biyografim-ben kimim
Süleyman Karagülle
1675 Okunma
SÜLEYMAN KARAGÜLLE KİMDİR-6

 

KUR’AN MATEMATİĞİ   30 EYLÜL 2000

79. SEMİNER NOTLARI                                                        

AHMET BÜLBÜL’ÜN ÖLÜMÜ VESİLESİYLE;

“AKEVLER”E HİZMETLERİ

Sizlere geçmişimizi hatırlatmak üzere bu hafta içinde vefat eden bir arkadaşımızın bu çalışmalara katkılarını anlatmaya çalışacağız. Katettiğimiz yoldan dolayı Allah’a hamd ediyor ve bunun şükrü için sizlerin yeni hamlenize katkıda bulunuyoruz.

1970’lerden önce bir Akevler yoktu, İslâmî kaynaklı iş adamı yoktu.

1970’lerden önce bir Fethullah Gülen Cemaati yoktu.

1970’lerden önce bir İslâmî parti yoktu.

1970’lerden önce bir Anadolu Sermayesi yoktu.

Bunlar oldu , ancak bunların en önemli eksiği, çalışmalarının demokratik, lâik, sosyal ve liberal kurallara göre kurulup işleyememesidir. Diğer bir ifade ile İslâmiyet’e, şeriata, adil düzene ve hak düzenine göre kurulup gelişememesidir.

Gelecekteki 33 yıl içinde bunlar Kur’an’a göre kurulup gelişeceklerdir...

Günümüz ve gelecek yıllar genç yeni Ahmet Bülbülleri bekliyor...

İnsanlık tarihi 1000’er yıllık periyot ile devreder. Medeniyetler 1000 yıl içinde doğar, büyür, yaşar, gelişir ve ölür. İslâm Medeniyeti ilk olarak Mezopotamya’da doğmuştur. 1000’er yıl ara ile İbrani, Hıristiyanlık ve son olarak Kur’an Medeniyeti 1000’er yıllık ömürlerini doldurarak tarih olmuşlardır. İslâm Medeniyeti’nin son bin yılını Türkler temsil etmişti. Bunun 700 yılı Osmanlılar Tarihi ile geçmişti. Medeniyet zâhiren Viyana Bozgunu ile çökmeye başlamıştır.

18. asır bir şaşkınlık dönemidir.

19. asır ise Batı’nın üstünlüğünü kabul edip onu taklit ederek başarıya ulaşma çabasıdır.

20. yüzyılın ilk üçte birinde (33 yıl) Batı o kadar haris bir şekilde benimsenmişti ki, kendilerini “aydın” diye vasıflandıranlar İslâm dinini de tarihe gömüyorlardı. Bu dünyada moda olmuştu. Onlara göre inanç yaşlıların ve gericilerin bir tutamağıdır. Bu nesil bitince artık insanlar Allah’a ve âhirete inanmayacak ve insanlık ileri bir düzene geçecektir. Bu görüşü asıl yayanlar dünyaya hâkim olan Yahudi sermayesi idi. İngiltere ve Amerika kendileri dinsiz değillerdi. Ama en büyük dinsizleri ülkelerinden ihraç ediyorlardı. Onları finanse ediyorlardı. Faşist ve Nazistler ateizm yolunda idiler. Sovyetler ise resmen ateist olmuştu.

Türkiye gibi mağlup olmuş 12 milyonluk küçücük bir ülkenin bu esintiden kendisini kurtarması mümkün değildi. İşte 20. yüzyılın ilk üçte biri böyle geçti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları önce Batı Medeniyetini ülkeye yerleştirme hususunda 10 yıllık bir plan yaptılar ve Osmanlıların başlattıkları Batılılaşma hareketini ateizm ile birlikte tamamladılar. Ondan sonra 1933 yılındaki “Onuncu Yıl Nutku” ile siyaset değiştirilmiştir. Mustafa Kemal 1923’lerde “Muasır medeniyetin bütün icapları yerine getirilecektir” diyordu. Oysa “Onuncu Yıl Nutku”nda “Muasır medeniyetin fevkine çıkılacaktır” dedi ve; “Elimizde tutuğumuz meş’ale müsbet ilimdir” diyerek, Batı’nın taklidinden vazgeçilmesi gerektiğini ilân etti.

