edilecektir. Kadrosunu oluşturma tamamen sorumluya ait olacaktır.

İşletmelerde esas sorumlu emek temsilcisidir. Bunlar tesis sahibi ile anlaşır ve tesisleri kiralarlar. Bunlar genel hizmet sorumlusu ile anlaşır ve ortak ederler. Genel hizmet sorumlusu tüm kadroyu belirlemiştir. Çalışma statüsünü koymuştur. Hukuk danışmanları fetvalarını olay olmadan önce verirler. Hakemler ise olaydan sonra hükme bağlarlar. Hakemler hukuk danışmanlarından seçilirler. Ancak hukuk danışmanlığından tamamen ayrı bir hizmettir.

Hakemler bir defa seçildikten sonra artık değiştirilemezler. Onların verdiği karar kesindir. Bu karar idam cezasını da içermektedir. Asıl devlet burada kendisini göstermektedir. Hukukun üstünlüğü burada görülmektedir. Burada adil düzenin getirdiği yenilik hakemlerin taraflarca ehliyetliler arasından seçilmesidir. Baş hakemi de hakemlerin seçmesidir. Artık bu kurul o konuda mutlak hükümdardır. Verdiği karar kesindir, infaz edilir. Kesin olarak yanlış karar verildiği sabit olursa dayanışma ortaklığı tazmin eder.  İdam kararı da olsa temyizi yoktur. Ancak değişik şekilleri ile tazminata dönüşür. Kısasın infazı için afv olup olmadığı, diyete dönüşüp dönüşmediği hususunda bucak başkanlarının bekleme hakkı vardır. Bucağı terk edene kısas uygulanmaz, diyete dönüşür. Hakem kararları kesindir. İnfazda değişiklik olabilir. Bu hususta yetkili de bucak başkanlarıdır.

 

DAVALARIN SEYRİ

Herhangi bir konuda ihtilafa düşen taraflar sorularını hakem temsilcilerine sorarlar, hakem temsilcileri biliyorlarsa hemen cevaplarını verir ve ilçedeki hakemlerine bildirirler. Eğer iki tarafın hakem temsilcileri sonuca varmışlarsa sorun biter, taraflar sorunu dava konusu yapmazlar. Tarafların hakemleri farklı görüş beyan etmişlerse konu dava konusu haline gelir. İlçedeki hakemler böylece temsilcilerden gelen soruları inceler, doğru bulurlarsa sükut ederler, yanlış bulurlarsa yanlışğını bildirirler.

Konu soruşturma konusu ise; yani biri olayı başka diğeri olayı başka türlü anlatıyorlarsa, taraflar kendi soruşturmacılarına giderler. Tarafların temsilci soruşturmacıları vardıkları sonuçları dosyalayarak ilçe merkezindeki soruşturmacıya bildirirler. Taraflar rıza gösterirlerse hakemlere gidilir. Taraflar olay üzerinde anlaşamazlarsa sorun soruşturma sorunu haline gelir.

Soruşturma konusu için davacı olan kimse dini temsilciye başvurur. Dini temsilcisi bucaktaki dini dayanışma sorumlusuna başvurur. Soruşturma yapılmasını ister. Dini dayanışma sorumlusu ilçedeki soruşturmacılardan hukuk davalarından iki, ceza davalarından dört soruşturmacıya görev verir. Onlar ayrı ayrı soruşturma yaparlar ve aynı sonuca varmışlarsa o zaman siyasi dayanışma sorumlusuna başvururlar ve davacı hakemi atanır. Davalı tarafı da bir hakem atar. İki hakem üçüncü hakemi seçer. Tanıkların şehadeti ile karara bağlanır. Duruşma bucakta olur.

Olayda ihtilaf yoksa, olay sabitse, sadece hakemler hükümde ihtilaf ediyorlarsa, o zaman tanık dinlenmeye gerek kalmaksızın yine hakemler bucaktaki duruşmada kararlarını verirler. Hakemlerin ihtilafı halinde bucak siyasi dayanışma sorumluları soruşturmacılara gitme durumundadırlar. Hakemlerin ihtilafı halinde duruşmalara gitme zorundadırlar.

Demek ki, herhangi bir konuda olay ihtilafı yoksa danışman hakemlere gidilir, olayda ihtilaf varsa danışman soruşturmacılara gidilir. Danışman soruşturmacılar ittifak ederlerse danışman hakemlere gidilir. Danışman hakemler ittifak ederlerse bucak başkanları duruşmalara gerek kalmaksızın karar verir. Taraflar bu karardan razı olurlarsa sorun biter. Razı olmazlarsa, soruşturma talebiyle bucak dini dayanışma sorumlusuna gider ve soruşturma talebinde bulunur. Yeter soruşturmacı bulunmuşsa siyasi danışmana gider ve duruşmalı hakemlik ister. Bucak başkanı duruşmalı hakemliği yönetir.

