Çözüm Yanlışımızdadır
1885 Okunma, 15 Yorum
Oktay Ekşi - Hürriyet
Vahap Alma

20.06.2010

Demedİk söz, başvurmadık çare bırakmadık. Ama sonuç değişmedi. Gerçekten son 26 yıldır bu ülkeyi yönetenlerden hiçbirinin “Terörle mücadelede şunları yaptık, şu başarıyı sağladık” demeye hakkı yok. Nitekim ağızlarından kamuoyunu rahatlatacak açıklama beklediğimiz yetkililer bile, “önümüzdeki günlerin daha da kötü geçeceğini” müjde(!)liyorlar.

Ve o müjde(!)nin ilk kanıtı, Şemdinli dağlarında önceki gece şehit düşen 10 yiğit...
Cumhurbaşkanı -mutat üzere- “Bu saldırıların, devletimizi ve milletimizi zayıflatacağını (...) düşünenler, büyük gaflet içindedirler” demiş.
Başbakan tutmuş Genelkurmay Başkanı'na başsağlığı telgrafı çekmiş. Muhalefet liderleri esmişler savurmuşlar...
Sonuç? Belki bininci defa... Sıfır!
Konuşmaya gelince kimi “Sadece askeri yöntemlerle bu sorun çözülmez”ci... Kimi “Ver kurtul”cu... Kimi “pazarlık”çı...
Oysa görünen o ki, bunların hiçbiri tam olarak denenmedi. Daha doğrusu hangisi ele alındıysa, denenmesiyle vazgeçilmesi bir oldu.
İşte... Olayı önce “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği” kurarak çözelim dedik, yürümedi.
Olağanüstü Hal ilan ederek bitiririz dedik.
Askerimiz yöre halkına “potansiyel terörist” muamelesi yaptı. Köy boşaltarak, hatta boşalttığı köyü ateşe vererek kendi insanımızı devlete düşman etti. Neticede terör örgütüne katılan gençlerin sayısını artırmaktan başka sonuç alamadık.
Terörle Mücadele için yetiştirilmiş “Özel Harekât Birlikleri” kurduk. Sonra onları “terörle mücadele”den çok “devlet büyüklerini koruma” işlerinde ve “yasadışı eylemlerle o tür eylemlerin örtülmesinde” kullandık.
Böylece hem onları bozduk. Hem de “disiplinsiz ve tehlikeli bir güç haline geldi” diye dağıttık.
Kâh sert çıktık, kâh yumuşak davrandık. Başbakanlarımız sayısız defa “bölge kalkınması için uygulayacakları özel politikalar” ilan etti.
Hiçbirinden ciddiye alınacak bir sonuç çıkmadı.
Ve son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Mart 2009'da gazetecilere verdiği “Önümüzde güzel günler var” müjdesiyle, “Milli Birlik ve Kardeşlik Açılımı” -yahut Kürt açılımı- sürecine girdik.
Girdik ama ne yapacağımızı bilmediğimiz için önce İçişleri Bakanı kapı kapı dolaşıp, iktidarın hoşuna gidecek laflar söylemesi ihtimali olan herkesten “Aferin” topladı.
Sözde tüm görüşlerin sentezinden çözümler üretilecekti. Onun yerini Başbakan'ın film sanatçılarına, spor yazarlarına, şair ve ediplere verdiği “kahvaltı partileri” aldı.
Tuhafı, “açılım” konusunda aktris, aktör, şair, futbolcu vb. kişilerin görüşleri sorulurken orada -hafızamız bizi aldatmıyorsa- bir tek İçişleri Bakanı yoktu.
Aslında gerekli de değildi çünkü zaten yapılan bir “şov” idi.
Daha ötekilere, örneğin Barzani'ye, ABD'ye, onlarla ilgili hokkabazlıklara değinmedik.
Şimdi söyleyin... Durum bu ise, varılacak sonuç ne olabilirdi?
“Peki ya çözüm?” mü diyorsunuz!
Yukarıdaki yanlışlar çözümün ne olduğunu göstermiyor mu?

 

Yorum:

Hele Şükür Oktay Bey Yazdı Bir Şeyler

‘Kürtçe yasak’ olarak dünyaya açtık gözlerimizi. O zamanlar bir dilin nasıl potansiyel bir suç teşkil edebileceğine anlam veremiyorduk. Kürt doğmak Allah’ın bir cezası mıydı? Bir şeyler anlamaya başlamışken, Kürtçe kasetlerin toplanmasıyla karşılaştık. Evlerde arama yapılıyordu. Öğretmen Türkçe konuşmasını bilmeyen çocuğa derdini soramıyordu. Annelerimiz hastaneye tercüman bir yakınıyla giderdi. Aksi durumda hastalığını doktora anlatamazdı. Devlet aleyhine mitingler düzenlenirken iş yerleri kepenk kapatırdı. Olay yoksa bile hava karardığı an sokak ve caddelerde kuş uçmazdı. Derken Çiller çıktı meydana. Bu konuda en çok vaadi ondan dinledik. Olağanüstü haller, sınır ötesi operasyonlar, koruculuk sistemi, ‘ya bitecek ya bitecek’ nidaları. Sonuç? Koskoca bir fiyasko. Kürtleri devletten uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Dışlandığını ve dayatma ile asimilasyonu üzerinde hisseden halk, dağa daha çok yöneldi. Yaşananların çifte standart olmadığına kimse inandıramazdı.

Yaşamak zorunda kaldıklarımız bu şekildeki huzursuz bir yaşama alışmayı mecbur kıldı. Fikir ve ideolojilerden anlamaya başladık. Karşımıza mantıklı gibi görünen ‘Kürt Açılımı’ çıktı. Çabalayıp durdu iktidar. Destek veren olmadığı gibi engeller çoğaldı birden. Kürt Partisinden inanılmaz bir desteksizlik gördü iktidar. Belki de en büyük hayal kırıklığıydı bu. Sonra süreç uzadıkça uzadı. PKK ilan ettiği ateşkesi bitirdiğini açıkladı ve düştüğü yeri yakmaya başladı ateş.

Bir oğlu asker, bir oğlu dağda olan Kürt bir babanın feryadını kim anlayacak? Asker oğlunun ölüm haberini alan anneyle, dağdaki oğlunun ölüm haberini alan annenin yüreğine bu anlamsızlığı kim dinletecek. Yürek ırk bilir mi?

