HUCURAT SÛRESİ TEFSİRİ - II. Hafta
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ(6) وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِنْ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمْ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمْ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمْ الرَّاشِدُونَ(7) فَضْلًا مِنْ اللَّهِ وَنِعْمَةً وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(8)
1- Ey inanmış kimseler. Ey iman etmiş olan kimseler.
2- Bir kaçkın size bir bilgi ile gelirse araştırın. Bir fasık size bir nebe’ ile ciet ederse tebeyyün edin.
3- Bilmeyerek bir topluluğa çarpıp da. Cehaletle bir kavme isabet edip de.
4- Yaptığınıza öykünmeyesiniz diye Fiil ettiğinize nadim olmayasınız diye.
5- İçinizde Allah’ın elçisinin olduğunu biliniz. İçinizde Allah’ın resulünün olduğunu ilmediniz.
6- İşlerin çoğunda size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz. Emrin kesirinde size itaat etseydi anet ederdiniz.
7- Ancak Allah imanı sevdirdi. Velakin Allah size imanı tahbib etti.
8- Onu yüreğinizde güzelleştirdi. Onu kalbinizde tezyin etti.
9- Ve kapatmayı, taşkınlığı ve karşı gelmeyi size tiksindirdi Ve küfrü, füsuku ve isyanı size tekrih etti.
10- İşte raşitler onlardır. İşte olgunlar onlardır.
11- Allah’tan fazl ve nimet olarak böyle yaptı. Allah’tan artmış olarak ve iyilik ederek böyle yaptı.
12- Ve Allah bilendir ve kesebdir Ve Allah alimdir hakimdir.
1 يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا YA EAYyuha elLAÜIyNa EAeMaNUv
2 إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا EiN CAvEaKuM FaSıQun BiNaBaEin FaTaBayYaNUv
3 أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ EaN TuÖIvBUv QaVMan Bi CaHAvLatin
4فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ(6) Fa TuÖBlXUv GaLAy MAv FaGaLTuM NAvDiMIyNa
5 وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ Va iGLaMUv EanNa FIyKuM RaSUvLu elLAHı
6 لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِنْ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ Ev YUvOIvGuKuM MiNa eLEaMRı LaGaNıtTuM
7 وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمْ الْإِيمَانَ VaLAvKın YıuXBiBKuMulLAHu EiLaYKuM IiMANaKuM
8 وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ Va ZayYaNaHUv FIy QuLUvBiKuM
9 وَكَرَّهَ إِلَيْكُمْ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَVa KaRiHa EiLaYKuMu eLKuFRa Va eLFuSUQa Va Va eLGıÖYAvNa
10 أُوْلَئِكَ هُمْ الرَّاشِدُونَ(7)EuLAEiKa HuMu elRAvŞıDUvNa
11 فَضْلًا مِنْ اللَّهِ وَنِعْمَةً FaWLan MıNa elLAHı Va NıGMat
12 وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(8) Va elLAHu GaLIyMun XaKIyMun
1اي ايمان اتمش اولان كمسه لر Ey iman etmiş olan kimseler.
2 بر فاسق سزه بر نبأ ايله جيئت ادرسه تبين ادنزBir fasık size bir nebe’ ile ciet ederse tebeyyün edin.
3 جهالتله بر قومه اصابت ادب ده Cehaletle bir kavme isabet edip de.
4 فعل اتدغنزه نادم اولميسنز ديه Fiil ettiğinize nadim olmayasınız diye.
5 ايجنزده الله رسولونن اولديغنى علم ادينز İçinizde Allah resulünün olduğunu ugl ediniz.
6 امرن كثيرنده سزه اطاعت اتسيدى عنت ادردكز Emrin kesirinden size itaat etseydi anet ederdiniz.
7 و لكن الله سزه ايمانى تحبيب اتدى Velakin Allah size imanı tahbib etti.
8 و اونى قلبنزده تزيين اتدى Ve onu kalbinizde tezyin etti.
9 و كفرى فسوقى و عصيانى سزه تكريه اتدى Ve küfrü, füsuku ve isyanı size tekrih etti.
10 اشته راشدلر اونلردر İşte raşitler onlardır.
11 اللهدن فضل و نعمة اولرق بويله يابدى Allah’tan fazl ve nimet olarak böyle yaptı.
12 و الله عليمدر حكيمدرVe Allah alimdir hakimdir.
