Yargı ve siyaset
1205 Okunma, 2 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Yargı ve siyaset 5 Mart 2011 Cumartesi

 

 

• Sarkozy’nin mesajı 27 Şubat 2011 Pazar

 

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türkiye’yi ziyareti protokol sıkıntılarına rağmen gerçekleşti ve Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmediğinin dışında önemli bir mesaj vermedi. Bu mesaj Fransa’nın ülkemizi önemsemediği biçiminde yorumlandı. Çünkü Türkiye AB üyeliğini hem ekonomik bir kurtuluş hem de medeni olmanın tek yolu olarak görüyordu. Üyeliğin gerçekleşmemesi en büyük hedefimizin suya düşmesi sayılacaktı. Doğu Avrupa’nın önemsiz birçok ülkesi tereddütsüz üye yapılırken önümüze çeşitli engeller konması bizi rencide ediyordu. AB üyeliği bizi Batı standartlarına ulaştıracak, gerçekleşmezse Ortadoğu’nun geri kalmış ülkeler sınıfına dahil olacaktık.

-       Sarkozy geldi ve bir ilerleme kaydedilmedi. Avrupa’ya girmesek geri ülke olacaktık. Ekonomimiz bozulacaktı.

-       Türkiye ve Avrupa karşılıklı oyalama siyasetini götürüyorlar.

 

Oysa hedeflerimiz çelişkiliydi. Hem bölgesel bir güç olmak ve dünyada etkili bir ülke olmak istiyorduk hem de AB üyesi olarak inisiyatifi üst bir iradeye bırakmak peşindeydik. AB üyesi ülkelerin tavrı da anlaşılmıyordu. Türkiye bölgesel bir güç olup, dünyanın enerji merkezinde etkili bir role sahip olurken, İslam alemini de AB’nin yanına almak varken onu dışlamak tutarsız bir tavır olarak görülüyordu.

-       AB bizi doğuda etkisiz bırakır, Avrupa da bizsiz zor durumda olur.

-       AB Türkiye’yi koruyamaz, Türkiye dünyaya dayanamaz.

 

Fransa ve Almanya Türkiye’nin AB üyesi olmasına karşı çıkarken onunla çok yakın ilişkiler kurmaya gayret ediyordu. Şu soru cevaplandırılmadı. AB üyeliğimize karşı çıkarken ülkemizle imtiyazlı ilişkiler, Akdeniz Birliği’nde ortaklık teklifi bir çelişki miydi yoksa alternatif bir yapı mı teklif ediliyordu?

-       Fransa ve Almanya neden imtiyazlı ortaklık istiyorlardı.

-       Avrupa daha Türkiye’yi sindiremez.

 

Türkiye’nin Batıya benzemeye çalışması, onu taklit ederek medeni dünyanın bir parçası olacağına inanması yıllardır yolumuzu belirledi. Oysa Batıyı sadece bir ilham kaynağı kabul etmek, kendi değerlerimiz üzerine yeni bir yapı oluşturmak mümkündü ama biz benzemek yolunu tercih ettik. Şimdi bölgesel bir güç olma peşindeydik ama Batılı değerlerle ve onun müstemlekeci tavrıyla bölgede önderlik yapamazdık.

-       Batının müstemlekeci zihniyetiyle nasıl doğuya lider olacaktır.

-       AK Parti sadece iç siyasette hâkim olmak için AB’ye girmeye çalışıyor.

 

Görünen manzarayı şöyle değerlendiriyorum: AB, bir bütün olarak, güç odağı olamayacağını anlamış görünüyor. Bu nedenle uluslararası ilişkilerde her devlet kendi başına hareket ediyor ve hem siyasal hem de ekonomik politikalarını AB dışında belirliyor. Türkiye’nin, bu açıdan, üyelikten daha önemli bir role sahip olacağı düşünülüyor. Fransa ve Almanya AB üyesi bir Türkiye’nin kendileri dışındaki AB güçlerine daha yakın olacağını ve İngiltere’nin AB içindeki gücünün ön plana çıkacağını düşünüyor ve bu bakımdan üyeliğini desteklemek yerine ikili ilişkileri güçlendirmeye çalışıyor. AB üyeliğimizin desteklenmemesi küçümseme değil önemseme olarak da algılanabilir.

-       Fransa ve Almanya Türkiye birlik içinde İngiltere’yi tutar diye Birlik içinde olmasını istemiyor.

-       ABD de Türkiye’nin girmesini bunun için istiyordu.

