Terörü nasıl bitirelim?
1856 Okunma, 12 Yorum
Reşat Nuri Erol - Milli Gazete
Ilker Ardic

Hüküm şudur: İşsizlik varsa terör de vardır. Ülkemizdeki iki büyük sorunumuzdan, iki büyük problemimizden söz ediyorduk, terör ve işsizlik üzerinde duruyorduk.

Vatanımızı bir gemiye benzetirsek; vatan denen gemimizde delikler var, gemimiz su almaya başlamış ve gemideki bu delikleri kapatmak çok basit. Ama çözümlerdeki bu basitliği görmek için göz, işitmek için kulak gerek.

İlgililer ve yetkililer çare ve çözüm olarak yazılanları görseler, söylenenleri dinleseler, delikleri hemen görecek ve kapatacaklar.

Ama onlar geminin su alan deliklerini bir an önce görüp tıkayacaklarına; gözlerini hakikatlerden kaçırıp kapatıyorlar, kulaklarını çözüm önerilerine tıkıyorlar!!!

H H H

Bugünkü yazımızda, gemideki çok büyük ve çok tehlikeli iki delikten biri olan ve artık vatan gemisini her an batırabilecek mesabedeki "TERÖR" üzerinde duralım... Bu konuda ne gibi çare ve çözümler üretilebileceğini düşünelim... Düşünmekle kalmayıp gereğini yapalım.

Her şeyden önce şunu iyi bilin ki; terörü sizin bugüne kadar uyguladığınız metotlarınızla önleyemezsiniz, ne "açılım" ne "imha sistemleri" ne de bugüne kadar uyguladığınız diğer her türlü metotlar ile terörü ortadan kaldıramazsınız.

Terörün tek çaresi vardır: Terörü ancak "Adil Düzen" ile önleyebilirsiniz.

H H H

Terörü önce önlemek, sonra tamamen sona erdirmek için neler yapmalısınız?

Bir: Her şeyden önce ülkeyi gerçek anlamda nüfusu ve diğer verileriyle yüze yakın vilayete böleceksiniz. Her vilayetin, her ilin meclisleri ve şuraları olacak, bunları doğrudan oranın halkı seçecek. Merkezden atamaları kaldıracaksınız. Halk olarak valilerini (başkanlarını) kendileri seçecekler, valiler merkezden atanmayacak.

İki: Bu yapılanmayı gerçekleştirdikten sonra illere iç işlerinde tamamen bağımsızlık vereceksiniz, iç işlerinde tamamen serbest olacaklar. Kendi kanunlarını kendileri yapacaklar. Hakemlerden oluşan mahkemeleri olacak; Yargıtayları, Danıştayları olmayacak. Lise öğrenimini kendileri yapacaklar. Batı dillerinde kolejler olduğuna göre; Arapça medreseler de açılacak. Hür olacaklar. En önemlisi, kendi iç güvenliklerini sağlamak üzere jandarma teşkilatlarını kendi aralarında kuracaklar ve iç güvenliği kendileri temin edecekler.

Üç: Bölge merkezleri olacak ve bölge merkezlerinin valileri merkezden atanacak. Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Konya, Samsun, Erzurum böyle olacak ve bunlar yani bu merkezler on iki kadardır. Buralara oranın halkından olmayan askerlerden oluşmuş ordular yerleştirilecek. Ordu taşra illerinin iç işlerine karışmayacak, izinli olmadan oralara giremeyecek. Eğer iller kendileri iç güvenliği sağlayamazlarsa, sıkıyönetimi kendileri ilan edip bölge merkezinden gelen askeri birliğe yönetimi teslim edecekler; istedikleri zaman da sıkıyönetimi kendileri kaldıracaklar. Devlete isyan eden ayırımcı il olursa, ordu oraya girecek ve o il dağıtılacak. Ordunun asıl görevi ise o bölgenin dış savunmasını yapmaktır.

Dört: Adalet sorununu bir türlü çözüme kavuşturamayan, hattâ sorunun ana sebebi olan "merkezi yargı sistemi" kalkacak, "hakemlik sistemi" gelecek. Mağdur olan kişi bir hakem seçecek, mağdur eden de bir hakem seçecek; baş hakemi de hakemler seçecek. Bunların verdiği kararlar kesin olacak. Kimse bozamayacak. Haksız kararlara karşı hakemler aleyhine mahkemeye (yani yine hakemlere) gidilecek. Bir Kürt vatandaşın bile sorunu varsa, devlet aleyhine hakemlere gidebilecek.

İşte bu dört tedbir terörü bıçakla kesilmiş gibi birkaç ay içinde sona erdirir.

H H H

En baştaki hüküm cümlemizi tekrar hatırlayalım: Bir yerde "işsizlik" varsa orada "terör" de vardır. Özellikle ülkemizin doğu tarafındaki "TERÖR"ün ana sebebi ve kaynağı "İŞSİZLİK"tir. Bu sebeple "terör"den sonraki konumuz "işsizlik" sorunu ile ilgili olacaktır.

 

Ilker Ardic


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
29.06.2010
10:07

VAHAP ALMA KARDEŞİMİZİN GÜNDEME GETİRDİĞİ ÖNEMLİ BİR KONUDA KARŞILIKLI FİKİR TEATİSİNDE BULUNUYORDUK; OKTAY EKŞİ-VAHAP ALMA KÖŞESİNDE...

ORADAKİ TARTIŞMA KENDİ MECRASINDA YÜRÜYEDURSUN; BİRAZ AYNI KONUYA VE BAŞKA KONULARA "BİR BATILININ PENCERESİNDEN" BAKALIM...

BAKALIM VE İSTİFADE EDELİM...

REŞAD

François Bayart: BÜYÜK TÜRK’ÜN OYUNU

Fransız laikliğinin tam tersi olan Türk laikliği, din ile devletin ayrılmasını değil, dinin devlete bağımlı olmasını öngörüyor.

Tirajı haftada 542 bin olan Fransız le Nouvel Observateur dergisinin 24-30 Haziran 2010 tarihli sayısında "Büyük Türk’ün Ouyunu" başlıklı makale altında yayımlanan, Ulusal Bilim Araştırma Merkezi CNRS’te Araştırma Müdürü, Uluslararası Çalışmalar ve Araştırmalar Merkezi CERİ’nin eski Başkanı Jean-François Bayart’ın, Gilles Anquetil ile François Armanet’e verdiği mülakatın çevirisi şöyledir:

Orta Doğu’da Hızla Yükselen Bir Güç Olan Erdoğan’ın Türkiye’sinin Yeni Jeopolitik Hedefleri Nelerdir?

Bir Uzmanın Değerlendirmeleri

SORU: İsrail’in, Recep Tayyip Erdoğan hükûmetinin desteğiyle Gazze’ye doğru yola çıkan "Mavi Marmara" gemisine müdahalesiyle Türkiye’nin Orta Doğu meselelerindeki rolünde bir dönemeç mi yaşanıyor?

BAYART: İsrail ile Türkiye arasında ilişkilerin bozulması konusunda yeni bir aşamaya gelindi. Erdoğan’ın kamuoyunu dikkate alması gerekiyor. Ancak kendisi İsrail Devleti’ni değil, Kudüs’te yönetimde olan koalisyonu kınıyor. Yani Ahmedinejat’ın kışkırtmalarıyla hiçbir alakası yok. Yine de İsrail ordusu dokuz Türk’ü öldürmüştür. Bu durumda Ankara’nın zaten PKK’ya yardım ettiğinden şüphelenilen İsrail ile askerî iş birliğini veya Kudüs ile Müslüman-Arap dünyası arasında ara buluculuğunu devam ettireceği sanılmıyor. Bu meselede kaybeden, Tahran, Şam ve Iraklı Kürtlerle ilişkilerini düzelten bölgedeki tek müttefikinin kendisinden uzaklaşmasına neden olan İsrail Devleti’dir.