Türk halkı şaşkına dönmüştü. Bir taraftan İstiklâl Savaşı ile postunu zor kurtarmış ve yok olmaktan kurtulmuştu. Ne var ki, kurdukları Cumhuriyet kendi inançlarını ve 1000 yıllık aşkını ayaklar altına alıyordu. Adeta ümidini kesmiş, kurbanlık koyun gibi kadere boyun eğerek ölümü beklemeye başlamıştı. Bundan dolayı “Onuncu Yıl Nutku” ile halk hiç etkilenmedi. Ama asker yöneticiler Türkiye’yi II. Cihan Savaşı’na sokmadılar ve Türkiye’ye “İslâmiyet”i değil ama “demokrasi”yi getirdiler. Osmanlılar zamanında demokrasi İslâmiyet aleyhine idi. Oysa Cumhuriyet II. Abdülhamid’in siyasetini devam ettirmiş ve Türkiye’yi halk olarak İslâmlaştırmıştı. Artık nüfusun kahir ekseriyeti Müslümanların elinde idi. Demokrasi getirmek demek İslâmiyet’i getirmekti. Türk halkı da bunu sezdi ve İsmet İnönü’yü destekleyerek demokrasiyi getirdi. Ancak Demokrat Parti ateizmi bırakarak putperestliğe başlamıştı. İşte Türk halkının ikinci şaşkınlığı buradan geliyordu. Ne var ki, demokrasi sorunlarını çözecekti.

İkinci 33 yıl işte bu demokrasi mücadelesinde geçmişti. Ancak bu dönemde Müslüman halk sahnede görülmüyor, müellefe-i kulub olanları iktidar ediyorlardı.

Bizim neslin gençlik dönemi bu yıllarda geçti. Mesela, ben Demokrat Partili değildim. Oyumu Millet Partisi’ne verirdim. 1960 Müdahalesi’nde ‘demokrat partilisin’ diye beni resmi görevden uzaklaştırdılar...

Bunun üzerine İzmir’e geldim ve Akevler’in kurulmasına katkım oldu...

Risale-i Nur şâkirtlerinin faaliyetlerine katkım oldu...

Necmettin Erbakan’ın partilerinin kurulması ve gelişmesine katkım oldu...

Böylece ‘şer’ sanılan şey ‘hayır’ oldu. Bugün de inanmış kardeşlerimizi resmi görevden kovuyorlar; bu ‘şer’ değil ‘hayır’dır. Bu sayede inanmış kimseler piyasayı ele alacak, ülkemizi bugünkü ekonomik çöküntüden kurtaracak ve hakkın üstün olduğu düzene kavuşturacaktır.

İzmir’e geldiğim zaman İzmir’de küçük bir cemaat oluşturan Remzi Güres, Dursun Aksoy, Ahmet Remzi Hatip ve Mehmet Gemalmaz’ı buldum. Bunlar sayesinde yine çok küçük bir cemaat olan Nurcu Mustafa Birlik’in öncülüğünde Nur Cemaati ile tanıştım. Bu arada Dr. Ahmet Tahir Satoğlu çevresinde oluşan birkaç Müslüman vardı. Remzi Güres ve arkadaşları ekonomik faaliyetimiz olmuştu. Ancak başarılı bir ortaklığı sürdüremedik. Fethullah Gülen ile bir site kurma çabamız oldu. Başarı elde edilemedi. Güres Cemaati’ne Süleyman Demirel “faizli kredi” verdi, onlar da bu sayede çıkmaza girdiler. Ben onlardan ayrı düştüm. Nur Cemaati de Akyazılı Vakfı’nı kurdurdular. Ben onlardan da ayrı düştüm. Sadece dostluğumuz devam etti. Usul/ metod farkı doğdu.