Kişilerin dayanışma sorumlularını, soruşturmacılarını, hakemlerini her zaman değiştirme hakları olduğu için, tatmin olmadıkları takdirde bunları değiştirerek haklarını arama imkanına sahiptirler. Bucak başkanı da haksızlık yapıyor kanaatinde olurlarsa bucaklarını değiştirerek o şekilde haklarını ararlar. 

Hakemlerin verdiği kararlar kesindir. Hakemlerin kararlarını adil bulmayanlar dayanışma ortaklıklarına başvurarak onları ikna ederlerse dini dayanışma ortakları soruşturmacılar aleyhine siyasi dayanışma ortakları hakemler aleyhine dava açılması için il dayanışma sorumlularına başvurabilirler. Onlar bölge hakemleri aleyhine dava açabilirler. Bu temyiz davası değildir. Soruşturmacılar veya hakemler aleyhine açılan davalardır. Mahkumiyetleri halinde onların dayanışma ortakları tazmin eder. Başka türlü temyiz yoktur.

Bölge hakem veya soruşturmacılar aleyhinde benzer şekilde dava açılabilir. Bu davalar da ülke meclisindeki hakemlerce görülür. Yüce divanda görülür. Orada verilen karar kesindir.

Orta ehliyetliler aleyhine bucaklarda dava açılabilir. Yüksek ehliyetliler aleyhine illerde dava açılabilir. Üstün ehliyetliler aleyhine ülke merkezinde dava açılabilir. Bu şart hukuk davalarında da geçerlidir. Kişiler hukuk bakımından eşittirler. Ancak davalı olma konusunda rahatsız edilip işgal edilmesin diye farklı muamele görürler. Esasen kişi nerede ise dava orada açılır. Yüksek ehliyetliler il merkez bucağının sakinleridir, üstün ehliyetliler ülke merkez bucağı sakinleridir.

Dava esnasında gerek soruşturmacı gerekse hakem olarak yüksek veya üstün ehliyetlilere ihtiyaç hâsıl olursa bunlar bucağa gelir ve orada yardımcı olurlar. Kişi bucağı dışına çıkarılıp muhakeme edilmez. Ayrı bucaklar arasında dava varsa davacı davalının bucağına gitmek zorundadır. Ceza davalarında olayın cereyan ettiği yerde muhakeme olunur. Muhakemede uygulanacak mevzuat, ispat külfeti kime ait değilse onun hukuku uygulanır. Yani kimin sözü ispatsız kabul edilecekse onun mezhebine ait hükümler uygulanır. Usulde baş hakemin mezhebine ait hükümler uygulanır.

 

KARAR VE İCRA

Soruşturmacılar soruşturmalarını yaptıktan sonra dosya ve belgeleri kendileri saklarlar. Soruşturmacı hakemler seçildikten sonra dosyayı baş hakeme gösterir. Baş hakem dosyaya göre soruşturmayı doğru yapıp yapmadığına karar verir. Soruşturmacılar davacı tarafından seçildiklerinden dolayı baş hakemin soruşturma dosyasını eksik görmesi mümkündür. Baş hakemin bu kararına da yüksek mahkemeye gidilebilir. Gecikmeden dolayı bir zarar doğarsa dayanışması tazmin eder. Ancak karar kesindir. Artık o konuda soruşturmacının şehadeti kabul olunmaz.

Hakemlerin kararları kesindir. Uygulamaya geçilir. Hakem kararları temyiz edilemez. Sadece hakemler aleyhine yüksek hakemler nezdinde dava açılır. Mahkum olurlarsa akileleri öder. Hakemlerin verdikleri kararları infaz yetkisi bucak başkanına aittir. Ceza davalarında başkan diyet veya kıyasa re’sen karar verir. Af varsa, başkaca diyete dönüşecek durumlar varsa, başkan diyete dönüştürür. Bucak başkanları kısası erteleme hakkına sahiptir. Bucaklarda eğer soruşturmacılar veya hakemler aleyhine dava açılmışsa, sonuçlanıncaya kadar bekletebilir. Ancak uzama sözkonusu ise kısası uygulayabilir.