SORU: Avrupa’nın kendisini Birliğe kabul etmesi konusundaki çekincelerine alınan oysa NATO üyesi ve stratejik anlamda ABD yanlısı olan Türkiye, Osmanlı geçmişine bir sadakat gösterisiyle yeniden Müslüman dünyasının lideri mi olmak istiyor?

BAYART: Türk diplomasisi neo-Osmanlı değildir. Yeniden kurulacak bir imparatorluk dünyasında değil, bir ulus-devletler bölgesel sistemi çerçevesinde gelişmektedir. 1990’lı yıllardaki Yugoslavya savaşlarındaki tutumu bunu kanıtlamıştır. Türkiye elbette bir bölgesel güç olarak ortaya çıkıyor. Ancak Ermenistan ile barışma çabaları, mali bir kriz döneminden geçen Yunanistan’a desteği, diplomasisindeki Müslümanlık boyutunun ikinci planda kaldığını gösteriyor. Türkiye her şeyden öte global bir güç olmak istiyor, bunun en iyi göstergesi de İran nükleeri konusunda Tahran’da varılan anlaşma ve Türk yetkililerin Afrika ile Latin Amerika’ya yaptıkları ziyaretlerdir. Türkiye’nin bu projesi, Avrupa Birliği’ne üyelik projesinin yerini almıyor. Ancak Avrupa Birliği artık daha az ilgi çekiyor ayrıca 70 milyon nüfusu olan bir ülkeye burun kıvırarak ciddi bir risk aldı: Türkiye’yi, yeni bir bağlantısızlığa hatta Putin veya Ahmedinejat’ın tarzında bir milliyetçiliğe özenen kalkınmakta olan ülkelere doğru itme riskini. Henüz buraya gelmedik. Ancak Sarkozy’nin diplomasisi de tutarsız. Fransa’nın hatası, Türkiye’nin ABD’nin Truva Atı olacağını düşünmek oldu. Oysa NATO’da bu ülke asla ABD’nin "fino köpeği" olmadı. 2003 yılında Irak savaşında ABD’lilere katılmayı reddetmedi mi? Türkiye ayrıca işini bilen çok taraflı bir oyuncudur. Diplomasisi, Fransa’nın "Güç-Avrupa" görüşüne yakındır.

SORU: "Cumhuriyetçi İslam" adlı kitabınızda Türkiye’de "Cumhuriyet ile İslam’ın aynı gemide olduklarını" yazıyorsunuz. Türkiye, komşusu İran İslam Cumhuriyeti’nin başaramadığı bu demokratik evliliği başarabilir mi?

BAYART: Fransız laikliğinin tam tersi olan Türk laikliği, din ile devletin ayrılmasını değil, dinin devlete bağımlı olmasını öngörüyor. Kemalist ideoloji göz ardı etmiş olsa da İslam, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok kültürlü ve dindar dünyası yıkıldığında Cumhuriyet’in dölyatağını oluşturmuştur. Türk vatandaşlığı etnik inanca dayanır. Doğuştan Hanefi mezhebine bağlı bir Sünni olan ve Türkçe konuşan bir kişi, Kürtçe konuşan Şafi mezhebine bağlı bir Sünni’den, bir Alevi’den, bir Musevi’den veya bir Hristiyan’dan daha fazla Türk’tür. Türkiye Cumhuriyeti’nin Hanefi-Sünnilikle arasında, Fransa’nın Katoliklikle arasındaki aynı utanç verici ilişki hâkimdir. Türkiye’de Erdoğan’ın partisi AK Parti ile neo-Kemalistler arasındaki tartışma dinden çok, iki elitin siyasi ve ekonomik rekabetine dayanmaktadır. AK Parti, Anadolulu bir burjuvazi ve iş adamlarının yükselişine yol açmaktadır. Laiklik yanlıları –özellikle de ordu– ile İslamcı hareket arasındaki ilişkiler hiçbir zaman "biri kazandığında diğerinin kaybettiği" şeklinde olmadı. Türklerin yüzde 74’ü Cumhurbaşkanlarının dindar bir Müslüman olmasını istiyorsa, yüzde 75’i de ayrıca laikliği savunmasını bekliyor. Artık asıl mesele, vatandaşlık üzerindeki etnik inanca dayalı görüşün aşılması. Avrupalıların, hayatları pahasına bile bu yönde ilerleyen Türklere destek vermemeleri utanç vericidir. Tartışma, Türkiye ile Avrupa’yı değil, vatandaşlık hakkında iki görüşü, etnik inanç ile evrenselciliği karşı karşıya getirmektedir. İran ise henüz son sözünü söylememiştir. "Yeşil Hareket", sivil toplumun Cumhuriyet veya demokrasi fikrinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini göstermiştir.

Reşat Nuri Erol
29.06.2010
10:27

Karadeniz’de yeni bir ittifak!

Türkiye, Rusya ve Ukrayna Karadeniz’de yeni bir ittifak kuruyor

Rusya’da yayınlanan haftalık Nasha Versiya gazetesi, Türkiye, Rusya ve Ukrayna’nın “Karadeniz Savunma Anlaşması” adıyla yeni bir ittifak kurmak üzere olduklarını öne sürdü.,

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un anlaşmanın ayrıntılarını görüşmek üzere Temmuz ayında Moskova’ya gideceğini belirten gazete, anlaşmayla ilgili protokollerin Ağustos ayı içinde imzalanacağını iddia etti.

Nasha Versiya’nın iddiasına göre, üç ülkenin Karadeniz’de askeri bir ittifak oluşturmasını öngören anlaşma ilk kez 2003 yılında gündeme geldi. Ancak 2005 yılında Ukrayna’da Moskova karşıtı Viktor Yuşçenko’nun iktidara gelmesinden sonra görüşmeler uzun bir süre rafa kalktı.

Gazeteye göre Ukrayna’daki yönetime rağmen Türkiye, Rusya Savunma Bakanlığı ile yaptığı görüşmelerde anlaşma teklifini sürekli gündemde tutarak Moskova’yı ikna etmeye çalıştı.

Ukrayna’daki iktidar değişikliğiyle birlikte, savunma ittifakı da yeniden gündeme geldi. Kiev yönetimi savunma ittifakına yeşil ışık yaktı.

Nasha Versiya, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, konunun ayrıntılarını görüşmek üzere Temmuz ayı içinde Moskova’ya gideceğini öne sürdü. Gazete üç ülke savunma bakanlarının ayrıntıları bir ay içinde sonuçlandırıp, anlaşmayla ilgili protokolleri Ağustos ayı içinde imzalayacaklarını iddia etti.

Rus gazetesi, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu hatırlatarak, Brüksel’in anlaşmaya nasıl bir tepki vereceğinin henüz bilinmediğini yazdı. Rusya ve Ukrayna’nın NATO deniz kuvvetleriyle uzun zamandır ortak tatbikatlar yaptığını hatırlatan gazete, Brüksel’den önemli bir tepki gelmesinin beklenmediğini savundu.

Nasha Versiya’ya göre Rus gözlemciler, Türkiye ile ortaklığın, bir yandan Moskova’ya Akdeniz’de daha aktif rol alma olanağı sunarken, diğer yandan da Romanya ve Bulgaristan’ın Karadeniz’deki petrol sahaları üzerindeki iddialarına set çekeceğini belirtiyor.

Gazete, Türkiye ve Rusya’nın Karadeniz’de polis rolü üslenerek, Amerika’nın bölgedeki varlığını da dengeleyeceklerini savunuyor.

