بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِنْ فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ(9) إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ(10) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ(11) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنْ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ(12)
Va EiN OAEiFaTAyNi MiNa eLMüEMiNIyNa ıQTaTaLUv FaEaÖLiXUv BaYNaHuMAv FaEıN BaĞaT EiXDAyHUMAv GLYay eLEuPRAy FaQAvTıLUv elLaTIy TaBĞIy XatTAy TaFIyEa EıLAv EaMRi elLAHi FaEiN FAyEaT FaEaÖLiXUv BaYNaHuMAv Bi eLGaDLi Va EaQÖiOUu EınNa elLAHa YuXibBu eLMuQSiOIyNa (9)
EınNaMav eLMuEMiNUvNa EıPVaTun FaEaÖLiXUv BaYNa EaPaVaYKuM Va itTaQUv elLAHa LaGalLaKuM TuRXaMUvNa(10)
YAv EaYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv LAv YaSPaR QaVMun MiN QaVMin GaSAy EaN YaKUvNUv PaYRan MiNHuM VaLAv NiSAvEun MiN NıSAEin GaASAv EaN YaKUvNUv PaYRan MiNHunNa VaLAv TaLMiZUv EaNFuSaKuM VaLAv TaNABaZUv Bi eLQABi BiESa elEisMu elFSUvQu BaGDa eLEİyMANı Va MaN LaM YaEUvB FaEuLAvEiKa HuMu elJAvLiMUvNa(11)
YAv EayYvHav elLaÜIiNa EAaMaNuv ıCTaNıBUv KeÇiRun MiNa elJanNı EinNa BaGWa elJanNı EıÇMum VaLAv TaCasSaSUv VaLAv YaĞTAB BaGWuKuM BaGWan EaYuXıbBu aHADuKuM EaN YaEKuLa LaXMa aPIyHı MaYTan FeKaRıHTuMUvHu Va itTaQUv elLAHa EınNa elLAHa TevVAvBun RaXIyMun(12)
***
احداسى اوخراسنه بغي ادرسه بغي اغر ايكى موئمن طائفسى اقتتال ادرسه بينلرينى اصلاح ادنز1 ادنله اللهن امرنه فيئ ادنه دك قتال ادنز2 فيء ادرلرسه اكيسنن بينلرنى عدل اله اصلاح ادنز واقساط ادنز 3الله مقسطلرى احباب ادر4 9 صادجه موئمنلر اخوتدر 5اويله اسه اخلرنزن بينلرنى اصلاح ادنز اللهه اتقا ادنز ارحام اولنرصنز اي ايمان اتمش اولنلر بر قو بر قومى مسخريه الماسن كنديلرندن خيرلى اولابلر بر نسا ده باشقا نسايى اونلردن خيرلى اولابلر كندنزى لمز ده ينز و لقبلرله تنابز اتمه ايماندن صونره اسمن بأسى فسوقدر توبه اتمه ينلر اونلر ظالمدر اي ايمان اتمش اولنلر ظنن كثرندن اجتناب ادنز ظنن بعضسى اثمدر تجسس اتمه ينز بعصنز بعصنزى غيبت اتمه سن احدنز اخيسنن ميت لحمنى اكل اتمه سنى احباب ادر مى اوندن كره ادرسنز اللهه اتقا ادنز الله توابدر رحيمدر
***
ان 0جائكم
(وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا)1 (فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى
تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ) (فَإِنْ فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ4 وَأَقْسِطُوا)3 20(إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ
الْمُقْسِطِينَ)5 (9) 21 (إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ)6 (5فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ)7(6وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ)8(10)22 (يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ 1مِنْ قَوْمٍ )9 22(عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا1 مِنْهُمْ ) 10(7وَلَا نِسَاءٌ 1مِنْ نِسَاءٍ) 2311 عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا 1مِنْهُنَّ)12 ( 8وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ)13 ( 9وَلَا تَنَابَزُوا 1بِالْأَلْقَابِ ) 2414 (بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ) 15(10 وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ)16(11) 25يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا1 مِنَ الظَّنِّ )2617(إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ )18 (11وَلَا تَجَسَّسُوا)19 ( 12وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا) 2720(أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ) 21(13وَاتَّقُوا اللَّهَ)2822( إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ)23 (12)
***
9- İnanmış olan kimselerden iki kesim birbirleri ile vuruşurlarsa, aralarını bulun. Biri diğerine kötülük ederse, kötülük edenle Allah’ın buyruğuna dönesiye dek onunla vuruşun. Bırakırsa aralarını dengeleyerek bulun ve eşleştirin. Allah eşleştirenleri sever.
10- Sadece inanmışlar kardeştir. Kardeşlerinizin arasını bulun. Allah’a korununuz. Esenlenirsiniz.
11- Ey inanmış olan kimseler! Bir topluluk başka toplulukla eğlenmesin. Belki onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da kadınlara.. belki onlar da onlardan daha iyi olabilirler Takılan adlarla dövüşmeyin. Güvenceden sonra bozguncu ad kötüdür. Bırakmayanlar, işte onlar ezenlerdir.