Ahmet Tahir Satoğlu, ilk tanıştığımız günden beri ekonomik faaliyet yapmamızı istiyordu. Ancak başarılamayacak sahalara yöneliyordu. Ben muarız olmuyor ama aktif bir rol de almıyordum. Bu arada İhsan Emci beni buldu ve Türk Ocağı yönetimine aldı. Dr. Baha Kitapçı’nın başkanlığında oluşan Türk Ocağı Yeşilay binasında faaliyet gösteriyordu. Bu arada Nureddin Tercioğlu ve Muzaffer Koru ile tanışmıştım. İhsan Emci’ye devamlı olarak İslâm Enstitüsü’nün kurulmasını telkin ediyordum. Maddi imkânım olmadığı için muvaffat olamıyordum. Bir gün Ali Rıza Güven itti; “Ya siz Ankara’ya gidersiniz veya Karagülle ile gideceğiz” dedi. Bunun üzerine Ankara’ya gittiler ve Süleyman Demirel de Yüksek İslâm Enstitüsü’nü kurdurdu.

Ahmet Tahir Satoğlu’nun bir cemaatin temsilcisinin kızı olan zevcesi vefat etmişti. İhsan Emci, Osman Eskicioğlu ve ben akşamları taziyeye gidiyorduk. Kendisine bir yer peyledik. Ancak ortakların vazgeçmesi sebebiyle vazgeçtik. O “biz yapalım” dedi. Orada başkan olarak Ahmet Tahir Satoğlu’nu seçtik. Bacanağı Süleyman Kısacık da vardı. “Akevler” ismi de orada tesbit edildi ve biz hazırlığa başladık. Ertesi gün olacak, Ahmet T. Satoğlu bizi Urla’daki yalısında bulunan Ahmet Bülbül’e götürdü. Kooperatif kuracağımızı ve katılmasını söyledi. Ahmet Bülbül ile orada tanıştık.

O tarihten itibaren Ahmet Bülbül İzmir’deki başarılı kooperatif çalışmalarımızda bir numaralı arkadaşımız oldu. Kooperatifi aşağıdaki kişilerden oluşturduk:

1-    Dr Ahmet Tahir Satoğlu (Başkan)

2-    Yük Müh. Ömer Faruk Yeğin (Sanayi Bölge Müdürü idi. Ben de orada çalışıyordum.)

3-    Dr Saffet Solak (Dr. Ahmet Bey’in meslek arkadaşı)

4-    İhsan Emci (Özel dersler yapıyorduk)

5-    Osman Eskicioğlu (Özel dersler yapıyorduk)

6-    Nazif Satoğlu (Ahmet T. Satoğlu’nun Ağabeyi)

7-    Ahmet Bülbül (Tanıdınız)

8-    Eref Akhan (Dr. Ahmet Bey’in kaynı)

9-    Avni Özyürek (Sebahattin Zaim Bey’in akrabası)

10- Süleyman Karagülle

Murakıp Muzaffer Koru (Özel ders yaptığımız Fehmi Koru’nun babası. Yeşilay’dan mesai arkadaşımız) Kurucu Üye Yusuf Arslan (Komşum, arkadaşım, kaynım, ilkokul öğretmeni)

Kurcu Üye Mehmet Gemalmaz (Ziraat Mühendisi ve Güresler’in ortağı)

Ahmet Bülbül ile esnafı dolaştık. Onları “Akevler Kooperatifi”ne dâvet etti. Kimi, “Katılmak istiyorum ama imkânım yok” dediğinde; “Ben senin payını ödeyeyim, sonra sen bana ödersin” dedi. Böylece kırktan fazla ortak oluştu. 130 000 TL kadar para toplandı. Üçte birine yakın ortağın parasını Ahmet Bülbül vermişti. Bunun 80 000 TL’sı ile 20 dönümlük “Akevler”in yerini satın aldık. Kalan 50 000 liraya benim inşaat makinelerimi kooperatife sattım, hâlâ çalışıyorlar. Böylece ben borçlarımı ödeyip hür hâle geldim. Bir daha da kendi başıma iş yapmamaya karar verdim. O tarihten beri ortaklık dışında ben hiçbir iş yapmadım. Böylece Akevler’in oluşmasında sosyal faaliyetlerin başında Ahmet Tahir Satoğlu, ekonomik faaliyetelrin başında Ahmet Büllbül yer almıştır. Akevler’de diğer arkadaşların da elbette büyük katkıları vardır. Ancak bu iki arkadaşımız olmasaydı benim içinde olacağım bir Aklevler doğmazdı. Ahmet Bülbül’ün hayatındaki hizmetleri burada bitmiyor.