 Aradan geçen yıllar, kaybettirdiklerinin yanında zerre gibi duran bir şey öğretti sonunda. Bu yangını isteyen halklar değil. Anne-Babalar değil. Güneydoğu halkı değil. Türkiye halkı değil.  Kardeşi kardeşe vurduran tek şey üşüşen akbabalar. Ülkenin semalarında ülkenin ölmesini bekleyen akbabalar…

Bilmeden de olsa bu akbabalara bir destek de beklenmedik yerlerden geldi.Süleyman Karagülle ve Reşat Nuri Erol.Bir TV programında ‘Türküm demeyen Müslüman değildir’ ve ‘Türk dışındakiler gavurdur’ diyen İsmet Özel’in kelimeleri geldi aklıma. Çok saçma bir fikirdi. TV’yi kapattım sinirden. Sonra Süleyman Karagülle’nin yorumunda gördüm aynı şeyi. Reşat Nuri abimiz de destekler nitelikte yorumlar yaptı.Karagülle’nin önderliğinde yapılan Adil Düzen çalışmalarının objektifliğini tekrar düşünmeye karar verdim. Çünkü Adil Düzen, bir ırka veya millete değil, Kur’an’a dayalı bir sistemdi. Bunun için çok uzun ikna metinlerine ihtiyaç yok. Kur’an’ın hiçbir ayetinde ‘Müslümanım’ kelimesi yerine bir ırkın aidiyetinin kullanılmasına dair bir şey yok. ‘Türk’ bir ırktır. ‘Müslüman’ düzene uyandır. Birbirine çok uzak terimler. Netice olarak bu tarz bir mantıkla İslam (barış) nasıl sağlanabilir?

Bize düşen, basiretli davranıp, Kur’an’a sarıldıktan sonra Allah’tan yardım dileyip, Allah’ın emrettiği gerçek anlamdaki barışa, herhangi bir ırkın önderliğine gerek duymaksızın sahip çıkmaktır.

Not: Oktay Ekşi’yi yorumladığım günden beri ilk defa yazdıklarının çoğuna katılıyorum. Yazdıklarından dolayı gıyabında, bir kereliğine dahi olsa tekdüze bir mantıktan uzaklaştığı için teşekkür ediyorum.

Saygılar…

 

Vahap Alma


YorumcuYorum
Lütfi Hocaoğlu
27.06.2010
13:37

Vahap kardeşime,

Geçen hafta Süleyman Hoca yazısının altındaki yorumları okuyamadı. Çok yoğun ders hazırlıyordu, kendisine söyledim, yine de okuyamadı.

Biz yıllardan beri ders yaparız. Süleyman Hoca Türk kelimesi ile Türk ırkını kastetmez. Zaten kastetse kendisi ile çelişmiş olur. Zira kendisi Türk ırkına mensup değldir. % 100 Gürcüdür. Reşat Abi için de aynısı söylenebilir. % 50 Arnavut, % 50 Kosovalıdır.

Yani Türk ırkçılığı yapmaları yapılarına terstir. Aramızdaki konuşmalarda ve derslerde ırkçılık lehine konuşanlara kızar ve hemen ayeti gösterir.

Zaten kendisi de buna yorum yazacaktır.

Süleyman Karagülle
27.06.2010
14:54

Ben ve Reşat ırkçılık yapmıyoruz. Asıl ırkçılık yapan sizsiniz. Çünkü siz Kürtçülük yapıyorsunuz. Kürt olmak suç değildir. Diğer insanlarla hiçbir farkı yoktur. Size yapılanlar Türkiye’de her yerde yapılmıştır. Hele bizim Artvin’de sınır ilidir diye belki daha beterleri yapılmıştır. Türklere de yapılmıştır. Bunu yapanlar Kürt Türk ayrımı yaparak değil, memleket için o şekilde yapılmasını uygun görmüşte yapmışlardır. Hataları vardır, belki suçları da vardır. Ama ihanetleri yoktur.

Sizin adınız Vahap. Vahap’ın anlamı ne olursa olsun siz ne iseniz osunuz. Ahmet Türk Kürttür, ama soyadı Türk’tür. Soyadı Türk olmakla Türk ırkından olmaz. Kaldı ki Türk kelimesi bir ırkın adı değildir. Göktürk imparatorluğu içinde yaşayan pek çok halkın ortak adıdır. Irk adı olsa bile biz Cumhuriyeti kurduğumuzda Türk kelimesini bir ırk olarak anlamadık. Türkiye’de yaşayan Türkçe öğrenmek isteyen, ben Türküm diyen ve en önemlisi Müslüman olan herkesi eşit vatandaş olarak kabul ettik. İstiklal savaşını öyle kazandık ve din dışında hiçbir zaman ayrıcalık yapmadık. Bir devletin bir dili olur. Halkının da bir adı olur. Biz Kürtçe bilmeyin demiyoruz. Ama Türkçeyi de öğrenin diyoruz. Siz Kürt olmayın demiyoruz. Türk halklarından olun diyoruz. Eğer Türk devletini kabul etmiyorsanız Irak’a gidin, silahlanın, saldırın bize, savaşalım, kazanırsanız kazanırsınız, kaybederseniz kaybedersiniz. Siz bu düşüncede olmadığınıza göre hatta dağdaki PKK’lılar bile bu düşüncede değiller. Beni nasıl ırkçı bulabilirsiniz. Türk adımız olmayacaksa, Türkçe konuşmayacaksak biz nasıl anlaşacağız. Bir yere gittiğimiz zaman ne diyeceğiz. Ben 5 sene Kırgızistan’da kaldım. Gürcü birisine rastlarsam ona Gürcüyüm derdim. Onun dışında hiçbir yerde Gürcü kelimesini kullanmadım. Siz Reşat’ın Milli Gazetedeki dün ve bugünkü yazısında bizim Kürtçülük anlayışımız hakkındaki görüşü okuyun. Evvela anlayın, sonra tartışalım. Karşı tarafı ırkçılıkla itham edeceğimize fikirleri düzeltelim.

İstiklal savaşından sonra batılılar İslam hüviyeti ile bir devletin kurulmasına izin vermediler. Barış yapmıyorlardı. Mustafa Kemal’de bunu kabul etti. Ama inanarak değil, onları atlatarak kabul etti. Onun için Türkiye’deki Müslümanlara Türk dedi. Müslüman olmayanlara değil. Yani her Türk Müslümandır ama her Müslüman Türk değildir. Kürtlerde Türktür.

İstanbul’da yaşayan Gürcü Yahudisi İzmir fuarı Gürcü Pavyonuna gelmişti. Pavyondaki profesörle konuşuyor, o da bizi takdim ediyor. O bizim Gürcistan’dan geldiğimizi zannederek sıcak sohbetlere dalıyor, sonra Gürcistan’da nerelisiniz diye soruyor. Biz de Türkiye Artvin’liyiz dedim. Tatarsınız (Türksünüz anlamında) dedi ve sohbeti derhal kesip gitti. Bir Yahudi Gürcü bile Müslüman Gürcü’yü Gürcü kabul etmiyor. Türk olarak görüyor.

Vahap Alma
27.06.2010
16:28

Süleyman Hoca ve Reşat Nuri ırkçıdır demedim. Ben de ırkçı değilim. Adil Düzen diye başlattığınız Kur’an düzeni konseptine ’Türküm’ şartı uymuyor diyorum. ’Türküm’ demek yerine müslümanım demek yeterli.

