Yargı ve siyaset 5 Mart 2011 Cumartesi
• Sarkozy’nin mesajı 27 Şubat 2011 Pazar
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türkiye’yi ziyareti protokol sıkıntılarına rağmen gerçekleşti ve Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmediğinin dışında önemli bir mesaj vermedi. Bu mesaj Fransa’nın ülkemizi önemsemediği biçiminde yorumlandı. Çünkü Türkiye AB üyeliğini hem ekonomik bir kurtuluş hem de medeni olmanın tek yolu olarak görüyordu. Üyeliğin gerçekleşmemesi en büyük hedefimizin suya düşmesi sayılacaktı. Doğu Avrupa’nın önemsiz birçok ülkesi tereddütsüz üye yapılırken önümüze çeşitli engeller konması bizi rencide ediyordu. AB üyeliği bizi Batı standartlarına ulaştıracak, gerçekleşmezse Ortadoğu’nun geri kalmış ülkeler sınıfına dahil olacaktık.
- Sarkozy geldi ve bir ilerleme kaydedilmedi. Avrupa’ya girmesek geri ülke olacaktık. Ekonomimiz bozulacaktı.
- Türkiye ve Avrupa karşılıklı oyalama siyasetini götürüyorlar.
Oysa hedeflerimiz çelişkiliydi. Hem bölgesel bir güç olmak ve dünyada etkili bir ülke olmak istiyorduk hem de AB üyesi olarak inisiyatifi üst bir iradeye bırakmak peşindeydik. AB üyesi ülkelerin tavrı da anlaşılmıyordu. Türkiye bölgesel bir güç olup, dünyanın enerji merkezinde etkili bir role sahip olurken, İslam alemini de AB’nin yanına almak varken onu dışlamak tutarsız bir tavır olarak görülüyordu.
- AB bizi doğuda etkisiz bırakır, Avrupa da bizsiz zor durumda olur.
- AB Türkiye’yi koruyamaz, Türkiye dünyaya dayanamaz.
Fransa ve Almanya Türkiye’nin AB üyesi olmasına karşı çıkarken onunla çok yakın ilişkiler kurmaya gayret ediyordu. Şu soru cevaplandırılmadı. AB üyeliğimize karşı çıkarken ülkemizle imtiyazlı ilişkiler, Akdeniz Birliği’nde ortaklık teklifi bir çelişki miydi yoksa alternatif bir yapı mı teklif ediliyordu?
- Fransa ve Almanya neden imtiyazlı ortaklık istiyorlardı.
- Avrupa daha Türkiye’yi sindiremez.
Türkiye’nin Batıya benzemeye çalışması, onu taklit ederek medeni dünyanın bir parçası olacağına inanması yıllardır yolumuzu belirledi. Oysa Batıyı sadece bir ilham kaynağı kabul etmek, kendi değerlerimiz üzerine yeni bir yapı oluşturmak mümkündü ama biz benzemek yolunu tercih ettik. Şimdi bölgesel bir güç olma peşindeydik ama Batılı değerlerle ve onun müstemlekeci tavrıyla bölgede önderlik yapamazdık.
- Batının müstemlekeci zihniyetiyle nasıl doğuya lider olacaktır.
- AK Parti sadece iç siyasette hâkim olmak için AB’ye girmeye çalışıyor.
Görünen manzarayı şöyle değerlendiriyorum: AB, bir bütün olarak, güç odağı olamayacağını anlamış görünüyor. Bu nedenle uluslararası ilişkilerde her devlet kendi başına hareket ediyor ve hem siyasal hem de ekonomik politikalarını AB dışında belirliyor. Türkiye’nin, bu açıdan, üyelikten daha önemli bir role sahip olacağı düşünülüyor. Fransa ve Almanya AB üyesi bir Türkiye’nin kendileri dışındaki AB güçlerine daha yakın olacağını ve İngiltere’nin AB içindeki gücünün ön plana çıkacağını düşünüyor ve bu bakımdan üyeliğini desteklemek yerine ikili ilişkileri güçlendirmeye çalışıyor. AB üyeliğimizin desteklenmemesi küçümseme değil önemseme olarak da algılanabilir.
- Fransa ve Almanya Türkiye birlik içinde İngiltere’yi tutar diye Birlik içinde olmasını istemiyor.
- ABD de Türkiye’nin girmesini bunun için istiyordu.
Önümüzdeki dönemde ABD dünyanın her yerinde askeri gücüyle ve ekonomik etkisiyle var olamayacak. Yani tek kutuplu bir dünya söz konusu olamayacak. Bu ABD’nin dünya üzerinde etkili olmaktan vazgeçeceği anlamına gelmez ancak yeni bir politika oluşturacaktır. Bu ittifakları kurmak ve bunların ekonomik ve askeri gücünün ortak bir politika çerçevesinde kullanılmasını sağlamak olacaktır.
- ABD dünyanın tek kutuplu gücü olmaya devam edemeyecek.
- Tekel sermaye ABD’deki hakimiyetini kaybetti. ABD gücünü kaybetti.
