Türkiye'nin medeniyet yürüyüşünü durdurmaya hakkınız yok!
Yusuf Kaplan
21 şubat 2014
Başbakan Erdoğan, önceki gün, partisinin 'Yerel Seçim Beyannamesi'ni açıklarken tarihî bir dönüşümün işaretlerini verdi.
TÜRKİYE'NİN MEDENİYET YÜRÜYÜŞÜ...
'Büyük Medeniyet Yolunda' üstbaşlığıyla düzenlenen toplantıda, Türkiye'nin, yeniden medeniyet yolculuğuna soyunacağını söyledi ve -bendenizin yeri geldikçe dile getirdiğim gibi- 'şehrin insanın, insanın da şehrin aynası' olduğu hakikatine dayanan, hakikatten süt emen, dünyanın en güzel şehirlerini kurduğumuz bizim medeniyetimizin çocuğu insan-yüzlü şehirlerin kurulacağını müjdeledi.
'Büyük medeniyet yolculuğu'nun kültürde, eğitimde ve şehircilikte yapılacak atılımlarla gerçekleştirileceğine dikkat çekti.
Biraz geç olsa da, bir gün, tam bu noktaya gelineceğini bekliyordum!
O yüzden, 17 Aralık operasyonuna şiddetle karşı çıktım; bu operasyonu yapan paralel yapı'nın zihin şifrelerini, esrarengiz ve ürpertici küresel bağlantılarını özenle deşifre ettim.
Başbakan'ın, tam da benim 15-16 yıldır üzerinde çalıştığım ve nihayet çok ciltli Fütuhat-ı Medeniyye başlıklı bir kitaba dönüştürdüğüm medeniyet tasavvurunun Türkiye'nin önümüzdeki süreçte gerçekleştireceği yolculuğun adı olduğunu ifade etmesine en çok ben sevindim, tabiî olarak.
Başbakan'ın konuşmasından sonra pek çok eş, dost, arkadaş, bendenizi arayarak, 'Başbakan'ın konuşmasını sen mi yazdın?' diye sordu.
Başbakan'ın konuşmasını ben yazmadım elbette. Önemli olan ben değilim; önemli olan, Türkiye'nin, benim tam da beklediğim sürece gireceğini bizzat Başbakan Erdoğan'ın ağzından ilan etmiş olması.
YARMA HAREKÂTLARI
Türkiye'nin medeniyet yürüyüşüne soyunması şu aşamada ne kadar mümkündür, bu apayrı bir tartışma konusu.
Yakıcı nokta şu, burada: Türkiye, hem içeriden hem de dışarında kuşatılmış bir ülkedir.
Menderes, Özal ve Erbakan, bu kuşatmayı yarma harekâtları yaptılar.
Erdoğan, kendisinden önceki 'kurucu şahsiyetler'in bıraktığı mirası, başka bir düzleme taşıyabileceğini, Türkiye'nin, bölgemizin umudu olacak orta ve uzun vadeli bir silkinme, toparlanma ve ayağa kalkma hamlesine soyunabileceğini gösteren önemli adımlar attı.
BİZ GÖRMÜYORUZ AMA DÜNYA GÖRÜYOR!
Erdoğan'ın attığı adımlar, Cemaat tarafından önemsenmeyebilir ya da algılanmayabilir ama İslâm dünyası ve dünyanın bütün mazlum halkları, özelde Erdoğan'ın, genelde Türkiye'nin, bölgenin yegane umudu olduğu mesajını çok iyi al/gıla/dı.
Son yıllarda üç kıtada yaptığım seyahatlerde bizzat şahit oldum buna.
Önceki yazımda da zikretmiştim ama yeri geldiği için yeniden hatırlatma gereği hissediyorum.
Serhat Orakçı kardeşimle, İHH adına yaptığımız son Uganda seyahatimizde, 'Afrika Duy Sesimizi' başlıklı çevre ve yardım kurumunun başkanı Muguluma Hamid, 'Türkiye, İslâm dünyasının hem geçmişidir, hem de geleceği' diyerek bunu berrak bir şekilde dile getirmişti, bu yakıcı gerçeği.
Yine, yalnızca Uganda'nın değil, bölgenin en saygın entelektüellerinden ve kanaat önderlerinden Dr. Enes Kaliisa, 'İslâm dünyasının yegâne umudu Türkiye'dir. Tarihin nasıl yapıldığını Müslüman halklar arasında en iyi siz biliyorsunuz sadece' diyerek ifade etmişti.