Reşat Nuri Erol
30.06.2010
07:10

ABD’nin Karadeniz projesinin çöküşü

Taliban’la mücadele Karadeniz’de başlar, ifadesi birilerine oldukça tuhaf geliyor olabilir. Tıpkı ’Bağdat’ın savunması Çanakkale’de başlar’ ifadesinin yeterince algılanamaması gibi. 2005 yılında PKK neden Trabzon’un Maçka ilçesinde çatışmalara giriyordu, bunun Kürt meselesiyle ne alakası vardı sorularına yeterli cevap üretilememesi ya da İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırısından birkaç saat önce İskenderun’da deniz üssüne yönelen terör saldırısının yeterince anlaşılamaması gibi.

Öteden beri, sadece Ortadoğu bölgesinde değil, genelde Avrasya kuşağında yaşanan, sıcak çatışmaları aşan güç mücadelesine dikkat çekerken Doğu Akdeniz ve Doğu Karadeniz’e dikkat çekmeye çalışıyoruz. Çünkü bu bölgeler, terör meselesinden çok daha geniş bir uluslararası ilgiyi üzerinde topluyor. İki bölge; Türkiye’ye çok büyük fırsatlar sunabileceği gibi, bu ülkenin çöküşüne bile neden olabilecek ölçüde güç mücadelesine sahne oluyor.

Türkiye-Rusya-Ukrayna arasında ’Karadeniz İttifakı’ kurulacağına dair dünkü haberlere bakılırsa; üç ülke Ağustos ayında böyle bir ortaklığa girişecek. Üç ülkenin güvenlik birimleri Karadeniz’de ortak denetim yapacak. Bakalım NATO ve ABD, bu yaklaşıma nasıl tepki gösterecek?

Ukrayna ve Gürcistan’da renkli devrimler yapan, Romanya ve Bulgaristan’a on binlerce asker yerleştirmeye başlayan, bu ülkeleri askeri üslerle donatan, Gürcistan savaşında savaş gemilerini Karadeniz’e gönderen ama Türkiye’nin sınırlamasıyla karşılaşan, Karadeniz’i bir Amerikan Gölü’ne dönüştürmek için Türkiye’ye baskı üstüne baskı yapan ABD ve Türkiye’den dışlandıktan sonra Romanya ile anlaşıp hava sahasını kullanan, Gürcistan’a askeri yığınak yapan İsrail, böyle bir anlaşmadan ciddi biçimde rahatsız olacak. Karadeniz üzerindeki güç mücadelesinin bazı evrelerini hatırlayalım şimdi

Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in geçtiğimiz yılki Türkiye ziyaretinde; iki ülkeyi, Karadeniz’i, Avrasya’nın iki ucunu, bir derecede Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan, belki etkisini bu yüz yıl boyunca devam ettirecek olan, çatışma alanlarını ve uzlaşma modellerini şekillendirecek güçte, ABD ve Avrupa’nın Avrasya hesapları üzerinde büyük etkiler uyandıracak nitelikte imzalar atıldı. Hem Doğulu hem Batılı olan Avrasya’nın iki merkez ülkesinin attığı her adım, hem dünyanın en gerilimli kuşağına yönelik ekonomik ve politik hesapları hem de küresel denklemi derinden sarsabilecek güçte.

Rusya ile yapılan bütün anlaşmalar Karadeniz’i daha önemli hale getiriyor. Kafkaslar ve Hazar enerji kaynakları Doğu Karadeniz’i Doğu Akdeniz’e, Basra Körfezi’ne, Kızıldeniz’e dönüştürüyor. ABD ve NATO bölgeye yerleşmeye çabasının sebebi bu. ABD’nin Avrasya stratejisi bölgeyi Ortadoğu’yu andırır bir geleceğe sürüklüyor. Ukrayna’da ya da Gürcistan’da demokrasi tartışması, aptalların avuntusu olmanın dışında hiçbir anlam ifade etmiyor. Putin’in ziyaretini, imzalanan anlaşmaların önemini, Avrasya mücadelesini, Batı’nın Doğu sınırının neden Türkiye-İran sınırına kaydırıldığını bunları farkedince daha iyi anlıyoruz.

Dünyanın ağrılık merkezi değişirken Türkiye; Amerika’nın cephe ülkesi olmaktansa, Avrupa Birliği’nin kenar ülkesi olmaktansa kendi coğrafyasının ve Avrasya’nın merkez ülkesi olmaya çalışıyor. Rusya ile ABD arasındaki denge politikasının tek anlamı bu. İmzalanacak üçlü ittifak anlaşmasının anlamı da bu.

Hatırlayalım; Gürcistan krizi sırasında, Türkiye yoğun baskı altında kalmıştı. Batı’nın Kafkaslar’daki "Garnizon ülkesi" olarak inşa edilen Gürcistan’ın Abhazya’ya saldırısı, ardından gelen Rusya müdahalesi bölgeyi bir anda harekete geçirdi. ABD, Avrupa ve NATO, bir büyük projenin çöküşünü engellemek için seferber oldu. Batı ittifakı içindeki Türkiye’ye büyük rol düşüyordu. NATO ve ABD gemileri Karadeniz’e hareket etti. Tam bu sırada, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı değerlendirme, aslında Türkiye’nin Rusya’ya, Rusya ile geleceğe bakışını ortaya koyan özet cümlelerdi.

"Gürcistan olayından sonraki süreçte bizi bir tarafa doğru itmeye çalışıyorlar. Bazıları tümüyle ABD’nin, bazıları tümüyle Rusya’nın tarafına itmeye çalışıyor. Oysa biri en yakın müttefikimiz olan ABD, diğeri ise enerji başta olmak üzere önemli ticaret hacmimizin bulunduğu Rusya. Ben Türkiye’nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz."

Karadeniz’in "Amerikan Gölü" haline getirilmesinin gerekçesi bölgede yeni keşfedilmeye başlanan petrol ve doğalgaz değil sadece. Avrasya stratejisinin önemli bir cephesi bu bölge. Enerji potansiyelinin, Hazar kaynakları için yeni bir Doğu Akdeniz oluşturmanın yanı sıra, jeopolitik hesaplar öne çıkıyor. Samsun, Trabzon, Sinop, Hopa gibi Doğu Karadeniz’de liman ve havaalanlarının Türkiye’den bu yüzden istenmişti.

PKK’nın ya da bir başka örgütün Trabzon’da yoğunlaşmasının Kürt sorunuyla ya da Türkiye’de her hangi bir etnik ve kültürel sorunla alakası yoktu. Türkiye içinde birilerinin hesaplar yaptığı tezleriyle de... Tam tersine, Kürt sorununu da, terörü de, etnik ve mezhep eksenli gerilimleri de Türkiye’nin başına yıkmaya çalışanların çok iyi planlanmış tezleriydi. Büyük Avrasya hesaplaşmasının Türkiye cephesi böyle olmasını gerektiriyordu.

Türkiye, ikinci bir Doğu Akdeniz’e sahip oluyor: Burası da Doğu Karadeniz. Bölge, tarihinde hiç olmadığı kadar Türkiye’nin ve dünyanın gündemine giriyor. Doğu Akdeniz gibi küresel enerji projeleri açısında stratejik önemi artıyor. ABD ile Rusya arasındaki Kafkaslar mücadelesi, Hazar enerji kaynakları ve Karadeniz’i dünya siyasetinde çok kritik bir noktaya götürüyor.