1اي ايمان اتمش اولان كمسه لر يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
2 بر فاسق سزه بر نبأ ايله جيئت ادرسه تبين ادنز إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا
3 جهالتله بر قومه اصابت ادب ده أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ
4 فعل اتدغنزه نادم اولميسنز ديه فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ(6)
5 ايجنز ده الله رسولونن اولديغنى علم ادينز وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ
6 امرن كثيرنده سزه اطاعت اتسيدى عنت ادردكز لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِنْ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ
7 و لكن الله سزه ايمانى تحبيب اتدى وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمْ الْإِيمَانَ
8 و اونى قلبنز ده تزيين اتدى وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ
9 و كفرى فسوقى و عصيانى سزه تكريه اتدى وَكَرَّهَ إِلَيْكُمْ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ
10 اشته راشدلر اونلردر أُوْلَئِكَ هُمْ الرَّاشِدُونَ(7)
11 اللهدن فضل و نعمة اولرق بويله يابدى فَضْلًا مِنْ اللَّهِ وَنِعْمَةً
12 و الله عليمدر حكيمدر وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(8)
بسم الله الرحمن الرحيم
} (يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اناديكم )] إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ) فَ(تَبَيَّنُوا)[ ل (أَنْ لا تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ) (فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ){ (6)وَ } ] (اعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ) (لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِنْ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ ) [وَ] (لَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمْ الْإِيمَانَ) وَ(زَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ ) وَ(كَرَّهَ إِلَيْكُمْ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ) (أُوْلَئِكَ هُمْ الرَّاشِدُونَ) [ (7) (حبب وكره فَضْلًا مِنْ اللَّهِ وَنِعْمَةً ) وَ (اللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ) { (8)
İki Ana Cümle
Bu aşır iki ana cümleye ayrılmaktadır. Birinci cümle grubunun temel cümlesi tebeyyündür. Yani gelen haberi tebeyyün ediniz. İkinci cümlenin, bilin içinizde Allah’ın resulü vardır. Bu iki cümleler grubunu birbirine atfetmiştir. O halde fasıkın haberini tebeyyün etme ile resul arasında bir ilişki vardır. Bu nedir?
Çağımızın en büyük belası yalan haberleri yayan basındır. Bu haberler toplulukları kötü badirelere sokmaktadır. Bir yalanı sen atarsın, sonra sen de inanmağa başlarsın. İnsanlardaki bu söylentilere kanma özelliğine karşılık Kur’an ne tedbir almıştır? Önce böyle söylentiler çıktığı zaman herkes kendi kabilesinin yani bucağının ağzına bakacaktır. Bizzat onun dudaklarından çıkana inanacaktır. İşte bu sebepledir ki bu iki cümleler grubunu birbirine bağlamıştır. Bunu başka âyetlerden de öğreniyoruz. Bir haber duyduğunda başkalarına anlatılmayacak, dayanışma sorumluları aracılığı ile bucak başkanına götürülecek. O da yorumlama heyetine götürecek, sonunda o ne dese ona inanılacak. Bazen bazı haberlerin geç öğrenilmesi yararlı olabilir. Takdir başkanındır. Merkez bucaklarda aynen merkez bucaklar için alınır. Çevre bucakları da bağlar.
Birinci Cümleler
Birinci cümleler dört adettir. Bir muhatabı belirler. İkincisi esas söyleneni söyler, o da illetin beyanıdır. İllet fiili doğran fiildir. Üçüncüsü illetin fiilini anlatır. Dördüncüsü fiilin hükmünü ortaya koyar.
Her olayın sebepleri vardır. Son sebep illettir. İlletten sonra fiil ortaya çıkar. Onun tebeyyünü yani ispatı gerek. Emredilen budur. Savunma hakkı buradan doğar. Milletvekillerinin işlediklerinden dolayı bunun için parti kapatılamaz ve milletvekillikleri düşürülemez. Bugün tüm insanlığın benimsediği bu usulü anlatırken aynı zamanda muhakeme usulünü anlatır.
İkinci Cümleler
Dört grupta toplanır. Resul anlatılır. Cemaat anlatılır. Şeriat anlatılır. Şari anlatılır.
Bir araya gelip yaşama çok çok daha kolaydır. Tek başına hayat sürme canlılar için hemen hemen imkansızdır. Tek başına yaşayan kurt gibi hayvanlar bile sürüler hâlinde dolaşırlar. Bakteriler koloniler oluştururlar.
Birlikte yaşamanın iki dayanağı vardır. Biri kurallardır. Diğeri ise yönetimdir, yani başkandır. İşte Kur’an burada bu oluşu anlatmaktadır.
Nâs Allah’ın halifesidir. O sevdirmiştir. Resul Allah’ın elçisidir. İmam da onun halifesidir.
Kişiler resule tabidir. Resul ise cemaate tabidir. Ayrı ayrı memur, cemaatçe amir. İçtihat ve icma arasındaki fark buradan gelir. İcma içtihatların üstündedir.
Bir konuşma tümü ile bir anlam kazanır. Böylece cümleler arası irtibatlar kurup onları değerlendirmek meaninin işidir. Fasl ve vasl bölümünde incelenmektedir. Harfi atıf ile atıflı cümleler olduğu gibi en ve li harfleri de cümleler arası bağlantıyı sağlar.