Ruhsat almak için giriştiğimiz faaliyette Yeşilyurt Belediyesi ile Ankara arasında iki sene mekik dokuduk. O zaman imar için merkezî tasdik gerekiyordu. Rüşvetsiz bu işin çıkmayacağına kanaat getirdim, rüşvet vermeyi de asla düşünmediğim için bir gün kendi kendime karar verdim ve “Ben bu işten vazgeçiyorum!” dedim. Akşam üstü idi Ahmet Bülbül geldi. Ben o zaman devlet memuru idim. Şahsi bir sıkıntım yoktu. Ancak Ahmet Bülbül kararımı öğrenince “Olmaz!” dedi: “Yarın Ankara’ya gidiyoruz!..”. Gittik ve ruhsat aldık. Şimdi Akevler vardır. Ahmet Bülbül’ün azmi olmasaydı sanıyorum ben şimdi emekli bir memur olurdum.

İmar çıktı. Belediye ile aramız iyileşti. Şimdi müteahhit gerekiyor. Ne var ki, kooperatifimizin üyelerinin yarısı aidatlarını ödeyebilecek durumda değil. İslâmiyet’e göre de ortaklıktan çıkarma söz konusu olmadığı için bu arkadaşların ortak olduğu kooperatife kimse müteahhit olmuyor... Ben de yorulmuşum... Tekrara resmi görev almışım... Borçlardan kurtulmuşum... Tekrar başımı derde sokmak istemiyorum... Bırakıp gitmek de istemiyorum... Yönetim Kurulu toplantısında benim ilk arsada müteahhitlik yapmamı önerdir. En az 28 ortak katılmak ve 300 000 lira toplanmak üzere bana bu yetkiyi verdiler. Ben, “vermeyen olursa dinleneceğim” önerisini yaptım. Ortaklara mektup yazdım ve katılacakların Süleyman Karagülle’nin inşaatına “katlıyorum” veya “katılmıyorum” diye yazmalarını istedim. 70 “katılmıyorum” imzası geldi. Bir taraftan üzüldüm; diğer taraftan da “Artık kurtuldum!” dedim. Toplantıya sonuçları getirmeyi hesaplarken; Ahmet Bülbül yazıhaneye gelmiş, evrakları almış ve teker teker dolaşarak “katlıyorum”, “katlıyorum”, diye imza toplamış. Katılmayan beş-on kişi kalmış. Ahmet Bülbül böylece “Akevler Koopeatifi”ni ikinci defa kurtarmıştır.

Akevler başarıya doğru giderken çevrede rahatsızlık arttı. Önce Dr. Ahmet Tahir Satoğlu ile benim aramı açmaya çalıştılar ve “Süleyman Karagülle’yi uzaklaştır, biz seni destekleyelim!” dediler. Benzer önerileri daha sonra Fethullah Gülen ve Necmettin Erbaskan’a da yaptılar. Onlar bu yeme kapıldılar ve benden uzak durdular. Ancak Ahmet Tahir Satoğlu bu tuzağa düşmedi. Onlar  takiyye yaparak başarıya ulaştılar...

Ahmet Bey takiyye yapmadı, Akevler onlar gibi başarıya ulaşmadı.

Ama ben Akevler’in başarısını onların başarısından üstün sayıyorum.

Ahmet T. Satoğlu da üstün sayıyordur. Yaptığından pişman değildir, herhalde.