Türkiye ile savaşmak gibi bir derdim yok. Kur’an ne emrediyorsa öyle davranmak istiyorum. Kur’an’a dayalı her fikir de benim için çok kıymetli. ’Türküm’ dayatması bana Kur’ani bir durum gibi gelmiyor. Ne gerek var müslüman kelimesini ’Türküm’ ile değiştirmeye. İlla yaşayan halklara bir şey dayatılacaksa ’Türkiye Vatandaşıyım’ı dayatın. ’Türk’ kelimesi, siz ne derseniz deyin bir ırkı ifade eder. Bu ifade için de ikna edeceğiniz insan sayısı çok azdır.

Son olarak ya ’Türküm’ dayatmasını meşrulaştıracak bir ayetle aydınlatmanızı veya yazdıklarınızı bir daha gözden geçirmenizi ve Kur’an’a daha uygun ifadeler bulmanızı siz değerli Hocam’dan rica ederim.

Mete Firidin
27.06.2010
17:01

Türkiyede hiçbir zaman kürt ayırımcılığı yapılmadı.Kürtlerden politikacı,başbakan ,cumhurbaşkanı,general vs vs oldu.Hiç kimseye sen kürtsündiye hiçbir ayırım uygulanmadı.Sadece kürtce yasaklandı .O da resmi ideoloji adına yapıldı.Bugün kü hükümetin bile bakan kadrosunun yarısı kürt asılıdır.

Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde vergi verilmediği gibi elektrik vs gibi şeylere ödeme yapılmaz. Habire devletten yardım diye türkler sömürülür.

Bu ülkenin asıl sorunu kürt sorunu değil hiçbir zaman bir türk tarafından yönetilmeyen türk halkı sorunu vardır.Güney doğu sorununun çözülememesini nedeni de budur.

Yıllar boyunca uğraşa uğraşa suni bir kürt sorunu oluşturuldu ve büyütülmesi için herşey yapıldı.Nasılmı?

Önce maaşları ABD,İNGİLTERE,İTALYA tarafından ödenen teşkilatı tarafından PKK kuruldu.Ardından kürt halkı tarafından benimsenmeyen PKK ya sempati kazandırmak

için insanlara bok yedirtip,tecavüz edildi.köyler boşaltıldı.Biryandan anti islamik propaganda yapıldıki türk ve kürdün ikinci ortak paydası elimine edilsin. Daha sonra PKK legalleşsin ve kürtlerin gözünde kahramanlaşsın diye

Öcalan türkiyeye verildi.Böylece hapiste yatan ve güvenliğide böylece temin edilen hain kahraman edası demeçler vermeye başladı.Öyleki artık kimse tarafından yadsınmıyor.Daha sonra açılım adı altında PKK ya zafer kazandırldı.Artık PKK zafer kazanmış gibi alınan tavizlere taviz katmak istiyor. Bunun sonu yoktur.Yarın ayrı bir devlet kurmuş olsabile durmayacak isteyecek isteyecek.Çünkü sanıyorlar ki karşılarında korkak ve teslimiyetci bir zümre var.

Bir vatan uğrunda ölen varsa vatandır.Şehit veriliyor diye mücadele bırakılır teslimiyet benimsenebilirmi?

Eğer sorun birkaç kişinin şehid olması ise Bu ülkede trafiği yasaklayın çünkü heryıl 10.000 insan trafikte ölüyor.şehitte olmuyor.sadece ölüyor.30 yılda trafikte ölen insan sayısı yaklaşık 300.000 kişi yaralısayısı milyonları buluyor.Terörden ölen sayısı 40-50 bin .Hangi sorun daha büyük?. fakat medyada yoğun terörist yanlı propaganda"kürt sorunu" programı.

Bu yapılan PKK propagandasıdır.

PKKlı kendi çıkarı için ölebiliyorsa,ABDli kendi çıkarı için ölebiliyorsa Türkler niçin ülkeleri için üstelik şehit olmasın?

Vahap Alma
27.06.2010
18:45

Valla hiç kusura bakma katılmıyorum. Ölüm olmaksızın çözülecek bir sorun için tek bir askerin tırnağına zarar gelmesin. Amaç sadece ölmek mi yoksa huzur uğruna ölmek mi? Bu sorunun ölmek ve öldürmekle çözülemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en güzel ülkelerinden biridir. Yazımda da belirttiğim üzere, birlik olup Kur’an ışığında akbabalara bırakmayalım!

Reşat Nuri Erol
28.06.2010
05:40

- ÜSTAD nihayet yazacaklarını yazdı; anlayana...

- Lütfi Kardeşim; yazmışsın ama eksik yazmışsın, tamamlayım: Babam Kosovalı ve Arnavut melezi, Annem Sancak/Bosnalı ve Boşnak melezi; dolayısıyla ben de melezlerin melezi Kosova doğumlu (kısaca Osmanlı melezi diyelim) REŞAD!.. Hanım Makedonya/Türkmen melezi ve çocuklarımın üçü Arabistan’da doğdu; peki, onlar neyin MELEZİ?!. Bir latifeyle tamamlayım: Hani hep sana hatırlatır ve aksini ispat et derim ya!?. Neydi?!. ADEM babamız (Arnavut), Havva anamız (Boşnak); çünkü benim babam Arnavut (melezi), anacığım Boşnak (melezi) ya!!!; dolayısıyla sen o derin ilminle Adem ile Havva’nın Arnavut ve Boşnakların atası olmadığını hadi ispat et ve ispat edecek delil (hani şu Adem ile Havva’nın "ZENCİ" olduğu delillerden) getir bakalım, Lütfi Kardeşim!..

- Latife bir yana, bu geceki okumalarımda ilgimi çeken bir yazı ile (YUSUF KAPLAN, bugünkü Yeni Şafak’tan) meseleyi noktalıyor ve ben de YAZAR gibi soruyorum: NEDEN? NEDEN? NEDEN???...

NEDEN?

Tek çıkış yolu, "İslâm kardeşliği" diye haykırıp duruyorum... "Ne kardeşliği be adam?" diye ateş ediliyor bütün cephelerden...

* * *

Kürt meselesinin ortaya çıkış nedenleri üzerinden etraflıca kafa yormadığımız sürece, bir arpa boyu bile yol alamayacağımızı göremeiyoruz...

* * *

Kürt meselesini, yalnızca sonuçları üzerinden, sürüklendiğimiz son durum, terörün her tür sözü bitiren, asıl gündemleri yok edici dili üzerinden konuşuyoruz... Böyle hareket ettiğimiz sürece, bu meseleyi hakkıyla, bütün boyutlarıyla konuşabileceğimizi, kalıcı çözüm yolları bulabileceğimizi düşünüyorsak, fena halde yanılıyoruz.