………………………………….
Erdoğan, iç ve dış kuşatmayı yaracak tek lider olduğunu gösterdi ve Bosna'dan Yemen'e kadar, Türkiye'nin, İslâm dünyasının en güvenilir limanı, en güvenli adası olduğunu ispatladı.
O yüzden, Başbakan'ın yerel seçim beyannamesi, yeni bir milattır. İkinci 10 yıllık dönemin başlangıcıdır.
Kabaca birinci 10 yıllık dönemde, dışarıdaki kuşatma yarıldı: Türkiye, ekonomik, teknolojik ve stratejik olarak korunaklı bir duvar ördü.
Şimdi, sıra içerideki kuşatmayı yarmaya geldi...
Yabancılaştırıcı kültür rejimini, mankurtlaştırıcı medya düzenini, sömürgeci eğitim sistemini bizim medeniyet dinamiklerimizden yola çıkarak yeniden kuracak ve medeniyet yürüyüşümüzün entelektüel, kültürel, sanatsal ve sosyal sermayesini oluşturacak büyük tarihî dönüşümü başlatmaya yani...
Bu işin, 'Fatih projesi' gibi uyduruk tablet projeleriyle gerçekleştirilemeyeceğinin, açıkça görüldüğü anlamına geliyor.
YOLA ÇIKAMAYANLAR, YOLDA KALMAYA VE TAŞERONLUK YAPMAYA MAHKÛM OLURLAR!
O yüzden, bu, büyük ve 'kutlu' bir yolculuktur. Bu yolculuğun hakkıyla gerçekleştirilebilmesi için yolun başında bile değiliz henüz.
Ama aslolan yola çıkmak, yolculuğu başlatmaktır.
Unutmayalım:
Yola çıkamayanlar, yolda kalmaya mahkûm olurlar.
Yola çıkamayanlar, başkaları adına kendi ülkelerinin çocuklarının çıktıkları kutlu yolculuğun önüne taş koymaktan, takoz olmaktan kurtulamazlar.
Yola çıkamayanlar, başkalarına taşeronluk yapmaktan başka bir şey yapamazlar.
BU KRİZ, ALLAH'IN LÜTFU BİZE!
Yaşadığımız cemaat-hükümet çatışması, bir açıdan bakıldığında, Allah'ın bir lütfu bizim için.
Allah'ın lütfu diyorum; çünkü bütün bir toplum olarak yeteri kadar kirlenmiştik: Rahman'ın rahmet tokadını ziyadesiyle hak etmiştik.
İçinden geçtiğimiz durum, hepimiz için, kendimizi yeniden gözden geçirmemiz, yapıp ettiklerimizi sorgulamamız, nereye gittiğimizi sormamız gereken ürpertici bir savrulma durumuydu.
12 yıllık süreçte, fena hâlde dünyevileştik bütün İslâmî kesimler olarak.
Bundan AK Parti'yle birlikte ülkeye ortaklaşa çeki düzen veren Cemaat de fazlasıyla nasibini aldı: Araçları amaçların önüne geçirdi: Amaca ulaşmak için her yolu mübah hâle getirdi.
Bir cemaate yakışmayan ürpertici bir iktidar mücadelesi verme aymazlığı sergiledi.
Bu, cemaatin cemadata, hizmetin hezimete dönüşmesine yol açacak bir intihar girişimiydi: Sadece cemaatin intiharı değil; Türkiye'nin, hepimizin intiharıyla sonuçlanacak bir aymazlık, feleğini şaşırmışlık hâliydi.
Sonuçta ortaya çıkan tablo, bir açıdan bakıldığında, ürperticiydi:
Türkiye, rotasını bulmuştu ama istikametini yitiriyordu...
Yönünü bulmuştu ama kıblesini kaybediyordu..
Yaşanan ayartıcı, baştan çıkarıcı sekülerleşme süreci, Cemaat de dâhil bütün İslâmî kesimleri, büyük bir yok oluş felâketinin eşiğine sürüklüyordu...
Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz, bize, rahmetiyle muamele etti ve duruma müdahale etti:
'Kendinizi muhasebeye çekin, yapıp ettiklerinizi kontrol edin! Aksi takdirde, böyle giderse/niz, kıyametiniz yakındır' dedi adeta.