12- Ey inanmış olan kimseler! Sanının çoğundan sakının. Sanıların çoğu yazıktır. Eşelemeyin. Birbirinizi dillemeyin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Ondan tiksinirsiniz. Allah’ta korunun. Allah esenleyen bir dönücüdür.
***
9- İki mü’min taifesi iktital ederse beynlerini ıslah ediniz. İhdası uhrasına bağy ederse, bağy edenle Allah’ın emrine tefie edene dek kıtal ediniz. Cie ederlerse ikisinin beynlerini adl ile ıslah ve iktisad ediniz. Allah muktesidleri ahbab eder.
10- Sadece mü’minler ihvettir. Öyleyse ahlerinizin beynlerini ıslah ediniz. Allah’a ittika ediniz. Erham olunursunuz.
11- Ey iman etmiş olanlar! Bir kavm bir kavmi maskaraya almasın. Belki onlar kendilerinden hayırlı olabilir. Bir nisa da başka bir nisayı… Onlardan hayırlı olabilir. Kendinizi lemz de etmeyiniz. Ve lukublarla tenabez etmeyiniz. İmandan sonra isimin be’si füsuktur. Tevbe etmeyenler, onlar zalimdir.
12- Ey iman etmiş olanlar! Zannın kesirinden ictinab ediniz. Zannın bazısı ismdir. Tecessüs etmeyiniz. Bazınız bazınızı gıybet etmesin. Ehadiniz ahisinin meyt lahmini ekl etmesini ahbab eder mi? Ondan kerih edersiniz. Allah’a ittika ediniz. Allah tevvabdır, rahimdir.
***
(وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا)1 (فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ)2 ( فَإِنْ فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا)3 ( إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ)5 (9) (إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ)6 (فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ)7(وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ)8 (10) (يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ )9 (عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ) 10(وَلَا نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ)11 عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ)12 (وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ)13 ( وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ )14 (بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ) 15( وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ)16(11) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ)17(إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ )18 (وَلَا تَجَسَّسُوا)19 ( وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا) 20(أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ) 21(وَاتَّقُوا اللَّهَ)22(إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ)23 (12)
(وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا) 1
Buradaki atıf bir saik, bir nebe’ ile gelirse, onu tebeyyün âyetine bağlamıştır. Orada fitneden yani soğuk savaştan bahsedilmiştir, burada sıcak savaştan bahsedilir.
Savaşlar iki şekilde yapılır. Ya insanlar arasına fitne sokularak topluluk iç çekişmeye girer. Bunun kaynağı dışarısı olabilir. Nitekim Türkiye’deki PKK terörü dış kaynaklıdır. Sermaye her topluluğa ajanlarını koyar ve grupları birbirleri ile savaştırır. İki tarafı da destekler, biri galip gelecek gibi olursa öbür tarafı destekler. Böylece daima dengeyi korur. Bunu yaparken ya ülkeleri devletçikler olarak böler ve karşılıklı olarak savaştırır, ya da devletin içinde gruplar oluşturur ve onları birbirleri ile boğuşturur.
Bu sûre iç çatışma ile ilgili hükümleri içermektedir.
Bu çatışma sonunda iç savaşa kadar götürür.
Böyle bir iç savaşın olması hâlinde çatışmayanlara düşen görev nedir?
İşte görev burada ele alınmaktadır. Kişiler arasındaki hukukta, kişinin taraf olduğu tek taraflı olsa da hukukta işler kolaydır. Kişiyi mahkum edersiniz, sorun çözülür. Ama gruplar arasında oluşacak çatışmada haksızı tesbit imkansızdır. Çünkü kollektif suç ve ceza yoktur. O zaman bize düşen ıslahtır. Islah adaletle hükmetmek demek değildir. O hukuk düzeninde geçerli olur. Savaş başladı mı hukuk orada durur. Önce savaş durdurulur. Sonra savaşın kaynağı olan sorunlar çözülür.
Irak Savaşı’nın sebebi ve sorunu nedir?
Dünyada güvenliğin olabilmesi için bir süper güç şarttır. Nasıl silahlı gücü olmayan devlet olmazsa, aynen bunun gibi insanlığın güvenini sağlayan bir güç olmazsa olmaz. Bir güce ihtiyaç vardır. Bugün bu görev ABD denen süper güç tarafından sağlanmaktadır. Ancak bu gücün merkezinde tekel sermaye vardır. Dünyanın bu tekel sömürüden kurtulabilmesi için “Adil Düzen”in kurulması gerekir.
Adil Düzen nasıl kurulacaktır?
İşte bu âyet bunun esasını bize bildirmektedir.
Herhangi iki kişi arasında, yahut iki aşiret arasında, yahut iki kabile arasında, yahut iki il arasında, yahut iki ülke arasında anlaşmazlık olursa; yahut kişi ile aşiret, kişi ile bucak, kişi ile il, kişi ile insanlık; veya ocak ile bucak, il, ülke ve insanlık; yahut bucak ile il, ülke ve insanlık; ya da ülke ile insanlık arasında çıkacak ihtilafların hal mercii ve çözüm makamı hakemlerden oluşan tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargıdır. Yargının kararlarına uyan kimseler müslimdir. İslâm, yargı kararlarının uygulandığı bir düzendir.