Şimdi cümlelere geçip nahvini ve meanisini birlikte ele alalım.
Nahiv, kelimeler arası ilişkiyi inceleyen ilimdir.
Kelimeler arası dört çeşit bağlar vardır.
- İsnad bağıdır. Her cümlede mutlaka vardır. Kelimenin biri diğerine istinad eder. Mübteda ve fail müstenedün ileyhtir. Fiil veya haber ise müstenittir. Merfu olmaları asıldır. “Ahmet erkektir” dediğimizde, ‘Ahmet’ müsnedün ileyhtir. ‘Erkektir’ kelimesi müstenittir.
- İzafet bağıdır. Bazı kelimelerin başka kelimeye aidiyetini bildirir. Esas kelimeye muzaf denir. Ait olduğunu bildiren kelimeye muzafun ileyh denir. “Ahmet’in kalemi” dediğimizde ‘Ahmet’ muzaftır, ‘kalemi’ ise muzafun ileyhtir Muzafun ileyh mecrurdur.
- Talik bağıdır. İsnad ve izafet dışında bir kelime başka kelime ile ilişkili ise ona talik denir. Talik edilen kelimeye muallık, talik olunana da muallek denir. “Ahmet Hasan’a vurdu” dediğimizde, Hasan vurmaya talik edilmiştir. Hasan muallık, vurdu muallakdır.
- Tabilik bağıdır. Tabilik nedir? Biri diğerine tabiyse, onu anlatıyorsa ona tabi denir. Sıfat, bedel, tekit ve atfı beyan olur. İkisi aynı irabı alırlar.
(يَاأَيُّهَا) (اناديكم) (الَّذِينَ آمَنُوا )Ey iman etmiş olan kimseler, size nida ediyorum.
Burada isnad “ben nida ediyorum”dur. “Ya Eyyu Ha” mahzuf “Unadiykum”un bedelidir. “Ellezîne Âmenû” “Unadiykum”deki “Kum”un sıfatıdır. “Unadi” fail fiildir. “Kum” “Unadi”nin mef’ulüdür. “Ellezîne Âmenû” “Kum”un sıfatıdır. “Ellezîne” mübteda, “Âmenû” haberdir. Marifedir. “Âmenû” fiil faildir. Haberdir.
(جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ) فَ (تَبَيَّنُوا) إِنْ Bir fasık bir nebe’ ile gelirse tebeyyün edin.
Bu cümle çift cümledir. İkisi bir cümle sayılır. Fasık bir nebe’ ile gelirse şart cümlesidir. Tebeyyün ederse cevap cümlesidir. Üstten bağlantı yapılır. Mübteda habere benzer.
لأَنْ( لا تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ) (فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ)
Burada ‘nadim olursunuz’ cümlesi isabet etmeyiniz nehye bağlanmıştır. Nun düşmüştür.
(اعْلَمُوا (أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ) İçinizde Allah’ın resulü olduğunu bilin.
لَوْ( يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِنْ الْأَمْرِ) (لَعَنِتُّمْ ) Emrin kesirinde size itaat etseydi siz anet edersiniz.
لَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمْ الْإِيمَانَ Lakin Allah size imanı tahbib etti.
زَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ Onu kalbinizde tezyin etti.
كَرَّهَ إِلَيْكُمْ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ Küfrü, füsuku ve isyanı size tekrih etti.
أُوْلَئِكَ هُمْ الرَّاشِدُونَ İşte onlar raşittir.
حبب وكره فَضْلًا مِنْ اللَّهِ وَنِعْمَةً Allah’tan bir fadl ve nimet olmak üzere tahbib ve tekrih etti.
( اللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ) اللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ Allah alimdir hakimdir.
Ey iman etmiş olanlar!
Kur’an’da iki çeşit hüküm vardır. Bunlardan biri, hakem kararlarını kabul edip askerlik yapanlar, bunlar mü’mindir. Diğeri ise hakem kararlarını kabul edip askerlik yapmayan ve bedel verenlerdir. Mü’minler kamu yetkisini kullanan kimselerdir. Bunların ceza verme yetkileri, tedip etme yetkileri vardır. Bunların silah kullanma yetkileri vardır. Bunlar bugünkü silahlı kamu yetkilileridir. Jandarma ve askerdir. Ve polistir. Hitap onlaradır. Mefhumu muhalefetle diğerleri aksini yapabilirler anlamı çıkmaz.
Bu âyet onlardan yani müslimlerden bahsetmektedir. Kıyas yoluyla onlara da aynı hüküm teşmil edilebilir. Mü’minlerin böyle bir şey yapmaları suç oluşturup zarar görülürse tazmin ederler. Müslimlerin ise böyle yükümlülükleri yoktur. Âyet bundan dolayı “Ey iman edenler” diye başlamaktadır. Haberi duyan bir görevliye sorduğunda bilerek cevap vermek durumundadır. Müslimler sormadan davranırlarsa kendileri sorumlu olurlar.