Ahmet T. Satoğlu ile benim aramı açamayınca Ahmet Bülbül’e saldırdılar. Akseki’den babasını getirdiler; “Babalık hakkımı helâl etmem! Seni evlâtlıktan kovarım!” dedirttiler. O da babasını üzmemek için Akevler’den istifa etti. Biz kabul etmedik. Birlikteliğimiz devam etti. Ama eski hızı kalmamıştı. Buna benim de katkım oldu. Ahmet Bülbül birinden 5000 lira alındığını ve arsaya ortak olduğunu söylüyor, ancak Kooperatifin hiçbir kaydında buna rastlanmıyor. Ahmet Bülbül’ün kendisinde bir kayıt olup olmadığını sordum. “Bu parayı aldım şuraya verdim” diye bir kayda rastlasam hemen kabul edeceğim. Ortak olan kişinin herhangi bir yerde o zamana denk düşen kayıt olup olmadığını araştırdım. Ben kendilerine; “Bunu kabul edemem. Etsem, yarın başkaları da gelir ve onlara ‘sizinkini kabul etmem’ diyemem.” dedim. Bu onlarda kırgınlık yaptı. Bu durum iki sene devam etti. Yalnız para söz konusu olsaydı onu hallederdik. Arsa ortaklığı söz konusu idi. Arsalar da kalmamıştı. İki sene sonra dilekçe ve belge bulundu. Doldurulmuş fakat karar defteri içinde kalmış. Karar defteri yenilenmiş. Böylece sorun düzeldi. Ortaklar paraları değişik yerlere öderlerdi. Bâzı işlemlerin kaydı yapılmamış olurdu. Ancak alınan bir malın değeri belli olduğu için onu “Kefalet Hesabı Ödedi” şeklinde muamele görürdü, sonra ortaya çıkınca da kayıt düzeltilirdi.

Ahmet BülbülAklevler”den umduğunu bulamamıştı. O samimi bir topluluk istiyordu. Oysa kendi ortakları kendisine cephe almış ve baskı yapmışlardı. Bizde de fazla hayır görmeyince “Akevler”den ayrıldı ve İzmir/ Hatay’daki evine taşındı.

Ahmet Bülbül ile olan beraberliğimiz siyasi parti çalışmalarımızda üst seviyede devam etti. 1969 yılında Necmettin Erbakan ile birlikte “Bağımsız adaylığımızı” koymuştuk. Önce bir grup arkadaş “mâlen destekleyeceğiz” diye bizi faaliyete geçirdiler. Sonra bizim adımıza topladıkları paraları dahi bize vermediler. Bizi baskı altına aldılar. Biz bu duruma rağmen çalışmalarımızı sürdürdük. İşte bu siyasi faaliyetlerimiz esnasında Ahmet Bülbül yine başka bir kadro ile geldi. Yakını olan Hasan Afacan ve onun kardeşi Halil Afacan, Şükrü Erdoğan ve Mustafa Şeker. Bizi siyasette amelen bunlar destekledi. Öncü yine Ahmet Bülbül idi. 1973 seçimi olmuştu. Partimize resmen bir kuruş bile girmezdi. M. Gündüz Sevilgen, M. Adil Aktuğ, Reşat Erol ve Ali Yümlü ile İzmir ve Ege Bölgesi’nde parti teşkilâtlarını kurmuştuk. Ak-Yay Mühendislik ve Müşavirlik Büromuz vardı; ancak “rüşvet vermeyiz ve iş yapamayız” diye kimse bize iş getirmezdi. Akşam üstü ekmek parasını kazanamadan eve giderdik. Çok sıkıntılı günler geçirdik... Fethullah Gülen’in hatıratını da okuyunuz ve Müslümanların bugünkü hâle nasıl geldiğini değerlendiriniz...

Kirayı Ahmet Bülbül ve Hasan Afacan’ın esnaf grubu ödüyordu. Hasan Afacan iki kişiye mağazadan maaş ödüyor, bunlar bizde faaliyet gösteriyordu. Bu maaş ödemelerinden benim çok sonra haberim oldu. Seçim propagandası için 2 500 liralık ortaklar bulduk. Bir araba aldık. Seçimden sonra satıp paraları dağıtacaktır. Kâr veya zarar ortakların olacaktı. İsmail Alkan (daha önceleri de bana büyük yardımda bulunmuştu) 5 000 lirayı verdi. Ama bana değil de Ahmet Bülbül’e güvendi; “Bunu ben sana veriyorum, bu parti bunu günah işlerde kullanırsa sorumlusu sensin ve senden isterim” dedi. Ahmet Bülbül de kefil oldu da öyle minibüs alınabildi... 