Yargı kararlarına uymayan olursa ne yapılacaktır?
İşte o zaman mü’minler yani kendilerini mü’min ve güvence veren kimse olarak kabul edenler, yani jandarma ve askeri güçler harekete geçerler. Hakem kararlarına uyuncaya kadar onlarla savaş yapılır. Ama önce ıslah edilir, sulh yapılır, savaş durdurulur; hakem kararları ile durdurulur. Sonra hakemlerin ötesinde bir ıslahatçı ortaya çıkar.
Islahat yapmak demek, sorunu çözmek demektir.
Bazen sorunların kendi aralarında çözülmesi mümkün olmaz. O zaman sorun diğer insanlar tarafından çözülmelidir. Burada memur olan kimdir?
a) Aşiret içinde çıkan sorunu aşiret mensupları çözerler. Çözemezlerse bucağa gidilir.
b) Sorun aşiret içinde çözülemezse veya sorun aşiretler arasında ise bucak içinde çözülür. Emir bucak halkınadır. Hakemler yoluyla sorun burada çözülür. Çözülemezse ile gidilir.
c) Bucak içinde sorun çözülemezse, yahut sorun bucaklar arası ise, o zaman sorun ilde çözülür. Jandarma sorunu kişiyi bertaraf ederek çözer.
d) Sorun ilde çözülemezse yahut sorun iller arası ise, ülke çapında ordu çözer.
e) İnsanlığın silahlı gücü yoktur. Hakem kararları ile mahkum olan devlete karşı gönüllü askeri birlikler oluşturulur. Bölge merkezi işgal edilir. Teslim olan bucaklara dokunulmaz. Merkezin merkez il ve ilçe bucakları ganimet olur. Teslim olan il ve bucaklar ganimet olmaz.
Ne var ki ilk emir savaş değil ıslahtır. Yani sorunu barış yoluyla görüşerek çözmektir.
Burada “Fe Eslihû/ ıslah ediniz” deniyor. Hemen ıslah edilecektir. Yoksa biz ıslah edeceğiz diye sorun yıllarca sürmez, sürüncemede kalmaz.
Islah zamanı dört aydır, dört ay içinde ıslah edilmeleri gerekir. Bu ıslahatçıların görevi o andaki sorunu çözmedir. Mesela, Kardak kayalıkları gibi olaylarda oraya barış gücü yerleştirilir ve sorun çözülür. Hakemlere giderek daha köklü şekilde daha sonra çözebilirler.
Buradaki ıslah emri zilyetlik sorunlarının çözümüdür. Hukuki çözüm sonra hakemlerce yapılır.
(فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ)2
Islah için her dayanışma ortaklığı devreye girebilir. Biri ıslah için devreye girdi mi, diğerleri karışmazlar. Ancak en çok dört ayı geçmemek üzere ıslah işi sonuçlanmadı mı, o zaman ıslahçılar geri çekilir.
İnsanlıkta, ülkede ve bucakta başkanların talebi üzerine dört ıslahçı atanır. Sıralama usûlü ile ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortakları tarafından atanır. Heyetin başına başkan birini görevlendirir. İlmî görevli haklı ile haksızı tesbit eder. Dinî görevli tarafları uzlaştırmaya çalışır. Meslekî görevli maddi destek sağlar. Siyasî görevli de gücünü gösterir.
Bunlar da en çok dört ay içinde sonuç alamazsa, bunlar ikisinin de haksız olduğuna karar verebilir. Yahut birinin haksız diğerinin ise haklı olduğuna karar verirler. Eğer ıslahçılar böyle karar verirlerse, o zaman hukuka teslim olanın yanında yer alınır ve o desteklenir.
Eğer ikisi de söz dinlemez durumda ise, o zaman serbest bırakılırlar, boğuşup dururlar, biz karışmayız. Eğer ikisine saldıran olursa veya birini destekleyen olursa, biz müdahale etmeyiz. Ama biri ıslahatçılara teslim olur da hakemlere giderse, o zaman ıslahatçıları dinleyenin yanında yer alınır. O savaşır, biz onu destekleriz. Yani o da birliğe katılmış olur.
Bununla beraber savaş asi devletle yapılacaktır. Savaş kuralları uygulanacaktır. Ganimet savaşanlar arasında paylaşılacaktır. Haksızlığa uğrayan da savaşa katılabilecektir. Aynı haklardan yararlanacaktır.
Kıtale emredilenler bizleriz.
“Allah’ın emrine” tabiri ile kastedilen Allah’ın şeriatı ve hakemlerin kararlarıdır. Şeriat sözleşmelerle oluşur. Uygulamayı herkes kendi içtihadına göre yapar. Hakemlerin yorumu ile olay kesinleşir. Böylece Allah’ın emri ortaya çıkar. Sulhçuların uzlaştırmasına kulak vermeyen taraf varsa, biri kabul etmiş ama diğeri kabul etmemişse, o zaman bizim haklı tarafında yer almamız emredilmektedir. Sulhçuların kararları yargı denetimindedir. Taraflar sulhçuların uzlaştırmalarına uyarlar, mağdur olmuşlarsa sonra hakemlere giderler.