* * *

Meseleyi bütün yönleriyle, boyutlarıyla konuşabilmemizi mümkün kılacak bir dile ihtiyacımız var: Bu dil, bugüne kadar kullandığımız dillerin bize hiçbir şey söylemediği gerçeğinin kabul edilmesiyle ve bugüne kadar bu meselede bütün çevrelerin, tarafların sorumluluklarının bulunduğu gerçeğinden hareketle meseleyi en derin noktasından, en temelinden, ortaya çıkış nedenlerinden başlayarak kurulabilecek bir dildir.

Son nokta, son durum, sonuçlar üzerinden böylesine köklü, çok yönlü bir meseleyi aslâ konuşamayız: Meselenin nedenlerine, kökenlerine inmek zorundayız.

* * *

Bu meselenin temelinde iki temel neden gizli: Birinci neden, modernliğin meydan okumasına maruz kalmamız ve ardından medeniyet iddialarımızı ve ufkumuzu yitirmemizle; ikinci nedense, postmodern dalganın küreselleşmeye karşı lokal / etnik kimlikleri kışkırtan bir zemin oluşturmasıyla ilgili.

Modernlik, ulus-devletleri doğurdu: Ulus-devlet fikri, bütün farklılıkları aynîleştiren, bastıran ve düzleştiren "imkânsız" bir projeydi: Sömürgecilik ve emperyalizm biçimleri ve ardından insanlık tarihinin en ürpertici iki büyük dünya savaşından sonra ulus-devlet fikri çöktü.

İnsanlığı, özellikle de doğduğu coğrafyayı / Avrupa’yı büyük bir felâketin eşiğine fırlatan ulus-devlet fikrinin çöküşü, sahip olmayı, çıkarı ve her şeye hâkim olmayı eksene alan modernliğin bitmesi anlamına geliyordu: Sonunda, iki dünya savaşının ardından modernliğin cenazesi de toprağa gömülmüş oldu.

* * *

Türkiye’de modernlik ve ulus-devlet fikri, bütün farklılıklara, adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet ilkeleri üzerinden nasıl hayat ve varoluş hakkı tanınabileceğinin en mükemmel örneklerini verdiğimiz medeniyetimizi ve iddialarımızı yitirmemizle sonuçladı: 30’a yakın etnik topluluğun yaşadığı bir "imparatorluk" bakiyesi olan Türkiye’nin İslâmî anlam haritaları paramparça edildi: Sekülerleşme, güç ve çıkar ilişkilerini meşrûlaştırdı; ruhumuzu delik deşik etti ve etnik aidiyet biçimlerinin yegâne aidiyet / üst-kimlik biçimi olarak neşvünema bulmasına son derece müsait bir zemin hazırladı.

* * *

1980’lerden sonra "yeni-zamanlar" denilen postmodern zamanlar, bir yandan küreselleşme biçimlerini tetiklerken, öte yandan yerelleşme / etnik aidiyet ve kimlik biçimlerini alabildiğine kışkırttı...

İşte tam bu süreçte Türkiye, özellikle de 28 Şubat’la birlikte, kendi ayağına kurşun sıkan büyük bir yanlışlık yaptı, inanılmaz bir cinayet işledi: Kürt kardeşlerimizin de kardeşlik duygularının, bağlarının temelini oluşturan İslâmî duyarlıklarını yerle bir eden, adına "irticayla mücadele" denen, gerçekte küresel statükonun dayattığı bir "İslâm’la savaş" süreci başlattı: Bölge halkının İslâmî duyarlıkları yok edildi: Bu duyarlığın yegâne menbaı olan medreselere büyük darbe vuruldu; bölge halkının İslâmî önderleri, âlimleri derin devlet tarafından katledildi...

Sonuçta, İslâmî değerlerimizin gökkubbesi çöktü: Türkler de, Kürtler de bu çöküntünün enkazı altında kaldılar: Böylelikle etnik kimlik ve aidiyet biçimleri, İslâmî kimlik ve aidiyet biçimlerini bastırdı; bu da bu coğrafyanın bin yıldır varoluş mayası olan İslâm kardeşliği fikrini fena halde örseledi...

Türk sekülerleşmesinin bir başka adı olan bu modern ve postmodern statüko, bizi iki ateş arasında kalmaya mahkûm etti... Statikleştirdi... Zihnimizi kilitledi... Basiretimizi bağladı... Bizi birbirimize bağlayan, kenetleyen, aynı rüyaları büyütmemize imkân tanıyan İslâmî gökkubbemizi çökertti: İslâmî anlam haritalarımızı parçalayarak kardeşlik ruhumuzu yok etti...

* * *

Thomas Paine’nin deyişiyle "insan soyunun kökünü kazımakta kimsenin onların ellerine su dökemeyeceği kadar mâhir olan" Batılıların, dünyayı sömürgecilik ve emperyalizm barbarlığıyla kan gölüne çevirdikleri bir zaman diliminde, Toynbee’nin "Batılı ulus devletlerin, birbirleriyle kıran kıran boğuşmasına yol açan demokrasi fikrinden çok daha mükemmel bir bütünleşme, farklılıklara hayat hakkı sunma örneği" sunduğunu söylediği, binyıldır bu coğrafyanın ve hinterlandının yegâne hayat ve hayatiyet kaynağı olan "İslâm kardeşliği" diye haykırıp duruyorum... "Ne kardeşliği be adam?" diye ateş ediliyor bütün cephelerden...

İyi de, neden?

Yusuf Kaplan

ykaplan@yenisafak.com.tr28 Haziran 2010 Pazartesi

Lütfi Hocaoğlu
28.06.2010
07:55

Öncelikle Süleyman Hocamın Vahap için “ırkçılık yapıyorsunuz.” sözüne katılmıyorum.

Vahap kardeşimi çok iyi tanıyorum, onun mümin olduğunu, benim gözümde pırıl pırıl bir insan olduğunu söylüyorum. Kuran’dan delillerle getirilen her hükmede aklına yattığı anda hemen katıldığını da biliyorum. Zaten bir müminde olması gereken vasıfta budur.

Kürt sorunu denen sorunun kaynağının nasıl oluşturulduğunu Mete Bey çok güzel açıklamış. Öyle bir hale getirilmiş ki Kürtlerde “Türk” kelimesi alerji yapmaya başlamış. Neredeyse Kürt sorununun çözümü “Türk” kelimesinin ortadan kalkması haline gelmiş. Bilinçaltına bu serpilmiş. Bilinçli olarak değil.

Oysa Süleyman Hocamın dediği gibi Türk kelimesi bütün dünyadaki halklar arasında ırk adı olarak algılanmaz. Algılansa Orta Asya’da bizim Türki cumhuriyetler dediğimiz ülkelerde öyle anlaşılması gerekirdi.

Bugün gidin bir Özbek’e veya Kırgız’a veya Kazak’a veya Türkmen’e sen Türksün deyin. Bakalım size ne cevap verecek. Ben Türk değilim, Özbek’im, Kırgız’ım, Kazak’ım, Türkmen’im diyecek. Yani onların terminolojisinde de “Türk” Türkiye’de yaşayan, Türkiye Türkçesini konuşan Müslüman halktır.

