Tarihin gündönümü ve Diyanet'in tarihî rolü
06 haziran 2014
Yusuf kaplan
Dünya, tarihî bir yol ayırımının, gündönümünün eşiğine gelip dayandı:
Ya adalete, hakkaniyete, hukuka dayalı, barışın hüküm fermâ olacağı yeni bir dünya kurulacak...
Ya da dünya, büyük savaşların, iç kargaşaların hükmünü icra edeceği bir felâketin eşiğine yuvarlanacak...
Soru şu burada: Dünya, neden bu çıkmaz sokağın eşiğine sürüklendi ve çıkış yolu ne?
………………………..
Modern Batı uygarlığı, akıl devrimiyle, bilimsel devrimle, siyaset, iktisat ve düşünce devrimleriyle, başlangıçta, göz kamaştırıcı bir epistemolojik iyimserlik havası üretmişti.
Bu epistemolojik iyimserlik havası, büyük sentezci Kant'la ve dolayısıyla aydınlanma devrimleriyle birlikte, 18. yüzyılda zirve noktasına ulaştı.
Ama aradan bir yüzyıl geçmeden, bu abartılı epistemolojik iyimserlik havası, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yerini ontolojik kötümserliğe terk etmekte gecikmedi.
Sonuçta, Modern Batı uygarlığı, Tanrı'ya, insana, hakikate ve tabiata saldırıya dönüştü: Batılılar, modern tarih boyunca, bütün kıtaları ve denizleri sömürgeleştirdiler; bütün medeniyetlerin ya kökünü kazıdılar ya da fosilleştirdiler.
POSTMODERN AMERİKA: BİR UYGARLIĞIN ÇÖKÜŞÜNÜN ADI
Avrupa, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, gücünün zirvesindeyken paldır küldür çöktü ve tarihten çekildi. Batı uygarlığını, Amerika temsil ediyor artık.
Ancak Amerika, bir uygarlığın çöküşünün adıdır: İzafileşmenin, hazcılığın, sığlaşmanın, senkretizmin (uzlaştırmacılığın) kısacası, ontolojik yok oluşun hükmünü icra ettiği Yeni İskenderiye'dir.
Amerika'nın eski İskenderiye'den bir farkı var: Eski İskenderiye'nin, iyi-kötü bütün Avrupa'yı Hıristiyanlık ekseninde toparlayabilecek bir Roma kurma 'gücü' vardı. Ama Amerika'nın yeni bir Roma'sı yok.
Büyük düşünür Nietzsche'nin yüzyıl öncesinden haykırdığı gibi, Batı uygarlığı, insanı tüketen hayvana dönüştüren, insanın bencilliğini azmanlaştıran, insanı atomlara, fetişlerine hapseden, hayatı ruhsuzlaştıran ve kültürü çölleştiren ontolojik bir felâketin eşiğine sürüklüyor bütün insanlığı...
Bu dünya, böyle gitmez. Bu hâl, insanlığı yok oluşun, büyük çatışmaların ve kaosun eşiğine sürüklemekten başka işe yaramaz.
KUCAKLAYICI BİR MEDENİYET FİKRİ
Gelinen nokta tam bir dönüm noktasıdır: Batı uygarlığı, sadece niceliğin hükümranlığını sağladı: Önce, güç üreten araçları kontrol etti; sonra, bu araçların güdümüne girdi.
'Akıl tutulması'yla sonuçlanan 'araçsal akıl'ın niceliksel hükümranlığı, sonuçta, kapitalizmi azmanlaştırdı; hayatı, insanı ve ruhu öldürdü. Başka kültürlerin var olma, insanlığa katkıda bulma imkânlarını söndürdü.
Sonuç olarak, modern Batı uygarlığı, 500 yıl önce geliştirdiği meydan okumayla, bütün insanlığı Batı uygarlığının, duyuş, düşünme ve varoluş biçimlerinin kölesi hâline getirdi.
Bununla yetinmedi, Tanrı fikrini, hakikat fikrini yok etti, tabiatı tahrip etti.
İşte tam bu noktada, bütün farklı medeniyetlere, dinlere, düşünce sistemlerine yeniden hayat hakkı tanıyacak bir medeniyet fikrinin dünyaya sunulması kaçınılmaz hâle geldi.
Büyük tarih felsefecileri, büyük düşünürler, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyacak, evrensel adalet, hakkaniyet ve barışı sağlayacak tek kaynağın İslâm'ın sunacağı yeni bir medeniyet fikri olduğunu açıkça ilan etmiş etmişlerdi zaten.
NIETZSCHE, TOYNBEE VE BAUDRILLARD'IN ÇIĞLIĞI!
Örneğin büyük düşünür Nietzsche, 'Bizim kültürümüzle karşılaştırıldığında, daha sofistike ve insan hayatına daha fazla saygı duyan İslâm kültürünü yok etmeye kalkışmak yerine, İslâm'ın önünde diz çökmeliydik' derken, bu gerçeğe dikkat çekmiş oluyordu.