 

Önümüzdeki dönemde ABD dünyanın her yerinde askeri gücüyle ve ekonomik etkisiyle var olamayacak. Yani tek kutuplu     bir dünya söz konusu olamayacak. Bu ABD’nin dünya üzerinde etkili olmaktan vazgeçeceği anlamına gelmez ancak yeni bir politika oluşturacaktır. Bu ittifakları kurmak ve bunların ekonomik ve askeri gücünün ortak bir politika çerçevesinde kullanılmasını sağlamak olacaktır.

-       ABD dünyanın tek kutuplu gücü olmaya devam edemeyecek.

-       Tekel sermaye ABD’deki hakimiyetini kaybetti. ABD gücünü kaybetti.

 

Bu konuda Rusya ile bir ihtilafının olmadığı ancak Çin’in yeni bir güç odağı olmasına her ikisinin de karşı çıktığı anlaşılıyor. Ortadoğu ve Afrika’da kurulmak istenen yeni yapı bu bölgede siyasi etkinliği sağlamlaştırmak olarak kabul edilebilir.

-       ABD’nin ve Rusya’nın Çin’le sorunu vardır.

-       Gelecekte dünyada bloklaşma uygarlaşmada olacak, savaşlarda olmayacaktır.

 

 

Yargı ve siyaset 5 Mart 2011 Cumartesi

 

Bir suç işlendiği zaman güvenlik güçleri hem suçluyu hem de delilleri tespit ederek bunları yargıya götürür ve yargılama süreci başlar. İşlenen suç siyasi ise devlet önce olayı siyasi olarak değerlendirir ve siyasi eylemin önlenmesi için tedbirler alır, bu tedbirlerin içinde yargıya başvurmak da vardır. Devletin tespit ettiği bir suçu yargıya götürmemesi mümkün müdür? Bugün yaşadıklarımıza hiç benzemese bile şöyle bir örnek verebiliriz. Ülkeye yönelik faaliyetlerde bulunan ve siyaseti suç işleyerek etkileyen bir şahsı, sırf ilişkilerini tespit amacıyla izlemekle yetinilebilir ve yargıya başvurulmaz.

-       Siyasi suçlar yargıya götürülmeyebilir.

-       Siyasî suçu güvenliği sağlayan güç işliyorsa, bu yargı yoluyla çözülemez. Askeri  güç ile çözülür askeri cezayı uygular. Askeri harekette hukukî yaptırım olamaz.

 

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Bir ülkede suç teşkil eden fiillere başvuran kişiler güvenlik güçleri tarafından tespit edilir, hareketi engellemek için bir plan hazırlanır ve yargı gerektiğinde görev alır. Yani asıl amaç hukuk dışı yollara başvurarak ülke siyasetine yön vermek isteyenlerin projelerini engellemektir.

-       Hukuku ancak askerî güç isterse kullanır.

-       Askerî yargı askerî güce hükmedemez onun mallarına hizmet eder.

 

Bu süreç ülkemizde iki noktada kırılganlık göstermektedir. Birincisi eylemlerin devletin kurumları tarafından tepit edilmemiş ve bazı ihbarlara dayanarak yapılıyor olmasıdır. Bu ihbarların bir özelliği de ihbarların güvenlik güçlerine yapılmaması, doğrudan medyaya aktarılarak buradan yargının devreye girmesidir. Eğer ihbar doğrudan güvenlik güçlerine yapılsaydı ihbarların ve delillerin gerçekliği, doğruların yanına yanlış eklemeler yapılıp yapılmadığı kontrol edilirdi.

-       İhbar güvenlik güçlerine değil basına yapılmış ve gerçeklikle ilgisi dengelenememiştir.

-       Güvenlik güçleri basına şikayet edilmiş, mahkemeler de basının emrinde kararlar veriyor. Davacı devlet değil, Türk halkı değil, dış güçlerin emrindeki basın. Hedef Türk ordusunu çökertmek sonra Türkiye’yi yutmak.

 

İkinci kırılgan nokta sürecin devletin kurumları arasındaki bir mücadele olduğu intibaının yaratılmasıdır. Siyaset kurumu demokrasi mücadelesi verirken bazı devlet kurumlarının buna karşı olduğu izlenimi yaratılmaktadır. Ayrıca yargının güvenilirliği konusunda tereddütler vardır. Asıl tehlike iç ve dış şartlar nedeniyle gerçekleşmesi mümkün olmayan darbe iddiaları değil devlet içindeki bu bölünmüşlüktür.

-       Sorun askerler siyaset arasında bir çatışma şeklinde ortaya konuyor.

-       Gaye Türk ordusunu Türk halkına saldırmak ve Türk halkını Türk ordusuna saldırtmak.

