07.01.2011
O, Nurcuların en garibanıydı.
Milyarlara hükmetmiyordu, korunaksızdı.
Medyası yoktu, fabrikaları yoktu, faizsiz finans kurumu yoktu, geniş bir müritler çevresi yoktu, bürokraside adamları yoktu.
Rejimin makbul Nurcu'su değildi.
Nurcu Kürtlerdendi.
Biraz da radikaldi.
Sağ partilerle iş tutma, Ecevit'in gönlünü eğleme, Erbakan'a mesafe koyma gibi taktiklere tenezzül etmezdi.
Said Nursi'nin Doğu'da kurmayı planladığı üniversiteyi kurmaya çalışıyordu.
Zehra Vakfı'nın başkanıydı.
Adı İzzettin Yıldırım idi.
Yıl: 1999. Bir ramazan akşamı...
İki karanlık adam, İzzettin Yıldırım'ın İstanbul'daki evinin kapısını çaldı.
Ve İzzettin Yıldırım, o iki karanlık adam tarafından evinden alınıp götürüldü.
Gidiş o gidiş.
Sonra ne bir ses, ne bir nefes...
Aramalar taramalar hiçbir netice vermedi.
İslami camia önce olayı “derin devletin işi” olarak yorumladı.
Çok geçmeden fısıltı halinde de olsa “Hizbullah yaptı” dendi.
Fısıltı halinde!
Çünkü Hizbullah, o günlerde herkesin yüreğini titreten bir kâbus idi...
“İşin içinde Hizbullah var” diye haykırmak, öyle her babayiğidin kârı değildi.
18 günlük aramanın ardından...
İzzettin Yıldırım'ın cesedi, Hizbullah'ın Beykoz'daki hücre evinde gömülü olarak bulundu.
Hani Hizbullah Lideri Hüseyin Velioğlu'nun ölü olarak ele geçirildiği meşhur operasyon var ya...
İşte o operasyondan sonra.
İzzettin Yıldırım, domuz bağıyla öldürülmüştü.
Vücudunda işkence izleri vardı.
Bir de video-kaset çıktı ortaya...
Hizbullah militanları, İzzettin Yıldırım'a zorla “Ben 30 yıldır MİT'e çalışıyordum” dedirtiyorlardı.
İzzettin Yıldırım gibi inanmış bir Müslüman'ı...
Günlerce işkence altında inletmek ile...
Domuz bağı yöntemini kullanarak katletmek ile...
Zorla “Ben MİT ajanıyım” dedirtmek ile...
Cesedini hücre evinin beton zeminine gömmek ile...
Suçlanan kişiler şimdi serbest.
Bense bir türlü karar veremiyorum:
Bu kişilerin tutukluluk hallerinin sona ermesine mi yanayım, yoksa cezaevi çıkışında tekbir getirilerek, “lailaheillallah” denilerek karşılanmalarına mı?
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Hakimlik-hakemlik
Günlerdir tutukluluk süresi konuşuluyor.
Tutukluluk süresinin 10 sene olduğuna karar veriliyor.
Binlerce tutuklu serbest kalıyor, Hizbullahçılar da dahil.
Ortalık feryat, figan.
Nasıl olurda bu cani insanlar serbest kalır?
Serbest kalır tabi. On sene boyunca bir insanın suçlu olup olmadığına karar veremiyorsan her şeyi hak ediyorsun demektir.
Düşünün, sizi birisi yapmadığınız bir şeyden dolayı suçluyor. Sizi tutuklu olarak yargılıyorlar. 10 sene tutuklu kalıyorsunuz ve masum olduğunuz ortaya çıkıyor. Hapiste kalınan 10 sene ne olacak? Tam trajikomik bir durum.
İşin daha komiği çözüm önerileri. Bölge mahkemeleri kurulsunmuş, Yargıtay dairelerinin sayısı artırılsınmış, hakim ve savcı sayısı artırılsınmış mış mış da mış mış.
İnsan aklını kutsallaştıran batı o kadar kutsallaştırmışlardır ki aklı, bütün çözümleri akılla bulmaya çalışır ama aklı verenin verdiği aklı görmezden gelir.
Bizim batı hayranı Kuran ehli de Kuran'ı sadece namazda okur, cenazede okur. Bakmaz içine, bakmaz çözümlerine.
Çok açık ve seçik tek çözüm vardır: hakemlik.
Hakemlik mekanizmasını getirmeden isterseniz hakim sayısını beş katına çıkarın, 10 yıl süren davaları 2 yıla indirirsiniz. On katına çıkarın 1 yıla indirirsiniz. 120 katına çıkarın 1 aya indirirsiniz. Şu anda Türkiye'de 11.000 savcı ve hakim var. Davaların ortalama bir ayda sonuçlanması için 11.000 x 120 = 1.320.000 hakim ve savcı eder. Bu kadar hakim ve savcıyı nereden bulacaklar. Devleti yargı devletine dönüştürmeniz gerekir. Her 55 kişiden biri, her 20 yetişkinden biri ya hakim ya savcı olmalı. Bu kadar basit hesabı yapsalar görecekler ki hakimlik sistemi asla ve asla çözüm olamaz. Ama gözler bağlanmış, akıllar durmuş. Her şeyi bildiğini sanan batı aklına uymak farz olmuş, Kuran ve sünnet unutulmuş. Kitapların içinde ne olduğu önemsizleşmiş. Bu nedenle bu düzen içinde çözüm aramak nafile.
Allah Kuran ile ilgilenip çözümleri onda aramayı nasip etsin.