Aynı şekilde, büyük tarih felsefecisi, Toynbee, 'Osmanlı, insanlığın geleceğidir' derken, insanlığın insanca bir dünyayı nasıl kurabileceğinin adresini veriyordu.
Çağımızın en cins düşünürlerinden Jean Baudrillard, İslâm'ın terörle özdeşleştirilmesine, 'insanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz' diyerek isyan ediyordu.
TÜRKİYE'NİN ESTİRDİĞİ RÜZGÂR!
Geldiğimiz noktada, insanlık, farklı medeniyetlere, dinlere ve düşünce sistemlerine hayat hakkı tanıyan 'İslâm yurdu'na, İslâm'ın kuşatıcı ve kucaklayıcı hakikat fikrine ve darü's-selâm gökkubbesine gebe...
Türkiye, Erdoğan'ın, dünya sisteminin lordlarına 'siz, masum insanların katillerisiniz' diyerek meydan okumasıyla birlikte, yeniden insanlığın umudu olabileceğini dünya âleme gösterdi.
Ve Bosna'dan Yemen'e, Fas'tan Endonezya'ya kadar dalga dalga yayılan bir umut ışığı saçtı.
Türkiye'ye yapılan saldırı, işte bu umut ışığının söndürülmesini amaçlıyor.
DİYANET'İN TARİHÎ ROLÜ VE GÖRMEZ HOCA'NIN UFKU
Türkiye, bilkuvve umut olduğunu gösterdi; Türkiye'nin bilfiil umut olduğunu da gösterebilmesi, bunun için de uzun vadeli, önce dalga-kırıcı, sonra dalga-kurucu bir medeniyet yolculuğuna soyunması gerekiyor.
Bu süreçte, Diyanet'in ve tasavvufî cemaatlerin tarihî bir rol oynayacağını düşünüyorum.
Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Görmez Hoca'yla, önceki ay, Yemen'e yaptığımız ziyarette, gerek uzun süren uçak yolculuğumuz sırasında, gerekse Yemen seyahatimiz boyunca, Görmez Hoca'nın, Diyanet'in bu tarihî rolünü çok iyi kavramış, muazzam projeleri olan, ufkunu geleceğe ayarlayan ilim ve irfan sahibi bir öncü olduğuna yakinen tanık oldum.
Erdoğan gibi kendisini hedefe kilitleyen, zorbalara boyun eğmeyen ve Türkiye'nin ufkunu medeniyet coğrafyasına yayan bir liderin öncülüğünde, Diyanet'in üzerine düşen tarihî yükümlülüğü hakkıyla yerine getirmesi gerekiyor.
Bunun için, küresel sistemin, ehl-i sünnet omurgayı çökerterek İslâm dünyasını tam ortadan ikiye yarmak için, bir yandan İran'ın önünü alabildiğine açtığı, öte yandan da, -İngilizlerin gazına gelen, Mısır'ı çökerten- Selefî ruhla ilgisi olmayan, tastamam selefsizlik demek olan Selefîleri, Balkanlarda, Orta Doğu'da, Afrika'da ve Türkî cumhuriyetlerde sonuna kadar desteklediği bir zaman diliminde, İslâm dünyasının yeniden tarihe girmesini sağlayacak medeniyet sıçramasının en hayatî yollarından biri, Diyanet'in, -tasavvufî cemaatlerle birlikte- bu medeniyet yolculuğunun yapı taşlarını döşemesinden geçiyor.
Önümüzdeki süreçte, Mehmet Görmez Hoca gibi samimiyeti ve ufku sınır tanımayan bir öncüye tarihî görevler düştüğünü, hükümetin de, Diyanet'in de bu hayatî gerçeği görerek hareket etmesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/tarihin-gundonumu-ve-diyanetin-tarih%C3%AE-rolu/54195
yorum;
Hükümet olmadı, Diyanet mi verelim ?
Sayın Yusuf kaplan her nedense lafı dolaştırmayı ve
arkadan dolanmayı pek seviyor.
Acaba yazdığı gazeteden midir bilinmez.
Ama gazeteci-yazarlarımızın halktan kopukluğu
ve hakikat ilimlerinden yoksunluğu okuyucu
kitlesini de bağlıyor.
Şükürler olsu ki gazete okuyucularımız çok azda
halklar hala ümit vadediyor.
Bizde hala”REİS”’i bekler gibi yazarımızı
ve söz verdiği çıkışını sabırla bekliyoruz.
Bir zamanlar Refah partili (İstanbul)ilçe yönetim kurulu
üyesi arkadaşlara dediğimiz gibi.
“Arkadaşlar Erbakan hocamız batıya ve doğu(blokuna)ya
ADİL DÜZENİ detaylarıyla anlattı.Siz il ve ilçe yöneticilerine
ne zaman anlatacak”.
Yıl 1990’ lı yıllardı.Hala anlatılmadı.
Demek ki marifet iltifata tabiymiş.
Akevler 47 yıldır anlatıyor da dinlemek, anlamak
isteyen nerede?
Korkuyoruz sosyal tufandan…