 

Türkiye’nin geleceği, bütünlüğü, bölgesinde ve dünyada etkili bir güç olup olmayacağı söz konusu iken kurumlar arasında yaratılan bu güvensizlik bence yapılan en büyük operasyondur.

     - Bu en tehlikeli operasyondur.

     - Bu operasyon, gücünü kaybetmiş Sermayenin Türkiye’deki çırpınışıdır. Arkasında bir devlet gücü yoktur. Ordumuz bu sorunu çözecektir. Hem de sermayeyi ağlatarak.

 

Yapılması gereken şudur: Devlet kendisini bu sürecin tamamen dışında ilan etmekten vazgeçmeli, yargının adil karar vermesi için gerekli delilleri toplayacağı ve bunun  tarafsız olacağı, güvenlik filtresinden geçirileceği intibaı yaratılmalıdır. İktidarı destekleyen medyanın her iddiayı gerçek kabul edip savunmayı göz ardı etmesinden vazgeçilmelidir. Devletin kurumlarının bu davada tarafmış gibi görünmesi engellenmeli hem iddiaların ispatlanması hem savunmaların gerçekliği herkes tarafından aynı ölçüde istenmelidir.

-       Devlet yargıya müdahale etmiyorum diye uzak durmamalıdır. Bu davada tarafmış intibaını ortadan kaldırmalıdır.

-       Bir genel af çıkarılarak bu davalara son vermeli. Ordu sivile, sivil de orduya müdahale etmemelidir. Devlet başkanı asker olmalı ve etkin dengeleme görevi görmelidir.

 

Türkiye adeta göğe yükselen bir merdivenin basamaklarında tırmanırken, değerleriyle dünyada bir örnek teşkil edebilecekken, insanların dünyevi ihtiraslarına bu gelecek kurban edilmemelidir. Buna ulaşmanın yolu siyasete, bürokrasiye, medyaya yön veren yöneticilerin ortak bir hedefte buluşmaları, bu hedefe varacak yolların farklı olmasına önem vermeyerek hedefe ulaşmanın en uygun yolunda uzlaşmalarıdır. Ülkemize yönelik terör ve provokasyonların artma ihtimaline karşılık birbirimizi değil saldıranları alt etmeyi hedef saymalıyız.

-       Birbirimizle değil terörle uğraşmalıyız.

-       Türkiye yeni sorunlarını çözerse geleceğin merkezi durumundadır.

 

Yorum:

 

Nasıl doğanın kanunları varsa sosyal yapının da değişmez kanunları vardır. Bu kanunları insanlar koymaz insanlar keşfeder. Bundan dolayıdır ki fıkıh, insanların icat ettiği bir düzen yerine doğayı var edenin öğrettiği sosyal bir düzendir.

Bugün yapılanlar sosyal kanunlara ve yasalara aykırıdır.

a)      Önce özel hukukta davacı ve davalı kişiler olur.  Kamu hukukunda ise davacı devlet olur. Kamu hukuku ile ilgili davayı şahıslar açamaz.

b)      Şahıslar kamu hukuku ile ilgili konularda ihbarda ve şikayette devlete bulunurlar. Yani güvenlik güçlerine şikayet ederler. Kamu davasını güvenlik güçleri değerlendirir. Savcılar davacı olur.

c)      Savcıların bağımsızlığı olamaz. Savcılar kamunun vekilidirler. Kamu adına dava açarlar. Kendi adlarına dava açmazlar. Vekil, müvekkili adına hareket eder.

d)     İktidar tecezzi etmez. Bu kral olabilir, bu diktatör olabilir, bu meclis olabilir, bu hükümet olabilir. Ama bu tektir. Çok başlı iktidar olunamaz.

e)      Türkiye’de iktidar resmen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndedir. Fiilen meclisin seçtiği hükümettir.

f)       Sonuç olarak kamu davaları ancak siyasi iktidarın emrinde onun talimatı ile açılır. Savcı iktidara karşı Meclis’e karşı dava açmaz.

g)      İktidar ancak ordu ile mümkündür. Orduya karşı dava açılamaz. Ordu da suç varsa bu hukuk yoluyla değil siyaset yoluyla bertaraf edilir. Galip gelen iktidar olur. Savcıların askerleri sivil mahkemelere götüren yetkileri yoktur.

h)      Askerlikte hukuk asıl değildir. Asıl olan güvenliktir iktidardır. Güce dayanmayan hukukun manası yoktur.

i)        Bir suçun tasarlanması cezayı müstelzim değildir. Teşebbüs haline geçmemişse cezalandırılamaz.