(فَإِنْ فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا)3
Burada cümleler “Fa” harfleriyle bağlanmaktadır. İki taife kıtal ederse araştırın ve ıslah edin. Islahın arkasından biri diğerine saldırırsa, saldıranla mukatele edin. Allah’ın emrine gelirlerse aralarını adl ile ıslah edin.
Burada ıslah emri ikinci olarak gelmektedir. “Fa” harflerinden sonra geldiğinden, bu ıslah mukatelede teslim edene uygulanacak hükümdür. Yukarıda sadece “ıslah edin” dendiği halde, burada “adl ile ıslah ediniz” deniyor. Birinci ıslahta hakemler yoktur. Sorun tarafların rızası ile hallolmaktadır. Oysa ikincisinde artık yargı devreye girmiştir, adaletle ıslah edilecektir, herkese kendi hakkı teslim edilecektir.
“Fey etmek” demek, dönüş yapmak demektir. Teslim olduktan sonra artık savaş biter. Ondan sonra adaletle hükmetme sözkonusudur.
“Adl ile ıslah ve iksat etmek” ne demektir?
Hukukun dayandığı iki kavramdır.
Doğada kanunlar vardır. Bunlar zamana göre değişmezler, yere göre değişmezler. Özelliklerini her zaman her yerde muhafaza ederler. Su sıfır derecede donar. Taş yer çekimi sebebiyle düşer. Bunlar doğanın kanunlarıdır, değişmezler. Demir her yerde demirdir, kimse onu demirlikten vazgeçiremez.
İnsanların da böyle insan olma hasebiyle taşıdıkları özellikler vardır. Kimse onları değiştiremez. O yönleri ile insanlar eşittir. Kadın-erkek, hasta-sağlam olmasına bakılmaksızın hata diyeti aynıdır ve kefareti de birdir. Yargının karşısına kimse doğuştan farklı çıkmaz. Herkes tarağın dişleri gibi müsavidir.
Demir her yerde demirdir ama bulunduğu yere göre iş yapar ve ona göre değeri vardır.
İşte insanların da bulundukları yere göre yetkileri vardır, ona göre sorumlulukları vardır. Burada insanlar eşit değildir. Ancak burada görev, yetki, sorumluluk ve haklarda paralellik vardır. Buna da adalet denmektedir. Demek ki insan olma, haklara ve görevlere ehil olma, yargının önünde taraf olma bakımından insanlar eşittir, kıst ile muamele görürler. Bulundukları görevde göreve göre yetki ve sorumluluk taşırlar. Buna “adl” denir. Islah ederken adalet gözetilecektir. Ancak hiçbir grup veya kişiye yargıda farklı muamele yapılmaz. Hükümler insanlara değil, fiili yapana verilir. Karşılığı fiil vardır. Sicil bozukluğu yoktur.
Islah ile iksat birbirine atfolmuştur. Sorun çözülmelidir. Savaşın kaynağı ortadan kaldırılmalıdır.
Hukuk düzeni içinde haksız kazançlar elde edenler olabilir. Hukuk düzeni içinde zulme uğrayanlar da olabilir. Kurallar geneldir. Her yerde uyarlanması zor olabilir.
Sonra kurallar yanlış anlaşılabilir. Haksız kurallar da olabilir. Onun için hukuk dışı desteklerle sorunlar çözülmelidir, hukuk zorlanmadan çözülmelidir. Bir olayda mevcut mevzuat içinde çözüm aranmalıdır.
Hukukun mutlak kurallarla çözülmesi “kıst” ise, kuralların adalete göre yorumlanması “ıslah”tır, adaletle ıslahtır. Bunun için şu yollara başvurulur.
a) Mevzuatta zulüm ortaya çıkarsa, önce o mevzuatın yorumunda değişiklik yapılır. Biz bu mevzuatı anlayamamışız denir. Zulme sebebiyet vermeyecek şekilde yorumlanır. Bu hususta son söz hakemlerindir. Hakemlere karşı da dava ikame edilebilir.
b) Ortaya çıkan haksızlık karşısında mevcut mevzuat içinde başka çareler aranır, destekler yapılabilir. Bu da ıslahtır. Sorun hukuk zorlanmadan giderilir. Savcı tarafından, cumhurbaşkanı tarafından alınabilir. Hakimler tarafından alınabilir. Bu mevzuatı zorlama değildir, mevcut mevzuatın uygulanmasıdır.
c) Bununla beraber yorumlar kurallarla yapılmalıdır. Dilin kuralları usulün dayanaklarını ortadan kaldırmıştır. Dört kural vardır: 1) Birincisi, kurallar aynı şartlarda her yerde uygulanmalıdır. 2) İkincisi, icmaa aykırı sonuçlara götürmemelidir. 3) Doğa kanunlarına aykırı olmamalıdır. 4) Hikmete menafi yani zararlı sonuçlara götürmemelidir. Bir tarafını düzeltelim derken başka tarafını yıkmamalıdır. Bu durumda yapılacak şey mevcut kanunları iptal etmeden onu dengeleyecek kanun çıkarmaktır. Bu sayede düzen rahatsız edilmiş olmaz. Örnek olarak danıştayın başsavcının yetkilerini kısıtlaması yerine, yüksek yargı kararlarının mecliste hakemlerden oluşan devlet yüksek mahkemesi tarafından denetlenmesidir. Çünkü mevzuatı değiştirme birçok müesseseyi rahatsız eder.
d) Yorumlama ile sorun çözülemezse, başka mevzuat çalıştırılarak denge sağlanır. O da olmazsa, başka mevzuat çıkarılır. O da mümkün olmazsa, mevzuat değiştirilir, yani eski hüküm ortadan kaldırılır.
