Dünkü Cumhuriyet’in 1. sayfasındaki grafiği iyi inceleyin: Türkiye’de doğurganlık hızında ciddi bir artış var.
“Doğurganlık hızı”, doğurma çağındaki her bin kadın başına düşen canlı doğum sayısını ifade ediyor.
Bu rakam, 1970’lerin sonunda yüzde 4.3’tü.
1980’lerin sonunda 3’e düştü.
1990’ların sonunda 2.6’ya geriledi.
2000’lerin sonunda 2.1’e kadar indi.
Yani bin yılın başında doğum, ciddi şekilde hız kesmişti.
Türkiye, yüksek doğurganlık ve ölümlülük hızına sahip genç nüfus yapısından, düşük doğurganlık ve ölümlülük hızına sahip, giderek yaşlanan bir nüfus yapısına geçiyordu.
***
Dünkü grafikte, on yıllardır düşüşte olan doğurganlık hızı eğrisinin, 2011’den itibaren, aniden yükselişe geçtiği görülüyor.
2011’de 2.02 iken,
2012’de 2.08’e,
2013’te 2.10’a,
2014’te 2.17’ye yükseliyor.
Merak edip Erdoğan’ın “3 çocuk kampanyası”nın ne zaman başladığına baktım.
Bingo!
2008’de başlamış.
Yani Erdoğan“Üreyin” demiş, vatandaş üretime geçmiş.
Ve o yıl rahme düşen yeni nesil, 2011’den itibaren doğum eğrisini çakıldığı yerden alıp yükseltmiş.
***
Bunu, Erdoğan’ın yatak odalarımıza kadar sirayet eden ikna gücüne bağlamak mümkün tabii…
Ama iş o kadar basit değil.
Erdoğan, “Her aileye 3 çocuk kampanyası”nı açtıktan hemen sonra stratejik hamlelerini peşpeşe devreye soktu:
2012’de “Kürtaj cinayettir” dedi. “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyerek çıtayı yükseltti.
Bu açıklamanın ardından devlet hastanelerinde -hukuki değil- fiili bir kürtaj yasağı devreye girdi.
Ardından teşvik yağmuru başladı:
Çocuk başına prim, doğum yardımı, 16 hafta doğum izni, analık izni ve diğerleri...
Yani, Erdoğan’ın kampanyasına, vatandaş biraz da geçim ümidiyle omuz verdi.
Bebekler öyle geldi.
***
Hoş geldiler de Erdoğan’ın tahmin ettiği gibi “bereketiyle gelmediler.”
Dünkü tabloda göreceğiniz ikinci eğri de harekete geçti; “muhtaç çocuk sayısı” aynı dönemde 35 binden 80 bine fırladı.
2007’de binde 16 iken, 2010’da bin-de 10.1’e düşürülen bebek ölüm hızı da 2013’te yeniden yükselişe geçti. Geçen yıl, toplamda son 4 yılın en yüksek seviyesine çıktı.
Anne ölüm hızı da arttı.
2006’da yüz binde 28.5 olan oran, 2012’de 15.4’e kadar geriletilmişti. Bu eğilim de 2013’te ilk kez terse döndü. Kadın doğumcuların baskı altına alınıp kürtajın fiilen yasaklanmasının ardından anne ölümleri yeniden yükseliş eğilimine girip yüz binde 16’ya dayandı.
Bu tablonun özeti şu:
Ulusal çapta bir aile planlaması yapmadan, ana-çocuk sağlığı önlemlerini almadan “Hadi doğurun” demek, an-ne ve çocuklar için cinayet anlamı taşıyor.
Asıl Uludere bu işte…
Aşağılık Maymun
Korunma, aile planlaması gibi terimler modernizmin kalıntılarıydı ilk zamanlar. Sonra sermayenin işi diye yer edinmişti aklımda.
''Evleniniz çoğalınız'' diyen İslam Peygamberi'nin hadisini yalan rivayet mi diye sorgulamaya başlamıştım önceleri. Bakara Suresinde av yasağını delen İsrailoğullarını aşağılık maymuna çevirmişti Allah. Süleyman Karagülle de bu ayetteki ictihadında, insanların üreyip çoğalma misaline yer vermişti. Bereketin bolluğu ''çok'' da var olacaktı ne de olsa.
Şimdi başa dönelim bakalım.
Aile planlaması adı altında korunmanın gerekliliği, her isteyenin her isteyenle istediği zaman istediği yerde arzu ettiği fantazilerle birlikteliğinin özgürlüğü, yani zinanın serbestliğinin verdiği iç huzurla medeniyete adım atılması ve ''soy'' olgusunun yarattığı banel düşünce tarzlarının gereksizliği.
İsrailoğullarına pek de ihtiyacımız yok gibi. Baksanıza bayrağı kendilerinden devralanlar var.