j)        Teşebbüs halindeki bir suç da teşebbüs bertaraf edilirken cezalandırılır. Etkisiz hale getirilmesi sonunda ceza verilmemişse sonra mahkemelerle ceza verilemez.

k)      Muhbiri olmayan bir dava ikame edilemez. Ancak adalet bakanının emri ile ikame edilebilir.

l)        Muhbiri olan davacı vazgeçmesi halinde dava devam etmez. Çünkü ihbara yalana dayanıyorsa muhbir cezalanır. Onun için muhbir ispatlanamayacak davada ihbar yapamaz.

m)    Gaye Türkiye devletine yönelik bir ihbardır. Türk hükümetleri uyarılmalıdır.

Bu sebepledir ki bu davaları durdurmak ancak genel afla mümkündür. Ancak bundan sonra olmasını önlemenin yolu da tespit davaları telsim etmektir.

1-      1/1/2008’den önceki bütün suçların mahkumları ve mağdurları tahliye edilirler. Mahkumiyet hükümleri de ertelenir.

2-      Davalar tutuksuz olarak yargılanmaya devam edilir ve sonuçlandırılır.

3-      Mağdur olanların mağduriyetlerini devlet tazminatla giderir. Mahkumlar rucu eder.

4-      Sanıklar ve mahkumların mahkemede fiilleri gizlenmeleri, fiilleri devam ettirme şeklinde bir davranışlarda bulunmamaları şartı ile tüm mahkumiyetler işlenmemiş kabul edilerek cezalandırılmazlar.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
ömertamer
06.03.2011
11:18

Hocam Allah Razı Olsun, dikkate alıp cevap verdiğiniz için teşekkür ederim.

Öncelikle bucak sistemi kafamda daha da netleşmiş oldu. Çünkü yazılarınızda ve tartışmalarınızda kapalı toplumların oluşacağı, herkesin birbirini düşman görmeye başlayacağı bir yapı algısı oluşuyor. Merkez bucakları anlatmanız ve buralara bağlı yerlerin taşra bucakların temsilcileri tarafından oluşturulan hukukla idare edileceği bilgisi olayı daha da netleştirdi benim nezdimde.

Cevaplarınıza istinaden sormak istediğim birkaç şey daha var.

1-Merkez bucak kanunları olarak İslam Hukukuna göre mi olmalı yoksa mutabık kalınan herhangi bir hukuk sistemi kabul edilebilir mi?

2-Bankacılık sisteminde ise tasarrufların korunması hususunda adil düzenin biraz sıkıntı yaşayabileceğini düşünüyorum. Kredileşme sonucu geri dönmeyen paraların tasarruf sahipleri nezdinde sıkıntı çıkaracağı muhtemel gibi. Borcu ödemeyenin borcu mevduat sahipleri tarafından kapatılır diyorsunuz, bu nasıl olacak bankaya para yatıranın parası azalmış olmayacak mı? Kuranın borçluların borcunu kapamak için fon ayırdığını söylüyorsunuz, zekât bu galiba, bunu devlet her borcunu ödemeyen için mi kullanacak yoksa borcu ödeme hususunda kötü ve iyi niyete bakıp mı kullanacak?

3-Adil düzende bankaya yatırılan mevduatın ve kullandırılan kredinin vadesi neye göre belirlenecek? Şundan soruyorum şu an bile bankaların en önemli sorunu mevduat vadelerinin kısa, kredi vadelerinin uzun olmasıdır. Kısa vadeli mevduatlarının yüksek tutarda çekilmek istendiği durumlarda kullandırılmış kredilerden dolayı mevduat sahiplerine ödeme yapılamayacak ve ihlâs finansta da yaşanan sorun yaşanacaktır. Adil düzen bu sorunu nasıl çözmektedir?

4-İthalat ve ihracatın enflasyona etkileri nedir?

5- Katılım bankalarının risksiz kar sağlamalarından dolayı faizli işlem yaptığını sizden öğrenmiştim, bir başka şeyi de sorulara verdiğiniz cevaptan öğrendim şöyle ki buraya yatırılan mevduatların yabancı bankalara yatırıldığını ve faiz alındığını bilmiyordum. Bu paralarla petrol alınması , dolarla alınmasını hatalı görüyorsunuz , bu konuyu ayrıntılı anlatır mısınız burayı anlamadım. Hangi parayla petrol alınıyor, petrolle bağlantı nedir? Koreden kredi alırken aslında dolar alıyorsunuz diyorsunuz bunu da açar mısınız? Avrupadan alınan kredilerde de aynı şey geçerli mi?