Kıst mevzuata uymaktır.
Adl ise mevzuatın düzenlenmesi demektir.
Mevzuat değişinceye kadar ona uyulur. Mevzuatı değiştirmeden usulsüz yorumlar etkisiz hâle getirilmez.
( إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ) 5
Kur’anın her kelimesi ve terkibi bir çözüm için kullanılır.
“Allah muksitleri sever” diyor.
Islah eden heyet bir cemaattir. Onun için onları “muksitler” olarak göstermektedir.
Adalet; mü’mine mü’min, müslime müslim, kâfire kâfir, müşrike müşrik muamelesini yapmaktır. Genci genç, yaşlıyı yaşlı bilmektir. Kadını kadın, erkeği erkek bilmektir. Tembeli tembel, çalışkanı çalışkan bilmektir. Âlimi âlim, cahili cahil bilmektir. Adalet, herkese kendi hakkını vermektir.
Iksat ise insanı insan saymadır. Kâfir, mü’min, müşrik, münafık, büyük, küçük, kadın, erkek, âlim, cahil, herkes insandır, eşit kişiliğe sahiptir. İnsanları ayırarak farklı muamele yapamazsınız.
Peki, bu adaletle çelişmiyor mu?
Hayır, çelişmiyor.
Adaletin yapılacağı alanlar başkadır, ıksatın yapılacağı alanlar farklıdır.
Yaratılışta insan olarak herkes eşit haklara sahiptir. Ama sonra işbölümü gereği, güç ve imkân gereği, kendi iradesini kullanma sebebiyle farklı hak ve vecibeler oluşur. İşte orada adalet gerekmektedir. Zaten kıst olmazsa o zaman adalet de olmaz. Iksat olmazsa yenen ve yenilen belli olmaz. Adalet ıskata dayanır. Önce herkes eşittir. Sonra amelleri ile birbirinden ayrılırlar. Eğer önce eşit kabul edilmezse sonra amellerine göre ayırma mümkün değildir.
İşte burada “Allah adil olanları sever” demiyor, “Allah muksit olanları sever” diyor. Çünkü adalet farzdır ama istenen ıksattır. İstenir ki, herkes okusun ve âlim olsun. Ama olmazsa, o zaman da bilenle bilmeyen bir yapılmaz. İstenir ki kimse kimseyi öldürmesin ama öldürürse kısas olur. İşte, demek ki aslolan ıksattır. Ama ıksatın sağlanmadığı yerde adalet ikame edilmiş olur.
Burada ıksat edenler kurallı erkek çoğul getirilmiş. Yani, ıksat bir kişinin işi olmaktan ziyade bir cemaatin işidir. Bizim topluluk olarak onu öyle görmemiz gerekmektedir.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
Mü’minler kardeşten başka bir şey değildir. Bütün mü’minler kardeştir.
Burada sadece mü’minler kardeştir anlamını çıkarmıyoruz. Bunun için “ihve” kelimesinin de marife olması gerekir. Bunun anlamı şudur ki, kıyas yoluyla müslimler de ihve olabilir. Mü’min olup da ihve olmamak mümkün değildir. Ama ihve olup mü’min olmamak mümkündür. Kıyas yapmamız gerekir. Müslimleri de mü’minlere kıyas ederiz. Hakem kararlarına uymalarını isteriz. Hattâ kâfirler bile bu hükmün içine girer.
Mü’min ve müslimler arasında ıslah farzdır.
Kâfir ve müşrikler arasında ıslah caizdir; hasendir.
Biz kimin müslim kimin müşrik olduğunu bilemediğimiz için iktital eden iki taifenin arasına gireriz ve onları ıslah etmeye çalışırız. Islah olmazlarsa o zaman onların küfrüne veya şirkine karar verebiliriz.
Burada çok önemli bir husus bildirilmektedir. “Mü’minlerden iki taife” deniyor. Sonra “mü’minler kardeştir” diyor. Yani, ıktıtal eden kimseler dinden çıkmaz, kâfir olmaz. Kötü iş yapmış olur. Bu sebepledir ki sahabelerin birbirleri ile savaşları onları küfürle itham etmemizi gerektirmez. İnsanların kendilerini savunma hakları vardır. İçtihatları ile kendilerini haklı görür ve birbirleri ile savaşabilirler. Sonra hakikat ortaya çıkınca da Allah’ın emrine gelirler. Dolayısıyla ıktıtal edenleri tekfir etmemiz doğru değildir.
Bu âyetteki “ihvetün” kelimesinin nekire olmasından dolayı Nurcuların, tarikatçıların, Millî Görüşçülerin birbirlerine “kardeş” demelerinin caiz olduğunu istidlâl ediyoruz.
فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ
Üçüncü defa “ıslah ediniz” emri varken de “Fa” harfleri ile gelmiş; yani üç defa ıslah, bir defa savaş vardır. “Kıtal ediniz” emri bir tanedir. O halde ıslah etme bizim görevimizdir. Biz mü’minler arasında çıkan ihtilafları aramızda çözeceğiz. Allah bize “sizin kardeşleriniz” diyor. Onları da bizimle beraber yapıyor.
Öyleyse uluslar üstü, birleşmiş milletlerin bir silah gücü yoktur, uluslar arası silahlı güç yoktur. Silahlı güç kavimlere aittir, uluslara aittir, illere aittir. Uluslar arası sorunlar ise dayanışma içinde çözülür. “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nda bu hususlar belirtilmiştir. Bu âyetler onları teyit etmektedir.
Uluslar arası çıkacak ihtilaflar hakemler yoluyla çözülür. Hakem kararlarına uymayanlara karşı yine hakem kararları ile savaş yapılabilir. Haksızlığa uğrayan devlet savaşır. Diğer devletler onu desteklerler. Yahut uluslar arası güç oluşur ve o savaşır. Bu gönüllülerden oluşur. O ülkeyi yağmalama hakkına sahip olurlar.
Bugün tekel sermaye istiyor ki insanlar savaşsın, kanlarını döksün, sonra masa başında ganimeti ben toplayayım. Bu sistem zulümdür. “Adil Düzen” gelince bu kalkacaktır.
Bir devletle savaşma hakemlerden oluşan yargı tarafından meşru kılınabilir. Ama meşru savaşa girenler savaşı kazandıklarında söz artık kan dökenlerdedir. Barış, savaş meydanında savaşın komutanı tarafından belirlenir. Masa başında sivillerin toplanıp ahkâm kesmeleri asla caiz değildir.
Savaş en geç altı ay içinde bitmelidir. Yıllarca süren çekişmelerin taraflarca desteklenmesi asla caiz değildir.
Ne oluyor?
Müslümanlar Azerileri, Hıristiyanlar Ermenileri destekliyor. Halkın paraları savaşmak için harcanıyor, Ermeni ve Azeri kanı dökülüyor. Bu oyunu kuran sömürücü tekel sermayedir.
İslâmiyet’te savaşma desteği yoktur. “Siz savaşın deniyor, “yardım edin” demiyor. Çünkü yardım savaşı desteklemedir. Oysa bizim gayemiz savaşı bitirmedir. Savaş, barış için meşrudur. Islah etmek için savaşılır. Savaş için savaşılmaz. O halde biz gidip Azerilerin yanında savaşabiliriz ama bir kuruş yardım göndermeyiz. Savaşı da bitirmemiz gerekir. Buradaki “Fa harfleri bunu ifade eder.
Mehmet Emin Özemre bana bir şiirler demeti gönderdi. Şiirlerde önemli noktalar vardır. Bir şiirin bana ilham ettiklerini size aktarmak istiyorum. Şiir benim değildir, benim anladığımdır.
ERMENİ
Ben bir papaz tanırım Ermeni
Severim onu ben, dedim ona
“İsterim senin O’na ermeni”
Dedi “barışa öğüt ver bana”
“Senin O’na doğru çark etmeni,
Gerçek dostlarını fark etmeni
Onları senin değil yermeni
Sevmen için O’na söz vermeni
İçimden geldi Hakkı söylerim
Ben sana böyle öğüt eylerim”
Türkler sanıyorlar ki Azerileri desteklemekle Türklüğe hizmet ediyoruz. Tam tersine Türk kanını akıtıyoruz. Azerilerin, dolayısıyla Türklüğün geri kalmasına sebep oluyoruz. Yapacağımız iş Azerilerle Ermenilerin arasını ıslah etmektir. Önce sorunlarımızı çözelim, sonra gerekirse birlikte savaşırız.
Sermaye bin yıldır Hıristiyanlarla Müslümanları savaştırıyor. Artık barışmamızın zamanı gelmiştir. Amerika’daki Ermeniler sanıyorlar ki Ermenileri desteklemekle Ermenilere ve Hıristiyanlara iyilik ediyoruz. Oysa Ermenilerin ölmelerine, sefalet içinde ölmelerine sebep olmaktadırlar. Gelin birlikte sorunları çözelim, ıslah edelim, barıştıralım. Kutlu bir barış uygarlığı doğsun.
Kur’an’ı okuduğumuzda günümüzün sorunlarını çözmeliyiz.
Yoksa, tarihî kıssaları dinleyerek geçmek için Kur’an’ı okumamalıyız.
Evet, biz İstanbul halkı olarak Ermeni, Gürcü, Abaza, Bosna, Kosova, Kıbrıs, Afganistan, Irak, Filistin halkının sorunlarını ıslah yoluyla çözmeliyiz. Bunun için gerekli çözümleri üretmeliyiz. Gerektiğinde gönüllü tehcirle yeni siteler kurmalıyız. Hicret demokrasisini çalıştırmalıyız.