Bütün herkes bunu böyle algılarken Türkiye’de Mete Bey’inde belirttiği gibi yapılan çalışmalarda bu kelimeye karşı antipati meydana getirilmiştir. Ben hemen hemen bütün Kürtlerde bu antipatiyi görüyorum.

Bugün Kürtlerde bu kelimeye olan antipatinin benzeri “Adil Düzen” terimine karşı vardır. Erbakan’a veya Milli Görüşe alerjisi olan bir grup bizden “Adil Düzen” ismini değiştirmemizi istemektedir. Oysa “Adil Düzen” ismi ile değil onun içeriği ile ilgilenmeliler. Kimin ürettiği veya kimin duyurduğu değildir önemli olan. Önemli olan Adil Düzen’in Kuran kaynaklı bir İslam düzeni olduğudur.

Adil Düzen’in teorisyeni Süleyman Karagülle olabilir, Erbakan yaymış ve duyurmuş olabilir. Bizi bu ilgilendirmez. Çünkü Adil Düzen’in sahibi Allah’tır. Allah adına topluluktur. Bugün Süleyman Karagülle Adil Düzen’i bıraktım derse biz bırakmayız. Karşılıklı birbirimizi eleştirir ve yanlışlarımızı söyleriz.

Dışarıdan göründüğü gibi değildir. Bakın Cengiz Bey siyaseten küfürde dediği Süleyman Karagülle’nin ilminden faydalanmak için her fırsatı kolluyor. Türkiye’ye geliyor ve onunla çalışıyor. Katılmadığı fikirlerini söylüyor. Biz de aynı şekilde birbirimize söylüyoruz. Fikirlerimiz uyuşmuyor diye Cengiz beye Süleyman Hoca veya ben küsmüyoruz. O da bize küsmüyor. Çünkü biliyoruz ki hepimizin amacı aynı. Ne kadar tartışsak da, kızsak da arkadaşız.

Bu nedenle Adil Düzen çalışmalarının objektifliği diye bir şey söz konusu olmaz. Çünkü Adil Düzen bir grubun veya bir kişinin sahipliğinde değildir. Her mümin sahibidir ve sahip çıkmalıdır. Yanlışlıklar tartışılır ve düzeltilir. Karagülle veya biz hatasızız anlamında değildir. Adil Düzen’de hatasızdır demek değildir. Hataları vardır ve bol miktarda olabilir. Bunu düzeltmek için birlikte çalışmalıyız.

Duygularımızla değil, Allah’ın gösterdiği yolda doğruyu bulmak için tartışmalıyız. İşte bunun adı cihattır.

Burada da Süleyman Karagülle bir topluluğa isim vermek için “Türk” kelimesini kullanmıştır ve bana göre de yanlış değildir ve bütün dünyada da öyle algılanmaktadır. Öncelikle Kürt kardeşlerimizde bu tip takıntılardan kurtulmalıdırlar. Bana Türk veya Kürt veya Arap denmesini önemsemiyorum demelidirler. Aksi halde durum tersine döner ve onlarda ırk takıntısı var izlenimi meydana gelir ve bu seferde Kürtler ırkçılıkla suçlanırlar (Süleyman Hocanın yaptığı gibi).

Kürt açılımına gelince. Bu proje ilk ortaya çıkınca şiddetle karşı çıkmıştım ve o dönemdeki yorumlarımı okursanız görürsünüz, zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını söylemiştim. Hatta Vahap ile telefonda konuşmuştuk. Ona da aynısını söylemiştim.

Nedenine gelince Türkiye’de kanunlarda hiçbir ırka özel ayrımcılık yoktur. Açılım adı altında kanun çıkarırsanız bu sefer Kürtlere pozitif ayrımcılık meydana gelir ki asıl tehlike o zaman başlar. Uygulamalardaki zulümler ise yargının konusudur. Ak Parti buna zaten müdahale edemez.

Zulümlere gelince. İnsanlar sanıyorlar ki zulümler sadece kendilerine yapıldı. Benim dedem ve babaannem bana bir çok kez anlattı. Dini içerikli kitapları nasıl sakladıklarını, sandıklar içinde bahçelere gömdüklerini, Kuran okudukları için dedemin babasının hapse atıldığını, oy vermeye gittiklerinde dedeme sizin oyunuz verildi dendiğini, memur olan dedemin oy verdiğine dair parmak izi basıldığını, kendisinin memur olduğunu, orada parmak izi değil imza olması gerektiğini söylediğinde tehditle sandık başından kovulduğunu anlattılar. Yani zulümler sadece Kürtlere yapılmadı ki. Zulümler herkese, özellikle dini inanışı olanlara yapıldı. Ama Kürtlere özel bir proje uygulandı. Onlara azınlık hissi vermek için özel uygulamalar yapıldı ve Mete beyin anlattığı şekilde ülkede fesad çıkarma çalışmaları yapıldı.

Neticede Vahap son yorumunda çok güzel özetlemiş: “Birlik olup Kur’an ışığında” yani Adil Düzende çalışalım. Birbirimize kızalım, ama küsmeyelim, tartışalım, çalışalım. Ne diyor ayette (Ali İmran 200): Ya eyyühellezine amenu, isbiru ve sâbiru ve rabitu vettakullahe, leaaleküm tuflihun. Çok güzel özetliyor. Ey iman edenler, sabredin ve birbirinize sabredin ve birbirinize bağlanın ve Allah’a sığının ki iflah olasınız. Önce sülasi babla sabredin (dıştan gelenlere), sonra müfaale babıyla geliyor sabiru. Bu da birbirinize sabredin demektir. (Müfaale babı müşareket ifade eder.) Birbirimize sabredeceğiz. Sözlerimize sabredeceğiz, duygularımıza sabredeceğiz, kızgınlıklarımıza sabredeceğiz. Küsmeyeceğiz, bırakıp gitmeyeceğiz. Sonuçta amacımız aynıdır. Arkasından Rabitu diyor. Yani birbirinize rabtiyelenin, bağlanın diyor. Buna da dikkat edeceğiz.

Allah yolumuzu açık etsin.

Vahap Alma
28.06.2010
11:11

Lütfi abi öncelikle mümin vasfını bana yakıştırdığın için çok teşekkür ederim. İnşallah gerçekten öyledir. Öyle olsa bile Allah karşıma önce seni sonra senin çalıştığın insanları ve Süleyman Karagülle’yi çıkardı ki şükürler olsun...

Ayette geçtiği gibi birbirmize sabredeceğiz. Ben bu gruba ömür boyu tabi olmak üzere başladım. ELbette eleştiri ve tartışmalar olacak.