6-Yine katılım bankaları ile ilgili olarak hocam, krediden teminat alınmadığını düşünelim, sermaye için riskin oluştuğunu varsayalım fakat işlemlerin yine peşin alınıp vadeli satışla yapılmasını ve vade farkının konmasını meşru kabul eder misiniz? Neden katılım bankaları ile ilgili soruyorum onları deşifre etme niyetim yok sadece herkes özellikle bazı hocaların telkiniyle gerçekten faizsiz bankalar olarak görüyor bu bankaları, o yüzden bunların hatalarını İslama göre ortaya koymak niyetindeyim. Bunlar gerçekten faizsiz olarak düşünülünce sizinde dediğiniz gibi gerçek faizsiz müesseselerin kurulması için çalışmaların yapılmamasına neden olunuyor. Özellikle de mal alım satımı sözkonusu olduğunda vade farkına izin olduğu ve peygamberimizin bu yönde hadisi olduğu belirtilerek bu husus kullanılıyor. Mal alım-satımının söz konusu olduğu durumlarda vade farkının İslamdaki yeri nedir?

7-Selem konusunu anlatır mısınız Hocam? Hiç anlamadım kitaptan, kim çıkarıyor bu senetleri nasıl kullanılıyor? Faizin fonksiyonunu nasıl yüklenebiliyor?

8-Ticaretin malda artış olduğunu kitabınızda da bana verdiğiniz cevapta da açıkladınız. Yüz kilo malı 1000 liraya alıyoruz, 80 kilo malı 1000 liraya satıyoruz diyorsunuz, 100 kilonun tümünü satarsak elimizde mal kalmıyor. 1000 liradan fazla para elimizde olacak bu da parada artış demek değil midir?

9-Adil düzende sosyal güvenliğe, insan olması dolayısıyla herkesin hakkı olduğunu söylüyorsunuz. İnsan çalışmasa da yaşayacak kadar iaşesinin temin edileceği, sağlık hizmetlerinden faydalanabileceği hususu var. Bu nasıl sağlanacak? Şu an bile o kadar vergi alınmasına, o kadar prim ödenmesine rağmen ne Avrupa’da ne de ülkemizde bu sağlanmış değil, biz sadece zekat ile bunu nasıl sağlarız?

Süleyman Karagülle
07.03.2011
08:48

ömertamer

06.03.2011

11:18:51

Hocam Allah razı olsun, dikkate alıp cevap verdiğiniz için teşekkür ederim.

Öncelikle bucak sistemi kafamda daha da netleşmiş oldu. Çünkü yazılarınızda ve tartışmalarınızda kapalı toplumların oluşacağı, herkesin birbirini düşman görmeye başlayacağı bir yapı algısı oluşuyor. Merkez bucakları anlatmanız ve buralara bağlı yerlerin taşra bucakların temsilcileri tarafından oluşturulan hukukla idare edileceği bilgisi olayı daha da netleştirdi benim nezdimde.

Cevaplarınıza istinaden sormak istediğim birkaç şey daha var:

1-Merkez bucak kanunları olarak İslam Hukukuna göre mi olmalı yoksa mutabık kalınan herhangi bir hukuk sistemi kabul edilebilir mi?

- Bucaklar birleşip merkez bucağını kullanacaklarsa önce taşra bucaklarının orta ehliyetlireir akimleri (biat yoluyla seçilmiş öğretmenleri ve imamları) kendilerine birer temsilci seçerler. Bucak alimleri zâkirlerdir. En az beş en çok yirmi zâkirin ilmî temsilciliğini alan kimse il alimi yani fakîh olur. Bunlar yüz civarında kimselerdir. İl meclisini oluştururlar. İl meclisidnen en az beş en çok yirmi fakîhi il alimi birleşir. Bir ilmî dayanışma ortaklığı kurar. İlmî dayanışma ortaklığının sorumlusu il ilmî şuranın üyesi olur. Bir araya gelerek ittifakla veya sıralama uslu ile il başkanını seçerler. İl başkanı ilin yüz bucağını ona yakın gruba böler ve her grubu ilçe yapar. İlçe merkez bucağını yeniden oluşturabilir. Buralara birer emir atar askerî komutan atar. Bundan sonra cizye miktarını tespit ederek il halkına sorar. Bedelli mi olmak istiyorsun, yoksa nöbetli mi? Nöbetçilere ilçe emîrlerinin listesi verilir. Gitmek istedikleri ilçeleri sıralatın denir. Listeleri emîrlere verir. Emîrler askerlik (jandarmalık) yapacakları ilçeler belirlerler. Böylece ilçe kurulur.