Bu konuda Rusya ile bir ihtilafının olmadığı ancak Çin’in yeni bir güç odağı olmasına her ikisinin de karşı çıktığı anlaşılıyor. Ortadoğu ve Afrika’da kurulmak istenen yeni yapı bu bölgede siyasi etkinliği sağlamlaştırmak olarak kabul edilebilir.
- ABD’nin ve Rusya’nın Çin’le sorunu vardır.
- Gelecekte dünyada bloklaşma uygarlaşmada olacak, savaşlarda olmayacaktır.
Yargı ve siyaset 5 Mart 2011 Cumartesi
Bir suç işlendiği zaman güvenlik güçleri hem suçluyu hem de delilleri tespit ederek bunları yargıya götürür ve yargılama süreci başlar. İşlenen suç siyasi ise devlet önce olayı siyasi olarak değerlendirir ve siyasi eylemin önlenmesi için tedbirler alır, bu tedbirlerin içinde yargıya başvurmak da vardır. Devletin tespit ettiği bir suçu yargıya götürmemesi mümkün müdür? Bugün yaşadıklarımıza hiç benzemese bile şöyle bir örnek verebiliriz. Ülkeye yönelik faaliyetlerde bulunan ve siyaseti suç işleyerek etkileyen bir şahsı, sırf ilişkilerini tespit amacıyla izlemekle yetinilebilir ve yargıya başvurulmaz.
- Siyasi suçlar yargıya götürülmeyebilir.
- Siyasî suçu güvenliği sağlayan güç işliyorsa, bu yargı yoluyla çözülemez. Askeri güç ile çözülür askeri cezayı uygular. Askeri harekette hukukî yaptırım olamaz.
Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Bir ülkede suç teşkil eden fiillere başvuran kişiler güvenlik güçleri tarafından tespit edilir, hareketi engellemek için bir plan hazırlanır ve yargı gerektiğinde görev alır. Yani asıl amaç hukuk dışı yollara başvurarak ülke siyasetine yön vermek isteyenlerin projelerini engellemektir.
- Hukuku ancak askerî güç isterse kullanır.
- Askerî yargı askerî güce hükmedemez onun mallarına hizmet eder.
Bu süreç ülkemizde iki noktada kırılganlık göstermektedir. Birincisi eylemlerin devletin kurumları tarafından tepit edilmemiş ve bazı ihbarlara dayanarak yapılıyor olmasıdır. Bu ihbarların bir özelliği de ihbarların güvenlik güçlerine yapılmaması, doğrudan medyaya aktarılarak buradan yargının devreye girmesidir. Eğer ihbar doğrudan güvenlik güçlerine yapılsaydı ihbarların ve delillerin gerçekliği, doğruların yanına yanlış eklemeler yapılıp yapılmadığı kontrol edilirdi.
- İhbar güvenlik güçlerine değil basına yapılmış ve gerçeklikle ilgisi dengelenememiştir.
- Güvenlik güçleri basına şikayet edilmiş, mahkemeler de basının emrinde kararlar veriyor. Davacı devlet değil, Türk halkı değil, dış güçlerin emrindeki basın. Hedef Türk ordusunu çökertmek sonra Türkiye’yi yutmak.
İkinci kırılgan nokta sürecin devletin kurumları arasındaki bir mücadele olduğu intibaının yaratılmasıdır. Siyaset kurumu demokrasi mücadelesi verirken bazı devlet kurumlarının buna karşı olduğu izlenimi yaratılmaktadır. Ayrıca yargının güvenilirliği konusunda tereddütler vardır. Asıl tehlike iç ve dış şartlar nedeniyle gerçekleşmesi mümkün olmayan darbe iddiaları değil devlet içindeki bu bölünmüşlüktür.
- Sorun askerler siyaset arasında bir çatışma şeklinde ortaya konuyor.
- Gaye Türk ordusunu Türk halkına saldırmak ve Türk halkını Türk ordusuna saldırtmak.
Türkiye’nin geleceği, bütünlüğü, bölgesinde ve dünyada etkili bir güç olup olmayacağı söz konusu iken kurumlar arasında yaratılan bu güvensizlik bence yapılan en büyük operasyondur.
- Bu en tehlikeli operasyondur.
- Bu operasyon, gücünü kaybetmiş Sermayenin Türkiye’deki çırpınışıdır. Arkasında bir devlet gücü yoktur. Ordumuz bu sorunu çözecektir. Hem de sermayeyi ağlatarak.
Yapılması gereken şudur: Devlet kendisini bu sürecin tamamen dışında ilan etmekten vazgeçmeli, yargının adil karar vermesi için gerekli delilleri toplayacağı ve bunun tarafsız olacağı, güvenlik filtresinden geçirileceği intibaı yaratılmalıdır. İktidarı destekleyen medyanın her iddiayı gerçek kabul edip savunmayı göz ardı etmesinden vazgeçilmelidir. Devletin kurumlarının bu davada tarafmış gibi görünmesi engellenmeli hem iddiaların ispatlanması hem savunmaların gerçekliği herkes tarafından aynı ölçüde istenmelidir.
