İlim, İslam, iki âlim ve yüzyıllık hikâyemiz…-2
Ne diyorduk?
“Mehmet Genç’ten söz etmeye devam edeceğim; ilme ve âlime ihtiyaçtan dolayı…/ Bundan dolayı da bu yazı bundan önceki yazı ve ondan öncekilerin devamıdır…/ Mehmet Akif Ersoy’dan da epey söz etmiştim birkaç yazı öncesinde…/ ‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı…’ diyerek; ana başlığı böyle olan iki yazımızda…”
“Türkiye, Osmanlı Devleti ve Mehmet Genç Hoca” başlıklı ilk yazımızda Merhum Mehmet Genç Hoca ve görüşlerinden söz etmeye başlamıştık…
Kaldığımız yerden devam edelim…
***
Mehmet Genç Hoca, İslâm dünyasının bugünkü durumundan rahatsızlığını şöyle dile getiriyordu: “Biz şimdi yangın yerinde gibiyiz. Batı medeniyeti bütün dünyaya yayılıyor. Sadece Türkiye değil, bütün İslâm dünyasının işi çok zor ve bu ciddi buhranın sanki hiç farkında değilmiş gibi yaşamaya devam ediyor.”
Mehmet Genç Hoca’nın eğitim politikasına yönelik önerileri çok değerli: “Gençlerimizi Batı’ya gönderiyoruz. Onların içinden üstün zekâlıları geri alamıyoruz. Devletin yetkilileri de bu konuda fazla kafa yormuyorlar. 200 üniversite var ama üniversitelerden ayrı olarak bizzat ilim yapmak üzere oluşturulmuş kurumlarımız maalesef mevcut değil. Batı’dan gelen ilimlerin hepsi bir grup çalışmasının eseridir. Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’ni tek başına yapmış olabilir mi? Bir grup insan bir araya geliyor ve bu işi yapıyorlar. Bizim üniversitelerimiz henüz ilim yapmıyorlar. Başkalarının yaptıkları ilmi öğretiyoruz. Öğreniyoruz, onu anlatıyoruz. İlmi öğrenmek değil, yapmak lazım bizzat. Yapmak için üniversite yetmez. Ayrıca araştırma birimlerinin oluşturulması lazım. Bir ilmin uzmanlıklarını iyice yerleştirmemiz ve üniversitede bilinenleri anlatmaktan ayrı, bilinmeyenleri araştıran birimlerin olması gerekiyor mutlaka. En büyük eksiğimiz bence bu.”
Mehmet Genç Hoca’nın, “Osmanlı niye sanayi devrimi yapamadı?” diyenlere arşivden verdiği cevap şöyle: “Osmanlıların insana, ekonomiye, topluma, dünyaya bakışları kapitalistler gibi değildi. Batılıların kapitalizminde insanların ihtiyacı değil, ancak ekonominin ihtiyacı önemlidir. Birinci derecede herkes ekonominin emrinde çalışır. Osmanlıların hedefi ise, insanlara yaşanabilir bir dünya sağlamaktı. Onun için orada birikim yapıp, büyük sermaye biriktirip ekonomiyi dönüştürme imkânı olmazdı. Avrupa’da da kolay olmadı. Geniş kitlelerin çok büyük ıstırap ve sefalet çekmeleriyle ancak mümkün oldu. Londra’da 50 bin, Paris’te 50 bin dilenci sokaklarda dolaşıyordu. Ona alışmış insanlar. Osmanlı şehirlerinde dilenci görmeyince çok şaştılar ve ‘Merak ediyoruz, niçin yok diye araştırdık. Anladık ki bunların ihtiyaçları görülüyor, dilenmeye ihtiyaç kalmamış. Osmanlılar bunu başardılar’ dediler.”
***
Bu yazımın başında sözünü ettiğim “Türkiye, Osmanlı Devleti ve Mehmet Genç Hoca” başlıklı yazımın en sonunda yazdıklarımız tekrar hatırlayalım…
“Aslında bu vesileyle “Osmanlı iktisat düzeni ve Adil Ekonomik Düzen” başlıklı bir yazı yazmaya başlamıştım. Bu yazıyı da “Osmanlı iktisat anlayışı ve Mehmet Genç Hoca” (yazarı Yaşar Süngü) başlıklı bir yazıya borçluydum; o yazı da, geçen hafta vefat eden çok değerli ve “gerçek anlamda ilim adamı” olan Mehmet Genç’in vefatı vesilesiyle yazıldı.”
Mehmet Genç Hoca’nın vefat etmeden önce yayımlanan son yazısı da çok ilginç! Başlık; günümüzü de hatırlatırcasına aynen şöyle: “Osmanlı’da sanayİ ve faİz”.
Hocamızın görüşlerini, karakterini, ciddiyetini, çalışma tarzını ve gerçek anlamda âlim olduğunu hem biz hem de çok değerli ilim adamları ile yazarlar günlerdir yazıyorlar; dolayısıyla onun bu son yazısında da neler yazdığını değerli okuyucularımız tahmin edeceklerdir…
İlk yazımızda ne demiştik? “Mehmet Akif ile başlayacak, Mehmet Genç ile devam edecek ve “İlim ile İslam” açısından son yüzyıldaki hikâyemizi değişik boyutlarıyla anlamaya ve anlatmaya çalışacağız…” Hikâyemiz bu kadar! Allah her iki âlimimize de rahmet eylesin…