Burada çok önemli bir usus ortaya çıkıyor. Bugün daireye gidiyorsun, sana hep şifahi cevap vermektedirler. Verdikleri cevap hep menfi olmaktadır. Adil Düzende her memur sorulan suale cevap vermek zorundadır. Bilmiyorsa soracak ve öğrenecektir. Cevap verecektir. Cevabı da yazılı olarak verecektir. Soru yazılı olacak, cevabı da yazılı olacaktır. Resmi cevap alan ona göre hareket ettiği zaman doğacak zararları görevlinin âkilesi öder.
Bugün bürokrat vardır. Yöneticidir. Atama ile gelmektedir.
İslâmiyet’te ise isteyen askerlik yapar ve bürokrat olur, isteyen bedel verir ve bürokrat olmaz. İşte kendi istekleri ile bürokrat olanlar mü’minlerdir. Silahı bunlar taşıyabilir. Bunlar dayanışma ortaklıkları olarak örgütlenmişlerdir. Her mü’min kamu görevlisidir. Sorumludur ve yetkilidir. Kur’an’da geçen “Ey iman etmiş olanlar” ifadesi sadece işte bu mü’minlere, bürokratlara hitap etmiş olur. Kadınlar askerlik yapmadıkları halde, eğer kendileri isterlerse bir siyasi veli seçerler. O askerlik yapmışsa kendisi de yapmış olur. Aynı yetkilere sahip olur. Görevleri yapmakla mükellef değildirler. Görev yaparlarsa geçerlidir. Cuma namazına gelmeyebilirler ama cumayı kılarlarsa geçerlidir. Ayrıca öğleyi kılmaları gerekmez.
Size bir fasık bir nebe’ ile gelirse tebeyyün edin.
Burada “bir fasık size bir haberle gelirse” denmektedir. Fasık olmayan biri haberle gelirse onun haberi kabul edilir. O halde kim fasıktır? Yanlış haberi yeminle teyit edenler fasıktırlar. Bazı haberler vardır ki o haberleri yaymak yasaklanmıştır. Zina böyledir. Zina yaptığını görürsen sadece şahide söyleyebilirsin. Şahit isterse soruşturma yapar, yaptığına kanaat getirirse eşine veya velilerden birine haber verir. Veli eğer dört şahit bulursa hakemlere gider. Yoksa saklamak zorundadır. Diğeri, mesela askeri sırları açıklamak da yasaklanmış olabilir. İşte o sırlar için de uygulanacak usul bundan başkası değildir. Eğer bir kimse mahrem şeyleri iddia eder de sonra dört şahit bulup ispat edemezse o fasık olur. Bir daha onun söylediği söz geçersiz olur, şehadeti de geçersiz olur. Dolayısıyla mü’minler içinde de fasıklar vardır, adiller vardır. O adil kimselerin haberini tahkik etmek gerekemez. Çünkü onlar sorumlu olacaklardır. Ama fasık olanın haber getirmesi hâlinde soruşturma yapılması zorunludur.
Kur’an’da bir mü’min fasık denmediğine göre müslim olan adillerin de ceza davaları dışında şehadetleri doğru kabul edilecektir. Biri adil bir söz söylediği zaman ona yemin veririz. Ondan sonra onun sözü doğru kabul edilerek kararlar verilir. Mesela bunların vergideki beyanları doğrudur. Aksini iddia eden ispat etmekle yükümlüdür. Peki, fasık birisinin vergi beyanına ne yapacağız? Onu da reddetmeyeceğiz. Doğru da kabul etmeyeceğiz. Tahkik edeceğiz.
Burada hem fasık hem de haber nekiredir. Her kişi ve her olay için tahkik gerekir. Bu da hukukun başka bir temel kuralıdır. Bir soruşturma yalnız bir kişi ve bir olay için yapılır. Toplu soruşturma ve toplu dava yoktur. Bugün ise dosyaların birleştirilmesidir. Bunun çıkmaz olduğu Ergenekon davasında belli olmuştur.
Reddedin demiyor, kabul etmeyin demiyor; tebeyyün edin diyor. Fasıkın haberi kabul edilmeyecek ama yine de değerlendirilecektir. Tebeyyün etmek demek, beyyine ikame etmek demektir. Beyin şahitlerdir. Hasımsız davalarda bir, hukuk davalarında iki, ceza davalarında dört soruşturmacının şehadeti ile tebeyyün eder. Kasamede ise bilmediklerine yemin ettikleri takdirde kişisel sorumluluktan kurtulurlar ama ortak diyetten kurtulamazlar.