Fehim Adak bakan olmuştu. Hasan Afacan tekstil makinesi ithal ediyordu. Ticaret Bakanlığı ithalat izni vermemişti. Sebep de, daha önce iplik ithal etmiş ve makinesine uymayan iplik olduğu için iade etmişti. Bakanlık bunu bahane ederek işi uzatıyordu. Sümerbank’a yazı yazıldı, oradan Hasan Afacan lehine cevap geldi, ama memur yine bir şey beklemiş olacak ki; “Ben bir daha soracağım” diyordu. Biz de bu işi halletmek için Fehim Adak’a gittik. Ahmet Bülbül de vardı, sanıyorum. Fehim Adak memuru çağırdı, memur da “Bir daha soracağım” dedi. Fehim Adak da; “Ben memurumu dinlerim!” demesin mi?!. Oradan üzüntü ile ayrıldık. Tam totaliter bürokratik zihniyet için bunca fedakârlık yapmışız, demek. Necmettin Erbakan işte bu zihniyetteki kadro ile bugünkü hâle geldi. İşte bundan sonra arkadaşlarımızın parti ile olan bağlantıları da soğudu. Sonra bütün ısrarlarıma rağmen bunlar parti il yönetiminde yer almadılar.

Ben de seçimden sonra partiden ayrıldım. Parti ile hiçbir ilişki kurmadım.

Ancak Necmettin Erbakan ile olan ilişkimiz hâlâ devam etmektedir...

Adil Düzen” bu ilişkilerin devamı ile oluştu...

1970’lerde N. Erbakan’ı devirmek için Özallar faaliyete geçmişti. Bu darbeye karşı mücadele verdiğimizde Ahmet Bülbül yine yanımızda idi. Dışarıdan Ankara’ya gidip İzmir Kadrosu ile N. Erbakan’ı destekledik...

 

Ahmet Bülbül ne partide ne de Akevler’de umduğunu bulamamıştı. Sıkıntıda idi...

Ama buralardan başka herhangi bir yerde de bir ışık göremiyordu...

 

1991 yılında ben Kırgızistan’a gittim. Akevler’de bunalmıştım. Kendi kendimi emekli ettim ve Akevler’i arkadaşlarıuma bıraktım. Ayrıca N. Erbakan çok hatalı yolda idi. Dış sermaye ile entegre olan bir kadro ile çalışıyordu. Bizi tamamen dışlamıştı. Çok üzülüyordum. Türkiye’de kendisine yapacağım bir yardım imkânı kalmamıştı. Yurt dışından “Adil Düzen”e hizmet edebilirdim. Oralarda tutunacak hiçbir maddi imkânım yoktu; Türkiye’ye dönecek kadar bile imkânım yoktu...

Ahmet Bülbül Süleyman Akdemir ile beraber Kırgızistan’a geldi. Bir ev satın aldık ve orada üçümüz kalmaya başladık. Sonra Kırgızistan Mescit ve Kalkınma Vakfı’nı kurdum. Vakfın evleri oldu. Faaliyetlerimiz genişledi...

Ahmet Bülbül benden ayrı işler yapmaya başladı.

Başarısızlığa uğrayınca Türkiye’ye döndü...

 

Hâsılı, hayatımın her safhasında Ahmet Bülbül yanımda idi.

 

Akevler İstanbul Kooperatifleri’ne ben onu dâvet etmedim. O da ilgilenmedi.

Kırgızistan’dan sonra artık ekonomik faaliyetlerde bulunmak istemiyordu...

 

25 Eylül 2000 tarihinde ölüm haberi geldi. 

 

Ben bütün bunları bu vesile ile bizim neslin tarihini sizlere sunmak için anlattım.

Son olarak buna da vesile olduğu için de Allah Ahmet Bülbül’e rahmet eylemiştir.

 

Ailesine baş sağlığı diler, baba dostu bizleri hatırlamalarını beklerim.

Asıl görevleri ise Ahmet Bülbül’ün başlattığı cihada katkılarının olmasıdır.

 

Bizim neslimiz bayrağı buraya kadar getirdi...

Sizlere düşen bu imkân ve mekânlardan daha yükseklere çıkartmaktır...

Ahmet Bülbül’ün vasiyetinin bu olduğunda hiç şüpheniz olmasın.

Hayatı, bu vasiyetinin en güzel ve sağlam delilidir.

Allah Ahmet Bülbül’e rahmet eylesin...

 

 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL