13.07.2015
HER yıl olduğu gibi bu yıl da...
İki günlük bir tekne gezisine çıktık.
Yunanistan kıyılarında kısa bir gezi yaptık.
*
Bir koyda konaklamıştık ki...
Bizim teknenin yanında...
Bizimkinden bin kat daha büyük, bizimkinden bin kat daha havalı, bizimkinden bin kat daha gösterişli, bizimkinden bin kat daha pahalı süper bir tekne gördük.
Hepimiz tanıdık tekneyi.
Bu tekne...
-"O...u ile memurun bahşişini peşin vereceksin" diyen...
-Çikolata kutusuna dolar yerleştirme mucidi...
-Dolarla bakan tavlama uzmanı...
-Ortalama bir tekne fiyatıyla aldığı saati bir "Sayın Bakan"a hediye eden...
-Çanta çanta dolarla Ankara'da fink atan...
-Bakanlara ve memurlara karşı hayırsever duygular besleyen...
-Görüldüğü anda "Hırsız var" diye bağırılan...
-İlk mektep mezunu...
-Paraya para demeyen...
-30 yaşına bile gelmemiş...
Reza Zarrab denilen bahşişçiydi.
*
Teknesinde keyif çatıyordu Reza Zarrab denen sahtekâr.
*
Sahtekârların devasa teknelerinde huzur ve güven içinde keyif çatmalarını normal karşılamaya alışmış olacağız ki...
Durumu zerre kadar yadırgamadık.
Hatta içimizden biri "Bakmayalım da rahatsız olmasın sahtekâr" falan bile dedi.
*
Biz bu sahtekâra şefkat ve merhametle yaklaşırken...
Sahtekâr "yavuz hırsız"misalı, ne yapsa beğenirsiniz?
Elindeki cep telefonuyla güya çaktırmadan bizim fotoğraflarımızı çekiverdi.
*
Sahtekârın çektiği fotoğraflar...
İki saat sonra Devlet Bahçeli'nin "Sayıları altı bini buluyor, hepsi devletten maaş alıyor" dediği "Ak troller" tabir edilen hesapların elindeydi.
Ak troller, bahşişçiden aldıkları fotoğrafları, sosyal medyada paylaştılar.
*
Dün gazeteleri görünce...
Bahşişçinin, aynı fotoğrafları, kendisine çok yakın bulduğu "havuz" gazetelerine de servis ettiğini anladık. Kısacası...
Reza Zarrab çekmiş, "havuz"un "Takvim"i basmıştı.
*
Reza Zarrab ile Takvim'in işbirliği ile hazırlanan bu sözde haber, araya sokuşturulan yalanlar ve iftiralarla sunuluyordu okura.
Verdikleri en büyük haber, o gün oruç tutmadığımız haberiydi.
Bunun tek başına haber değeri taşımayacağını düşünmüş olacaklar ki...
Masadaki bardaklardan birinin viski bardağı olduğu palavrasını atmayı da ihmal etmiyorlardı.
*
Buradan "havuz"a sesleniyorum:
-Sizin sahibiniz kim, sizi kim yönetiyor?
-Reza Zarrab adlı şahsı kendinize muhabir mi yaptınız?
-Yoksa o sahtekâr sizin "din polisiniz" mi oldu?
*
-Rüşvet alırken yakalananların arlanmadığı...
-Ayakkabı kutularında para yakalatanların sıkılmadığı...
-'İş yaptırmak için sağa sola kadın gönderenlerin' utanmadığı...
Bir ortamda...
Varsın tek kusurumuz iki gün oruç tutmamak olsun.
Allah günahlarımızı affetsin...
*
Bir duamız daha var:
Kurban olduğumuz Allah, bizleri, bu sahtekâr ve hempaları gibi...
Kul hakkıyla huzuruna çıkmaktan muhafaza buyursun...
Amin...
Yazının tamamı için tıklayın
Yorum:
Oruç tutmak İslam’ın ilk şartı mı?
Türkiye’de özellikle dikkat edilen bir ibadet vardır: oruç.
Oruç tutmaya özen gösterilir. Oruç tutmamak dinden çıkmak gibi görünür halk arasında. Namaz kılmayanlar, hatta Cuma günü namaza gitmeyenler bile oruçlarına özen gösterirler.
Her gün içen akşamcılar bile Ramazan gelince içkiye ara verirler, Ramazan boyunca oruçlarını tutarlar. Bayram gelir gelmez bayram namazını müteakip verdikleri arayı bitirirler.
Orucunu aksatmayan yaşlı teyze ve amcalar oruç tutmalarına engel olan bir hastalıkla karşılaştıkları zaman bile oruçlarına devam etmek isterler. Hastalıkları ciddi boyutlarda olunca, oruç tutmaları kesinlikle yasaklanınca tutmadıklarını belli etmezler. Hatta akşam saatlerine yakın yemek yemezler, oruçlu gibi oruç tutanlarla beraber yemek yerler.
Çocukluğundan beri oruç tutan bir şeker hastasına bir doktorun yapacağı en büyük eziyet oruç tutmamasını söylemek olacaktır. Şeker hastalığı olmasına rağmen o hasta büyük ihtimalle orucunu tutacaktır. Sıkıntı çeke çeke orucunu tutacaktır.
Türkiye’de oruç böyle bir ibadettir. Sanki İslam’ın birinci şartı gibidir. Namaz kılmamak gayet hoş görülen bir durumken oruç tutmamak hiç de hoş görülmez.
Ancak bir kesim vardır ki oruç tutmamak gayet normaldir, onlar için. Daha da kötüsü oruç tutmak onlara çok saçma geliyordur. Böyleleri hiç oruç tutmamışlardır ve bu nedenle oruç tutamazlar da belli bir yaştan sonra. Bünyeleri kaldırmaz. Çocukluktan beri gelen alışkanlık olmayınca, idman olmayınca vücut zorlanır. Hatta bazıları açlık grevine başlayıp akşam bozmak zorunda kalmıştır.
Ahmet Hakan iki gün oruç tutmamaktan bahsetmektedir. Gayet doğal bir hakkıdır insanın oruç tutmak veya tutmamak. Allah ile onun arasındadır. Tıpkı namaz kılıp kılmaması gibi kimseyi ilgilendirmez. Hatta bunun buradaki gibi ifşa edilmesi de günahtır. Ayetle tecessüs yasaklamıştır. Ancak Türk toplumunun gözünde oruç -aslında öyle olmamasına rağmen- İslam’ın ilk şartıdır ve hatta sözel olarak olmasa da fiili olarak tek şartıdır. Bu nedenle oruç tutup tutmaması o kişinin İslamiyet’le olan ilişkisini göstermektedir ve aslında Ahmet Hakan’ın iç huzurunu bozan da budur.
Aksi halde bunun haber değeri bile olmazdı.