Abi inanın benim hiç bir takıntım yok. Bugüne kadar hiç bir insana başka millettendir diye farklı bakmadım. Yalnız hesapta olmayan çok şey var. Televizyon programlarında zamanın HADEP’ine soruyorlardı ne istiyorsunuz diye. Cevapları en önce Anayasadaki ’Türkiye toprakları üzerinde yaşayan herkes Türk’tür’ maddesindeki ’’Türk’tür’’ kelimesinin değiştirilmesi üzerineydi ve Türk dışındaki diğer ırklara anayasal güvence istediklerini söylüyorlardı. Örnek veriyorum; ’’öyle bir yasa çıkarın ki ilerde gelecek olan iktidarlardan herhangi biri Kürtçe’yi yasaklayamasın ve Kürt’ü dışlayıcı politikalar uygulamasın.

Benim ’Türk’ kelimesini bu kadar ciddiye almamın sebebi de geçmiş hataların tekrarlanmaması üzerinedir. Adil Düzen öyle bir düzendir ki, kabul görmeme gibi bir lüksü yok. Çünkü Allah’ın indirdiği kanunlara dayalıdır. Allah da kusurlu bir iş yapmayacağına göre Adil Düzen’de mükemmellik aramak çok da absürd olmasa gerek. Çıkan pürüzleri de mecburen bu düzeni yorumlayıp uygulamaya çalışanlarda aramak gerek. Ben Türk kelimesine takıntım olduğunu zannetmiyorum hatta inanın çok da sevdiğimi zannediyorum. Ama belkide dediğiniz gibi bilinçaltımda benim farketmediğim bir takıntım olabilir. Bunun adını ne koyarsanız koyun, benim ’Kur’an’a uygunluk’ söylemime cevap istedim. Ve hala anlamış değilim. Bir ülkede yaşayan ve nüfus olarak az olan bir ırkın çoğunluktaki ırka aidiyet bildirmesi şartına neden ihtiyaç duyulsun ki. Kişi ’Türküm’ demek zorunda kalmasın. İstiyorsa ’Apaçiyim’ desin bize ne.

Bazı arkadaşlarımız da ’’Ne mutlu Türküm diyene’’ sözünü yazmış. ’Türküm’ kelimesinin yanına parantezde ’Türkiyeliyim-Türkiye vatandaşıyım’ yazmış. Atatürk ’Türküm’ dediyse Türküm diye yazın. Zorlamaya gerek yok. Biz sadece Kur’an harflerinde bu manaları arar ve söyleriz. Kimse kusursuz değildir.

Son olarak SÜleyman Karagülle Hocam; Lütfi Abi aracılığıyla sizinle tanıştığım günden beri, sizin seminerlerinizi takip ediyoruz. Daha öceleri bulduğumuz 26 adet tefsirden incelemeye çalışırdık. Şimdi sadece Akevler Kur’an Seminerlerine bakıp ordan çalışıyoruz. Aklımıza takılan bişey oldumu da Lütfi Abiyi arıyorum. Dünyada nadir insanların bu kadar başarı sergileyerek yaptıkları bir işi yapıyorsunuz. Kur’an tefsiri ve seminerleri. Bunu yapabilmek için öyle bir beyne sahip olmak gerekir ki; eminim bu beynin diğer insanlara göre sayısal verileri çıkarılırsa ağzımız açık kalır. Sayın Güzel Hocam; Siz benim yazdıklarımdan nasıl ırkçılık yaptığımı anladınız hala bir anlam vermiş değilim. Ben sadece sizden kullandığınız bu kelimenin Kur’an’la delillendirilmesini istedim o kadar.

Reşat Nuri Erol;

Ben sizi henüz tam tanımıyorum. Ancak Lütfi Abi kısmen anlatmıştı sizi. Yıllardır Süleyman Hocam’la birlikte çalışıyorsunuz. Sizin çok iyi bir çalışan olduğunuza eminim. Keşke sizin gibi olabilsek. Ama bazen insnalar çok değişik ve beklenmeyen hatalar yapabiliyor. ’’- ÜSTAD nihayet yazacaklarını yazdı; anlayana...’’ Burdaki ’anlayana’ kelimesini yazacağınıza anlatabilirliğinizi sorgulayabilirdiniz. Benim zekam çok iyi değil, hatta gerizekalıyım ve tek seferde anlamıyorum. Yapmanız gereken öğrenmek isteyen birine bıkmadan anlatmak güzel abim.

Yazı ve yorumda saygısızlık ettiysem özür dilerim...

Allah bizi doğru yola ilettikten sonra tekrar ayırmasın...

Süleyman Karagülle
28.06.2010
11:33

TÜRK KELİMESİ

İslamiyet Arabistan’da doğdu. Büyük uygarlık kurdular. Her ümmetin eceli olduğu gibi Arapların da eceli olmuş uygarlık sahasından çekilmişlerdir. Yerini Persler ve Türkler almışlardır. Devletler hanedanlara dayanılarak oluşuyordu. Selçuklular, Osmânlılar, Emevîler, Abbasîler böyle adlardır. O zaman kurulan devletlerin yöneticileri ırka dayanıyordu. İlk İslâm devletini de Araplar kurmuşlardır.

Kur’an’a göre insanlar bir tek ümmettir. Ama ümmetlere ayrılmıştır. Ümmet demek başkanları olan topluluklardır. Kur’an bunların adlarını saymaktadır. Kavm, şa‘b, kabîle ve ‘aşîret. Kur’an’a göre bu sınıflamadaki maksat birbirimizi tanımamızdır. Her kavmin her şa‘bın her kabilenin adları vardır. Adı olmayan varlık olmaz. Ayrıca insanların toprakları vardır. Kur’an bunların da adlarını saymaktadır: Karye, medîne, belde ve mısr. Kabîle karyelere, şa‘b beldelere, kavm medînelere ve insanlık da mısrlara sahiptir. Yine Kur’an’a göre topluluklar onluk sisteme göre oluşurlar. Ehl-i beyt, ehl-i karye, ehl-i belde, ehl-i medîne ve ehl-i mısr vardır. Bunlar topluluk değildir. Onar onar çoğaltırsanız bir şa‘b 300 000 ile 1000 000 topluluk olacaktır. Ülke ise otuz milyon ile yüz milyon arasında bir ülkedir.

Demek ki bir devletin halkı bir ümmettir. Cins adı kavmdir. Her kavmin ayrı adı vardır. Kavmin başlıca özelliği Kur’an’a göre kendilerine özgü dilleri vardır. Ayrıca silâhlı güçleri vardır. Şa‘blar ise kavmin dallarıdır. Kavm gövde şa‘b ise dal demektir. Beldelerin ve medînelerin imâmları yoktur. Kavmin imamı onların imamıdır. Oralarda imâmın nasbettiği emirler bulunur. Oysa şa‘bın yani illerin imamı vardır. Ora halkı seçer.

Aşiret ortak yaşama yeridir. Kabîle ortak şûrâya sahip yerdir. Şa‘b ortak iç güvenliği temin eder. Kavm dış savunmayı yapar. İnsanlık ise tüm yeryüzüne hâkimdir. Uygarlaşmada görev alır. Bunların hepsi Kur’an’a dayanılarak, sünnete dayanılarak icmâ‘ ve içtihatlarla oluşturulmuş hükümlerdir.