Taliban’la savaş Karadeniz’den başlar sözünün bir anlamı var; Karadeniz’den Afganistan’a uzanan bir Amerikan kuşağı oluşturmak, bir lojistik koridor açılmak isteniyor. Dahası, Romanya ve Karadeniz üzerinden İran’ı sıkıştırmak, çevrelemek vardı masada. Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye terörle uyarılar yapanlar, aynı terörü Doğu Karadeniz’e kadar yaymak istedi. Şimdi sadece ABD değil, İsrail de hem Romanya’da hem de Gürcistan’da hatta Azerbaycan’da.

Türkiye ve Rusya’nın Karadeniz politikalarının birbirine yakın olması bir ortak kaygıdan, endişeden kaynaklanıyor. O da, Akdeniz’den bütün Ortadoğu’yu yakıp yıkanların yarın Karadeniz’den bütün Kafkasya, Orta Asya’yı yakıp yıkma arzularıdır.

Karadeniz’e daha çok tartışacağız. Özellikle de Doğu Karadeniz’i. Çünkü bu müthiş güç mücadelesi çok yakında Karadeniz çevresinde sıcak çatışmalara neden olacak gibi... Çünkü bu anlaşma ABD’nin Karadeniz projesinin çöküşü demek...

İbrahim Karagül

Reşat Nuri Erol
30.06.2010
07:12

İran’ı Avrupa ve Rusya’ya Trabzon Limanı bağlayacak

Trabzon Liman İşletmeleri Alport ile İran Gemicilik Şirketi arasındaki mutabakata göre Avrupa ve Rusya ile yapılacak alışverişlerde ithalat ve ihracat nakliyesi Trabzon’dan gerçekleştirilecek. Bir yandan ulusal paralarla alışveriş kapısı aralanırken, İranlı işadamlarına da Karadeniz’de yatırım için çağrıda bulunuldu

TRABZON (A.A)

Doğu Karadenizli işadamlarından oluşan 30 kişilik heyet ile, İran’ın Tebriz şehrinde, iş görüşmelerinde bulunan, ALPORT Trabzon Liman İşletmesi Müdürü Muzaffer Ermiş, bölgede ticari atılımla ilklere imza attı. Heyette, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türk - İran İş Konseyi Başkanı ve Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Ali Osman Ulusoy, Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoglu yer aldı. Tebriz Ticaret Odası Başkanı Rahim Sadigıyan, "Önemli anlaşmalara imza atmak temennimizdir" şeklinde konuştu. Tebriz Ticaret Odası Ticaret Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Necefi, "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın, iki ülke arasındaki ticaret hacmini, 30 milyar dolara çıkarılması gerektiği hususunda mutabakata vardıklarına" dikkat çekerek, "Bugün, her iki ülke tüccarları, yakın zamanda Türk Lirası ve Riyal ile alışveriş yapabilecektir" dedi.

YATIRIMA VERGİ ALMAYACAĞIZ

Necefi, "Alport Trabzon liman İşletmeleri ile İran İslam Cumhuriyeti Gemi Taşımacılık şirketi arasında, bir anlaşma imzalanacağını umuyorum" yorumunu yaptı. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Türk - İran İş Konseyi Başkanı Ali Osman Ulusoy ise konuşmasında "İki ülke iş adamlarının; ticaret, yatırım ve ortaklıklarda karşılaştıkları problemlerin yüzde 90’ını halletmiş bulunuyoruz" derken, Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, "Tebrizli iş adamlarına yapacakları her yatırımda, belediyenin alması gereken vergileri almama sözü veriyorum" dedi.

İkili görüşmelerde, Trabzon Liman İşletmeleri Alport ile İran İslam Cumhuriyeti Gemicilik Şirketi yetkilileri arasında müzakere sonucunda anlaşma imzalandı. Trabzon Limanı üzerinden Avrupa, Rusya ve Ukrayna ile yapılacak alışverişlerde; Alport yetkilileri İran tarafına, gereken tüm kolaylıkları sağlama; Alport’a da İran’daki ithalat ve ihracatın nakliyesinin Trabzon Limanı üzerinden gerçekleşmesi için, İran’ın tüm kolaylıkları sağlama anlaşmasını imzaladı.

Sınırlarla turizm geliştirilsin

Trabzon Ticaret Borsası (TTB) Meclis Başkanı Mehmet Cirav, İran ile turizm alanındaki işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Cirav, en uzun sınıra sahip olunan İran ile tarihten gelen bir dostluğun bulunduğunu belirtti. Dış ticaret ve turizm rakamlarına bakıldığında bu ülke ile sürekli artan gelişmeler olduğunu kaydeden, bugün iki ülke arasındaki ilişkilerin ulaştığı seviyeden de istifade edilerek bazı tedbirlerin acilen alınması gerektiğini ifade etti. Türk-İran İş Konseyi Başkanı Ali Osman Ulusoy’un Türkiye-İran ticaret ve turizmi ile ilgili yaptığı çalışmaları desteklediklerini belirten Cirav, ’Özellikle sınırımıza yakın İran’ın Batı ve Doğu Azerbaycan Eyaletleri ile her alanda işbirliği yapmalıyız" dedi.

Reşat Nuri Erol
01.07.2010
09:50

Ankara seçim ihtimalini konuşuyor

Başbakan Tayyip Erdoğan, son AK Parti Meclis grup toplantısında erken seçim tartışmalarını bir kere daha reddetti.

Ama bu Meclis’te hem iktidar, hem de muhalefet kulislerinde Anayasa Mahkemesi kararına bağlı bir erken seçim ihtimalinin yaygın şekilde konuşuluyor olmasını engellemedi.

Konuşulan seçim senaryosu şöyle:

* Anayasa Mahkemesi (AYM), Anayasa değişiklik paketini aynen 12 Eylül referandumuna sunarsa, AK Parti açısından mesele yok, o zaman erken seçim ihtimali de yok; yola devam.

* Ancak AYM değişiklikleri ya tamamen, ya da kısmen iptal ederse, Erdoğan bunu Meclis iradesine müdahale sayarak ‘Millete gidelim’ diyebilir.

* Bir erken seçim kararı alınması durumunda AK Parti seçimin (eğer AYM tarafından iptal edilmezse) 12 Eylül referandumu ile eşzamanlı yapılmasını tercih edebilir, böylece mağduriyet puanının artmasını gözetebilir.

Böyle bir durumda gözler Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) çevrilir. YSK halen referandum sürecinde; örneğin 3 Temmuz’da seçmen listeleri kesinleşecek, ardından sandık kurulları oluşturulacak. Hükümetin başvurması halinde, YSK’nın kaç günde genel seçime de hazır olunabileceğini söylemesi gerekiyor.

AK Parti kulisinden sızan duyumlar arasında temmuz ortasından önce AYM’den olumsuz yönde karar çıkarsa, erken seçimin referandumla aynı dönemde, belki birlikte yapılabileceği söylemi de var. Muhalefet partileri, MHP hariç, Erdoğan’ın kesin dille yalanlamasına rağmen Meclis’i temmuz ortasına dek açık tutma kararının, AYM’den çıkacak karara bağlı olarak hemen erken seçim kararı alma ihtimaline bağlıyorlar.

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “AYM iki maddeyi iptal ederse ne olacak?” diye soruyor. “Boşuna referandum yapmış olmamak için Başbakan o noktada erken seçim diyebilir.”

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bu senaryoların tamamını reddediyor. Çelik’e göre, “Koşullar ne olursa olsun, AK Parti erken, ya da baskın seçime gitmeyi yanlış buluyor.” Açıklama, seçimin zamanında yapılması olarak görülen siyasi istikrar ve ekonomik istikrar olarak açıklanıyor.

Oysa erken seçimi hemen isteyen, hatta 7 Kasım diye tarih öneren MHP lideri Devlet Bahçeli’ye göre, AK Parti seçime gidemez, çünkü artan PKK saldırıları ve işsizlik ortamında sandıktan çıkacak sonuçtan çekinir.