Böylece iddia varsa tebeyyün edilecektir.
Yoksa cehaletle bir kavme isabet edersiniz, sonra nadim olursunuz.
Burada “bir kavme” denmektedir. Bu emir sadece barışta değil savaşta da geçerlidir. Birçok haberler gelir. Haberlerin bir kısmı karşı cepheden uçurulmuştur. Bir kısmı ise bizim halk üretimidir. Karargah bunları nazarı itibara almakta ve haberleri tahkik etmektedir. Haberleri kim tahkik edecektir? Soruşturmacılar tahkik edecektir. Haberlerin tahkiki bir sanattır, melekedir.
Bir örnek verelim. Mesela, bir iddiaya göre filanın kitabı 2,5 milyon satmıştır. Duyulan bu habere inanılmakta, kişiler kendi kitaplarının milyon liraya satılacağını sanmaktadırlar. Bu kitap Türkçedir, Türkiye’de satılmıştır. Türkiye’de 75 milyon nüfus vardır. 5 kişi bir aile kabul edilse, 15 milyon aile vardır. Demek ki her 6 aileden biri bu kitabı almıştır. İstanbul’da herhangi bir sokağı seçelim ve bu kitabı soralım. Bir atensini bulma ihtimaliniz çok az. Örnek soruşturma ile bu kitabın kaç tane satıldığını bulmak sorun değildir. Demek ki önce bu haber yalandır. Bunun yalan olduğunu tesbit etmemiz yetmez. Bu yalan neden uydurulmuştur? İhtimalleri düşünürüz. Buna göre bir yere bir sermayenin transferi yapılacaktır. Ona kitap basım parası verilir. Kitap hiç basılmaz. Matbaalardan fatura alınır. Para ile satılmaktadır. Onun vergisi diğer faturalarla kapatılır. Kişiye milyonlar verilir. Bu kitabı basan da olabilir. Müellif de olabilir.
Şimdi, kamunun görevi işte bunu soruşturmadır. Bunun için dayanışma ortaklıkları soruşturmacılar görevlendirir ve bunlar parayı alan kişiyi belirler. Genellikle fatura kesilen kişi olmaz ama o kişi söylemek zorunda bırakılır. Gerekirse işkence de uygulanır ama tazminatı da verilir. Bu uygulama bizim ne işimize yarayacaktır? Hiç kimse kimseye bedava böyle milyonlarca para vermez. Demek ki ona bir iş yaptırmışlardır. O halde hangi iş karşılığı bu para transfer edilmiştir? Onu tesbit edersiniz.
Görüyorsunuz ki basit söylenti bir terör örgütünü ortaya çıkarır.
İşte, soruşturma böyle bir ilimdir. Ayrıca hukuk kuralları içinde yapmak zorundasınız. Yanlış tesbit sizi de ipe götürebilir. Ama emirdir. Tebeyyün edilecektir. Şimdi olduğu gibi savcının ve maliyecinin keyfine bırakılamaz. Dayanışma ortaklıkları bu tür haberleri ve söylentileri değerlendirmelidirler.
Demokrat Parti anayasayı çiğniyor demişlerdir. Onlar anayasayı idam ettiler. Mustafa Kemal’in anayasasını lağvedip yerine batının sömürü anayasasını getirdiler. Hem de bunu demokrasi ve Atatürkçülük adına yaptılar! Oysa halkın yüzde ellisinden fazlası Demokrat Parti’yi istiyordu. O halde demokrasiyi, demokrasiyi ayaklar altına alanlar mı getirecekti? Atatürk’ün tüm anayasasını baştan değiştirdiler. Peki, bu durumda bunlar nasıl Atatürkçü idiler? İşte bütün bu oyunlar, adil soruşturma mekanizması olmadığı için böyle yapmışlardır. Oysa adil soruşturma mekanizması olsaydı Demokrat Parti kapanmayacaktı.
Şunu tekrar belirtelim ki, istihbarat örgütüne ihtiyaç olduğu burada açıkça anlaşılmaktadır. Bunlar soruşturmacılardır. Soruşturmacılar haberleri tahkik ederler. Soruşturmacılara haber verenler görevli değil halktır. Sadece önemli haberleri verenlere mükâfat verilir. Yani gizli örgüt çalıştırılmaz, kapalı haberler gelir de haber doğru çıkarsa, o zaman onlar taltif edilir.
Bu nasıl yapılacaktır?
Onun da mekanizmaları bulunur ve geliştirilir. Örnek olarak, soruşturmacı bu haber doğru çıkarsa benim sana şu kadar lira borcum olsun diye belge verebilir. Doğru çıktığında soruşturmacı vermezse mahkemeye gidilir. Burada haber pazarlığı yapılır. Olay önlense bile teşebbüs haberi doğrulamaya yeterlidir.