Kısas infaz edilemeden yüksek veya üstün mahkemelerden mahkumun lehine karar çıkarsa kısas diyete dönüşür. Haksız mahkum olmuşlarsa bile akileleri diyetlerini öderler. Sonra mahkumun akilesi suçlu bulunan soruşturmacının veya hakemin akilesine rücu eder. Diyet ödenmesi geciktirilmez ve aktarılmaz.

Dava esnasında kişi tutuklanmaz. Soruşturma dışarıdan ve yerinden yapılır. Önce sözlü soruşturma yapılır, sonra yazılı soruşturmaya geçilir. Gerekli görülürse bucak başkanlarının kararları ile duruşmalı soruşturmaya geçilir. Olağanüstü durumda hakem kararları ile karakol soruşturmasına geçilir. Tutuklama, yakalama, göz altına alma gibi bir müessese yoktur.

Bucak başkanı tarafından davet edildiği halde duruşmaya gelmeyen kimsenin hukuki korunması hakemler kararı ile düşer. Yani artık o bucakta ona bir şey olursa davacı olunamaz. Ne kendisi ne de yakınları davacı olup haklarını arayamazlar. Malları da yağmalanabilir.

Kişi bucağı terk eder ve başka bucağa giderse, aleyhine dava bucakta devam eder. Mahkum olması halinde dosya sığındığı bucağa gider. Kabul eden bucak mahkum olmuş olur. İldeki yüksek mahkemede muhakeme olunur. Ne var ki, bu bucak değişmesi ilçesinin bucağı dışında olmasıdır.

Davalı ilini değiştirmişse dava konusu ülke merkez mahkemelerine intikal eder, son karar orada verilir. Davalı ülkeyi değiştirmişse dava uluslararası mahkemelere intikal eder. Sonunda hukuk davalarında mahkumu kabul eden kendisi öder. Ceza davalarında kısas diyete dönüşür. Zina ve hırsızlık cezaları ise ölünceye kadar ertelenir. O ülkeye, o ile veya o bucağa gelmemek şartı ile infaz yapılmaz.

İnfazda önemli diğer husus ise hataen işlenmiş cinayetlerde veya zararlarda tazminat tamamen akile tarafından ödenir ve mahkuma rücu edilmez. Kasden işlenmiş suçlarda ise varsa diyeti kendi mal varlığından ödenir ve kendisi serbest bırakılır. Mal varlığı diyeti ödemeye yetmiyorsa, malları mirasçılara taksim edilir ve kendisi zorunlu çalışma kampına gönderilir. Diyeti yine dayanışma ortaklığı öder. Çalışma kampına girip ziyaret serbesttir. Hatta aileleri de orada kalabilirler. Sadece gelirine el konur. Çalışmaması halinde zorlama yapılabilir.

Kooperatifte uygulanacak hükümler ise sadece tazminatı ilgilendiren hükümlerdir. Kooperatifteki paylarına el konması ile ilgili hükümlerdir. Bedeni ceza veya zorunlu çalıştırma yetkisi kooperatifleri yoktur. Bu husustaki uygulamalar ceza davalarında devletle düzenlenir. Sadece müdahil olurken bütün bu hükümler esas alınır. Kooperatif avukatları ona göre karşılıksız davalı veya davacı veya müdahil olurlar.

 


ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER
1-ADİL DÜZENE GİRİŞ
2038 Okunma
2-BAŞKAN
1427 Okunma
3-EVRAK KAYITLARI
1520 Okunma
4-YAPI KAYDI
1376 Okunma
5-MUHASEBE
1299 Okunma
6-İLMÎ DAYANIŞMA
1271 Okunma
7-MESLEKÎ DAYANIŞMA
1372 Okunma
8-DİNÎ DAYANIŞMA
1270 Okunma
9-SİYASÎ DAYANIŞMA
1185 Okunma
10-TESCİL HİZMETİ
1195 Okunma
11-TESBİT HİZMETİ
1216 Okunma
12-TAHKİK HİZMETİ
1234 Okunma
13-TAHKİM HİZMETİ
1230 Okunma
14-BASIN HİZMETİ
1207 Okunma
15-YAYIN HİZMETİ
1378 Okunma
16-ULAŞIM HİZMETİ
1219 Okunma
17-HABERLEŞME HİZMETİ
1237 Okunma
18-UYARI HİZMETİ
1211 Okunma
19-ARAŞTIRMA HİZMETİ
1238 Okunma
20-AMBAR HİZMETLERİ
1195 Okunma
21-BANKA HİZMETLERİ
1262 Okunma
22-PLANLAMA HİZMETLERİ
1189 Okunma
23-BAKIM HİZMETLERİ
1219 Okunma

© 2024 - Akevler