AK Parti+Saadet?

İşte bu noktada tartışma başka bir boyut alıyor.

Kuliste söz edilen senaryolar arasında en aykırısı şu:

l AYM’den değişikliklerin tamamen ya da kısmen iptali kararı çıkarsa, AK Parti bir koşulda erken seçime gider: ‘Ferman yargınınsa, sandık bizimdir’ gibi bir söylemle, ‘Oy verin Anayasayı değiştirelim’ diyerek...

l Ancak CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu rüzgârıyla yüzde 30 eşiğini aşması durumunda ve yüzde 10 barajı tehdidi altındaki partiler gözlerini bu kadar seçime dikmiş bekliyorken, AK Parti’nin tek başına Meclis’te üçte iki çoğunluk yakalaması ihtimali daha da zorlaşıyor. Üstelik AK Parti açısından da 2009 belediye seçimlerindeki yüzde 39 oranının, haydi 40 diyelim, altına düşmeme gibi bir psikolojik eşik var.

l Öte yandan, DSP’nin 2007 seçiminde CHP listesinden seçime girmiş olması nedeniyle bugün siyasette söz sahibi olması, Saadet Partisi, Büyük Birlik Partisi (BBP) gibi dindar tabana sahip partilere örnek oluyor.

l Özetle, AK Parti AYM kararına bağlı böyle bir erken seçim ihtimalinde, listesine SP’den belki BBP’den isimler alıp bir ‘Sağ koalisyon’ oluşturabilir mi? Böylece hem onlar Meclis’e girip seslerini duyurabilir, hem de (tıpkı DSP’lilerin CHP öncülüğündeki her AYM başvurusuna adeta stratejik ortak olarak imza atması gibi) yeni bir Anayasa oylamasının üçte iki çoğunlukla Meclis’ten geçmesini sağlayabilir mi? Ortaklığa giren partiler açısından bir ‘kazan-kazan’ senaryosu yani.

Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş şunu söylüyor:

* “Öyle bir kararın çıkmasını istemeyiz, ancak AYM kararının olumsuz çıkması durumunda Hükümetin, şimdi reddetse de erken seçime gideceği açıktır. Ayrıca parlamento artık birbirine tahammül edemez, konuşamaz hale geldi. AYM’den öyle bir karar çıkarsa Hükümet’in ayakta durması zorlaşır.

* Ayın 11’inde Kongremiz var. Önümüzdeki seçimde parlamentoya girmek hedefimiz. Ama bunun için ne bir ittifak arayışımız, ne de kimseyle bir görüşmemiz var. Bu tür şeylerin konuşulduğunu biliyorum, 3-5 farklı ittifak senaryosu konuşuluyor. Saadet Partisi’nin siyasette kilit konuma geldiğini görmek bizi memnun ediyor, ama başka partilerin hesabı bizi ilgilendirmez. Bizim içinde olacağımız parlamento Türkiye için ihtiyaçtır. Biz kendi

işimize bakıyor, Saadet’le ilgili olumlu algıyı geliştirmeye uğraşıyoruz.”

BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu’nun bu konuya bakışı da şöyle:

* “Biz bu sene seçim ihtimalini yüzde 50’nin üzerinde görüyoruz. AYM’nin olumsuz kararı

ardından erken seçim bir zorunluluk olacak. İttifak meseleleri canımızı acıtıyor. Geçmişte biliyorsunuz ANAP ile bir tecrübemiz oldu. İttifak bana ağır geliyor. Ama parti kurullarımız bir araya gelip ‘Yüzde 10 barajı var, Meclis’te olalım’ derse, ben kenara çekilirim, ama parti devam eder.

BBP’nin yüzde 2,5-3 oyu, 21 belediye başkanlığı var. Biz mescitte de meyhanede de, Doğu’da da Batı’da da olan bir partiyiz. Bizim kimseye ihtiyacımız yok, ama Meclis’te bize ihtiyaç olabilir. Bize ihtiyaç duyanların, biraz fedakârlık yapması lazım...

İş o noktaya gelirse, herhalde Meclis’te güçlü temsil için ‘Kaç milletvekili?’ hesabı yapılır.”

Tekrarlayalım: AK Parti her türlü erken seçim ve ittifak senaryosunu reddediyor. Adı geçenler, ‘yok’ dese de kapıları açık tutuyor. Yine de bir gerçek var: Bu konular Ankara’da yaygın konuşulmaya, ayrıntıda tartışılmaya başlandı. Bizden aktarması.

Murat Yetkin, Radikal

Reşat Nuri Erol
02.07.2010
05:42

I. MAKALE

Gemide iki delik var: TERÖR VE İŞSİZLİK

Reşat Nuri EROL

Evinizde, çevrenizde, ülkenizde salgın bir hastalık var, bulaşıcı bir hastalık var...

Farz edin ki siz de doktorsunuz, kendinize aşı yaptınız, hastalık size bulaşmadı...

Evinizdeki aile fertlerine, çevrenizdeki komşulara ve dostlara, ülkenizdeki vatandaşlara, sesinizi duyurabildiğiniz herkese diyorsunuz ki: ‘Ben doktorum, bakın aşı oldum, hastalanmadım, ayaktayım, size de çareler arayacak durumdayım. Bu hasatlığın ilacı budur. Gelin söz dinleyin, iğneyi yapayım, birinize yapayım, onun kurtulduğunu görün. Sonra hepiniz aynı aşıyı olun ve kurtulun.’

Ne yapıyorlar?

İttifakla itiraz ediyorlar, karşı çıkıyorlar, iğne olmuyorlar!..

***

Komşu bir kadın (veya birisi!) geliyor ve diyor ki: ‘Sakın hâ, iğne olmayın. İğne olursanız hepiniz ölürsünüz. Sakın iğne olmayın…’ Ayrıca ‘Çağdaşlık! Modernlik! İlkellik!’ vs. vs. kelimelerini ilave etmeyi de ihmal etmiyor.

Oysa kadının amacı başka. Onun amacı bunların ölmesini gerçekleştirmek, ondan sonra onların mallarına ve mülklerine kendilerinin hakim olmasını sağlamak...

Siz çırpınıyorsunuz ama bu gayretiniz bir şey ifade etmiyor. Sonunda kızıyorsunuz ve ‘ne yaparsanız yapın’ diyorsunuz. Ama sonra dönüp düşünüyorsunuz: Öyle ama ailem, çevrem, komşularım, arkadaşlarım, dostlarım, vatandaşlarım olmadığı zaman ben tek başıma kalırım, bu kadının aşireti ve şer güçler bir gün beni de yok eder.

Yine dönüp yalvarıyorsunuz, yakarıyorsunuz...

Ama nafile; muhataplar kör, sağır ve dilsizler!!!

***

İşte, günümüzdeki durum budur, ülkemizdeki durum budur.

İktidardakiler (AKP) görmüyor ve görüşmüyorlar; kör, sağır ve dilsizleri oynuyor, görmüyor ve dinlemiyorlar!.. Muhalefetteki Milliyetçi Hareket (MHP) ve Cumhuriyet Halk (CHP) partililer ve diğerleri (BDP) de kulak vermiyorlar!..

Bakan, gören, duyan, dinleyen, kulak veren yok, yok, yok!!!

Polis ilgilenmiyor, asker ilgilenmiyor, milletvekilleri uzak duruyor!

Dönüyor ve diyorsunuz ki: ‘Ne yapalım, kader böyle imiş!’