Nadim olmak sadece kalbî pişmanlık değildir. Sonra diyet ödemek zorunda kalabilirsiniz demektir. Haksız savaşa başlayan mahkum olur. Haklı savaşta yapılanlar suç oluşturmaz. O halde burada çekineceğimiz pişmanlık uğrayacağımız maddî zararlardan olacaktır.
İçinizde Allah’ın resulünün olduğunu ilmediniz.
Bir topluluk oluştuğu zaman hitap mü’minleredir. Mü’minler için resul bucak başkanlarıdır. Allah insanı yeryüzüne halife yapmıştır. O’nun hakları topluluğa aittir. O’nun görevleri de topluluğa aittir. Yalnız topluluk doğrudan kişilere görünmez. Allah da bize bunun için görünmemektedir. O bizimle elçiler vasıtasıyla görüşür. Topluluk da elçiler vasıtasıyla görüşür. O elçi de bucak başkanıdır.
Ben köyde doğdum, orada büyüdüm. Bucağın ve başkanın ne olduğunu bilmekteyim. Şimdi ise şehirde yapayalnızız. Bugünkü nesiller cahiliye dönemini yaşıyor. Çünkü günlük hayatlarında bucağını ve başkanını yani resulünü bilmemektedir.
Bizim Akevler olarak kurmak istediğimiz işte bu bucak idi. Ve onun resulü yerine geçen başkan idi. Biz başaramadık. Sizlere de farz olan budur. Bir gün kabilenizi yani bucağınızı oluşturacak ve aranızdan birini başkan yapacaksınız. O bucağın elçisi olacaktır. Yani Allah’ın resulü olacaksınız. Ne mutlu o kavme.
Bugün tarikatlar oluşmuş, şeyhleri var. Partiler var, partilerin başkanları var. Ama onlar sadece çağımız kanunlarının temsilcileridir. Kur’an’ın, şeriatın temsilcileri değildir. Kaldı ki onlar resulleri değil, nebileri temsil ederler. Bizim hayatımız cahiliye döneminde geçmektedir, Çünkü medinemiz yani bucağımız yok, resulümüz yani bucak başkanımız yok.
Resul üzerimizde değildir, içimizdedir. Onun şahsının bir değerinin olması gerekmez. Sadece Allah’ın elçisi, topluluğun eşçisi olarak aramızdadır.
Başkan nasıl seçilecektir, o hususa işaret edelim.
Halk kendilerine ilmî sorumlu seçer. 7 yaşını dolduran herkes kendisine ilmî sorumlusunu seçer. Her 200 kişi için bir sorumlu gönderirler. 20 kişi civarında olan bu kimseler bucağın ilmî şurasını oluştururlar. Onlar sıralama usulü ile başkanı ba’sederler. Başkan her semte birer emir atar. Emir kendi semti dışındaki nöbetlilerden (koruma nöbeti tutanlardan) eğer yirmide birini bulursa emirliği kesinleşir. Bütün semtlerin emirlikleri kesinleşince bucak başkanlığı tamamlanmış olur. Yanı resul ba’sedilmiş olur. Bu başkan artık Allah’ın resulüdür. O ona göre hareket edecektir, halk da ona göre itaat edecektir.
İşlerin çoğunda size itaat etseydi siz anet ederdiniz.
Kişiler kendi günlük çıkarlarını düşünürler. Şuur altından da olsa kendi çıkarlarını öne alırlar. Çıkarlar dengede olmalıdır. Kişilerin çıkarları topluluğun çıkarları ile paralelleştirilmelidir. Bunu sağlamak için topluluğu temsil eden birine ihtiyaç vardır, o da başkandır. Başkan artık kendi çıkarını topluluğun çıkarı ile birleştirmiştir. Başkanken kazandıklarına çocukları değil, kendisinden sonra gelen halefi vâris olacaktır. Başkan olmak demek, çocukları baba mirasından mahrum etmek demektir. Allah’ın resulü olmak kolay değildir.
Kişilerin çıkarları ile topluluğun çıkarları nerelerde çelişir?
- Kişi özel mülkiyetini genişletmek ister. Başkan kamu mallarına sahip çıkmalıdır.
- Kişi kendisinin ve çocuklarının farklı olmasını, imtiyazlı olmasını ister. Başkan kişilerin topluluğa tahakkümünü önlemelidir.
- Kişi geçici çıkarların peşinde koşar, geleceği düşünmez. Oysa bucaklar genellikle binlerce yıl süren ömre sahiptir. Dolayısıyla bucağın istikbalini başkan gözetmelidir.
- Topluluk ancak kişilerin verdiği vergilerle ve tuttuğu nöbetlerle yaşar. Bu da karşılıklı hukuka dayanmaktadır. İşte başkan bunların çoğunda kişilerin ayrı ayrı isteklerine değil, şeriatın kurallarına uyarak topluluğu savunur.