- Devlet yargıya müdahale etmiyorum diye uzak durmamalıdır. Bu davada tarafmış intibaını ortadan kaldırmalıdır.
- Bir genel af çıkarılarak bu davalara son vermeli. Ordu sivile, sivil de orduya müdahale etmemelidir. Devlet başkanı asker olmalı ve etkin dengeleme görevi görmelidir.
Türkiye adeta göğe yükselen bir merdivenin basamaklarında tırmanırken, değerleriyle dünyada bir örnek teşkil edebilecekken, insanların dünyevi ihtiraslarına bu gelecek kurban edilmemelidir. Buna ulaşmanın yolu siyasete, bürokrasiye, medyaya yön veren yöneticilerin ortak bir hedefte buluşmaları, bu hedefe varacak yolların farklı olmasına önem vermeyerek hedefe ulaşmanın en uygun yolunda uzlaşmalarıdır. Ülkemize yönelik terör ve provokasyonların artma ihtimaline karşılık birbirimizi değil saldıranları alt etmeyi hedef saymalıyız.
- Birbirimizle değil terörle uğraşmalıyız.
- Türkiye yeni sorunlarını çözerse geleceğin merkezi durumundadır.
Yorum:
Nasıl doğanın kanunları varsa sosyal yapının da değişmez kanunları vardır. Bu kanunları insanlar koymaz insanlar keşfeder. Bundan dolayıdır ki fıkıh, insanların icat ettiği bir düzen yerine doğayı var edenin öğrettiği sosyal bir düzendir.
Bugün yapılanlar sosyal kanunlara ve yasalara aykırıdır.
a) Önce özel hukukta davacı ve davalı kişiler olur. Kamu hukukunda ise davacı devlet olur. Kamu hukuku ile ilgili davayı şahıslar açamaz.
b) Şahıslar kamu hukuku ile ilgili konularda ihbarda ve şikayette devlete bulunurlar. Yani güvenlik güçlerine şikayet ederler. Kamu davasını güvenlik güçleri değerlendirir. Savcılar davacı olur.
c) Savcıların bağımsızlığı olamaz. Savcılar kamunun vekilidirler. Kamu adına dava açarlar. Kendi adlarına dava açmazlar. Vekil, müvekkili adına hareket eder.
d) İktidar tecezzi etmez. Bu kral olabilir, bu diktatör olabilir, bu meclis olabilir, bu hükümet olabilir. Ama bu tektir. Çok başlı iktidar olunamaz.
e) Türkiye’de iktidar resmen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndedir. Fiilen meclisin seçtiği hükümettir.
f) Sonuç olarak kamu davaları ancak siyasi iktidarın emrinde onun talimatı ile açılır. Savcı iktidara karşı Meclis’e karşı dava açmaz.
g) İktidar ancak ordu ile mümkündür. Orduya karşı dava açılamaz. Ordu da suç varsa bu hukuk yoluyla değil siyaset yoluyla bertaraf edilir. Galip gelen iktidar olur. Savcıların askerleri sivil mahkemelere götüren yetkileri yoktur.
h) Askerlikte hukuk asıl değildir. Asıl olan güvenliktir iktidardır. Güce dayanmayan hukukun manası yoktur.
i) Bir suçun tasarlanması cezayı müstelzim değildir. Teşebbüs haline geçmemişse cezalandırılamaz.
j) Teşebbüs halindeki bir suç da teşebbüs bertaraf edilirken cezalandırılır. Etkisiz hale getirilmesi sonunda ceza verilmemişse sonra mahkemelerle ceza verilemez.
k) Muhbiri olmayan bir dava ikame edilemez. Ancak adalet bakanının emri ile ikame edilebilir.
l) Muhbiri olan davacı vazgeçmesi halinde dava devam etmez. Çünkü ihbara yalana dayanıyorsa muhbir cezalanır. Onun için muhbir ispatlanamayacak davada ihbar yapamaz.
m) Gaye Türkiye devletine yönelik bir ihbardır. Türk hükümetleri uyarılmalıdır.
Bu sebepledir ki bu davaları durdurmak ancak genel afla mümkündür. Ancak bundan sonra olmasını önlemenin yolu da tespit davaları telsim etmektir.
1- 1/1/2008’den önceki bütün suçların mahkumları ve mağdurları tahliye edilirler. Mahkumiyet hükümleri de ertelenir.
2- Davalar tutuksuz olarak yargılanmaya devam edilir ve sonuçlandırılır.
3- Mağdur olanların mağduriyetlerini devlet tazminatla giderir. Mahkumlar rucu eder.
4- Sanıklar ve mahkumların mahkemede fiilleri gizlenmeleri, fiilleri devam ettirme şeklinde bir davranışlarda bulunmamaları şartı ile tüm mahkumiyetler işlenmemiş kabul edilerek cezalandırılmazlar.