BEDİÜZZAMAN: ASLÂ TAKOZ OLAMAYIZ!
Tarafların bu mesajı alıp almadıklarını bilmiyorum.
Ama bildiğim, yeni öğrendiğim bir şeyi anlatayım burada -yazıyı sonlandırırken.
Önceki akşam TVNet'ten sevgili Mustafa Armağan'la dönerken, Derin Tarih dergisinin Mart sayısının Bediüzzaman özel sayısı olarak hazırlandığını ve orada Mehmet Fırıncı Ağabey'le yapılan bir röportajda Fırıncı Ağabey'in anlattığı çarpıcı bir anı'yı aktardı Armağan.
Fırıncı Ağabey'in anısı şöyle: 1958 yılında, Menderes hükümeti, Nur talebelerinin ellerine kelepçe vurmaya başlıyor.
Bediüzzaman Hazretleri, çevresindeki insanlara, aynen şunu söylüyor:
'Yarın benim elime de kelepçe vurabilirler. Buna hazırlıklı olmalıyız. Ama aslâ Demokrat Parti iktidarını karşımıza almaya kalkışmamalıyız. Çünkü onlar, bu ülkenin, bu dinin ve bu aziz milletin önünü açtılar. Eğer onları karşımıza alırsak, onların önüne takoz koyarsak, bunun hesabını veremeyiz!'
Budur, diyorum!
Ve Bediüzzaman budur, işte!
O yüzden ikinci bir Bediüzzaman yoktur!
EĞER CEMAAT'TE BEDİÜZZAMAN'DAN ZIRNIK KADAR BİR İZ VARSA...
Eğer Cemaat'te Bediüzzaman'dan zırnık kadar bir iz, bir eser varsa, kendilerini 15 kat büyüten Tayyip Erdoğan'ın ipini çekme aymazlığına derhal son verir!
Eğer Cemaat'te Bediüzzaman'dan zırnık kadar bir iz, bir eser varsa, Fethullah Gülen, bir yandan 'hakaret eden, saldıran siz olmayın!' derken, öte yandan, gazetelerinin, televizyonlarının, sonuçta, Türkiye'yi kaosun eşiğine sürükleyen, İslâm dünyasında umut olarak görülen Türkiye'nin önünü tıkayan fütursuzca saldırılarına derhal son vermelerini emreder!
Eğer Cemaat'te Bediüzzaman'dan zırnık kadar bir iz, bir eser varsa, küresel şer odaklarıyla ve içerideki uzantılarıyla kurduğu kirli, esrarengiz ilişkilere derhal son verir!
Ve hem Erdoğan'dan ve milletten özür diler hem de Allah'a tevbe eder ve İslâm dünyasının Türkiye'ye umut olarak baktığı bu topyekûn yok oluş zamanında, İslâm dünyasının umutlarını karartmaz!
Türkiye'nin dış kuşatmayı -60 yıllık zorlu mücadeleyle- iyi kötü yardığı, her şeye rağmen güvenli bir duvar ördüğü; iç kuşatmayı da yaracak ve İslâm dünyasını toparlayacak, İslâm dünyasının da, mazlum halkların da bize umut ışığı olarak baktığı büyük bir medeniyet yolculuğuna soyunmaya karar verdiği bir zaman diliminde, bu yolculuğun önüne takoz koymanın bedelini kimse ödeyemez!
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/turkiyenin-medeniyet-yuruyusunu-durdurmaya-hakkiniz-yok/50424
yorum;
Ben’den biz’e geçmeden!
İnkıtada(90+larda) gol atma taktiği tutar mı?
Kedinin bacağını en baştan ayırmak diye de bir mesel
vardır.
Yoksa denize düşen yılana mı sarılıyor.
Çalışmadan beklemek ve ummak ahmak umududur der İmamı Gazali.
Cenaze büyük sadece büyük ustayla kalkmaz.
Büyük “cemaatle”kalkar.
“Nisbi temsilli mutabakat hükümetleri” dönemine
girmeden hiç ümitlenme Yusuf hocam.
Sömürü sermayesinin büyüttüğü hormonlu”büyükler”le
de buraya kadar.
Sonuç; Müslümanı Müslümana temizletmeye! başlamak!
Şimdi bu oyunu bozacak tek adres kaldı.
Akevler çalışanları ve kuracakları”Adil Düzen Partisi”
Türkiye halkları ve dünya halkları bunu bekliyor…