Mesela, Arnavutluğu maddeten destekleyip Balkanlardaki Müslümanları orada toplayabiliriz. Bu hicret demokrasisi uygulanırken toprak takasları yapılabilir. Mesela, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorun çözülürken, Azeriler bir tarafta Ermeniler bir tarafta toplanabilir. Bunu Gürcistan’da da yapabiliriz. Kur’an ve İncil ehli bunları yapanları halk olarak destekleyebilir. Devletler ve hükümetler tekel sermayenin emrindedir. Onlar bir şey yapamaz ama halk yapabilir. Akevler bu tür çalışmalara hazırdır.
(وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ) 7
“Allah’a ittika ediniz.” Kardeşlerinizin arasını ıslah ederken Allah’a ittika ediniz, yani şeriat hükümlerine uyunuz.
İnsanlar şeriata göre amel etmekle mükelleftirler. Şeriat dışında da iyilikler olabilir. Hattâ şeriatın içinde de yanlışlıklar olabilir. Ancak şeriat değişmedikçe ona uyulur.
Şeriat nasıl değişir?
a) Kişi içtihatlarını değiştirir. Hükümler değişmiş olur. Değiştirmeden uymakla mükelleftir. Değiştirdikten sonra yeni hükümlere uyar.
b) Sözleşmeler yürürlükte oldukça taraflar uymak zorundadır. Tek taraflı ve anlaşarak sona erdirilebilir. Doğmuş zararları ödemekle yükümlü olur.
c) Bir kimse mezhebini değiştirmekle tâbi olduğu hükümleri de değiştirmiş olur.
d) Kişi ocak veya bucağını değiştirmekle tâbi olduğu hükümleri de değiştirmiş olur.
Bunun dışında kurallara uymak zorundadır. Yanlış hükümleri değiştirmekle yükümlüdür ama değiştirinceye kadar ona uyulur.
İşte, ıslahatçılar da kişilerin şeriata uyup uymadıklarına bakarlar. Kendi içtihatlarını değil, ıktıtal edenlerin içtihatlarını esas alırlar. Bununla beraber gerek olayların tesbitinde gerekse sözleşmelerin yorumunda ıslahatçılar kendi yorumlarını esas alırlar. İşte burada Allah’a ittika etmek gerekmektedir. Yani, ıslahatçı ve hakemler hareket ederken iki hususa dikkat ederler. Biri tarafların şeriatlarıdır. Herkes kendi işlerini kendi şeriatına göre çözer. Onunla sorumludur. İspat külfeti kime ait değilse onun hükümleri uygulanır. Esasta bu böyledir. Ama usulde ıslahatçılar ve hakemler kendi içtihatlarına göre ıslaha çalışırlar.
Burada onlardan ittika etmeleri istenmektedir. Yani içtihat dışı amel etmemelerini emretmektedir. Bu kuralın insanlar için rahmet olduğu belirtilmektedir.
(يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ) 9
“Suhre” karın tokluğuna çalışan insan, bu şekilde emanet edilen hayvan demektir. Bakımını yap ve kullan anlamındadır.
“Teshir etmek” emrine vermek demektir.
Allah kâinatı bize teshir etmiştir. Onun bakımını yapmak şartıyla ondan yararlanmaktayız.
“Sehira-yesharu” da (4. bab) olmakta, “sahara-yasharu” (3. Bab) da olmaktadır.
“Sehira-yesharu” maskaraya almak, yani onu küçük görerek onunla eğlenmek demektir, aşağı görmek demektir. Burada her iki mânâ da verilebilir.
1) Birinci mânâsı (3. Bab), topluluklar birbirini sömürmesin, karşılıksız herhangi bir haraca bağlamasın demektir. Herkes ancak karşılığını alarak bir şey vermek zorundadır. Karşılıksız hiçbir mükellefiyet yoktur. Tarihte topluluklar daima diğer toplulukları istismar etmişlerdir. Allah bunu ortadan kaldırmıştır. Yapılan sadece bir karşılık için yapılacaktır. Bir kölenin bile istismarı yoktur. Onu vatandaş yapma eğitimi karşılığı olarak kölelik meşrudur. Cizye ve fey de böyledir. Cezalar sürekli olmaz, çocuklara intikal etmez. Eğer intikal ediyorsa bu bir şeyin karşılığıdır. Bir kimsenin diğer birini sömürmesi olmadığı gibi, bir topluluğun diğerlerini sömürmesi de yoktur. Devamlı haraca bağlama yoktur. Uluslar arası hukukun tamamen yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Nasıl kölelikten kurtulma varsa, mukâtebe yoluyla herkes hür olma hakkına sahiptir. Bir savaşın sonunda bağlanan devamlı haraç varsa, kıyas yoluyla sona erdirilmelidir. Kölenin azad edilmesi sözkonusu olduğu gibi, köleleştirilmiş topluluklar sonunda azad edilmelidir. Ocaklar, bucaklar, iller ve ülkeler bağımsız hâle gelmelidir. Merkezi yönetimden kurtulmalıdır. Merkezi yönetimlerin aldığı kararlar merkezi bucaklarda geçerli olup taşra bucaklarda geçersiz olmalıdır. Merkezi yönetim kavmin kavmi sömürmesidir. “Kavm” kelimesinin kullanılması, kavimlerin sömürüsü genel olduğu içindir. Kavmi genel mânâda anlamlandırsak, nass ile değilse bile kıyasla diğer il ve bucak yönetimlerini de içerir, insanlığı da içerir.