Başkanın kişileri ezmemesi yani topluluğun kişilerin haklarını çiğnememesi için de hakemlerden oluşan yargı devreye girer. Bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın yargı karşısında başkanla vatandaş eşittir. Yani başkan kişileri değil, toplulukları düşünecektir. Kişiler de kendilerini düşünecektir. Hakemlerin kararları ise kesin olarak geçerli olacaktır. Sıkıntı duymadan herkes onlara uyacaktır.
Kişiler önce kendi çıkarlarını düşünürler ama sonunda kedileri sıkıntıya düşerler. Çünkü topluluğun zayıflaması ile kendi kalıcı çıkarları zedelenmiş olur.
Şimdi biz cemaat değiliz.
Bir başkanımız yok ki kendi hukukumuzu topluluğa karşı koruyalım.
Ne yapıyoruz?
Bir kişi olarak hem başkan hem cemaat olup sadece kendimiz karar verip yaşıyoruz. Bu bize iki bakımdan sıkıntı vermektedir.
Biri, satrancın iki tarafında da biz varız. Oynama zevkini alamıyoruz. Bir taraftan topluluğun haklarını belki koruyamıyoruz; bazen de kendimize, çocuklarımıza ve yakınlarımıza zulmeder gibi oluyoruz.
Diğeri karar verirken çıkarımızı düşünerek kamunun yani Allah’ın haklarını üzerimize geçirebiliriz.
Eşimin, çocuklarımın, yakınlarımın haklarına daha az riayet ettim. Nefsimi en sıkı şekilde denetledim. Çünkü onlar beni affederler. Onlar sevap alıyorlar. Onlardan bağışlamalarını istiyorum. Ne yaptıysam kendim için yapmadım, onlar için yaptım. Onlara başkalarının hakları benim vasıtamla geçmesin diye uğraştım. Hatalarım elbette vardır. Ama kasten herhangi bir şeyi yaptığımı hatırlamıyorum.
Lakin Allah size imanı tahbib eyledi.
Başkanın aldığı kararlar sizin çıkarınızadır. Geçici olarak sizin aleyhinize olsa da, kalıcı olarak çıkarınadır. Biz bu dünyaya niye geldik, görevimiz nedir? Cennetin halkını yetiştirmek. Cennet bizim bu dünyadaki çocuklarımızla dolacak. Oraya başka yerlerden kimse gelmeyecek. Oranın egemen halkı biz olacağız. O halde bir insanın dünyadaki görevi bucağını yaşatmaktır. Çünkü o bucak nesiller yetiştirecektir. Sadece ailenizin çocukları yetmez. Daha çok insana gerek vardır. Cennet geniştir. Bu da ancak bucakların varlıklarını sürdürmesi ile mümkündür. Belki bucağınız için bir gün şehit olacaksınız ama sizin bucağınızı yaşatmakla âhirette yüksek derecelerle geleceksiniz. Bucağım halkı kötüdür, cennete gelmeyecekler ki demeyiniz. İçlerinde iyileri vardır. İlerde daha iyileri gelecektir. İmanı yani bucağınızı güven altına almayı, bucak için ölmeyi size sevdirdi.
İşte, Allah görev veriyor, aynı zamanda o görevi yapacak sevgi de veriyor.
Şimdi, Adil Düzenciler eğer dünyadaki cehennemden kurtulmak istiyorlarsa, vakit kaybetmeden bucaklarını kursunlar. Bugünkü mevzuat bunu yapmaya tamamen elverişlidir. Kooperatif kuracaksınız. Tapuları ortaklara vermeyeceksiniz. Bucak şeriatına uymayanları hakem kararları ile bucaktan çıkaracaksınız. Ondan sonra Kur’an ne diyorsa onu yapacaksınız.
Ve onu kalbinize tezyin etti.
Hakkınızı talep ediyorsunuz. Ama başkan bir şey dediği zaman duruyorsunuz. Onun kararlarına itaat ediyorsunuz. Haksızlık yapıyorsa hakemlere gidiyorsunuz.
Hakem kararlarına kesin uyuyorsunuz.
Eğer ona da uymak istemiyorsanız, o zaman bucağınızı terk ediyorsunuz.
Evet, terk ediyor ve yeni bucaktan hakkınızı arıyorsunuz. Ama bucak içinde kaldığınız zaman başkana olan bağlılığınız kesindir.
İslâmiyet’te ekseriyet demokrasisi yoktur; hicret demokrasisi vardır, hakemlik demokrasisi vardır.
Küfrü, füsuku ve isyanı size tekrih etti.