Yasaları il meclisi yapar. Başkan şura üyeleri ile ilmî dayanışma sorumluları (başkanları) ile istişare eder. İl yasalarını hazırlar yayınlar. Ramazan bayramından evvel yayınlar. Kurban bayramına kadar şura üyelerinden biri tarafından itiraz edilmezse yasalaşır. İtiraz eden olursa hakemlere gidilir. Hakemlerin kararları kesindir. Sorunun cevabı şudur: İlahî kitaplar zorlayıcı değildir. Her il kendi kanunlarını kendileri yapar. Uzlaşma ile yapar. Ekseriyetle değil. Devlet merkezi veya insanlık onlara karışamaz. Devletler için de benzer olay vardır.

2-Bankacılık sisteminde ise tasarrufların korunması hususunda adil düzenin biraz sıkıntı yaşayabileceğini düşünüyorum. Kredileşme sonucu geri dönmeyen paraların tasarruf sahipleri nezdinde sıkıntı çıkaracağı muhtemel gibi. Borcu ödemeyenin borcu mevduat sahipleri tarafından kapatılır diyorsunuz, bu nasıl olacak bankaya para yatıranın parası azalmış olmayacak mı? Kuranın borçluların borcunu kapamak için fon ayırdığını söylüyorsunuz, zekât bu galiba, bunu devlet her borcunu ödemeyen için mi kullanacak yoksa borcu ödeme hususunda kötü ve iyi niyete bakıp mı kullanacak?

- Kredileşmede bugün olduğu gibi ayarıca teminat vardır.

a) Kişi çalışıyor işveren borçlanıyor, çalışan parasını ödüyor. Üretilen mal ortak ambara konuyor. Bu mal satılınca para tahsil ediyor ve bölüşülüyor. Birinci teminat ambara konan maldır. Ambar kamu ambarıdır.

b) Halka sipariş kredisi veriliyor. Onunla mağazalar sipariş veriyorlar. Teslim gününden önce halk parasını ödemiş oluyor. Burada da yine mal teminat halindedir.

c) Ayrıca çıkarılan her senet karşılığı bir taşınmaz rehin edilmiştir. Borç ödenmezse mal teslim edilmezse taşınmaza el konur. Gerçek değeri banka onu satın alabilir. Haraç mezat satılmaz.

d) Ayrıca herkesin dinî dayanışma ortaklığı vardır. Dayanışma ortakları bölüşerek borcunu öderler. Yani sigortalıdır her borç. Dayanışma ortaklığı demek birimiz borcu ödeyemezse bölüşerek ödeyelim demektir. Baştan sözleşme ile ortak oluyorlar.

Bunların dışında ödenemeyen borçlar için karşılıksız yeni para basılır ve ödenir. Böylece o kadar enflasyon ile borçlar kapatılmış oluyor. Hatta yeniden para basmaya da gerek kalmaz, mevduattan daha az kredi verilir. O para orada kullanılır. Yani mevduata karşılık verilen kredi azaltılmış olur. Çünkü herkesin parası sonunda bankadadır.

3-Adil Düzen’de bankaya yatırılan mevduatın ve kullandırılan kredinin vadesi neye göre belirlenecek? Şundan soruyorum şu an bile bankaların en önemli sorunu mevduat vadelerinin kısa, kredi vadelerinin uzun olmasıdır. Kısa vadeli mevduatlarının yüksek tutarda çekilmek istendiği durumlarda kullandırılmış kredilerden dolayı mevduat sahiplerine ödeme yapılamayacak ve ihlâs finansta da yaşanan sorun yaşanacaktır. Adil Düzen bu sorunu nasıl çözmektedir?

- Adil Düzen’de veresiye satış yoktur. Selem vardır. Paranın vadesi söz konusu değildir. Malın vadesi söz konusudur. Dayanışma ortaklıkları paraya değil mala kefil olurlar. Para ise önce ödenir. Bugün veresiye vardır. Önce mal alınır para sonra ödenir. Oysa Adil Düzen’de önce para veriler sonra mal ödenir. Para ödenmeden mal verilmez.

4-İthalat ve ihracatın enflasyona etkileri nedir?

5- Katılım bankalarının risksiz kar sağlamalarından dolayı faizli işlem yaptığını sizden öğrenmiştim, bir başka şeyi de sorulara verdiğiniz cevaptan öğrendim şöyle ki buraya yatırılan mevduatların yabancı bankalara yatırıldığını ve faiz alındığını bilmiyordum. Bu paralarla petrol alınması, dolarla alınmasını hatalı görüyorsunuz , bu konuyu ayrıntılı anlatır mısınız burayı anlamadım. Hangi parayla petrol alınıyor, petrolle bağlantı nedir? Kore’den kredi alırken aslında dolar alıyorsunuz diyorsunuz bunu da açar mısınız? Avrupa’dan alınan kredilerde de aynı şey geçerli mi?