2) İkinci mânâsı (4. bab) ise aşağı görüp eğlenmesinler, hakaret etmesinler. Bu mânâ daha çok verilmektedir. Bunun iki sebebi vardır. Arkasından kadınlardan bahsetmektedir. İkincisinde daha hayırlı olur derken sınıf söz konusudur. Bununla beraber sömürmede de, merkezi idarede de aşağılama vardır.
(عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ) 10
Belki de kendilerinden daha hayırlı olurlar. Hayır mallar için kullanılır. Gelir getiren, başkasından değil de kendi kazançları ile varlığını sürdüren mallara hayır denmektedir. Dükkan hayırdır. Kendi giderlerini kendisi karşılayamazsa “hayır” değildir. İnsanın hayırlısı da vergi verendir. Kamudan yararlanarak yaşayanlara hayır denmez.
Bunun gibi bucaklarda da aynı hayır sözkonusu olur. Merkezi yönetimde olmak hayır olmak demektir. Eğer aldıkları verdiklerinden azsa hayır olmazlar. Merkezde oturanların daha akıllı olduğunu kim söylemiş, kim bilmiş? Ortak işleri merkez yürütür. Ama her taşra bucağı kendi işlerini kendileri yürütür. Merkez onlara hükmedemez, onları sömüremez, onların iç işlerine karışamaz. İnsanlık içinde devletler, devlet içinde iller, iller içinde bucaklar bağımsızdır. Kendi iç işlerini kendileri yaparlar. Buna en çok askerler itiraz ederler, anlamadan ve düşünmeden itiraz ederler. Bölünmeyi önlemek için iki önemli tedbir alınmıştır. Birincisi, taşranın sayısı 100 civarındadır. Baş kaldırmaları imkânsızdır. İkincisi, silahlı güçler o bölgeden olmayan askerlerden oluşturulur.
Yukarıda isyanı reddetti. Şimdi de merkezi yönetimi reddetmektedir.
(وَلاَ نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ) 11
Bu ifadeye bakılırsa kadınlar kavmin içine dahil değilmiş gibi bir anlam çıkmaktadır. Halbuki kavmin içine kadınların da dahil olduğu açıktır. O halde burada kullanılan “kavim” kelimesi ile “nisa” kelimesi farklı anlamlarda kullanılmaktadır. “Kavim” ocak, bucak, il, ülke, insanlık şeklindeki bir teşkilattır. “Nisa” ise dayanışma ortaklıklarından oluşan parti ve mezhepleri içermektedir.
Dilin özelliği budur. Yeni kavram ve kelimelere kullanıldığı yere göre anlam verilmelidir. “Kavim” kelimesini anlamaktayız. Ama burada “nisa” kelimesinin anlamını kavramak birden kolay olmamaktadır.
“Kavim” mukavim demektir. Öyle topluluk silahlı güce dayanır.
“Nisa” ise silahlı güce dayanmayan topluluklar anlamındadır.
Böylece Kur’an’ın “nisa”dan kastettiği sadece kadınlar değildir. Hattâ “mer’e”nin çoğulu olarak kabul etsek bile kendi kökünden değildir.
“Nisa”nın anlamı, savaşa veya avlanmaya katılmayanlar anlamındadır. “Nesy” de çadırda yani güvenli yerde kalanlar demektir.
عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ) 12
Mezhepler ve tarikatlar, partiler ve odalar da birbirlerini sömürmesinler. İşte gerçek lâiklik budur. Dayanışma ortaklıkları birbirlerini sömürmemelidir. Birileri kendilerini üstün görmemelidir. Gerek kamuya katkı bakımından gerekse kendi din ve inanışlarında diğerlerinin onları aşağı görme yetkisi yoktur.
Yukarıda mü’minlerden bahsetti. Burada da müslimlerden bahsetmektedir.
İnsanlar inançlarından veya soylarından dolayı farklı görülmezler. Askerler diğerlerinden sadece yönetim bakımından farklı durumdadır. Bugün herkes askere götürülmektedir. Oysa Kur’an’a göre askere ancak gönüllüler alınır, isteyenler cizye verirler ve yönetime karışmazlar. Ancak bunların seçme ve seçilme hakları yoktur. Lâiklik budur. Yoksa insanların dinden uzaklaşmaları veya kendi inançlarını ortaya koymamaları değildir. Dinleri ve dindarları topluluktan uzak tutarak lâiklik olmaz. Tam tersine herkes diniyle ve inancıyla topluluk içinde yer alacaktır. Ama kendi dininin üstünlüğü ile toplulukta bir hak istemeyecektir. Herkes kendi dinini daha üstün görecektir ama, kendisi için başkaları ile ilişki kurarken onlardan daha üstün olduğunu iddia etmeyecektir. Asker olup olmama ayrı, bir mezhebi benimseme veya öbür mezhebi benimseme ayrı şeydir.
( وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ)13 (وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ)14 (بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ) 15( وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ)16(11) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ)17(إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ)18 (وَلَا تَجَسَّسُوا)19 (وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا) 20(أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ) 21(وَاتَّقُوا اللَّهَ)22( إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ)23 (12)
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92