Ama sonra yeniden aklınıza geliyor: ‘Yahu bu gemi battığı zaman ben de batacağım.’ Allah’a inanıyorsunuz; ‘sen neden elinden geleni yapmadın’ diye sorulacağını biliyorsunuz. Bundan dolayı yapılması gerekenleri yapmaya devam ediyorsunuz…

***

Bugün iki büyük sorunumuz vardır, iki büyük problemimiz vardır.

Gemimizde delikler var, gemimiz su almaya başlamış, gemimiz batıyor...

Gemideki delikleri kapatmak çok basit. Yazılanları görseler, söylenenleri dinleseler, delikleri hemen görecek ve kapatacaklar. Basiretli bir şekilde birlikte hareket edilirse bu yapılabilir, başarılabilir. Oysa, onlar geminin su alan deliklerini tıkayacaklarına, kulaklarını tıkıyorlar! Bir gün Firavun ve ordusu gibi sulara gömüldüklerinde gerçekleri görecekler ve işte o anda Hz. Musa’nın dediklerini hatırlayacaklar ama o zaman da çoktan iş işten geçmiş olacak.

Gemide çok büyük ve çok tehlikeli iki delik var.

Gemideki birinci büyük delik: TERÖR...

Gemideki ikinci delik ise: İŞSİZLİK...

***

Bu sorunlara çare ve çözüm bulmamız gerekiyor. Vatan gemisindeki bu iki deliği acilen kapatmamız gerekiyor. Geminin batmaması için hemen harekete geçmemiz gerekiyor.

Vesselâm…

Reşat Nuri Erol
02.07.2010
05:43

III. MAKALE

İŞSİZLİK VE TERÖR

Reşat Nuri EROL

Bundan önceki iki yazıda ne dedik?

Önce “Gemide iki delik var: TERÖR VE İŞSİZLİK” dedik.

Sonra “Terörü nasıl bitirelim?” dedik; böyle diyerek çözüm önerilerimizi sıraladık…

Ve çok önemli bir hakikati altını çizerek, vurgu yaparak hatırlatmayı ihmal etmedik: Bir yerde “işsizlik” varsa orada “terör” de vardır. Özellikle ülkemizin doğu tarafındaki “TERÖR”ün ana sebebi ve kaynağı “İŞSİZLİK”tir. Bu sebeple “terör”den sonraki konumuz “işsizlik” sorunu ile ilgili olacaktır.

Demek ki neymiş?

Bir yerde “İŞSİZLİK” varsa orada “TERÖR” de vardır.

O halde her şeyden önce başımızın, ülkemizin, devletimizin, milletimizin baş belası “terör”den önce “işsizlik”miş. Söz verdik, bu konu üzerinde duracağız dedik. Sözümüzü “işsizlik sorununun çözümleri” ile birlikte yerine getirelim.

Bu arada üç maymunları oynayan, yani; ‘biz bunları görmedik, duymadık, işitmedik ve üzerinde konuşmuyoruz’ diyen, ‘sağır sultanlar’ gibi davranan siyasilerimizin kararan hidayetlerinin de bir an önce yeniden eski yerine gelmesini dileyelim, dua edelim…

***

Dünya krizler içinde. Kapitalizm krizde. Türkiye zaten hep krizde olduğu ve krizlere karşı bağışıklık kazandığından, dünyadaki krizler ülkemizi fazla etkilemedi.

Hüküm: Türkiye’deki “terör”ün ana kaynağı da “ekonomik kriz ve işsizlik”tir.

Doğu Anadolu’da, doğa kanunlarına uyarak beş on çocuktan aşağı çocuğu olan yok.

Neden?

Doğa kanunudur. Tehlikede olan canlı çok üretken olur. Rahat içinde olan canlı ise kısırlaşır. Demek ki Doğu’da on çocuk yapmalarının sebebi terördür, işsizliktir, krizlerdir, ekonomik sefalettir. Aynı Doğulular İstanbul’a gelip yerleşmiş iseler artık on çocuk yapmıyorlar. Avrupa’ya gittilerse, aynen Avrupalılar gibi iki çocukları bile olmuyor.

Biz yine ülkemize dönelim ve duruma bakalım… Doğu Anadolu’da doğan çocuklar büyüyor ve çalışmak istiyor ama toprak yok, fabrika yok, işyeri yok, iş yok!.. Var olan topraklar terör bahanesiyle ellerinden alınmış; köyler, mezralar, meralar, yaylalar, dağlar bomboş!.. Türkiye’nin bu bölgesindeki bazı yerler adeta teröristlere terk edilmiş!.. Kısmen huzur ve istikrar olan yerlerde de topraklar köylülerin ellerinden alınmış, toprak ağalarının veya devletin elinde!.. Bunlar yetmiyormuşçasına, bir de İsrail oğulları bağlantılı uluslar arası sömürü sermayesinin şirketleri çıktı; toprakları onlar kiralıyor veya satın alıyor!.. Topraklar kendilerinin yani köylülerimizin elinde olsa bile; onu ekip biçecek kooperatif birliktelikleri, bilgileri, teknik araçları, sermayeleri, pazarları vs. vs. yok, yok, yok!..

Bir de terör dolayısıyla güvenlikleri yok!

O halde bu insanlar işsiz ve açtırlar.

Bu durumda ne yapsınlar?

Terörün kucağına düşmektedirler. Okuma ve iş imkanı bulamayan bu genç insanlarımızın -hem de kadın ve erkeği ile- terörden başka yapacakları ne olabilir?

***

Demek ki “TERÖR”ün asıl kaynağı “İŞSİZLİK”tir.

İş bulan genç evlenir ve çoluk çocuk sahibi olur. Terör olaylarına karışmaz. Sadece maceraperest birkaç ağanın oğlu veya kızı terörde boy gösterir. Adil yargı, hakemlerden oluşmuş “adil yargı” ve ekonomisi ile ordusu güçlü devlet o sorunu kolaylıkla çözer.

Demek ki bizim aslında tek sorunumuz vardır; o da “İŞSİZLİK”tir.

Peki, işsizliğe (ve dolayısıyla teröre) nasıl çare bulunacaktır?

Çare ve çözümler gelecek yazıda, inşaallah…

Selam, sevgi ve dua ile…

Reşat Nuri Erol
02.07.2010
05:45

IV. MAKALE

Devlet, para, faiz ve çare

Reşat Nuri EROL

Kaldığımız yerden devam…

Yani; ülkemizde “Gemide iki delik var: TERÖR VE İŞSİZLİK” var…

Varsa; o halde “Terörü nasıl bitirelim?” diyerek, çözüm önerilerimizi sıraladık…

Ve “İŞSİZLİK VE TERÖR” başlığından sonra; ‘bir yerde “İŞSİZLİK” varsa orada “TERÖR” de vardır’ dedik…

Noktayı şöyle koyduk: Demek ki “TERÖR”ün asıl kaynağı “İŞSİZLİK”tir.

Peki, madem öyleymiş; o halde işsizliğe nasıl çare bulunacaktır?

***

Eskiden işsizliğe çare bulmak sanıldığı kadar kolay değildi.

Malum olduğu üzere, devleti yönetmek sadece “para” ile olurdu.

Para da halktan alınan altın ve gümüşle yani “vergiler” ile tedarik edilirdi.

Ama altın ve gümüşü halk da bulamıyordu veya bulabilse bile kolay bulamıyordu. Devlet zorluk içinde yönetiliyordu. Saldırgan ordusu olan devlet başka yerleri işgal ediyor, oradaki yöneticilerin altınlarını yağmalıyor, böylece güçlü devlet olunuyordu.

Eskiden durum böyleydi.

***

Şimdi durum değişti.

Devletin elinde denizde su kadar bol parası vardır.

Parayı kendisi basıyor ve çoğaltıyor; yeter ki onu kullanmayı bilsin.

Çağımızda devleti idare etmek bir aileyi idare etmekten kolaydır.

Neden kolaydır?

Kolaydır; çünkü ailenin “para” çıkarma gücü yoktur ama “devlet”in böyle bir gücü yani istediği kadar “para” basma gücü ve yetkisi vardır.

“Devlet” denen varlığın elinde bütün imkanlar ve malzemeler var olmasına var ama; devletlüler -özellikle de bizim devletlülerimiz- ve de Merkez Bankamızın yöneticileri ısrarla halkımız için “helva” yapmamak konusunda ısrar ediyorlar!

Ya ne yapıyorlar?

Hiçbir karşılığı olmayan Siyonist Yahudi parasını, Dünya Bankası parasını, IMF parasını, ABD dolarını, hem de üstüne “FAİZ” ödeyerek borç olarak alıyorlar!!!

Dünyada bundan daha büyük bir ahmaklık olabilir mi?!.

Sen devletsin ve kendi paranı basmıyorsun… Ve gidip başkasının mürekkeple renklendirdiği karşılığı olmayan kâğıt parçasını “PARA” diye alıyorsun; üstüne üstlük bir de “KATMERLİ FAHİŞ FAİZ” veriyorsun!!!

***

Onlar, o devletlülerimiz; ‘inadımız inat, görmezden gelmemiz inadına körlük, duymamazlıktan gelişimiz inadına sağırlık’ deyip çare ve çözümlere kulak tıkayadursunlar!..

Biz sabır ve sebatla, bir gün bu helvayı yapacak siyasiler ve yöneticiler çıkar diye “halkımız için helva yapma tarifimizi” hatırlatmayı sürdürüyoruz…

Yani; halkımızın ve ülkemizin sorunlarıyla ilgili, genel olarak “Adil Düzen” ve özel olarak “Adil Ekonomik Düzen” çözümlerimizi yazmaya devam ediyoruz…

Onlar olmasa bile; elbet bir gün Hakkın, hakikatin, adaletin ve halkın sesine kulak veren, yazılan çareleri gören birileri çıkar. Dünya sadece onlardan ibaret değil ya, elbette başkaları da var. Her şeyden daha önemlisi; bu kâinatı, bu beşeriyeti, bu dünyayı, bu ülkeyi, bu halkı yaratan Allah var ve O vakti gelince bütün yarattıklarına, bütün hakikatlere, bütün Hakkı söyleyenlere sahip çıkar.

Biz de işte o günü bekliyor ve o gün için gece-gündüz çalışıyoruz…

Çare için çalışmak bizden, tevfik/başarı Allah’tandır…

Ve’s-selâm mea’d-duâ, duâ, duâ…

Reşat Nuri Erol
02.07.2010
05:46

V. MAKALE

İşsizliğe/teröre çare

Reşat Nuri EROL

“Gemide iki delik var: TERÖR VE İŞSİZLİK” var…

Tekrar tekrar hatırlattık: “İşsizlik ve terör” var…

Varsa, o halde “Terörü nasıl bitirelim?”…

“Devlet, para, faiz ve çare” demiştik…

Madem “çare var” dedik; o halde işsizliğe nasıl çare bulunacaktır, çare nedir?

Bugünkü konumuz işte budur: İşsizliğe, dolayısıyla teröre çare.

***

İşsizliğe çare bulmak için neler yapılmalıdır?

BİR: Devlet yıl başında nüfus başına “ön ödemeli sipariş kredisi” vermelidir. Herkes yıllık ihtiyaçlarını bu kredi ile sipariş vermelidir; marketlere, mağazalara sipariş vermelidir. Mağazalar bu siparişleri peşin ödeyerek tüccarlara sipariş vermelidir. Tüccarlar elde ettikleri nakitle tüm işyerlerine sipariş vermelidirler. Üreticiler elde ettikleri malların bir kısmını “siparişlere” dağıtacaklar; bir kısmını ise “ihraç edip” onunla elde ettikleri dövizle yurt içinde karşılayamadıkları siparişleri ithal edeceklerdir. Böylece tüketim mallarının planlamasını Türk halkı yapmış ve yıl başında herkes kendisini güvenceye almış olur. İthalat ve ihracat dengelenir. Serbest piyasaya dokunulmamış olur. Fiyatlar yıl başında teessüs edeceğinden ve ödemeler de peşin yapılacağından enflasyon da bu denge ekonomisine etki etmemiş olur.

***

İKİ: Nüfus başına bin lira “faizsiz kredi”nin yanında, çalışana ayrıca “ham madde kredisi” verilmelidir. Bu kredi de nüfus başına bin lira olmalı ama bunu çalışan aile reisi kullanmalıdır. Yıl sonunda kredisini çalışarak kapatamayanlara yine 1000 lira kredi verilmelidir, ancak bundan ham madde kredisi kesilmelidir. Borcunu kapatanın ham madde kredisi ise 2000 liraya çıkarılmalıdır. İkinci ham madde kredisi 3000 lira olmalıdır. Ödeyemediği zaman ise ham madde kredisi kesilmeli, sipariş kredisi devam etmelidir.

***

ÜÇ: Diğer taraftan çalışana da “çalışma/emek kredisi” vermeliyiz. Git, istediğin işyerinde çalış, akşam üstü gel, ücretini al, biz işvereni borçlandıralım. Çalışan emek sahibine böyle diyoruz. İşverene de diyoruz ki: Sen işveren olarak emek sahiplerini çalıştır. Onun ham madde kredisini de sen kullan. Böylece bütün işletmeler işçi bulurlarsa sermayeyi de bulmuş olurlar. Kredilerin tamamı faizsizdir. Devlet kâğıt parçasına karşılık “vergi” almaktadır, faiz işte odur. Böylece işçi nereye giderse sermayesi ile gittiği için iş bulma sorunu ortadan kalkar. İşveren de işçiyi ve iş yapılacak yerleri bulduğu takdirde sermaye sorunu kalmaz. Çünkü kirayı da üretimden pay olarak ödeyecektir. Bugün “girişimci” olmak demek, bankanın size kredi açması demektir. Oysa bizde girişimci olmanın tek şartı vardır; sizinle çalışacak emek ve ham madde kredisi sahibi ortak işçi bulmak.

***

DÖRT: İşletmeci aldığı kredilerin faizini ödemeyecek; faiz yok. İcra kapısına dayanmayacak. Haciz tehlikesi yok. Mamul satıldığı zaman kredisini kapatacak. Mal ambarda durduğu müddetçe, on sene geçse bile işletmeciden kredinin itfası istenmeyecek. Her gün çek veya senet ödeme derdinde olmayacak. Kredisini erken kapatanların işveren kredi limitleri yükseltilecek, yani daha çok işçi çalıştırabilecek. Kredilerin kapatılması uzarsa icra gelmeyecek ama kredi limitleri düşürülecek, yani daha az işçi çalıştırabilecek.

***

Görülüyor ki, işsizlik/terör sorununu çözmek peynir ekmek kadar kolaydır.

Kolay olmasına kolaydır ama yöneticilerimiz nedense duymuyor.

Çare ve çözümlere karşı inadına kör, sağır ve dilsizler...

Gaflet uykularından uyanmalarını bekliyoruz…

Reşat Nuri Erol
02.07.2010
10:22

DOKUZ VEKİL AK PARTİ’DEN İSTİFA MI EDECEK?

Bugün’den Adem Yavuz Arslan ’Tayyip Erdoğan’ı devirme’ planındaki yeni aşamaya dikkat çekti. Arslan’a göre amaç AK Partili vekilleri ikna ederek istifa ettirip Erdoğan’ın büyük lider algısını zayıflatmak... AK Parti, milletvekili istifalarıyla boşaltılmaya çalışılacak" iddiası gerçek mi oluyor?

Adem Yavuz Arslan, Bugün’de yazdı:

AK PARTİ’DE İSTİFALAR GELİYOR

Ankara’nın baş döndüren gündemi arasında gözden kaçıyor ama ’siyaseti dizayn’ projeleri tam gaz ilerliyor.

Kaset ile devrilen Deniz Baykal ve yerine getirilen Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan ’yeni dönem’ çok iddialı bir şekilde gelen Mustafa Sarıgül’ü ’her şeyden’ vaz geçirdi. Hatta Cindoruk gibi ’gençlerin’ kolları sıvadığı Demokrat Parti bile kenara çekilmeye razı oldu.

Bu esnada sağda solda ne kadar küskün varsa hepsi Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinde toplandı. PKK harekete geçti, iç ve dış bazı güç odakları ’Tayyip Erdoğan’ı devirme’ ortak paydasında birleşti. Bir bakıma projenin ilk aşaması bitti.

Fakat siyaseti yeniden dizayn etmek isteyenlerin önünde hala büyük bir sorun (!) vardı: Erdoğan hala güçlü bir lider, Ak Parti hala büyük bir parti.

Perde gerisinde ’bir bilen’ler nüfuzlarını kullanıp Ak Parti’de gözüne kestirdiklerini ablukaya aldılar. Özellikle de ’sonradan’ Ak Parti’li olmuş 6 ile 9 ismi ikna ettiler. ’Açılım ve Habur’ üzerinden vekiller ikna edildi. Bazılarına da bir takım vaadler yapıldı.

Bugünden başlamak üzere önümüzdeki günlerde ’tekil istifalar’ gelecek. Eğer Ak Parti yönetimi son dakika manevrası ile ’kızgın küskünleri’ tekrar şemsiyesi altına alamazsa iktidar partisinde çözülmeler başlıyor.

Reşat Nuri Erol
03.07.2010
11:57

Dün; "AKP’den milletvekili istifaları başlayacak.." mealli bir haberi iktibas etmiştim...

Akşam olmadan; hem de AKP’de yedi yıllık bakanlık yapmış biri istifa etti!..

AKP işte böyle vefasızları sadece "milletvekili" değil, yedi yıl "bakan" yapmış!..

AKP, başka açıdan bakınca, işte böyle bir parti!

Reşat Nuri Erol
03.07.2010
11:59

SÖMÜRÜ SERMAYESİ NELER PLANLIYOR?..

SOROS; SÖMÜRÜ SERMAYESİNİN SÖZCÜSÜ anlatıyor...

Turuncu para operasyonu?

Avrupa Birliği uzun zamandır hep ekonomi konuşuyor zaten ve nedeni de kriz. Fakat son 10 gündür, yine aynı kriz söylemi üzerinden, ama daha farklı bir dil geliştirildi.

Bu dilin sahibi artık “aileden” saydığımız Soros.. Kendine has dili kullandı ama kısa süre içinde konuyla ilgili bir “kamuoyu” oluştu.

Bu ayın 23’ünde Avrupa gazeteleri 24’ünde ise bizim büyük basın, “Almanya euroyu çökertebilir” başlığıyla çıktı. Bu habere göre, 1992 yılında İngiltere’ye zorla devalüasyon yaptıran Soros, Almanya’nın izlediği politikanın euroyu çökerteceğini savunuyordu.

Zaten Sorus konuşunca euro çakıldı. Soros, üstelik Alman Die Zeit gazetesine, "Alman politikası Avrupa için bir tehlikedir; Avrupa projesini tahrip edebilir. Almanlar komşularını uzun süreli ekonomik durgunluğa sürüklüyor.”

Ama devamı daha ilginç: “ Bu ise milliyetçiliğe, toplumsal huzursuzluğa ve yabancı düşmanlığına neden oluyor. Demokrasinin kendisi risk altında".

O söyleşi de Soros çözüm de önerdi: “Almanlar’ın para birliğinden çıkmaları Avrupa’nın geri kalanı için daha yararlı”.

Fakat bitmedi. Haziran’ın 25’in Soros, Financial Times üzerinden konuştu…

“Berlin hükümetinin tasarruf önlemleri euroya zarar verecek.

Euro şu anda tamamlanmamış bir para birimi. Maastricht Antlaşması siyasi bir birlik olmadan kurulmuş bir para birliği ortaya çıkardı. Merkez Bankası ve ortak bir tahvili olmayan bir birlik. Bu yüzden ülke borcu sorunu baş gösterdiğinde, euro bölgesi üyeleri tek başına kalıyor. Almanların geçmesi gereken bir sınav var: Eurodan ayrılmak. O zaman Almanya markı büyük çapta bir yükseliş yaşar ve euroda da sert bir düşüş görülür. Avrupa’nın geri kalanı çok daha rekabetçi bir hal alır ve büyüme yolunda karşılaştığı zorlukların üstesinden çok daha kolay bir şekilde gelir.”

Nihayet bu ve benzeri açıklamalar, Avrupa’nın tüm büyük basın kuruluşları ve ajansları tarafından servis edilip, kullanıldı.

Dün ise daha ilginç bir bilgi ortaya çıktı. Türk basını pul kadar da olsa yer verdi bu habere. “Almanya’da yapılan bir araştırma, ülkede yaşayan yaklaşık her iki kişiden birinin eski para birimi olan Mark’a dönmek istediğini ortaya koydu. Pazar araştırmaları yapan Ipsos adlı şirketin kamu oyu araştırmasına göre, Alman halkının yüzde 51’i mark’ı istiyor. Halkın yüzde 30’u avro’dan memnun olduğunu belirtirken, yüzde 19’u kararsız.

Bu süreç gerçekten de ilginç ve işin sadece ekonomi, kriz yönetimi ile ilgili olmadığı hissediliyor.

Almanya hükümeti kriz nedeniyle Mayıs sonunda 107 milyar dolarlık bütçe kesintisi planı yapmış. ülkenin bütçe açığını 2013’e kadar Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirmeyi hedeflemişti.

Bu işin teknik boyutu. Diğer boyutu ise dediğimiz gibi siyasi. Almanya’yı ve onun üzerinden AB’yi tasarımlayan bir bakış var gibi.

Belli daha sürecek ama ilk etkisini Almanya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Merkel’in hayli sıkıntıya uğrayarak, zar zor adayını seçtirebildiği ve buradaki zayıflama sonuçların hanesine yazıldığı anda göstermiş olabilir!





Sayı: 55 | Tarih: 27.06.2010
Oktay Ekşi
Çözüm Yanlışımızdadır
1875 Okunma
15 Yorum
Vahap Alma
Reşat Nuri Erol
Terörü nasıl bitirelim?
1856 Okunma
12 Yorum
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Benim oğlum can verirken, çiçekler çığrışıp açtı
1273 Okunma
Ali Bülent Dilek
Ahmet Hakan
Helal olsun Sarıgül
1221 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Şevket Eygi
"Türkün Yeni Âmentüsü"
1158 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Altan
Bir dinleyin...
1139 Okunma
Özer Ataç
Hayrettin Karaman
Açılımlar ve Terörle Mücadele
1111 Okunma
Hilmi Altın
Ruşen Çakır
Taşeron diye diye...
1106 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Altan
Çifte bacakla tekme atılmaz
1099 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mahir Kaynak
Taşeronluk nedir?
1094 Okunma
Süleyman Karagülle
Mümtazer Türköne
Bir cenaze kaç oy eder?
1075 Okunma
Arif Ersoy
Fehmi Koru
Vuruşmayalım, konuşalım
1045 Okunma
Ahmet Kirtekin