- Kore’den biz bir mal alabilmemiz için Kore’ye dolar ödememiz gerekiyor. Doları da ABD merkez bankası faizle piyasaya sürüyor. O halde bir yoldan o faizi ödüyoruz demektir. Çünkü faizle alan biri bize faizsiz vermez. Elbette sonunda bizden çıkar. Petrol konusundaki sorunuzu anlayamadım. Ne dediğimi hatırlayamadım. Petrol sermayenin tekelindedir. Onun müsaadesi sayesinde petrol ülkeleri satabilir. Biz de onun istediği fiyatla alabiliriz.

Avrupa’daki Euro da Sermayenin kontrolündedir. Doların kıymeti düşerse AB doları almak zorundadır. Böylece onlar da ABD sermayesine hizmet ediyorlar. Bundan kurtulmanın yolu ulusların ihracatlarını kendi paralarıyla yapmalarıdır. Bir de borçlanmalarda iki ulus karşılıklı kredileşme usulü ile borçlanacak. Üçüncü devletin parasını devreye sokmayacak.

6-Yine katılım bankaları ile ilgili olarak hocam, krediden teminat alınmadığını düşünelim, sermaye için riskin oluştuğunu varsayalım fakat işlemlerin yine peşin alınıp vadeli satışla yapılmasını ve vade farkının konmasını meşru kabul eder misiniz? Neden katılım bankaları ile ilgili soruyorum onları deşifre etme niyetim yok sadece herkes özellikle bazı hocaların telkiniyle gerçekten faizsiz bankalar olarak görüyor bu bankaları, o yüzden bunların hatalarını İslam’a göre ortaya koymak niyetindeyim. Bunlar gerçekten faizsiz olarak düşünülünce sizinde dediğiniz gibi gerçek faizsiz müesseselerin kurulması için çalışmaların yapılmamasına neden olunuyor. Özellikle de mal alım satımı söz konusu olduğunda vade farkına izin olduğu ve peygamberimizin bu yönde hadisi olduğu belirtilerek bu husus kullanılıyor. Mal alım-satımının söz konusu olduğu durumlarda vade farkının İslam’daki yeri nedir?

- Önce taşınır malların veresiye satışı faizsiz olsa da haramdır. Çünkü karşılıksız para üretmedir. Parası olanın hakkını gasp etmedir. Bu hususta Kuran’da “ticâreten hâdıreten” dediği gibi Peygamber de çok açık bir şekilde veresiye satışları nehiy etmiştir. Veresiye satış haram olunca alınan fark da elbette haram olmuş olur.

Taşınır mallarda taksitli ödeme haramdır. Taksitli satış helaldir. Taksitli ödeme taşınmazı veya buzdolabı peşin satarsınız, taksit taksit para alırsınız bu haramdır. Taksitli satışlarda ise her ay dolabın onda birini satarsınız. Parasını peşin alırsınız. Vadesi gelir de kişi alamazsa ortaklık devam eder. Satın almadığı kısmın kirasını anlaşmaya göre size ödemeye devam eder. Malı iade ederse kira durur. Sattığınızda parayı payınıza göre bölüşürsünüz.

İslamiyet’te veresiye yoktur. Yani önce para verip sonra mal alma yoktur. Ama ortak mal kiraya verilebilir. Taksit taksit ödeme yapılır.

Ortak ortağına payı kadar kira verebilir.

7-Selem konusunu anlatır mısınız Hocam? Hiç anlamadım kitaptan, kim çıkarıyor bu senetleri nasıl kullanılıyor? Faizin fonksiyonunu nasıl yüklenebiliyor?

- Faiz, gecikmiş ödemeden dolayı fiyattaki artıştır. Selem ise önceden yapılan ödemeden dolayı fiyattaki eksiliştir. Faiz hesapları ile selemdeki fiyat farklarının hesapları aynı formülle yapılır. Sadece selem ile veresiye işlemi farklı olduğu için birinde müspet olan diğerinde menfidir.

Selem kredisi vardır. Selem belgesi vardır.