O halde Türkiye’de bir Kürt kavmi yoktur. Türkiye’de Kürt şa‘bi vardır. Her il ayrı şa‘bdır. Kendilerine istedikleri adları takarlar. Çünkü ad takınma kişilerin kendilerine aittir. Kürtçe bir şa‘b dildir. Kavm dili değildir. Kavm dili Türkçedir. Şa‘b dili Kürtçedir. Halk kendi illerinde kendi şa‘b dillerini konuşurlar. Lise eğitimini onunla yaparlar. Resmî mu‘âmeleleri o dille yaparlar. Diyarbakır ve Van bölge merkezleri. Burada Türk orduları oturur. Başka bölgelerde Türk orduları oturur. Burada Türkçe konuşulur. Burada üniversiteler bulunur. Üniversite eğitimi Türkçe yapılır.

Türkiye’de oluşacak şa‘blerin aynı ırkta olmaları gerekmez. O topraklarda oturuyorlarsa kendi dillerini konuşuyorlarsa, ben o ilin şa‘bına mensubun diyorsa, yani ben Kürdüm diyorsa, onlar o şa‘bdandırlar. Bunlar o ilde zabtiye hizmetlerini yaparlar.

Bir de yine Kur’an’ın belirttiği kavimlerden biri yaşar. Bunlar da kendilerine ne ad verirlerse onun adı odur. Daha evvel ‘Osmânlılar diyorlardı. Cumhuriyet kurulunca Türkiye’deki ulusa Türk dendi. Kürtler Gürcüler Kürt halklarıdır ve boylarıdır. Arapçası şa‘blardır. Irka dayanmamaktadır. İsteyen ise şa‘bından çıkıp başka şa‘ba yerleşir oralı olur. Oranın dilini öğrenir. Oraya mensubum der oralı olur.

İslâmiyet ırka dayanan toplulukları ortadan kaldırmıştır. Onun yerine isteğe bağlı topluluklar oluşturmuştur. Onu câhiliye dönemi topluluk olarak anlatmıştır. Vahab bey İslam yetmez mi diyor?! Yetmez! Çünkü İslamiyet dîndir. Mardin’de Süryaniler de yaşamıyor mu? Sonra Türkiye dışında Müslümanlar yok mu? Türk halkını başka ülkelerin Müslümanlarından nasıl ayıracaksın kim bunlar?

Bir hususu daha anlatmaya çalışayım: Kürt vardır. Bunlar hücrelerdeki derilere tekabül eder. Değişik toplulukları birbirinden ayırır. Bunlar dildir, sanattır, tekniktir ve örftür. Farklı kültür, farklı kavimleri, farklı şa‘bları, farklı kabîleleri ve farklı aşîretleri oluşturur. Kur’an Arapçasında kültürün adı ‘irfândır. Lite‘ârefûdan istidlâl ediyoruz.

Bir de medeniyetler vardır. Bunlar dîn, ‘ilim, iktisâd ve siyâsettir. Burada insânlar gruplar oluştururlar. Ve tüm dünyada birlik sağlanır. Ayrıca Hıristiyanlar, Müslümanlar Sünnîler, Şî‘îler tüm dünyada örgütlenmişlerdir. Bunlara Kur’an diliyle umran diyoruz. O halde İslam demek din birliğidir. Coğrafyaya dayanmaz. Oysa Türklük coğrafyaya dayanır. Türk Türkiye’de yaşayan yetmiş milyonun ortak adıdır. İslam ise dünyada dağınık olarak yaşayan iki milyara yakın bir dine mensupların adıdır. Bunları nasıl ortak ad içinde birleştirdiğinizi asla kavrayamıyorum.

Kimi de Türk yerine Türkiyeli demek istemektedir. Oysa Türk kültürüne sahip olmayan kimseler de Türk vatandaşı olmaktadır. Ben Türküm demiyor, Müslüman değil, Türkçeyi öğrenmek istemiyor, Bunlar Türkiyelidir ama Türk değildirler. Bunlara azınlık diyoruz.

Şimdi Vahap bey şunu isteyebilir: İsteyen kendi ilinde olursa olsun, ama Türkiye’de ben Türk değilim desin, ben Türkçe öğrenmem desin, istediği dinde olsun. Buna karışmayalım. Bunlara ayrı hukuk tanıyalım. Buna iştirak eder katılırım. Türkiye’de yaşayan ve Müslüman olanları zorla Türk yapmanın manası yoktur elbette. Ama bunlar kendi illerinde seçime katılırlar ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılamazlar. Asker olamazlar. Onun yerine bedel verirler. Kur’an’da buna cizye deniyor.

Kur’an’dan bana delîl getirin diyorsunuz. Selâmlar ve du‘âlar. Sizin bu şekildeki itirazlarınız bizi çok memnun ediyor. Bu sayede cevap vermek imkânını buluyoruz. Ne yazık ki bu gerçekleri Türk üniversiteleri zâten ele almıyor. Ordu da bu hususta tam bilgiye sahip değildir. Bizi de okumuyorlar. Bir gün okumak zorunda kalacaklar.

Reşat Nuri Erol
28.06.2010
12:16

Vahap Kardeş;

"Anlayana" derken seni kastetmemiştim; bizi anlamayan o kadar çok insan var ki, yazarken genel yazıyor ve onları kastediyoruz, bizimle çalışanları değil, yazmışken onları kastediyoruz...

Kardeş;

Benim ne demek istediğimi tam olarak anlamak istiyorsan, önceki yazdıklarımı -Üstadımızın yazdıkları üzerine- tekrar tekrar okumanı tavsiye ederim.

Bilvesile, daha önce de hatırlattığım üzere, "İSLAM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ" kitabımızla (iki cilt, 1200 sh., büyük boy) birlikte, bulabildiğiniz diğer kitaplarımızı, onbinlerce sayfadan oluşan bütün SEMİNER NOTLARIMIZI roman okur gibi hızlıca okumanızı tavsiye ederim.

Sonra geriye döner, daha dikkatli anlamanız gereken konulara ayrıca yoğunlaşırsınız...

Daha çok anlaşılması gereken yerleri ayrıca birlikte çalışırız, inşaallah...

Önemli olan, daha baştan "SİSTEMİ" yani "ADİL DÜZEN"i bir bütün olarak kavramak. Bu genel anlamadan sonra, şu anda yapmakta olduğumuz tartışmaya gerek olmadığı görülecektir.

Vahap Kardeş;

BİZİMLE TARTIŞIRKEN DE; hem Süleyman Hocam hem de ben, Allah’ın Gürcü ve Arnavut yani sert karakterli ırklarından olduğumuzdan, anlatımımızın da bazen sert olduğunu baştan bilin!

Zaten; "BARİKAYI HAKİKAT DA MÜSADEME-İ EFKARDAN ÇIKMIYOR MU?"