Küfür nankörlüktür. Siz bucak sayesinde doğdunuz, büyüdünüz ve varsınız. O halde ona şükretmelisiniz. Size olan nimetlerinin karşılığını vermelisiniz. Siz de öyle yapıyorsunuz. Cennete vatandaş yetiştiren bucağınıza elinizden gelen hizmeti veriyorsunuz.
Füsuk şeriata uymamak, kanunları ve kuralları çiğnemektir. Madem ki bu bucakta yaşıyorsunuz, o zaman bu bucağın kurallarına uymak zorundasınız. Yoksa hicret edin ve başka bucakta yaşayın. İsterseniz dağ başında tek başınıza yaşayın. Siz de böyle yapıyor ve bucak şeriatına uyuyorsunuz.
İsyan ise resule karşı gelmek, yönetimi dinlememek demektir. Yargıyı dinlememek demektir.
Burada küfrü başta saydı. Çünkü küfür vicdani sorumluluğu yükler. Kanun emretmezse de, yönetim istemezse de, siz bucağınızın çıkarına çalışacaksınız.
İşte onlar raşittirler.
Böyle bucak kuranlar raşittir. Burada erkek çoğul getirdi. Yani böyle bucağı kuranlar raşittir diyor.
Rüşt demek, aklı başına gelmiş, kârını ve zararını düşünen kimseler demektir. Topluluğun beyni başkanın beynidir. Başkanın dengeleme kararlarına uyanlar haklarını kullanmış olurlar. Yoksa toplulukları oluşmaz.
Ben baştan beri bucaktan bahsediyorum. Bucak 3000 ile 10 000 arasında bir nüfusa sahiptir. Burada yaşayanlar birbirlerini tanırlar. Ama topuluk oluşturacak kadar da kalabalıktırlar. Allah bucakları insanlığın hücreleri yapmıştır. Tüm şeriat orada uygulanacaktır. Ayrıca merkez bucaklar olacaktır. İl ve ilçe merkez bucakları, ülke ve bölge merkez bucakları, insanlık ve kıta merkez bucakları olacaktır. Onlar bucak olarak birliği sağlayacaklardır. Ama yönetim olarak Cuma cemaati bir bucak oluşturacaktır. Böylece insanlar hem hür olacak hem de birlik içinde olacaklardır. Benim burada bahsettiğim hususlar merkez bucaklar için geçerlidir. Merkez bucaklar hakim değil hadimdirler.
Allah’tan bir fadl ve nimet olmak üzere tahbib ve tekrih etti.
Allah yarattığı her varlığı yaratırken onun yapacağı işlere göre ona özellik verir. Atom öyle yaratılmıştır ki canlı kromozomlar üzerinde onları dizdiği zaman insanı oluştursun. Bu atoma kâinatın ilk yaratıldığı zaman verdiği özelliktir. Hâlâ o özelliği devam etmektedir ki ben şimdi bunları yazıyorum.
Allah insanı da öyle yaratmıştır ki bucaklarını kursunlar, başkanlarını seçsinler ve nesli devam ettirerek cennete eleman yetiştirsinler. Bu dünya bir okuldur. Okullar nasıl ülkeye eleman yetiştirirlerse, dünyadaki bucaklar da cennete vatandaş yetiştiriyor. Onlara öyle özellikler vermiştir. İnsandaki mülkiyet hissi, aile bağları, vatan için ölme fedakârlığı hep bunların içindedir.
“Fadl ve nimet” diyor.
Nimet statiktir, artmaz.
Fadl ise artandır.
Yani insan evrimleşecek şekilde yaratılmıştır.
Bucaklar büyümez ama nüfusu artarsa bucaklar bölünerek iki ve daha fazla bucak olurlar. İşte bu çoğalma ve böylece bucak olmalar değil ama bucaklar olarak genişleme Allah’ın fazlıdır. Bu sayede yeryüzü olmuştur. Yarın denizler dolacak. Daha sonra insanlar uzayda yayılacak ve uzay bucaklarını kuracaklardır.
Allah alimdir hakimdir.
Burada Allah’ın bu fazl ve nimeti ile nasıl bucakların oluşmakta olduğunu bildirmektedir. Bugün sanayileşme döneminin sancılarını yaşıyoruz. Tarım dönemi bucakları artık yetmez durumdadır. Onun için cahiliye dönemine girdik. Yani göçebe hayatı yaşıyoruz. Masa başında birbirimizi soyuyoruz.
İşte bundan dolayı “Adil Düzen”in gelmesi yaklaşmıştır. “Adil Düzen” geldiğinde insanlık yeniden bucak yönetimlerine dönecektir. Aralarında başkan olacak, adalet ve huzur içinde yaşayacaklardır.
Biz Adil Düzen Çalışanları bu yeni dünyanın temellerini atmaktayız. Bu çalışmalara 1950’lerde başladık ve buraya kadar geldik. Şükretmeliyiz...
Ama asıl hedefe siz götüreceksiniz...