Banka siparişlerine selem kredisini para olarak verir. Üreticiler de selem senedini veya belgesini verir. Üreticiler selem belgelerini yani sipariş alma belgelerini borsada satarlar. Halk da selem kredisiyle veya kendi paralarıyla bu sipariş belgelerini alırlar. Böylece üretici üretmeden evvel peşin parayla sipariş almış olur. Üretir ambara malı temin eder. Borcundan kurtulur. Sipariş kredisi alan halk da malı teslim almadan parasını öder ve malı teslim alır. Hangi kitaptan okudunsa onun paragraflarını gönderirseniz, neden anlamadığını anlarım.

8-Ticaretin malda artış olduğunu kitabınızda da bana verdiğiniz cevapta da açıkladınız. Yüz kilo malı 1000 liraya alıyoruz, 80 kilo malı 1000 liraya satıyoruz diyorsunuz, 100 kilonun tümünü satarsak elimizde mal kalmıyor. 1000 liradan fazla para elimizde olacak bu da parada artış demek değil midir?

- Siz tüccarsınız. Ticarete iki şekilde başlarsınız. 80 kilo mal koyarsınız. Onu satarsınız. Onunla sonra 100 kilo mal alırsınız. Bu malda artıştır ve ticarettir. Helaldir.

Siz 800 TL para koyuyorsunuz alıyorsunuz satıyorsunuz. 1000 lira elde ettiniz. Bu faizdir. Çünkü siz para kazandınız.

Yani önce yumurta mı yoksa önce tavuk mu?

Bir sene işlettiniz. Sonunda dört durum olur:

a) Hem malı artırmış hem parayı artırmış olursunuz. Bu kârlı çalışmadır. Bunda sorun yok.

b) Hem malı azaltmış hem parayı azaltmış olursunuz. Bu da zararlı çalışmadır. Bunda sorun yok.

c) Parayı kazanmış malı azaltmış olursunuz. Bize göre zarardasınız. Ticareti bırakmalısınız. Faizcilere göre kârdasınız ticarete devam etmelisiniz.

d) Parada zarar malda kâr etmiş olursunuz. Bize göre kârdasınız. Ticarete devam edeceksiniz faizcilere göre zarardasınız ticareti bırakmalısınız.

Tüccar veya üretici parayı değil malı artırmaya çalışmalıdır.

Çok artarsa sermayeyi parayı çekip taşınmazlara yatırması gerekir. Parayı stok etmemelidir. Yahut faizsiz bankaya kredileşme ilkesinde vereceklerdir.

9-Adil Düzen’de sosyal güvenliğe insan olması dolayısıyla herkesin hakkı olduğunu söylüyorsunuz. İnsan çalışmasa da yaşayacak kadar iaşesinin temin edileceği, sağlık hizmetlerinden faydalanabileceği hususu var. Bu nasıl sağlanacak? Şu an bile o kadar vergi alınmasına, o kadar prim ödenmesine rağmen ne Avrupa’da ne de ülkemizde bu sağlanmış değil, biz sadece zekat ile bunu nasıl sağlarız?

- Ekonominin temeli üretilen maldır. Öğretmenlik, doktorluk hizmetler üretim değildir. Para yalnız üretici emek karşılığı çıkarılmaktadır. Elde edilen ürün beşe bölünmektedir. 2’si üreticilere emekleri karşılığı, 2’si destek hizmeti verenlere, 1’i de çalışmayanlara ayrılır. Bunlar da dört gruptur:

a) Yetimler,

b) Yaşlılar,

c) Çalışamayanlar (sakatlar),

d) Çalışmayanlar.

Bugün elde edilen ürün bunlara bölüşülmektedir. Onlara pay belgesi verilmektedir. Yetmeyecek diye bir şey yok, elde ne varsa o bölüşülmektedir. Doktor maaş almıyor. Sağlık hizmeti verdiği için bu üründen pay alıyor. Sorun üretimi artırmaktır.

Üretimde çalışanlar çoğalırsa, üretim artacak, çalışmayanlar azalacak çalışmayanların gelirleri kat kat artacaktır. Üretimde çalışanlar azalırsa çalışmayanlar çoğalacak ve payları azalacak gelirleri düşecek. Dolayısıyla herkes çalışmaya mecbur olacaktır.

Selamlar





Sayı: 91 | Tarih: 6.03.2011
Mahir Kaynak
Yargı ve siyaset
1205 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Ebubekir Sifil
Yad-ı Cemil
1194 Okunma
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
Yok artık LeBron James
1167 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Ergenekon günlerinde inadına gazetecilik
1136 Okunma
Tayibet Erzen
Zülfü Livaneli
Cinnet ve isyan
1114 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Şevket Eygi
Ahirete inanan bunları yapmaz
998 Okunma
Emine Hocaoğlu


© 2024 - Akevler