Üstadın dediği gibi; fikir çatışması, düşünce tartışması hakikatin ortaya çıkmasına yardımcı oluyorsa, ne mutlu bize.

"İLİM" DEMEK "TARTIŞMA" DEMEKTİR.

TARTIŞMADAN İLİM OLMAZ.

Tartışmaya ve çalışmaya devam...

İLİM BEŞİKTEN MEZARA KADAR FARZ DEĞİL Mİ?

O HALDE FARZI YERİNE GETİRMEYE DEVAM, İNŞAALLAH...

ALLAH CÜMLEMİZİN YÂR VE YARDIMCISI OLSUN.

Selam, sevgi ve dua, dua, dua ile...

ADİL DÜZEN ÇALIŞANI REŞAD

Vahap Alma
28.06.2010
23:18

Yapmış olduğunuz yorumlar için Allah razı olsun.

Doğrusunu ancak ve ancak Allah bilir.

Allah yardımcımız olsun.

Reşat Nuri Erol
29.06.2010
09:35

Amin...

Vahap Alma
30.06.2010
15:40

Bu hafta benim haftam. Önce Oktay Ekşi, şimdi Cengiz Demirci ile aynı fikirdeyim. Hayırdır inşallah :)

Benim de baştan beri söylemek istediğim buydu. Bu terimin ne ifade ettiğini çok iyi anladım yalnız bu terimdeki ısrarı anlamadım. İnşallah daha genel ve ortak kullanılabilen farklı bir şeyler bulunur.

Mete Firidin
30.06.2010
22:45

PKK yoken kimse kimseyi öldürmüyordu.PKK öldürdüğü için türk askeri öldürmez zorunda kalıyor.Barışcıl çözüm isteniyorsa barışcıl bir tutum izlenmelidir. Yoksa öldürme inatlaşmasına girilirse bütün tarih bilirki Türkler bu inatlaşmadan galip çıkar herşeye rağmen.

Zorla güzellik olmaz ancak islami yaklaşımla güzellik olabilir.

Reşat Nuri Erol
01.07.2010
08:40

- 40 yıl öncesinden itibaren "MİLLÎ GÖRÜŞ" var...

- 20 yıldan beri de "ADİL DÜZEN" var...

Ama sorunlar hâlâ bitmedi...

İçerikler dolmadı.

Yıllar öncesinde "İSLAM DEVLET VE DÜNYA DÜZENİ" kitabı üzerinde çalışırken çok düşünmüşümdür...

Şimdi de "ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI" üzerinde geçmişteki çalışmalarımızı ve "KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ" üzerinde ilerledikçe tesbit ettiğimiz eksikleri düşünüyorum...

Düşünüyor ve; "İLMİN BEŞİKTEN MEZARA KADAR NEDEN FARZ OLDUĞU"nu daha iyi anlıyorum.

(Parantez: 1970’li yıllarda; İzmir’de, Üstad Süleyman Karagülle’nin önderliğinde ve rehberliğinde, haftalık "MİLLÎ GÖRÜŞ AÇISINDAN ANAYASA ÇALIŞMALARI" yapar, anayasa taslakları yazar, uzun metinler hazırlardık. Önemli eksiklerimizden dolayı daha sonra o yazılanları muhafaza etmedik; yeni çalışmalara yöneldik... Hâlâ çalışıyoruz...)

Yıllar önce, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşmek üzere Üstad Süleyman Karagülle ile gitmiş ve DÖRT SAAT "ADİL DÜZEN"İ ANLATMIŞTIK... (Ben kendisiyle bu görüşme öncesinde birkaç görüşme yapmıştım.) Muhsin bey, "ADİL DÜZEN" kavramının yıprandığını -genellikle herkesin yaptığı gibi- söyleyince, dedim ki; "MUHSİN BEY, KAVRAM ÖNEMLİ DEĞİL, DEVLET DÜZENİ SADECE SLOGANLA KURULAMAZ. ÖNEMLİ OLAN ADİL/İSLAM/BARIŞ DÜZENİNİN İÇERİĞİNİ BİR BÜTÜN VE İLMÎ OLARAK ÇALIŞMAK, ÖĞRENMEK, KAVRAMAK GEREK. İÇERİĞİNİ DOLDURDUKTAN, DOLDURABİLDİKTEN SONRA GERİSİ KOLAY. BU İÇERİĞE GÖRE MESELA SİZİN "NİZAM-I ÂLEM" KAVRAMINIZ VAR, SİZ DE ÖYLE DERSİNİZ. AMA İÇERİĞİNİ İLMÎ OLARAK BİLMEDEN HİÇBİR ŞEY OLMAZ...

DEĞERLİ DOSTLAR;

-KELİMELER, KAVRAMLAR elbette çok önemli...

-AMA HER ŞEYDEN ÖNCE İLİM VE İÇERİK GEREK, "İLİM"...

-"İLİM" YOKSA, "CEHALET VE TEMBELLİK" varsa; gerisi boştur...

-BİZ KIRK YILDAN BERİ BUNDAN DOLAYI SÜREKLİ İLMÎ ÇALIŞMA YAPIYORUZ...

"ELULEMÂU VERASETU’L-ENBİYÂ /

ÂLİMLER PEYGAMBERLERİN VÂRİSLERİDİR."

İLİM VE ÂLİM her şeyin; kendisinin, dinin, iktisadın ve idarenin rehberi olacak.

Bunların tamamı İLME TESLİM OLMADAN VE ÖMÜR BOYU İLMÎ ÇALIŞMA YAPMADAN bu işler düzelmeyecektir.

BUNDAN DOLAYI SABIR VE SEBATLA İLMÎ ÇALIŞMALARA DEVAM...

Vesselâm; mea’d-duâ, duâ, duâ...

ADİL DÜZEN ÇALIŞANI

REŞAD





Sayı: 55 | Tarih: 27.06.2010
Oktay Ekşi
Çözüm Yanlışımızdadır
1885 Okunma
15 Yorum
Vahap Alma
Reşat Nuri Erol
Terörü nasıl bitirelim?
1863 Okunma
12 Yorum
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Benim oğlum can verirken, çiçekler çığrışıp açtı
1284 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Helal olsun Sarıgül
1229 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
"Türkün Yeni Âmentüsü"
1165 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Altan
Bir dinleyin...
1146 Okunma
Özer Ataç
Hayrettin Karaman
Açılımlar ve Terörle Mücadele
1120 Okunma
Hilmi Altın
Ruşen Çakır
Taşeron diye diye...
1112 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Altan
Çifte bacakla tekme atılmaz
1107 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mahir Kaynak
Taşeronluk nedir?
1101 Okunma
Süleyman Karagülle
Mümtazer Türköne
Bir cenaze kaç oy eder?
1082 Okunma
Arif Ersoy
Fehmi Koru
Vuruşmayalım, konuşalım
1052 Okunma
Ahmet Kirtekin


© 2024 - Akevler