17.09.2015
İki arkadaş çok zengin ve aynı ölçüde katı kalpli bir adam hakkında konuşuyorlarmış... Biri "Ben bu adamın kalbini yumuşatabilirim" demiş...
Kalkmışlar ve bu zengin adamın villasının önüne gitmişler. Zengin adam önündeki çimenle kaplı büyük bir bahçeye karşı villasının terasında oturmuş, viskisini yudumluyormuş.
Kalpsiz zengin
"Ben bu adamın kalbini yumuşatabilirim" diye iddia eden arkadaş, bahçenin duvarından atlayıp, çimenle kaplı alana girmiş. Sonra yere eğilip çimleri yemeye başlamış...
Terasta bu manzarayı izleyen zengin adam uşağını çağırmış. "Bahçedeki otları yiyen kişiyi bana getir" diye ona emir vermiş... Uşak da çimenleri yiyen arkadaşı alıp, zengin adamın yanına getirmiş.
Bir çözüm yolu
Zengin adam bizimkine "Ne yapıyorsun sen" diye sormuş... O da "Efendim, aylardır işsizim, bir haftadır yemek yemedim. Sizin çimenleriniz o kadar iştah açıcıydı ki, dayanamadım onları yemeye başladım" diye cevap vermiş. Bu sözleri dinleyen zengin adam yine uşağını yanına çağırmış ve ona yeni bir emir vermiş.
- Bu tür acıklı görüntüler beni çok üzer. Bu adamı al, arka bahçeye götür. Oradaki çimleri yesin. Benim görüntümü ve huzurumu bozmasın, demiş.
Kimliklerine güveniyorlar
"Batılılık" ya da "Avrupalılık" kavramlarına takılıp kendi toplumlarını ve halklarını aşağılayanlara bu fıkrayı ithaf etmek istiyorum.
Tamamı için http://www.sabah.com.tr/yazarlar/barlas/2015/09/17/tc-vatandasi-degil-de-suriyeli-multeci-olsalardi
Yorum:
Dinleyen yok ama yine de söyleyelim
Bilindiği üzere, söylendiği üzere, tekrar ve tekrar görüldüğü üzere Türkiye’de “sorunların teşhisi” diye bir sorun yoktur. Biz her sorunu gözünden tanır, anında teşhisi yapıştırırız. Gel gelelim çözüm sürecine. İşte orada tökezliyoruz. Aynı netlik ancak aksi bir memnuniyetle söylemeliyim ki biz bu “kriz yönetme ve çözüm üretme” işini bilmiyoruz.
Merak ediyorum, dünyanın kaç ülkesinde buradaki gibi her evde, her iş yerinde, her yaş grubunda ve her platformda siyaset konuşuluyor? Bu açıdan acaba bir benzerimiz var mıdır? Siyasetle bu kadar içli dışlı, bu kadar tez canlı bir millet nasıl çözümsüzlük denizinde boğulur, benim aklım almıyor.
İş sadece çözümsüzlükle de bitmiyor. Sesi çıkıp da çözüm önerisinde bulunan bir kesim olunca ya inatla görmezden geliniyor ya da topyekûn susturulmaya çalışılıyor.
Yazarımızın değindiği Suriyeli mülteciler konusuna bizim bakış açımız başka açıdan olacak.
-Can derdinde olan bu insanlara hiçbir hesap yapılmadan kapılar açıldı. Eyvallah dedik ama yine de bildik: Bu insanlar geliyor ama nerede kalacaklar?
-Savaş devam ettikçe kayıtlı, kayıtsız girişler oldu. Buna da eyvallah dedik ama biraz tedirgin olduk: Sayıları artıyor bunlar nasıl yaşayacaklar?
-Zaman geçiyor, savaş bitmiyordu ama mülteciler artıyordu. “Buna artık dur denmeli” dedik ama vicdan yaptık tam da ikna olamadık. Kime gitsek bilemedik.
-Ülkede kiralar arttı, ucuz işçi davasından işsizlik ve haksız rekabet oluştu, salgınlar başladı, çevre kirliliği, görüntü kirliliği derken artık iyice öfkelendik ve baştan beri yapılması gerekeni söyledik: Bu insanları mülteci değil, vatandaş olarak alın. Boşalan köylere yerleşsinler, hem oralar yeniden iskan olsun, hem de tarım canlansın. Onlar kalıcı ev ve iş bulsun, Türkiye canlanarak büyüsün.
Bu kadar düz bir ifade neden anlaşılamıyor, ey yetkililer?